• sözlerini de yazayım tam olsun

    geceler zehir, geceler kara
    uçasım gelir, kanadım yara
    yaralar derin, seneler kadar
    açılın geri

    sabah olmuş gün doğmuş
    her yerimde karlar
    doymadım, dönülmüş deliye

    helal olsun, aşk olsun
    gözlerimde yaşlar
    durmadım, dönülmez geriye

    geceler benim
    geceler bana
    unutun beni

    sabah olmuş gün doğmuş
    her yerimde karlar
    doymadım, dönülmüş deliye

    helal olsun, aşk olsun
    gözlerimde yaşlar
    durmadım, dönülmez geriye

    sabah olmuş gün doğmuş
    her yerimde karlar
    doymadım, dönülmüş deliye

    helal olsun, aşk olsun
    gözlerimde yaşlar
    durmadım, dönülmez geriye

    edit: 6.12.2010 gecesine en çok yakışan şarkıdır.
  • dolapta duran alkolün rahatını bozan şarkı..
  • duman'ın selimiye'sidir*
  • duman 1 ve duman 2'nin 19 şarkı + 1 tokattan oluştuğunun resmi, insomnia hastalarının evrensel marşı olabilecek nitelikte bir eserdir. kaan tangöze öyle bir ''açılın geri...'' diyor ki... gözlerinin içine baka baka ''durduğunuz kabahatti zaten.'' demeyi istedikleriniz birer birer gözünüze isabet ediyor; yaralar daha bir oyuluyor, seneler zaten kısalıyor. sayfalara gömülüp kadere uzunca bir kahır mektubu yazmaktansa 3:22'den 3:47'ye kadar süren o kısacık, 25 saniyelik feryata eşlik etmek çok daha ekonomik ve ferahlatıcı geliyor.

    ''eeeyey, ayayayay, ayayayay, aaayayayayay; eeeyeyeyeyeyey, ayayayaaay
    eeeyey, eyeyeyey, ayayayay, aaayayayayay; eeeyeyeyeyeyey, ayayayaaaaay''

    sabah olmuş, gün doğmuş
    her yerimde karlar/kanlar/ağrılar

    ''unutun beni.''

    ne tokadı güntekin? aduket, aduket.
  • az önce içimden gelerek ve biraz da birkaç damla yaş akıtarak, sigaramı derin derin çekerken kurduğum cümledir.

    neden mi?

    onur, kısa boylu ve gözlüklü bir oğlandı. komik çocuktu, çok komikti hatta.
    1.60 boylarında, zayıf, uzun saçlı, uzun dedikse öyle beline kadar değil boynuna kadar ancak. çok güleç yüzlü biriydi annesinden mi bilinmez, çok hatırlı çocuktu.

    benden 3 yaş büyüktü, yurtta kaldığım dönemde bana sahip çıkmıştı. tombul bir annesi vardı, hacı teyze çok hoş kadındı. onu hep güldüğünde gözleri kaybolması ile hatırlayacağım. az emeği geçmedi sağ olsun. sevdiğim bir yemek yaptığında boğazından geçmezdi de telefona sarılırdı “gel oğlum aşür yaptım, hem de etli, seversin sen” derdi. ıspanaklı ekmeğin içini süper hazırlardı annesi, katıklıda üstüne yoktu.

    onur'un bir abisi vardı, oğuz abi, oğuz abi de sanırım benden 6 veya 7 yaş büyüktü, efendi bir adamdı, sonradan mühendis oldu. şu sıralar ankara’da hatta bayramda görüştük en son “gel bir ara uğra yanıma, bak evlerimiz çok yakınmış, görüşelim” dedi. yalandan tamam dedim, görüşmeyi kaldıramıyorum onunla.

