• bu türküyü besteledikten sonra ali ekber çiçek'in sazı kucağına koyup "ben naaptım böyle?" dediği söylenir. belki de tarihin gördüğü en senfonik türküdür.
  • ali ekber çiçek bestesi olanı, sanatın mucizeyle kesiştiği bir yerde durduğu için, özel ilgiyi hak ediyor.

    öncelikle tüm interneti ele geçirmiş olan karmaşayı ortadan kaldırmaya çalışalım. bunu yaparken haddimi çok aştığımın farkındayım ancak elimden gelen özeni göstermeye çalıştım araştırırken. benden sonra aynı yolu yürüyecekler için işi kolaylaştırmak dışında da bir amacım yok. kısmen veya tamamen bir hatam olmuşsa affola. ekşi sözlük de dahil neredeyse her yerde inanılmaz bir bilgi kirliliği var bu konuya ilişkin. umarım yaptığım bu derleme herkesin haydar haydar türküsüne uzanan yolu anlamasına yardımcı olacaktır. hikaye boyunca bahsi geçen eserleri, anlatım sırasına göre, yazının altına ekledim. yeri geldikçe aşağı inerek bakıp tekrar okumaya dönebilirsiniz (yazımı yaklaşık 5 saat sürdü, her türlü typo için şimdiden kusura bakmayın.)

    türkünün (deyişin) anlamını çözebilmek için konuyla ilgili şu isimleri bilmemiz gerekiyor.

    seyyid nesimi (bağdatlı nesimi); kendisi halepli, en-el hak (hak bendedir, ben hakkım.) dediği için derisi yüzülerek 1404 (veya 1408) öldürülüyor *(buraya şerh koyuldu ekleme en altta). insanoğlunun yazdığı en asi metinlerden biri olan "minnet eylemem" deyişinin şairi. öte yandan "bende sığar iki cihan" isimli deyşin de şairi ki bu eser haydar haydara uzanan düşünce yolunun başlangıcı aslında. burada mezhep konuşacak son adam benim o yüzden o kısma girmeyeceğim ancak zaten asıl konu mezhep de değil. bağdatlı nesimi zamanının çok ötesinde bir fikir insanı bana göre. doğruyu söylediği için değil, inandığını söyleyecek cesarette ve özgürlük algısında olduğu için. aklı toplumu ve hatta kendisini çokça aştığından yarattığı akım sonunu getirmiş. buradaki subjektif yorumumu da mazur görün ama bana bu insanlar dindar gibi de gelmiyor. ellerindeki kontext islam olduğundan, onun içinde bir var olma, evreni/kendilerini kavrama amacındalar bence. bundan sonraki tüm isimler aslında bağdatlı nesimi'nin insan üstü deliliğine hayranlıkla veya ona öykünerek sanatlarını var ediyorlar.

    kul nesimi 17. yuzyil halk ozanı. anadoluda yaşamış. "yarin ile hoş musun" (adını ben koydum daha doğrusunu bilen lütfen beni düzeltsin) şiirinin şairi. bağdatlı nesimi'ye öylesine hayran ve bağlı ki benim de derimi yüzün diyecek kadar ileri gidiyor şiirlerinde (canım erenlere kurban şiirinin son kıtası). hayranlığı tüm eserlerine yansıyor ancak onun kadar ileri gidip enel hak demeyi de göze alamıyor. yine de şiirlerine bakıldığında aynı bağdatlı nesimi gibi kendini evrenin yaratıcısıyla ve elbette evrenle bütün hissetme halini görmek mümkün. dili çok daha anlaşılır, basit. aruz veznini kullansa da çokça dışına çıkıyor. bağdatlı nesimi'nin fikirlerinin anadoluyla ve günümüzle buluşmasını sağlayan bir köprü oluyor aslında yaptıklarıyla.

    aşık sıtkı (sıdkı baba ve aşık pervane ve zeynel abidin) 1865 doğumlu tarsuslu. haydar haydar şiirinin şairi. henüz 6 yaşındayken pervane takma adıyla şiirler yazmaya başlıyor. haydar haydar şiirindeki pervanelik buradan geliyor. “ışık etrafında dönerek uçan küçük kelebek” anlamındaki bu kelime yaratıcıya duyulan sevgi ile kendini kaybetmiş insanı tanımlamakta kullanılıyor. bedenini yakıp yok edeceğini bilerek ışığa uçan, dünyadan vazgeçen insan. deyişte geçen 14 yıl (doğrusu da 14 yıl bu arada, 14 bin yıl kısmı ali ekber çiçek tarafından ekleniyor) gezdim pervanelikte dediği kısım dergaha yazıldıktan sonra adının sıdkı olarak değiştirilmesi ile ilgili. 14 yıl pervane takma adıyla şiirler yazıyor, sonrasında ise şiirlerini sıdkı mahlasıyla yazmaya başlıyor;

