• dilimize arapça'dan geçen bu sözcüğe, tdk iki ayrı anlam veriyor. anlamların ilki olumlu, ikincisi olumsuz. demek ki, bir sözcük hem olumlu, hem de olumsuz bir şeyi betimlemek için kullanılabiliyor. önce türkçe sözlük'teki anlamları görelim:

    1. iyilik, karşılık beklenmeden yapılan yardım.
    2. (sıfat) iyi, hayırlı, yararlı, faydalı.

    1. "yok, öyle değil, olmaz" anlamında onamama, inkâr kelimesi.
    2. olumsuz cümlelerde anlamı pekiştirir.

    peki bu durum nasıl olabiliyor. varsayımlardan birine göre, bütün eski kavimler gibi, türkik kavimler de, sözcüklerin gerçekle ilişkili olduğuna, bir şeyin adını söylemenin onun gelmesine yol açacağına inanır, bu yüzden kötü şeylerin adlarını ağızlarına almaktan sakınırlardı. böyle durumlarda, sakınılan ad yerine ağzını hayra aç, anlamında "hayır" derlerdi. (bkz: türklerin söylemekten korktukları adlar).

    örneğin, çadırda yiyecek olmadığı durumlarda, çocuklardan biri yiyecek bir şey isterse, "yok" demek yerine, kötü olanı anmayarak "hayır" derlerdi.

    zamanla, dil ile gerçek arasındaki ilişki ortadan kalktıkça, dil gerçeği ifade etmek yerine yalan söylemenin aracı haline dönüştükçe geçmişteki kullanım amacı unutuldu, elimizde iyi ve kötü iki anlama birden gelen bir sözcük kaldı.
  • nasil böylesine rahatsin ki?
    sanki hicbirsey olmamis gibi
    yillar boyu ümitsizce
    seni bekledim geldinmiki
    bir gün olsun kapimi calip
    halim nedir sordun mu hic?
    cek ellerini ellerimden
    cek gözlerini gözlerimden
    bunca yildir yoklugunda
    alisitim ben yalnizliga
    icimde bir cok sey kirildi
    cok gec artik dönme bana
    hayir hayir
    bosuna yalvarma
    inanmiyorum sana
    hayir hayir
    gözyasinada hayir
    inanmiyorum sana
    hayir hayir
    yüzbin kere hayir
    aci cektirme bana
    hayir hayir
    yüzbin kere hayir
    inanmiyorum sana
    sen hic birzaman dost olmadin
    hic hic bir zaman destek olmadin
    yillarca sustum ama
    bir tek sey istyirum senden
    onurlu bir yabanci gibi
    lütfen artik cik git bu evden
    hayir hayir
    bosuna yalvarma
    inanmiyorum sana
    hayir hayir
    gözyasinada hayir
    inanmiyorum sana
    hayir hayir
    yüzbin kere hayir
    aci cektirme bana
    hayir hayir
    yüzbin kere hayir
    inanmiyorum sana

    (bkz: baris manco)
  • güçlü bir kelimedir.

    "hayır" insanın reddetme gücü, güvenli limanı, en doğal hakkıdır. kullanın! bu kelimenin güçten düşürülmesine, ısrarla sorgulanmasına da izin vermeyin. diğer yandan ne olur artık şu kelime ve anlamıyla barışın. kabullenin. lütfen!

    geçen gün birinden çok basit bir aktiviteyi birlikte yapma teklifi aldım. "şu an istemiyorum, belki başka zaman." dedim ve aldığım karşılık "neden?" oldu. abartısız 10 dakika boyunca yetişkin bir insana istemiyorumun ötesinde bir neden belirtmek zorunda olmadığımı, istemiyorumun ötesini sorgulama hakkının olmadığını ve dahası istemiyorumun ötesinin olmadığını anlatmaya çalıştım.

    genelleme yapayım. "ben ısrar sevmem bir kere" ile başlayan süreç "bunun neresi ısrar?" reddiyle devam edip "nedenini merak etmeye hakkım yok mu?" isyanıyla sonlanıyor. size bir teklifle gelen insan sırf bir teklifte bulundu ve hayır cevabını aldı diye saçma sapan bir sorgulama hakkı talebinde bulunuyor. belirtmek zorunda dahi olmadığınız, sadece karşınızdakini önemseyip ciddiye aldığınız için belirttiğiniz nedeni aldıktan sonra bu nedenin suyunu çıkarma motivasyonuyla sonsuz bir sorguya girişiyor. ısrarda zorbalık seviyesine ulaştığını belirttiğinizde de alınıyor, bozuluyor, abarttığınızı söyleyip saldırganlaşıyor ve sizi "garip" olmakla suçluyor.

