• mart 2008'de gösterime giren yerli film.
    "film bir kasabada kendilerine yetecek kadar üreten, ürettiği ile yaşayıp giden üç ailenin öyküsünü konu alıyor. mandıracılık yapan talat, tavuk yetiştiren bedrettin ve babadan kalan fırınında ekmek üreten rıfkı, doğduklarından beri aynı kasabada yaşayan, çoluk çocuğa karışmış, çocukluklarından beri birbirlerinden hiç ayrılmamış üç arkadaştır. talat’ın çocuğunun hastalanması ile hayat bir anda değişmeye başlar."

    oyuncuları şunlarmış: haldun boysan, tarık pabuççuoğlu, zeki alasya, hakan boyav, zeynep eronat, suzan aksoy, mehtap anıl, sedef avcı, cenk gürpınar, ceren soylu, mert fırat, fırat can aydın, esra ronabar, dilan demirel, nazlı özdemir, mert çolak, neslihan bıyıklı

    http://www.hayattankorkma.com/

    not: bu akşam saat 9'da beşiktaş belediyesi'nce cumartesi pazarının otoparkında gösterilecekmiş.
  • başlığı okur okumaz hayattan korkmak mı yoksa hayattan korkmamak üzerine mi yapılmış bir filmdir acaba diye epey düşündüğüm filmdir. düşünürken artık nesilleri bakkallar kadar azalmış isimleri de şarküteri olmuş mandıralar geldi aklıma. yaşamda herşeyin içiçe geçtiği market kaosu gibi henüz duru zamanların kokusu geldi bir yandan. tavuk gribinin olmadığı zamanlarda gün yüzü gören piliçlerin gıdakladığı zamanlar. beni en çok hüzünlendiren şeylerden biri tavukların artık çiftlikler yerine kapalı ve ışık görmeyen tavuk hapishanelerinde yetiştirilmeleri. major depresyona giren ve bağışıklık sistemleri çöken hayvanların en arzu ettikleri şey ölümdür heralde. düşünsenize tüm tavuklar ömür boyu hapse mahkum. ve fırıncılar. giderek pastane ve fırın karışımı genleriyle oynanmış elektrikli ekmek makinelerinin konduğu yerler. yani fırıncıların küreğinden mahrum maharetinden uzak metropoller gibi.
  • (bkz: berrinden sıçkılar)

    bu kadar acımasız olmak istemem ama yani elindeki bu oyuncu kadrosuyla, böylesine kabız eden bir film izlemedim ben arkadaş. çocuğun körlük meselesi üzerine gelişen bir film fakat bazı aksaklıklar bulunmakta mesela dükkanın kırılıp dökülmesi üzerine gösterilen "cenaze evi modu" tavırlarıyla, tarlada rüzgarın oğlu bedri amcanın nefes nefese kalmadan koşuyu bitirip gelmesi, yine komünist bedri amcamızın herşeyin allah tarafından yaratıldığını savunması/çocuğa anlatması. ve şu hayat kurtaran sos'un film de neredeyse son sahneye kadar piyasada olmaması/üzerine düşülmemesi. en öldürücü kısmını ise sona sakladım; çocuğun kıza aşık olması fakat film de en ufak ayrıntıya girlmemesi ancak annesinin söylemesiyle olayın anlaşılması insana ne izlediğini sorgulatır derecedeydi.
  • bir kere karakterlerin 45 bin lirayi ote beri satarak elde etme girisimleri cok cok sacmaydi. ha en son degil de onceden neyin var neyin yok satarsin, kredi mredi cekersin, kisa sure icinde gerceklesmesi gereken ameliyati karsilarsin, sonra ister ote beri satar ister dilenir, ama yavas yavas da yeni bir hayat kurarsin, kredini filan odersin. hem sonra senaryo da cikmaza girmez, hayattan korkmamamizi saglayacak uyduruk bir mucizeye de ihtiyac duyulmaz. en onemlisi de film, mukemmel bir sos formulu olmayanlarin hayat anasini sikebilir mesaji vermez afedersiniz.
  • filmi izlemeden önce konuya,oyunculara bir göz attığımızda sıcak, içten, hoşça vakit geçirebilecek insanı duygulandıracak, mütevazi bütçesiyle dondurmam gaymak tadında bir film bekliyoruz. ancak filmi izledikten sonra bu beklentilerimizin boş olduğu gerçeğiyle yüzleşiyoruz.

    filmde senaryonun ana unsuru olan çocuk filmin başında, biraz ortalarında ve sonunda bağlayıcı rolde kullanılmış. çocuğun kör olduğunun anlaşıldığı süreden sonra önce herkes üzülüyor sonra çocuksu fikirlere girişiliyor. ya arkadaş bu ne rahatlık 2 ay boyunca çocuğunu ameliyat ettirmeden, yok peynir yapıp satayım yok mangal yapayım hadi olmadı dükkan açayım havaları. önce bir yerlerden para pul iste, kredi çek ve çocuğu ameliyat ettir. ayrıca filmdeki karakterler havada kalıyor, olay örgüsünün kötü işlenişi sayesinde izleyici filmden uzaklaşıyor. çocuğun annesi filmin sonuna kadar herkese trip atan havalarda, anladığımız kadarıyla 20 yıldır bu böyle, sonra babasıyla konuşuyo melek oluyor. ulan 20 yıllık davranışın değişmesi bu kadar mı kolay. komünist bedri dediğimiz amca herşeyi allah yaratmıştır nasihatlarını çocuğumuza veriyor. şehir dışında okuyan arkadaşımız ise babası ve arkadaşlarını bu tür saçma bir işe girmemeleri konusunda uyaracağı yerde, reklamdı ambalajdı bir güzel saçmalıyor. müzikler en duygusal olucak yerlerde çocuksu bir neşeyle arka fonda çalıyor.

    bu tür filmlerde başarıyı engelleyen en büyük hata yapılıyor; izleyici olaydan uzaklaşıyor, çocuk unutuluyor, sıcaklık tamamen kayboluyor. sonuç olarak ne yazık ki filmi hangi ucundan tutarsak elmizde kalıyor.
  • sonu sonradan eklenmiş gibi duran * renkli mısır pıtlakları ile biten filmdir.
  • her sahnesine iyi niyetli bir çaba harcandığı her halinden belli olan film.
    ama (bkz: cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir)
    sıcaklık ve samimiyet utangaç şeylerdir, üzerlerine düşüldükçe kaçarlar. bu filmimizin en büyük problemi de bu olsa gerek.

    ayrıca film, küçük çocuğun sağlığı için para peşine düşmektense abidik gubidik işlerin peşine düşen, peynir yapıp satan kasaba insanlarının beline odunla vurma isteği doğurdu bende. evet, bende yarattığı sıcaklık bu oldu.
  • klişe bezeli, acıtasyon yüklü, bol müzikli gereksiz uzun film. güzelim oyuncu kadrosu heba edilmiş.
  • filmimin bitisinde çalan müziği bir türlü bulamadığım güzel film.
  • anne ben kör olunca rüyada mı göremeyeceğim?
hesabın var mı? giriş yap