    "on dört yıl dolandım pervanelikte
    sıdkî ismim buldum divanelikte"

    bu şiirin kalan kısımlarının anlamını açıklayan çokça güzel yazı mevcut o yüzden iyice haddimi aşarak o kısımlara girmeyeceğim. yine de baştan beri izlediğimiz çizgiyi takip ederek her bir mısranın neden söylendiğini anlamakta zorlanmayacağınızı düşünüyorum.

    ali ekber çiçek ise bu eşsiz hikayenin son halkası durumunda. kendisi 1935 erzincan doğumlu, bağlama virtüözü. haydar haydar deyişinin bestecisi. kendisi aşık sıtkı'nın muazzam deyişini alıp geçmişiyle de harmanlayarak belki de bir daha eşi benzeri olmayacak güzellikte bir beste ortaya çıkarıyor. dinleyen herkesin olduğu yere çakılıp kalmasına neden olan türküde kullandığı teknikler insanı transa sokacak kadar şaşırtıcı. 600 yıllık mazisi olan haydar haydar türküsünü besteledikten sonra ali ekber çiçek'in sazı kucağına koyup "ben ne yaptım böyle" dediği de söylenir. gerçekten de yapılan bestenin muazzamlığı karşısında benim de dilim tutuluyor her dinleyişimde.

    hızla fark edileceği üzere ali ekber çiçek şiirin orijinalinde bulunan "14 yıl gezdim" mısrasını "14 bin yıl gezdim" olarak değiştirmiştir. kendisine bu değişiklik sorulduğunda deyişin sözlerini babasından dinlediğini, besteyi yaparken bunu referans aldığını belirtir. ancak yine subjektif yorumuma göre asıl neden bu değil. böylesine özenli bir iş yapan kişinin bu mısrayı hatalı aktarmasını mantıklı bulmuyorum. kast edilen şeyin yine evrenle ve yaratıcıyla bütünleşmek, onunla çok uzun süredir farklı bedenlerde buluşmak olduğu anlamını çıkarmak bana daha olası geliyor. belki derisi yüzülmeyecekti ama yıllarca yasaklı kalmış bu türkünün asıl manası bilinse eminim çok daha büyük bir toplumsal baskıyla boğuşacaktı ali bey.

    son olarak söylemek istiyorum ki bu türkü yaşadığımız coğrafyanın zenginliğini tüm ihtişamıyla anlattığı için bana çok etkileyici geliyor. türkçe bildiğim için kendimi şanslı hissettiğim anlardan biri bu, bir diğeri de nazım hikmet'in şiirlerini hakkıyla anlamak.

    bende yarattıkları bu heyecan ancak anlattığım insanların sanata erişmiş bilinçleriyle mümkün ve sadece buralı olanlara özel.

    buralı olanlara sevgilerimle.

    --------------------------------------------

    bahsi geçen eserler;

    minnet eylemem (seyyid nesimi)

    har içinde biten gonca güle minnet eylemem
    arabiyi, farisiyi bilmem, dile minnet eylemem
    sırati müzre müstakim gözetirim rahimi
    zalimin talim ettiği yola minnet eylemem

    bir acaip derde düştüm herkes gider karına
    bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına
    zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına
    rızkımı veren hüdadır kula minnet eylemem

    ey nesimi, can nesimi ol gani mihman iken
    yarın şefaatlarım ahmedi muhtar iken
    cümlenin rızkını veren ol gani settar iken
    yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem
    yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem.