    oysa kronik ısrarcıların soruları almak istedikleri cevapları almak için soruyor olmaları sorunun muhatabını zerre ilgilendiren bir durum değil. gerçek bir insanla kurulan iletişimde her şeyin kişinin beklediği gibi gitmeyebileceğini, tekliflere "hayır" cevabı alınabileceğini öngörüp bu durumu kabullenmek kişinin kendi sorumluluğu. en ufak konudan en büyük olaya kadar alınan her olumsuz geri dönüşle başa çıkmak dönüşü alanın kendi işi. reddedilişini ederinden fazla büyütüp başa çıkamayacağı bir hale getirdikten sonra karşısındakine yansıtıp saldırganlaşmak da hastalıklı bir tavır.

    çevremin sokakta yanımdan geçen insandan en yakın arkadaşıma kadar zorbalarla dolu olduğunu bazen büyük şaşkınlıkla fark ediyorum. daha korkuncu hiçbiri zorbalığının farkında değil.

    basit bir "bir tabak yemek daha" teklifi bile düpedüz tacize evriliyor. "hayır" cevabının gücünü geçtim anlamına dahi saygı yok. o kadar uzun bir süre bize tekliflere ilk önce "hayır" demenin kibarlık, olması gereken olduğu pompalandı ki kimse bir hayır'ın gerçek bir hayır olduğuna inanmak istemiyor. hayır birçok insan için ya "istemem yan cebime koy" demek, ya "biraz daha ısrar etmeni istiyorum" ya da "ilk seferde kabul etmeyi ayıplıyorum". bu algı insanları hayır'ın ötesine en az bir adım atmak zorunluluğuna itiyor. hızını alan duramıyor.

    insanın hayatında önemli, yaralayan ve hayal kırıklığına yol açan reddedilişler olur. bunlara karşı gücenmiş, üzülmüş ve hatta kızmış insanı bir yere kadar anlıyorum. ancak "sinemaya gidelim mi?" teklifinin reddi ne ara insanları bu kadar travmatize eder oldu? bu küçük hayır haklarımız ne ara insanları aşırı rencide edip nedenlerimizin suyunu çıkarıp sonsuz bir neden sorgulama döngüsüne girmeye sevk etti onu anlayamıyorum. istenilen şeyi önce reddetmenin kibarlık olduğu yerde reddedilmeyi anlayamıyor olmak kafama yatıyor da insanların ısrarla arkasında durdukları hayır cevaplarını zerre ciddiye almama saygısızlığının doğal karşılanıyor oluşunu hiçbir yere oturtamıyorum.

    romantik ilişkilerde türlü zehirli fikir üretilmiş durumda. birçok insan "peşinden koşulması" gerektiğini düşünüp kabulüne ret süsü veriyor, birçok insan her reddi gizli kabul sanıyor. karşılıklı birbirini besleyen boktan bir düzen bu. konunun reddedilmeyi abartıp ve dahi karşı tarafa ret hakkı tanımayıp kırılgan egolarla saldırganlaşılan romantik ilişki kısmı dinamikleri biraz daha değişik, tümüyle olmasa da belli ölçüde başka entrynin konusu. ben günlük hayat ısrarcılarını çok daha anlaşılmaz ve başa çıkılamaz buluyorum.

    ebeveynler çocukları üzerinde, çocuklar ebeveynleri üzerinde, sevgililer/arkadaşlar/akrabalar birbirleri üzerinde hadlerinden ve işin olurundan kat kat fazla bir hakları olduğunu düşünüyor. herkes kendi kırılgan egosunun başkaları tarafından sarılıp sarmalanmasını, her şeyin kendi istekleri doğrultusunda ilerlemesini, istediklerinin anında yapılmasını, herkesin onların doğrularına göre yaşamasını istiyor ve herhangi bir ters tepkinin kendilerine mantıkları alana kadar açıklanmak zorunda olduğuna, yaptıkları şeyin taciz olup olmadığına kendilerinin karar verebileceğine, kuralların onlara uygulanmaması gerektiğine, kişilerin prensiplerini kendilerine özel olarak görmezden gelmesi gerektiğine, çok özel olduklarına, reddedilemez olduklarıa, reddedildiklerinde reddedilme nedenlerinin kendilerine ikna edici ve kaliteli bir sunum ile açıklanması gerektiğine vs. inanıyor. kişisel sınırmış, farklılıkmış, "dünya senin etrafında dönmüyor"culukmuş, özel hayatmış zerre aklı almıyor toplumun çoğunluğunun.