    onur bu aralar çok popüler olan cemaate katıldı biz lisedeyken, bir kurban bayramında tek başına 100 kadar deri topladığını anlatırdı övünerek. cemaatçiydi ama asla yobaz değildi, gözlükleri hiçbir zaman colormatik olmadı. sonralarda aynı lisede okuduk. sağ olsun kitap defter konusunda hep yardımcı oldu bana. sonra trabzon’da eğitim fakültesini kazandı. üniversiteden geldiği ilk yazı hatırlarım da, yakışmıştı kareli gömleğin içine giydiği beyaz tişört.

    aşık olmuş orada, çok sık anlatmazdı, gene karadenizli bir kızmış, evleneceklermiş, hele şu kpss sınavlarını geçsinler de. ailesi varlıklıydı onurun, maddi olarak bir ihtiyaçları yoktu, karadeniz’n dağ köyünden bir kıza aşık olmak ve onu kandırmak yetmiyordu ama, ellerinin ekmek tutması gerekiyordu. atanmak için beklerken sıkıldı dershanede öğretmenlik yapmaya başladı, ama cemaat dershanesinde değil, zannederim üniversite döneminde kopmuştu cemaatten çok emin değilim. dershanede birkaç sene çalışırken annesi günlerde dert yanarmış “büyük oğlanın işi sağlam evlenmiyor, küçüğü de atanmayı bekliyor evlenmek için” diye.

    zannederim üniversite son sınıfın yaz tatilindeydim, anneme bir telefon geldi annesinden, oğlan kazanmışta kız gene kazanamayınca kpss’yi isyan etmiş, beklememiş “evleneceğim ben artık” demiş. evleri vardı zaten, kiracıyı çıkartmışlar, kızı gidip istemişler allahın emriyle, kızın ailesi düğüne geldiğinde yokluk içerisindeydi, kız da sarışın, bizim oralarda mahsun derler, öyle masum bir kızdı ki belliydi her halinden. düğünleri oldu, sağlam oynamış sağlam halay çekmiştik. papyonla bir garip olmuştu ama onur. hani düğünlerde damadın ortaokula giden yeğenini küçük damat kıyafetiyle gezdirirler ya, o hesap, gerçi kız da oldukça minyondu. hatta onurun dediği gibi; “boyu boyuma abi, as ayar…”

    plan basitti, onur çalışacaktı, ama eşi evde oturup kpss’ye çalışacaktı, kira derdi yoktu nasılsa, yiyecek içecekte maldan geliyor, e antakya’da nasıl olsa ucuz memleketti. hem yuva kurana da allah yardım ederdi. derken bir dahaki yaza ben mezun oldum, o yaz onur’un oğlu oldu, adını ömer koymuş “hazreti ömer gibi adaletli olsun” dedi hatta. sarışın bir oğlu oldu, nasıl mavi gözlü çipil çipil gözleri vardı maşallah.

    bir sonraki yaza ben askerden geldim ve çalışmaya başladım. o yaz hiç duramadım memlekette, bir gün annem aradı, gerçi sağ olsun hala her gün arar da, telefonda “onur çok hasta” dedi. nesi var dediğimde o illeti söyledi, ne olduğunu anlamadık zaten 3 ay içerisinde öldü gitti. ben o sırada hiç arayamadım onu, ne diyecektim ki, diyecek kelime bulamadım, yalnız bir düğünde amcası oğluyla karşılaştım ve her an haber beklediğini söyledi, zaten haber de çok gecikmedi.

    peki ben bu hayattan ve her şeyden neden bir anda soğudum bu sabah. sabah yazmıştım bir tanıdığın kız arkadaşının kritik bir ameliyata gireceğini, oturdum hiç tanımadığım bu kıza dua etmiştim, ben kendisi için bile dua etmeye utanan bir adamım, oturdum ona dua ettim. pek keyfim yok bugün, ankara havasından mı bilinmez canım hiç çalışmak istemiyor. lavuk müdüre yalandan birkaç hesap gösterdim oyalar o tablolar onu öğleye kadar. facebookta takılıyordum öyle, sonra bir resim gördüm, onur’un abisi oğuz ve kucağındaki sarışın çocuğun resmini ömer’in resmini.