    --------------------------------------------
    bende sığar iki cihan (seyyid nesimi)

    bende sığar iki cihân ben bu cihâna sığmazam
    cevher-i lâmekân benim kevn ü mekâna sığmazam

    kevn ü mekândır âyetim zâta gider bidâyetim
    sen bu nişân ile beni bil ki nişâne sığmazam

    kimse gümân ü zann ile olmadı hakk ile biliş
    hakkı bilen bilir ki ben zann ü gümâna sığmazam

    sûrete bak vü ma'nîyi sûret içinde tanı kim
    cism ile cân benim velî cism ile câna sığmazam

    hem sadefim hem inciyim haşr ü sırât
    bunca kumâş ü raht ile ben bu dükâna sığmazam

    genc-i nihân benim ben uş ayn-ı ayân benim ben uş
    gevher-i kân benim ben uş bahr ile kâna sığmazam

    arş ile ferş ü kâf ü nûn bende bulundu cümle çün
    kes sözünü uzatma kim şerh u beyâna sığmazam

    gerçi muhît-i a'zâmım adım âdem durur âdemim
    dâr ile kün fekân benim ben mu mekâna sığmazam

    cân ile hem cihân benim dehr ile hem zamân benim
    gör bu latifeyi ki ben dehr ü zamâna sığmazam

    encüm ile felek benim vahy ile melek benim
    çek dilini vü epsem ol ben bu lisâna sığmazam

    zerre benim güneş benim çâr ile penc ü şeş benim
    sûreti gör beyân ile çünkü beyâna sığmazam

    zât ileyim sıfât ile kadr ileyim berât ile
    gül-şekerim nebât ile piste-dehâna sığmazam

    şehd ile hem şeker hem şems benim kamer benim
    rûh-ı revân bağışlarım rûh-ı revâna sığmazam

    tîr benim kemân benim pîr benim civân benim
    devlet-i câvidan benim îne vü âna sığmazam

    yer ü gökü düzen benim geri dönüp bozan benim
    cümle yazı yazan benim ben bu dîvâna sığmazam

    nâra yanan şecer benim çarha çıkar hacer benim
    gör bu odun zebânesin ben bu zebâne sığmazam

    gerçi bugün nesîmîyim hâşîmîyim kureyşîyim
    bundan uludur âyetim âyet ü şâna sığmazam

    --------------------------------------------

    yarin ile hoş musun (kul nesimi)

    ben yitirdim ben ararım yar benimdir kime ne?
    kah girerim öz bağıma gül dererim kime ne?
    kah giderim medreseye ders okurum hak için
    kah giderim meyhaneye dem çekerim kime ne?

    sofular haram demişler bu aşkın şarabına
    ben doldurur ben içerim günah benim kime ne?
    ben melâmet hırkasını kendim giydim eğnime
    ar u namus şişesini taşa çaldım kime ne?

    sofular secde ederler mescidin mihrabına
    yâr eşiği secdegâhım yüz sürerim kime ne?
    kah çıkarım gökyüzüne hükmederim kaf-be-kaf
    kah inerim yeryüzüne yar severim kime ne?

    kelp rakip böyle diyormuş güzel sevmek pek günah
    ben severim sevdiğimi günah benim kime ne?
    nesimi'ye sordular ki yarin ile hoş musun?
    hoş olayım olmıyayım o yar benim kime ne?

    --------------------------------------------

    canım erenlere kurban (kul nesimi)

    canım erenlere kurban
    serim meydanda meydanda
    ikrârım ezelden kadim
    canım meydanda meydanda

    yanarım yoktur dumanım
    gönlümde yoktur gümânım
    al malım bağışla canım
    varım meydanda meydanda

    kellem koltuğuma aldım
    kan ettim kapına geldim
    ettiğime pişman oldum
    dâr'ım meydanda meydanda

    münkir rakipten kaçın
    müminim hulle don biçin
    ben bülbülüm bir gül için
    zârım meydanda meydanda

    gerçek olan olur gani
    gani olar veli
    nesimî'yim yüzün beni
    derim meydanda meydanda

    --------------------------------------------

    haydar haydar/ düş oldum (aşık sıtkı/sıdkı baba)

    çatılmadan yerin göğün binası
    muallakta iki nur'a düş oldum
    birisi muhammed, birisi ali
    lahmike lahmi de bire düş oldum.

    ezdi aşkın şerbetini hoş etti
    birisi doldurdu biri nuş etti
    ikisi bir derya olup cüş etti
    la'l ü mercan inci dür'e düş oldum.

    o derya yüzünde gezdim bir zaman
    yoruldu kanadım dedim el'aman
    erişti car'ıma bir ulu sultan
    şehinşah bakışlı ere düş oldum.

    açtı nikabını ol ulu sultan
    yüzünde yeşil ben göründü nişan
    kaf ü nun suresin ol(udum o an
    arş kürs binasında yare düş oldum.