    böyle günlük hayat ısrarcılarına sırf onlar hayırdan anlamıyor diye yalanlar uydurarak, bizi sıkıştırdıkları köşeden çıkmak için çareyi onlara uyum sağlamakta bularak bu kanserin büyümesine yardımcı oluyoruz. o yüzden hayırımıza sahip çıkmamız hayati önem kazanmış durumda.

    yani kardeşlerim artık kibarlığı, çarpık saygı anlayışını, orta yolculuğu falan bırakıp hemen bugün "bir tabak daha yemeden bırakmam" diyen teyzeye bas hayırı. iki kere meşgule atmana rağmen ısrarla arayan arkadaşına gür bir sesle "hayır!" de.

    yapmak zorunda olmadığım, sadece karşımdaki insanı ciddiye alıp saygı duyduğum için gerekli gördüğüm ölçüde yaptığım açıklamaları zerre umursamayıp baskısını devam ettiren kronik ısrarcılara artık açıklama falan yapmıyorum. hepsinin zorbalığını yüzüne vuruyorum. biraz üzülsünler!
  • türklerin olumsuz sözcük kullanmama takıntısıyla birlikte dilimizde evet kelimesinin karşılığı olarak yer bulmuş sözcüklerden birisidir. kurt* örneğinde olduğunun aksine orijinali de (bkz: yok) unutulmamıştır. bazı yazarlar bu konuya değinmiş, ben de yine ofiste boş vaktim varken yazayım bu konu üzerine.

    pek çok dilde zamanla anlamını yitiren veya negatif anlam taşıyan bir kelimeyi kullanmaktan kaçınarak mümkün mertebe güzel bir tabirle ifade etme örnekleri gözükür. ancak türkçe bu konuda biraz takıntılı bir dildir. örneğin hiçbir hint avrupa dilinde, evet'in karşılığı olarak no-nje-nein-non-na gibi bir kelimenin yerine bile farklı bir kelimenin konduğunu göremezsiniz.

    muhtemelen aile büyüklerinizin size kızdıklarında, "allah cezanı vermesin" diyerek size bağırdığı bir hatıranız vardır. veya belki de ebeveynlerinizden birisi bu cümleyi "allah belanı vermesin" şeklinde dedi fakat dede/nineniz onu uyardı. çünkü bela kelimesinin telaffuzu bile eskileri ürkütür. türkmen veya türkmen etkileşimli her bölgede duyabileceğiniz bir söz vardır. "belayı anma, yedi kere döner dolaşır yine seni geri bulur." kaldı ki bu cümlenin "allah belanı versin" şeklinde bir dilekle söylenmesi zaten tüyleri diken diken eder.

    bir başka örnek vereyim. aranızda diğer müslüman çoğunlukta olan halklardan biriyle iletişime geçmişler varsa daha iyi anlayacaklardır. cin kelimesini söylemenin türkler dışında hiçbir halkta böylesine korkulu bir tesir bıraktığını gördünüz mü? ben dinsiz olan türk arkadaşlarımın bazılarında bile bu korkuya şahit oldum. hatta öyle bir tabu ki bu, "üç harfli" şeklindeki söylenişi bile bazen tabu haline gelebiliyor. hayatımda benzer tepki verdiğini gördüğüm tek yabancı, iskoçya'da tanıştığım bir izlandalı kadındı. bana elflere inandığını ve izlanda'da elflere inanan pek çok insan olduğunu ancak bu elflerin tolkien'in eserlerindekilerden çok daha farklı ve bizim cinlere yakın varlıklar olduğunu söylemiştir. bu da ilginç.

