• hoffff iş için ülkeler arası hediye almak hele ne zor iş. türküyemizi yansıtsın, değişik olsun, amerikalılar el işine bayılır, vaaauvvvv desin diye aldık düştük yola.

    yaklaşık 4 gündür amerikada yaşıyorum arkadaşlar, oldukça iyi bilirim yani buraları. hediye kültürü önemli. müşterimiz bize çok kalite bir kentaki viskisi almış, yanında av bıçağı verdi. onunla da yetinmemiş kadeh almış iki tane. evinde ağırladı, akşam yemeğe götürdü.

    peki ben kendisine ne verdim? uzlaşan aşure sürahisi. evet uzlaşan aşure sürahisi gaddemit!!

    bugün sınır dışı kararım tebliğ edilir diye düşünüyorum arkadaşlar, siparişi olan varsa acele etsin :(( olm cidden uzlaşan aşure sürahisi diye bir şey var ve ben bunu aldım ya amaaaaan öf.
  • hayatta zorundalık olarak yapmaktan en nefret ettiğim şeylerde ilk üçe oynar çok rahat. bugün yılbaşı hediyesi almak için çıksam -ki yılbaşı hediyesi ne amk- bir şey bulayacağımdan adım gibi eminim. hediye dediğimiz şey, mesela yürüyorum vitrinlere bakarak, bir şey görüyorum, "aaaaa bu x'e ne güzel olur" diyorum. ya da "y buna sahip olmak isterdi!" diyorum, alıyorum. hah hediye odur işte. zorla vitrin gezip "bu x'e güzel olur mu", "bunu y görse alır mıydı" değildir.

    germeyin adamı.
  • insanın başkalarını mutlu etme kisvesi altında kendini mutlu etme çabası.
  • hediyeyi alan* da hediye verilecek kişi* de zor beğenen insanlarsa hakikaten zordur hediye almak. tamam hediye karşı tarafı mutlu etmek için alınır; evet ama bu, hediyenin kullanışsız olacağı anlamına gelmez. piyasadaki saçma sapan ürünlerin oranını da dikkate alınca tam bir paradoksa döner.
  • hayatım boyunca beceremediğim şey. hediye almak derken, başkasına almak değil, başkasından almaktan bahsediyorum. olur olmadık zamanlarda sürprizler yapan, küçücük de olsa hediyeler alan biri olarak başkasından hediye almayı beceremiyorum bir türlü.
  • eğer içten geliyorsa verilen paranın miktarı arttıkça benim daha da mutlu olmamı sağlayan, karşıdakinin hediyeyi açtığı anki mutluluğunu görmenin cepten giden her kuruşa değdiği eylem.

    tabii ki gidip de milyarlar verdim diyemem. miktar arttı diyorsam da siz bana bakmayın.
  • kişiye bir jest yapmaktan çok daha fazlası olan eylem.

    hediye alınacak kişi ne kadar iyi tanınıyorsa o kadar bilinçli hareket edileceğinden, bu da aynı zamanda ihtiyacı olacak bir şeyin alınması ihtimalini arttıracağından, tam bir nokta vuruşu gerçekleştirilebilir.

    buraya kadar çok kolay bir işmiş tadı olmasına rağmen, bir anda dünyadaki en karmaşık aktivitelerden biri haline dönüşebilir. çünkü hediye alınacak kişi, seçeneklerdeki gibi spesifik konumlarda da olabilir; üst düzeyde kapris sahibi olan bir sevgili, isyanı evreni aşmış parçalı bulutlu bir ergen kuzen/kardeş, ün ya da mevki sahibi yüksek egolu bir patron/yönetici, huysuz ve hayattan nefret eden ama çok sevilen bir akraba/arkadaş vs.
  • rol yapma yeteneğini geliştiren olay. o umurunuzda bile olmayan hediyeyi çok sevmiş gibi yapmak, şaşırmış taklidi vs...
    şu hayatta aldığım hediyelerden 2-3 tanesini gerçekten beğenmişimdir herhalde.
  • birine ihtiyacı olan bir şeyi alarak hediye etmek risksiz ama heyecansızdır, evet işe yarar ama kişi zaten ihtiyacı olan bir şeyi temin eder.
    hediye, insanın ihtiyacı olmayan ama sahip olduğunda sevineceği bir şey olursa hedefi onikiden vurur.
  • kavram karmaşası yaşanan başlık, birinden hediye almak mı, birine hediye almak mı. neyse.
    rica ediyorum garip, tırışka, size zamanında gelmiş, beğenmediğiniz, kendinize layık görmediğiniz şeyleri başkalarına hediye diye kakalamayın. iş arkadaşıma yapıldı, şahit olmak bile üzücü. kıçıkırık tombul melek biblosu, hasır sepette kuşa benzetmeye çalışılmış ama dinozor yavrusu olsa yadırganmayacak yaratık, ele bulaşan sulu boya ile boyanmış birebir aynı ölçüde alçıdan denizli horozu, carıl carıl parlak sarı fotoğraf çerçevesi, evet bunların hepsi size başka yerden geldi, kimi kandırıyorsunuz. bu hediyeleri getiren bir çocuksa bağıra basılabilir, gözler de dolar ama koskoca insanlar diğer koskoca insanlara bunu yapmaz. güzel bir kart yazılır, iyi ki doğdun denir, yeter zaten.

    bu prolog idi, bu vesileyle ben de içimi dökmek istiyorum, yılın son günlerine yakın doğum günüm vardı, sağolsunlar unutulmadı sevenlerimce, yalnız biri starbucks'tan bir bardak almış, politik doğruculuk yaparak estetik müdahaleli demeyeceğim, şu suratı dolgudan erekte olmuş at penisi gibi şişmiş, dudakları ucuz büfe sosisi misali patlayacak gibi durup yağlı yağlı parlayan erkek makyözler falan videolarında bir benimkinin rengini, bir de ışıltılı pembesini tutuyorlar, arada pipetini (evet onca ışıltı yetmezmiş gibi bir de afili pipeti var) kameraya işveli işveli bakarak susama bahanesi ile emikliyorlar. benimki altın rengi, disko topu misali, dışı kornişon turşu gibi pütür pütür devasa bişiy, 500 ml sıvı alıyor, tabii muhabbet ederken boğaz kurumayacak onlar da haklı.
    ben bunu iş yerinde kullanayım dedim, evde kız görse tefe koyar, imkansız kurtulamam dilinden, yaşça benden çok küçük bir kadın arkadaşım "ooo snegurochka hanım, bardağınız da ben buradayım diyor, pahalı da onlar, siz kullanmazdınız bu tip parlak şeyler" dedi. merak edip baktım, 140 liraymış. atsam atamıyorum, satsam satamıyorum, sebile gidip her su doldurduğumda kıçımda pembe parlak tayt, ayağımda balenciaga çakma platform topuklu ayakkabı, saçımda platin kaynak, gözümde nike sembolü gibi eyeliner belirecek sanıyorum.

    iyi yanı ise bardağı gün içinde dört kere doldurunca tavsiye edilen o ünlü iki litre su içiliyor, tam bir çisemsu bardağı. şu an da yanımda, su içiyorum, başka bişiy içilir mi onu da bilmiyorum, yarım litre kahve içemem çünkü.
hesabın var mı? giriş yap