    ben ademden evvel çok geldim gittim
    yağmur olup yağ'dım ot olup bittim
    bülbül olup firdevs bağında öttüm
    bir zaman gül için har'a düş oldum.

    adem ile balçık olup ezildim
    bir noktada dört hurufa yazıldım
    ademe calı olup şit'e süzüldüm
    muhabbet şehrinde kara düş oldum.

    mecnun olup leyla için dolandım
    buldum mahbubumu inanıp kandım
    gılmanlar elinden hulle donandım
    dostun visalinde nar'a düş oldum.

    on dört yıl dolandım pervanelikte
    sıdkî ismim buldum divanelikte
    sundular aşk meyin mestanelikte
    kırkların ceminde dar'a düş oldum.

    sıdkı'yam çok şükür didara erdim
    aşkın pazarında hak yola girdim
    gerçek ariflere çok meta verdim
    şimdi hacıbektaş pire düş oldum.

    --------------------------------------------

    haydar haydar türküsü (ali ekber çiçek) youtube linki. sadece ses olarak en iyi kaydı da bu bulabildiğim.

    on dört bin yıl gezdim pervanelikte
    sıdkı ismim buldum divanelikte
    içtim şarabını mestanelikte
    kırkların ceminde dara düş oldum

    güruh-u naci’ye özümü kattım
    insan sıfatından çok geldim gittim
    bülbül oldum firdevs bağında öttüm
    bir zaman gül için zara düş oldum

    kaynaklar;
    http://teis.yesevi.edu.tr/…ervane-sidki-baba-zeynel
    https://tr.wikipedia.org/…iziği#vahdet-i_v%c3%bccut
    https://www.turkedebiyati.org/…madeddin-nesimi.html
    https://dersimgazetesi.net/…-ve-14-bin-yil-yanlisi/
    https://islamansiklopedisi.org.tr/pervane

    *şerh;
    enel hak diyen kişinin hallacı mansur olduğu, seyyid nesiminin vahdeti vücut felsefesine (tasavvuf düşüncesinde, yaratanla yaratılanın tek ve "bir" olduğunu savunan görüş.) sahip olduğu için öldürüldüğü bilgisi verildi. judewre nickli yazara teşekkürler.
  • ondört bin yıl gezdim divanelikte
    sıtk-ı ismin buldum pervanelikte
    içtim şarabını mestanelikte
    kırkların ceminde dara düş oldum
    kırkların ceminde haydar haydar dara düş oldum

    güruh-u naci'ye özümü kattım
    insan sıfatından çok geldim gittim
    bülbül oldum firdevs bağında öttüm
    bir zaman gül için zara düş oldum
    bir zaman gül için haydar haydar zara düş oldum
  • annem ile babamın ayrılığının ilk yılları. babamla birlikte yaşıyorum. ilkokulu yeni bitirmişim daha, ortaokul çağındayım.
    ayrılığı isteyen, buna hazır olan, bu süreçte ayakta kalabilen (öyle görünen) taraf annem. babam ise hepsinin tam tersini yaşıyor. o koskoca adam yok artık, bitkin, solgun, ölü bir ifade gelmiş oturmuş yüzüne.
    her gün o odanın içinde hiç konuşmadan saatlerce oturuyoruz babamla. bekar evi ambiyansı. her akşam sipariş ettiğimiz tavuk şişlerin paketleri mutfağın bir köşesinde birikmiş.
    ama her sabah, kendi spesiyali olan o tostu hazırlıyor yine de. hiç atlamıyor, her sabah! bizi yaşama bağlayan tek şey o tost belki. benden yarım saat önce uyanıyor, elektrikli sobayı açıyor, yatağımın yanına getiriyor. uyandığımda oda soğuk olmasın diye. aylardan ekim. uyanıyorum, tostumu yiyorum. kimseyi beklemiyorum. sadece biraz normale dönebilmeyi bekliyorum. parlement mavisi ceketimi giyip, ekoseli kravatımı takıyorum.
    babam... biliyorum, benim etkilenmemem için elinden geleni yapmaya çalışıyor, çabalıyor. ama onun da eli kolu tutmuyor ki. yıkıldı, yıkılacak ama yıkılmamalı. baba o, o da yıkılırsa halimiz nic' olur.
    bir çıkış yolu, bir meşgale, bir kaçış belki. çok sevdiği türkülere sığınıyor. sabah tostları dışında hayatımıza giren ilk alternatif. bir koro kuruyorlar, çalışmalar başlıyor. babamı -televizyonda çalarken eşlik etmelerinin dışında- hayatımda ilk kez ciddi ciddi şarkı/türkü söylerken görüyorum. her akşam, yaşadığımız şehrin merkezinde, eski bir rum evinde, arkadaşlarıyla birlikte toplanıyorlar. bir koro nasıl çalışır, onu yaşıyorum. çok sesli icra ediyorlar türküleri, başta komik geliyor. kimisi normal normal türkü söylerken, arada garip sesler çıkaran geri vokaller, acayip acayip işler...
    çok çocuğum, 12 yaşında falanım! yaşıtlarım daha abilerine özenip metallica dinlemeye bile başlamamış henüz. serdar ortaç vesaire dinliyorlar.
    ama ben haydar haydar dinliyorum. bilmiyorum "haydar kim?". sadece dinliyorum...
    haydar haydar dinliyor, kendimi dünyadan soyutluyorum, arkasına gri ojeyle demirbaş numarası yazılmış o sandalyenin üzerinde.