    buna benzer durumlar dediğim gibi pek çok dilde var. örneğin kelimenin bir tabu haline dönüşmesi ama sonradan seçilen kelimenin bir tabu olmasıyla üç dört başkalaşım geçirip artık kelimenin orijinal kökenini bulmanın gerçekten zorlaştığı bazı pasifik dilleri mevcut ancak bu dilleri konuşamadığım için bu bilgiye tamamen güvenemiyorum. fakat kafkasya kökenli birisi olarak örneğin çerkeslerde bulunan avcı dilinin de benzer bir örnek olduğunu söyleyebilirim. avcıların, av hayvanlarının (eskiden mezıtha'nın) insanları anlayabilecekleri düşüncesiyle hayvanlara takma isimler koyduğu ve ava gittiklerinde bu isimlerle onlardan bahsettiği vakidir. ama yine de bana kalırsa, söylenen sözün önemi konusunda türkik dillerle yarışabilecek tek grup, bildiğim kadarıyla bahsettiğim pasifik dilleri.

    gelelim tekrar hayır'a. hayır, bilindiği gibi arapça'da tercih edilen anlamına sahip bir kelime. türklerin müslüman olmalarıyla birlikte ise, orijinali "yok" olan evet karşıtı kelimemize, hayır demeye başlanmış. nişanyan bu durumun 17. yüzyıldan itibaren yaygınlaştığını belirtmiş ancak ilk kullanım muhtemelen daha öncelere ait olmalı. bu durum tamamen türklerin bahsettiğim negatif kelime kullanmamasıyla ilgili. açıkçası ben yine türkler kadar, neredeyse ying-yangcı seviyede bir "her hayırda bir şer, her şerde bir hayır vardır" felsefesiyle hareket eden müslüman bir toplum görmedim.

    türklerin yüklemi olumsuz hale getirmek için, hint-avrupalılar gibi bir yardımcı fiil veya ön-ek benzeri kelimeler kullanmaya muhtaç olmamaları muhtemeldir ki hayır kelimesinin yerleşmesine yardımcı olmuştur. örneğin yugoslavca'yı düşünelim. razumem, anlıyorum demektir, n(j)e razumem ise anlamıyorum. tahmin edebileceğiniz üzere ne/nje aynı zamanda "hayır" anlamı taşımaktadır. türkçe ise fiili olumsuz hale, -me/-ma son ekiyle getirir ve bu şekilde "yok" kelimesini bir nevi değişime açık, savunmasız bir durumda bırakır. yok'un, yok olması hint-avrupa dillerinde olduğu gibi büyük bir sıkıntı yaratmaz. işte hem bu negatif konuşmama takıntısı hem de dilin gramer özelliği, arapça "tercih edilen" anlamı taşıyan hayır kelimesini dilimize yok'un yerine yerleştirmiştir.

    hayır, aynı zamanda hırsız kelimesinin de kökünü oluşturur ki bundan da biraz bahsedeyim. hayırsız kelimesinin zamanla dönüştüğü hırsız'ın orijinali türkçe'de uğru'dur. sezgin burak veya suat yalaz'ın çizgi romanlarını okumuş olanlara bu kelime yabancı gelmemiş olsa gerek. ve evet, bu kelime de "uğur" ile aynı kökten gelmektedir ki halen balıkesir'deki alevi çepni türkmenleri, hırsızlık için "uğur işi" tanımını kullanır. özünde fırsat anlamı taşımaktadır ve uğru aslında fırsatçı demektir. muhtemeldir ki türkler, yine belayı başlarına sarmak istemediklerinden uğru kelimesine "hayırsız" takma ismini takmışlar, zamanla uğru tabu bir kelime haline dönüşmüş ve hırsız şu an sahip olduğu formuna kavuşmuştur.

    bir zamanlar slavik voy, voda, vodka ve türkik , su, süçik kelimelerinin benzer bir düşünce yapısı içerisinde üretildiğini düşündüğüm bir giri yazmıştım buraya. sonradan bu konu üzerine biraz daha düşündüğümde, iki kelimenin de diminütif son ek almadan önceki hallerinin muhtemelen akmak mastarında köklerinin bulunduğu yargısına vardım ancak bu giriyi tekrar düzenlemedim. belki bu kelimelerle ilgili de böyle bir dönüşüm süreci mevcuttur, bunu da düşüneceğim.
  • söylemesi öğrenilmesi gereken, öğrenilince hayatı kolaylaştıran, insanı yapmak istemediği şeyleri yapmaktan koruyan kelime.
  • bir reddetme cümlesi
    evet in karşıtı
  • bir söyleşi dinledim youtube üzerinden bugün. konuk, ataullah iskenderi'nin hayrın nasip olmasıyla ilgili yorumlarını kendi sözleriyle şu şekilde aktardı:

    "insanların şöyle bir şeyi vardır; şu geçse şunu yapayım. aslında hikaye öyle değil. şimdi nasip olmuyor sana o hayır, sen mazeretin zaman olduğunu zannediyorsun. allah o hayrı sana murad etseydi, zaman içinde zaman yaratır sana o hayrı nasip ederdi. o yüzden bir şey için vakit müsait olsun yapayım deme. allah'ım onu bana lütfet diye dua et."

    çok hoşuma gitti. buraya da not etmek istedim.
  • iki cevap hakkı olan bir soruda, alabileceğimiz en kötü cevap. o yüzden soru sormaktan asla çekinmemeli.
  • adalet agaoglu'nun dar zamanlar adli romaninin ücüncü cildi hayir'dan: aysel romanin üniversite hocasi olan baskahramanidir. aysel güclüdür, aysel'in basi egilmez, gözaltina alinir, hapislerde yatar, kürsüden atilir, aysel düsüncelerini söylemekten vazgecmez... dogrularindan dönmez...aldatir, aldatilir, asik olur, o'na asik olunur, yasamaktan hic yilmaz... asagidaki bölüm aysel'in yargilanmasina neden olan, romana da adini veren hayir adli yazidir.
    " bir varmis, bir yokmus,zamanin birinde bir ülke varmis...
    evet, herhalde artik böyle, bir masal gibi baslamak gerekiyor. hukukun icindeki mantigin disina cikildigi bir yer ve dönem baska nasil anlatilir? fakat, bugün bize masal gibi gelse de, gelecekteki insanlara büsbütün masal gibi görünecek olsa da, bu cagda, bugün, burada yasananlar masal degil. bir masal akildisiliginda olup biten her sey gercek. bir ortacag zorbaliginda yasanan her sey gercek.
    bir ülkede, yine bir asker darbesinin oldugu, sikiyönetimce binlerce insanin tutukevlerine tikildigi, henüz dava bile acilmadan haklarinda yasalarin bicebileceginden öte cezalarin bicildigi, onlarin cesitli iskencelere ugratildiklari, bazilarinin ortadan kayboldugu, bazilarinin sakat kaldigi, hatta üstlerine yüklenen görevlerin coklugu ve agirligi altinda ezilen bir cok emir kulunun, yeterince robotlasmamis bir yigin iskencecinin de ya delirdigi, ya intihar ettigi bir gercek.
    bütün bunlar, anayasa'yi tagyir, tadil ve tebdil suclamalariyla oluyor. ama bütün bunlar sa siz anayasayi tagyir, tadil ve tebdil eylediginiz icin olabiliyor. dünkü anayasa'nin suc saymadigi seyleri bugün sizler, kendi kesip bictiginiz yasalara göre suclu kiliyorsunuz. olmayan bir yasaya dayanarak hem suc hem ceza biciyorsunuz.
    yalan bir yasanin, yalan baskani, basbakani, meclis üyeleri! hepiniz asagi, hepiniz asagi!
    bu ülkenin bütün insanlari!
    ortada sikiyönetim yasalariyla ziyana ugramis tek kisi kalmayana dek sizleri, hep birlikte bu yönetimin bütün buyruklarina, "hayir" demeye cagiriyorum. tarih önünde gercekten suclu olmak istemiyorsak, sirtimiza zorla binmis olanlarin kendi kendilerine yaptiklari bütün uygulamalara hayir diyelim. üstlerin oturduklari omuzlarimizi altlarindan cekelim.
    "hayir" diyelim.
    iste ben diyorum: hayir!
    katiliniz: hayir! "
    yargilanan kisi kah roman kahramani olan ayseldir, kah romancinin kendisidir, kah romanlarin haberini yapan gazetecidir, kah o gazetenin okurudur, ne fark eder... düsüncelerin coskun akisina cekilen setlerin hepsine birden hayir!
  • barış mançoyu her dinleyişte daha da bir özlettiren şarkı.
hesabın var mı? giriş yap