• doktora geldim. bayağı yaşlı bir adam asansörde benden yardım istedi.

    hangi katta ineceğini söylememe rağmen riske atmamak için defalarca panik gözlerle bana dönüp baktı. her bakışında da önceki söylediklerimi tekrar ettim.

    aynı polikliniğe gidecekti benimle. ona da söylemiştim. buna rağmen her katta inmeye kalktı, ben durdurdum. o kadar yalnız ve o kadar kaygılıydı ki

    hasta kaydına kadar ona eşlik ettim. dedim ki, kimliğini vereceksin, elinde tuttuğun doktorun adını söyleyeceksin. bu kadar basit. (kağıda yazmış doktorun adını) teşekkür etti. rahatladı.

    gel gör ki bunların hepsi de boşa gitti. doktoru raporluymuş. telefonuna mesaj göndermişler. bunu duyunca da mahcup mahcup gülerek "mesaj mı? bakmamışım demek ki." dedi. özür dilemediği kaldı amcanın.

    aynı gün ben de mağduriyet yaşadım. ama kendi durumumu anlatmama gerek yok bu durumun yanında bir hiç. ben tekrar tekrar gelir giderim buraya söylene söylene. o amca ve o amca gibileri düşünüp kahroluyorum.
  • senin sıradan bir günde harcayacağın miktar, bir başkasının düşlediği hayatın toplam değeri olabiliyor.
  • daha cok calisip, kafami baska islerle mesgul etmeye calissam bile, depremin 40.gununde, bir daha memleketimin eskisi gibi olmayacaginin aklimin bir ucundan hic cikmamasi. yurudugum yollarin, girdigim dukkanlarin, selam verdigim insanlarin artik var olmadigi, girdigim denizin, uzandigim kumsalin eskisi gibi olmayacağı gercegi. dun sehir ne durumda diye bakmaya giden annemin 'burasi hayalet sehir' diyerek sesinin titrerken ona sarilamayisim. ve bunlari bombok bir isyerinde dosyalarin arasinda kimseye caktirmadan gozlerim dolu yaziyor olmak.
  • o böyle yapmaz dediğin kişi tam olarak da onu yapıyor nerden biliyorsun diye sormayın
  • naaşınızı kaldıracak bir yakınınızın olmaması.

    bu benim başıma iki kez geldi. daha önce alt komşumuzun kimsesi yoktu ve naaşını komşuları olarak biz kaldırmıştık. namazını kılmıştık.

    dün de yan komşumuzun eşi vefat etti. bir anne bir kız kalakaldılar. anne yaşlı; kızı ise engelli.

    cenazeyi almak için cenaze hizmetlerinden iki kişi geldi. naaşı kaldırmak için yardım istediler. sadece karşı komşu ve ben vardık.

    biz elimizden geldikçe yardımcı olmaya çalışırız ancak bundan sonra bu anne ve kızı ne yapacaklar diye dünden beri düşünüyorum. allah gerçekten sabırlar versin.
  • akşam üzeri kız kardeşimle dolaşmaya çıktık. dünkü yağmur sonrası şehir ne âlemde bir göz atalım dedik. düne kadar rengarenk olan evler yerine, beyaz renkli çadırlar eşlik etti bize. mahalle mahalle kurulan çadırların arasından geçip gittik.

    dönüş yolunda kestirme olsun diye ara sokaklardan birine girdik. sokağın başında büyük bir çöp kutusunun etrafına enkazdan çıkarılmış yatak, yorgan, battaniye vs. atılmıştı. kardeşimle "kim bilir kimindi, şimdi çöp olmuş." diye konuşurken orada saçları bembeyaz olmuş yaşlı bir adam gördük. çöpün yanında temiz bir şeyler arıyordu. bizi görünce hemen elindeki yastığı bıraktı. bizden utandığı her hâlinden belliydi. onu öyle görünce biz de kendimizi kötü hissettik ve hemen adımlarımızı hızlandırdık. biraz ilerleyip arkamı dönüp baktım, o yastığı geri almış arkamızdan geliyordu. bu kez göz göze gelmedik, çünkü başı yerdeydi. nasıl olmasın ki... o yaşında moloz tozları arasında yere eğdiği başını biraz olsun yukarıda tutacak yastık arıyordu. asıl başını yere eğmesi gereken o değildi elbet.
    neyse...

    depremin vurduğu şehirlerde kime dokunsanız farklı bir ah işitiyorsunuz zaten. bir de görmemezlikten gelmek istedikleriniz oluyor, bugün bizim yaşadığımız gibi. o hissi nasıl anlatabilirim hiç bilmiyorum ama keşkenin en okkalısı döküldü dilimizden. keşke hiç o sokağa girmeseydik de onu görmeseydik...
  • trajik bir olay değil ama belki baba olanlar beni anlar, hatta çocuğundan ayrılma durumu olanlar daha da iyi anlar diyeyim, ben çocuğumla konuşurken bazen iç burkan bir şey hissediyorum.

    arabayla giderken dün bana "suyu nasıl sıkıyorsun baba?" diye sordu, başta anlamadım, sonra silecek kolunu kendime çekiyorum diye cevap verdim.
    başladı anlatmaya, ben büyüyünce arabada seni arkama oturtacağım, seni parka götüreceğim, şu direksiyona basacağım biip* diye anlatıyor boyna. muhteşem planlar yapıyor, arabayı parkettikten sonra tık tıka* basacakmış.
    üç yaşındaki çocuğun sağlıklı olması, plan yapabilmesi bile çok büyük nimet anlayana.

    benim içimi burkan ise güzel güneşli günlerin hiç olmayacak olma ihtimali, benim hayatta olmamam ya da onu göremeyecek şekilde yaşamıma devam etmem.
    o anlatırken hep kötüyü düşünüyorum, içime mi doğuyor bilmiyorum. ya da zor günler geçirdiğimden mi böyle düşünüyorum bilmiyorum.
    o güzel şeyler anlattıkça ben "yanında olamazsam inşallah çok üzülmez" diyorum hep, içim burkuluyor; anlattıklarından keyif alamıyorum.
  • konusurken size hep gulumseyen arkadasinizin basinizi cevirdiginizi dusundugu an yuzunun dusmesi, sordugunuzde aksine iyi oldugunu soylemesi.
  • bu kız ne zaman aklıma gelse içim burkuluyor.

    (bkz: dilek özçelik)
    (bkz: ben dilenci değilim)
    (bkz: görüyorum ki çaresizliği tatmamışsınız hayatınızda)
  • ne zaman deprem bölgesinden atılan fotoğraflarda o soğukta ayakkabısız bir çocuk görsem içim burkuluyor. milyarlarca para toplandı. şu çocuklara ayakkabı da mı alamadınız?
hesabın var mı? giriş yap