    haydar haydar haydar haydar,
    haydar haydar haydar haydar,
    haydar -dooost- , zara düş oldum.
  • rivayet olunur ki; yaradılış esnasında ruh, hazreti adem'in bedenine girmek istememiş, insanın cismine ünsiyet kesbedebilmek için on dört bin yıl gezmiş, dolanmış.

    işte buradaki "on dört bin yıl gezdim" sözünün o on dört bin yıla atfedildiği söylenir.
  • (bkz: haydar)
    (bkz: ali ekber çiçek)
    (bkz: kul nesimi)
    (bkz: sıdkı baba)

    tüm bu bakınızların ortak özelliği, iki şiirin bestecisinin de ali ekber çiçek olması ve iki şiiri bestelerken de haydar haydar nakaratının orjinalinde olmamasıdır. haydar "cesur-yiğit" anlamına gelen ve hz. ali için kullanılan bir namdır.

    sıdkı baba, asıl adı zeynel abidin olan ve 1865 yılında mersin’in tarsus ilçesine bağlı yenice köyünde dünyaya gelen bir bozok yörüğüdür. 14 sene "pervane" mahlasıyla şiirler yazmıştır, zaten bestenin orjinalinde 14 bin yıl değil, 14 yıl der.

    pervane tasavvufta aşığı temsil eder, bile bile kendini yakan ateşe giren aşıktır bu. divane de "delilik" yani mecnun olma halidir, dünya hayatından sıyrılmaktır. mestane kendinden geçmektir ama bu şarap yüzünden değil aşk yüzünden olan sarhoşluktur. tasavvufta mey ve şarap genelde bu şekilde kullanılır. kırklar türk kültüründe çokça kullanılagelmiş bir sayıdır (bkz: türklerde kırk sayısının önemi). bahsedilen kırklar gözle görünmeyen bir ermiş meclisidir, bir üst makamı 7 ler, onun üstü de 3 lerdir. şair bu mecliste dara düştüğünden bahseder, bir nevi hesaba çekilmedir bu.

    şiirin orjinali şu şekildedir:

    "nura düş oldum

    çatılmadan yerin göğün binası
    muallâkta iki nura düş oldum
    birisi muhammed birisi ali
    lahmike lahmi de bire düş oldum

    ezdi aşkın şerbetini hoş etti
    birisi doldurdu biri nuş etti
    ikisi bir derya olup cuş etti
    lâl ü mercan inci dür’e düş oldum

    ol derya yüzünde gezdim bir zaman
    yoruldu kanadım dedim el’aman
    erişti carıma bir ulu sultan
    şehinşah bakışlı ere düş oldum

    açtı nikabını ol ulu sultan
    yüzünde yeşil ben göründü nişan
    kaf u nun suresin okudum o an
    arş-kürs binasında yâre düş oldum

    ben âdem’den evvel çok geldim gittim
    yağmur olup yağdım ot olup bittim
    bülbül olup firdevs bağında öttüm
    bir zaman gül için hara düş oldum