    onur öleli üç sene oldu, abisi zaten evlenmeyecekti gene evlenmedi, karısı dönmedi memleketine kocasının hatırasını bırakarak ahtay’da. hala o evde oturuyorlar, kpss’yi kazanamadı zaten, onur devlette yeteri kadar çalışmadığından ve sözleşmeli öğretmen olarak atandığından emekliliği hak etmedi, iki sneeyi doldurmayan hizmeti yetmedi onur’un eşinin emekli maaşı almasına. ya da ne maaşıysa adı bilemiyorum şimdi.

    oğuz abi, ömer’i kucağına almış, direksiyona oturmuşlar, resmin altına da “baba oğul araba keyfi” yazmış. babalık yapmak için yeğenine hiç evlenmemiş.

    ben mi? hiç tanımadığım biri ölmesin diye dua ederek başladığım bu sabahta, babasının evine dönemeyen bir kadının, 32 yaşında babası ölen bir çocuğun, o çocuğa babalık yapmayı görev edinen bir amcanın ve her şeyden habersiz çipil çipil gözleri ve aynı babasınınkiler gibi boyna kadar uzanan sarı saçlarıyla ömerciği andıran bir çocuğun resmine bakıp iç çekerek devam ediyorum. bu günde bir aksilik var ve bir saatinde işler yoluna girsin diye dua ederek, ve rahmetli onur’un abisi oğuz abiye helal olsun diyerek…

    helal olsun oğuz abi, yerin nur olsun onur ve bahtın açık olsun ömer. umarım ileride ilk babanın güler yüzü, son babanın da merhameti o çipil gözlerine yerleşir.

    not: hadi be gün, dön artık, keyfimi yerine getir.
  • "hoca ne yaptın sen?" dedirtti, dedirtmedi mi? dedirtti.

    "uçasım gelir, kanadım yara" derken içiniz yanmadı mı lan? sorarım! "yaralar derin, seneler kadar..." deyince "ah ulan ah evet!" diye onaylamadınız mı? insan mı değilsin?

    şahane şarkı; ruh, hayat var bunun içinde.
  • insanın kalbine ucu çentikli bir hançer batırıp çeviren şarkı.
    *
  • duman grubunun aşık veysel'den çok şey öğrendiğini kanıtlayan parçadır. en son bu kadar sade ama derin sözleri aşık veysel'den duymuştuk. eyvallah duman, konserlerin ergen kaynasa da uzaktan dinleyip seviyoruz.
  • ben "helal olsun" deyişini, biri mühim bir iş yaptığında söylüyorum ekseri. tonlamam da değişiyor. zaten tok sesli biriyim, helal olsun'u söylerken daha bir delikanlı, daha bir bitirim, daha bir maskülen ne varsa ondan oluyorum. bu hâlimi seviyorum, hem kadın hem erkek olabilmeyi başardığım anlarda, en azından cinsiyet yükünden kurtulduğumu hissediyorum.

    hakkını helal et'in karşılığı olan helal olsun'u ise eskiden utanarak söylerdim, ne hakkım var ki gibilerinden. belki özgüven noksanlığından belki de fazlalığından; ifrat ya da tefrit, ikisi de aynı ifrit! ikisi de aynı habis hesap... şimdiyse, benim değil, allah'ın hakkı var ise helal olsun elbette [allah'ın hakkı allah'a], diye düşündüğümden kelli böyle bir kaygıdan muafım hamdolsun. işbu yüzden, insanı dosdoğru yola koyana, çekip çevirene, dürüp düzeltene ve güzelliğe iletene helal olsun be cağnım, helal olsun! [bitirim stayla]
  • geceler zehir, geceler kara...

    kaan tangöze, sana sesleniyorum: ne hakkın var bizi böyle cuk diye bunalıma sokmaya!
hesabın var mı? giriş yap