    âdem ile balçık olup ezildim
    bir noktada dört hurufa yazıldım
    âdem’e can olup sit’e süzüldüm
    muhabbet şehrinde kâra düş oldum

    mecnun olup leyla için dolandım
    buldum mahbubumu inandım kandım
    gılmanlar elinden hulle donandım
    dostun visalinde nâra düş oldum

    on dört yıl dolandım pervane’likte
    sıtkı ismin buldum divanelikte
    sundular aşk meyin mestanelikte
    kırkların ceminde dara düş oldum

    sıdkı’yam çok şükür didare erdim
    aşkın pazarında hak yola girdim
    gerçek âşıklara çok meta verdim
    şimdi hacı bektaş pir’e düş oldum"

    ..............

    kul nesimi'nin şiiri de benzer şekilde tassavufi ögeler içerir:

    "ben yitirdim ben ararım
    yâr benimdir kime ne
    gâh giderim öz bağıma
    gül dererim kime ne

    gâh giderim medreseye
    ders okurum hak için
    gâh giderim meyhaneye
    dem çekerim kime ne

    sofular haram demişler
    bu aşkın şarabına
    ben doldurur ben içerim
    günah benim kime ne

    ben melâmet hırkasını
    kendim giydim eğnime
    ar ü namus şişesini
    taşa çaldım kime ne

    sofular secde ederler
    mescidin mihrabına
    yâr eşiği secdegâhım
    yüz sürerim kime ne

    gâh çıkarım gökyüzüne
    hükmederim kaf'tan kaf'a
    gâh inerim yeryüzüne
    yâr severim kime ne

    kelp rakip böyle diyormuş
    güzel sevmek pek günah
    ben severim sevdiğimi
    günah benim kime ne

    nesimi' ye sordular ki
    yârin ile hoş musun
    hoş olayım olmayayım
    o yâr benim kime ne"

    türk kültürüne arap motifleri girmeden önceki o muhteşemlik görülebilir bu iki şiirde ve nicesinde. anadolu'da birçok aşık, ozan gerçeğin peşinde olmayı çok güzel ifade etmiştir. bu iki bestenin sözleri ve müziğinin mükemmelliği sebebiyle kim söylerse söylesin bana hoş gelir. türk ve yabancı yorumlardan birkaçını bırakayım:

    mamek khadem yorumu

    carlo domaniconi gitar

    minor empire

    selda bağcan

    müslüm gürses

    erdal erzincan ve cem adrian

    kaknüs ensemble

    sabahat akkiraz

    kammersymphonie berlin

    ahura ritm

    ve elbette kaynağı ali ekber çiçek
  • eger muslum gursese karşı bi önyargınız varsa bu ali ekber cicek bestesinin bir de ondan dinlemek gerek bence. gerek orkestrasyonda kullanılan yaylılar gerek yaratılan progressive yapı babanın hem ali ekber ustaya saygı durusu hem de kendi ustalıgını yedi düvele ispatı olarak görülmeli bende. ayrıca gene müslüm versiyonunda farklı bi ikinci ses vokal var ama kimdir acep die deli gibi meraklardayım.
    17 yıl sonra gelen edit: ikinci ses arif sağmış. teşekkürler @semenderrr
  • ali ekber çiçek eseri olanı, türk halk felsefesinin üzerine gidilmemiş dev bir kaynak olduğunun işaretidir. felsefe yapmanın tek bir batılı biçimi olmadığı bu türküyle çok daha anlaşılır olmaktadır. tasavvuf ve felsefe arasındaki ince çizgi de, insana yalnız inanılan bir tanrının kulu olarak değil, başka türlü bir şey olduğu için değer verme noktasında bu eserde kendini gösterir.
  • behzat ç.'de efsane bir sahne var;
    eski bir teyip, tüplü bir televizyonun üzerinde usul usul neşet ertaş çalıyor. üç tane çekyat. üçü de birbirinden farklı. muhtemelen birilerinin eskileri ve bu evde toplanmışlar, yan yana gelmişler. yerdeki halı, pencerelerdeki perdeler de öyle. plastik masa üzerindeki küçük tüp, üzerine konmuş çaydanlık, mutfağa sığamadığı için salonun başköşesine kurulmuş buzdolabı, tavanda, tüm bu çirkin ve uyumsuz gerçekliği, tipik bekar evi gerçekliğini, acımasızca aydınlatan bir ampül. kapı çalınıp da içeri giren, derdi elindeki plastik poşetler gibi kapkara ve o poşetlerin içindeki içkiler gibi acı bir adam.
    tam o anda başlıyor neşet ertaş; "ben melamet hırkasını" *
    bu türküyü dinlemeye, türkünün özündekini anlamaya ve kavramaya daha uygun bir ortam olamaz sanırım. modern salonlarda, deri koltukların, ikea mobilyaların ve yumuşak aydınlatmaların, şarabın müziği değildir bu türkü. tüm gerçekliği, tüm fakirliği, tüm acıları ve bunlara isyana da, kabule de and içmiş inadı ile inançlarını, dini dillerinden düşürmeyenlerin aksine, melamet hırkası altında gizleyenlerin türküsüdür.
  • insanı dinlerken'' vücud iklimim'' dedirtir. bir başka yönü ise merak uyandırıp araştırma yaptırır; tıpkı ''varolan''ın araştırılması gibi... şimdilik bulduğum:

    alı ekber çiçek’in yanliş söylediği meşhur bir türkü: haydar haydar

    sait küçük

    haydar adıyla tanınarak sevilmiş bu türkü âşık sıtkı baba’nın olup yıllar boyunca ali ekber çiçek tarafından okuna gelmiştir.
    1865 – 1928 yılları arasında yaşamış olan âşık sıtkı baba (pervane) tarsus’un yenice köyünde doğmuştur. asıl adı zeynel abidin’dir.
    sıtkı baba on iki yaşlarında hacı bektaş kasabasına varıp bektaşi şeyhi feyzullah efendi’nin dergâhına girmiştir. saz çalmakta ve şiirler söylemekte olan sıtkı baba’nın o dönemlerdeki mahlası pervane olup sıtkı mahlasını daha sonraları almıştır. sıtkı baba ile ilgili bilgiler birçok kaynaklarda yer almaktadır. onun eserleri ve hayatı hakkındaki yazıları içeren kitaplar yayınlanmıştır.
    benim bu yazımda değineceğim asıl husus merhum ali ekber çiçek’in yıllarca söylediği ve türk halkına sevdirdiği büyük bir eser olan, büyük bir makam içeren haydar türküsüdür. bu türkü, âşık sıtkı baba’ya ait dokuz kıtalık bir şiir/türküdür. (1)
    âşık sıtkı baba’nın bu şiiri nura düş oldum ayağıyla yazılmış olup birinci kıtası “çatılmadan yerin göğün binası/muallâkta iki nura düş oldum/birisi muhammed birisi ali
    lahmike lahmi de bire düş oldum” dizeleriyle başlamaktadır. alevi/bektaşi düşüncesiyle yazılarak türküleşmiş bu şiir yazıldığı tarihten bu yana sevilerek okunmuş ve türkü olarak günümüze kadar dinlene gelmiştir.
    bu eserin sevilmesinde ve popüler olmasında en büyük katkıyı merhum ali ekber çiçek yapmıştır. ali ekber çiçek, âşık sıtkı baba’nın nura düş oldum ayaklı şiirine ezgisinde eklediği haydar, haydar, haydar söyleminden dolayı haydar adını vermiştir.
    merhum ali ekber’in söylediği türkü şu sözlerle başlamaktadır:

    “on dört bin yıl gezdim pervanelikte,
    sıdkı ismin duydum divanelikte.
    içtim şarabını mestanelikte,
    kırkların ceminde dara düş oldum.
    kırkların ceminde
    haydar, haydar haydar haydar,
    haydar haydar haydar haydar,
    haydar, dara düş oldum.” (2)
    oysa âşık sıtkı baba’nın şiirinde geçen bu kıta şiirin sekizinci kıtasıdır. ama ali ekber çiçek bir yanlışlık sonucu şiirin sekizinci kıtasını türkünün başlangıç kıtası olarak okumuştur. bu kıtayı okurken de “sundular aşk meyin mestanelikte” mısrasını değiştirerek “içtim şarabını mestanelikte” şeklinde söylemiştir. her şiir türküleşirken birinci kıtasıyla türküleşmeye başlar. şiirin birinci kıtası ise “çatılmadan yerin göğün binası/muallâkta iki nura düş oldum” diye başlamaktadır. ali ekber çiçek’in birinci kıta olarak okuduğu sekinci kıtada ki birinci mısra “on dört bin yıl gezdim pervanelikte” değil, doğru olarak “on dört yıl dolandım pervane’likte” şeklindedir. burada vurgulanmak istenen şu ki âşık sıtkı baba “sıtkı” mahlasını almadan önce “pervane” mahlasıyla şiirler yazmıştır. bunu tam “on dört yıl” sürdürdüğünü ve ikinci mısrada “sıtkı ismin buldum divanelikte” diyerek sıtkı mahlasını aldığını kendisini açık olarak ifade etmiştir.
    ali ekber çiçek’in türküde devam ettirdiği ikinci kıta ise şöyledir:

    “güruhu naciye özümü kattım
    âdem sıfatında çok geldim gittim
    bülbül oldum firdevs bağında öttüm
    bir zaman gül için zara düş oldum
    bir zaman gül için
    haydar, haydar haydar haydar,
    haydar haydar haydar haydar,
    haydar, dara düş oldum”(3)

    türkünün bu kıtası dokuz kıtalık şiirde beşinci kıta olarak geçmektedir. şiirde ki sözler şöyle:
    ben âdem’den evvel çok geldim gittim
    yağmur olup yağdım ot olup bittim
    bülbül olup firdevs bağında öttüm
    bir zaman gül için hara düş oldum”

    türküde geçen “ güruhu naciye özümü kattım” mısrası asıl şiirde yoktur. ikinci mısra olan “yağmur olup yağdım ot olup bittim” mısrası da türküde söylenmemektedir.
    daha önemlisine gelecek olursak, âşık sıtkı baba’nın mahlasını kullandığı son kıta ali ekber çiçek’in söylediği türküde yer almamaktadır. oysa halk şairleri türkülerini yaparken başlangıç kıtası, orta kıta ve son kıtayı birlikte söyler, söyledikleri türkünün altına kullandıkları mahlas ile imzalarını atmış olurlar. bu da söylenen eserin kime ait olduğunu belirler.
    merhum ali ekber çiçek yöresi erzincan olan bu türkünün derlemesini yapmış ve halk müziğimize kazandırmıştır. ancak bunu yaparken yanlış ve noksan olarak yapmıştır. bu da eserin âşık sıtkı baba’ya ait olup olmadığı hususunu gölgelemiştir.
    ali ekber çiçek’in derleyerek müziğimize kazandırdığı “haydar haydar” ismiyle ünlü bu türkümüzün bundan sonraki yorumcular tarafından yanlışsız ve noksansız olarak başlangıç, orta ve son kıtalarıyla okunmasını ve notaya alınmasını diliyorum. böyle okunduğu vakit bu büyük ve güzel türkünün sahibi olan âşık sıtkı baba’nın da ruhu şad olmuş olur.

    nura düş oldum/haydar haydar

    çatılmadan yerin göğün binası
    muallâkta iki nura düş oldum
    birisi muhammed birisi ali
    lahmike lahmi de bire düş oldum

    ezdi aşkın şerbetini hoş etti
    birisi doldurdu biri nuş etti
    ikisi bir derya olup cuş etti
    lâl ü mercan inci dür’e düş oldum

    ol derya yüzünde gezdim bir zaman
    yoruldu kanadım dedim el’aman
    erişti carıma bir ulu sultan
    şehinşah bakışlı ere düş oldum

    açtı nikabını ol ulu sultan
    yüzünde yeşil ben göründü nişan
    kaf u nun suresin okudum o an
    arş-kürs binasında yâre düş oldum

    ben âdem’den evvel çok geldim gittim
    yağmur olup yağdım ot olup bittim
    bülbül olup firdevs bağında öttüm
    bir zaman gül için hara düş oldum

    âdem ile balçık olup ezildim
    bir noktada dört hurufa yazıldım
    âdem’e can olup sit’e süzüldüm
    muhabbet şehrinde kâra düş oldum

    mecnun olup leyla için dolandım
    buldum mahbubumu inandım kandım
    gılmanlar elinden hulle donandım
    dostun visalinde nâra düş oldum

    on dört yıl dolandım pervane’likte
    sıtkı ismin buldum divanelikte
    sundular aşk meyin mestanelikte
    kırkların ceminde dara düş oldum

    sitki’yam çok şükür didare erdim
    aşkın pazarında hak yola girdim
    gerçek âşıklara çok meta verdim
    şimdi hacı bektaş pir’e düş oldum

    âşık sıtkı baba

    dipnot
    1-ismail özden, alevi-bektaşi şiirleri antolojisi,kültür bakanlığı,sanat/edebiyat eserleri dizisi cilt.4 sayfa:559 1998
hesabın var mı? giriş yap