• "ne demişti bay wren? yalnızlıktır sözcükler. masanın üstüne bir çift sözcük bıraktım senin için dün akşam –dirseklerini koydun üzerlerine."
    (bkz: yengeç dönencesi)

    "dostoyevski (...) insanı felç eden ya da zirvelere yönlendiren bütün çelişkilerin toplamı. giremeyeceği kadar aşağılık hiçbir dünya, tırmanamayacağı kadar yüksek hiçbir yer yoktu. bütün yelpazeyi kapsadı, uçurumun dibinden uzaydaki yıldızlara kadar. yazık ki onun gibi gizemin tam göbeğinde oturan, parıltılarıyla bize karanlığın derinliğini ve yoğunluğunu aydınlatacak biri daha gelmeyecek."
    (bkz: yengeç dönencesi)

    "günün birinde biri yüreğini sonuna kadar açma, gerçekten kendine ait olan deneyimleri, kendi gerçeğini ortaya koyma cesaretini gösterebilse dünyanın parçalanacağını ve hiçbir tanrının bu parçaları, atomları, dünyayı oluşturan ölümsüz elementleri birleştiremeyeceğini düşünüyorum."
    (bkz: yengeç dönencesi)

    "...içinde cevher olan, bedeni ve ruhu canlandırabilecek her şeyin peşine düşmeliyiz."
    (bkz: yengeç dönencesi)

    "kendini tüketen bir kanser dünya."
    (bkz: yengeç dönencesi)

    "başka yerlerde de sürer hayat. hayat her yerde sürer."
    (bkz: yengeç dönencesi)

    "hasta bir yanları var kadınların. yürekte mazoşist hepsi."
    (bkz: yengeç dönencesi)

    "can sıkıcı bir şeyi güzelleştirebilir sanat. acı vericidir, bıktırıcıdır, yumuşatıcıdır. canavarca bir yaşamdan iyidir canavarca bir kitap."
    (bkz: seksus)

    "şimdiye kadar okuduğum bir tutam kitaptan gözlemlediğime göre, yaşamın iyice içinde olan kişiler, yaşamı yoğuran kişiler, yaşamın ta kendisi olan kişiler, az yiyorlar, az uyuyorlar, ya pek az şeyleri oluyor, ya hiçbir şeyleri olmuyor. görevmiş, hısım akrabalığın sürdürülmesiymiş, devletin korumasıymış, böyle boş kavramlar yok kafalarında. gerçekle ilgileniyorlar, yalnızca bir tek eylem tanıyorlar: yaratmak. yaptıkları işte kendilerine buyuranlar yok; çünkü yalnızca kendi verdikleri sözü yerine getiriyorlar. tek gerçek verme yolu o olduğu için karşılık beklemeden veriyorlar."
    (bkz: seksus)

    "insanların dünyanın dört bir bucağından bana yazmaları, kitaplarımın onları rahatlattığını söylemeleri ve teşekkür etmeleri ne tuhaf bir çelişkiydi. hiç kuşku yok beni tamamen sorunlarından arınmış biri olarak görüyolardı. oysa ben her gün ruhumu ve benliğimi ele geçirmiş bir ceset, bir hayalet, bir kanserle dövüşmek ve bedenimi olabilecek en kötü hastalıktan daha fazla kemiren bir canavarla mücadele etmek zorundaydım."
    (bkz: cennette bir şeytan)

    "bir şeyi çok önemli kılmak istiyorsan onu şiirselleştirmelisin."
    (bkz: cennette bir şeytan)

    "adem ile bugünkü insan arasında tek fark birinin cennette doğmuş olması, diğerinin ise cenneti yaratmak zorunda olmasıdır."
    (bkz: cennette bir şeytan)

    "kentlerinizi yüksek yüksek, görkemli inşa edin. lağımlarınızı kazın. ırmaklarınızı akıtın. çılgınca çalışın. rüyasız uykular uyuyun. bülbül gibi çılgınca ötün. altta, en derindeki temelin altında, bir başka insan ırkı yaşıyor. kara, loş, ihtiraslı onlar. dünyanın bağırsaklarını deşiyorlar. dehşet verici bir sabırla bekliyorlar. leş kargaları, devler, öç alanlar bunlardır. her şey toz toprak içinde yuvarlandığı zaman ortaya çıkarlar."
    (bkz: getto)

    "aşk, gerçek aşk tamamen teslim olmayı gerektirir mi? hep sorulan bir soru bu. az da olsa bir karşılık beklemek insana yaraşır bir eylem değil mi? insan ille insanüstü bir yaratık ya da bir tanrı mı olmalı? vermenin sınırı var mıdır? insanın kanaması sonsuza dek sürer mi?"
    (bkz: uykusuzluk)

    "sana her bakışımda üzgün mü yoksa mutlu mu olduğunu merak ediyorum. aramızda hep bir perde var ancak bazen o perdenin arkasındakini görebildiğimi sanıyorum. tıpkı alice’in aynanın öte yanına geçişi gibi. sana âşık olmayı çok istiyorum ama sen yalnızca aşka âşıksın. tanrı seni korusun."
    (bkz: aşk mektupları)

    ekstra:

    "var olmak müziktir. çünkü sessizliğin kutsallığı sessizlik adına bozulur. böylece, iyiyi de kötüyü de aşar. müzik eyleme başvurmadan eylemin dile getirilmesidir. kendi bağrından yüzerek yaratılmanın katıksız eylemidir. müzik (...) ne arar, ne de açıklar. müzik, bilinç okyanusunda yüzücünün yaptığı sessiz sestir. insana bir tek kendisinin verebileceği bir ödüldür. insandaki tanrının bir armağanıdır. çünkü o insan artık tanrıyı düşünmemektedir. olan her şey imgelemin ötesine geçtiğinde, herkesin bir gün olacağı tanrının habercisidir."

    "zamansız doğmuş insanlar vardır; ülkesiz, sınıfsız ve geleneksiz doğmuş insanlar vardır. yaşamı tek başına sürdürmeyi seçenler değil tam olarak; sürgünler, gönüllü sürgünler. bunlar her zaman da duygusal değildir; belirli bir şeye ait değildirler yalnızca -yani hiçbir yere ait değildirler."

    "ilkin kırık bir ayak parmağıydı sorun, sonra kırık bir kaş, en sonunda da kırık bir kalp. ancak insan kalbi çok dayanıklıdır, yok edilemez; kırıldığını ancak belleğinde canlandırabilirsin. asıl tokadı yiyen insanın ruhudur; ama ruh da güçlüdür, istenirse eski canlılığı kazandırılabilir ona."

    "her gün öldürüyoruz en güçlü itkilerimizi. onun için yüreğimiz sızlıyor büyük bir ustanın eliyle yazılmış satırları okuyup onları bizim diye kabul ettiğimizde, bu satırlarda, kendi gücümüze, gerçek ve güzel konusundaki değer yargımıza inancımız olmadığı için kırdığımız taze filizleri görünce. her insan sustuğu zaman, kendine karşı tehlikeli ölçüde dürüstleştiği zaman, derin gerçekleri kekeleme yeteneğine sahiptir. hepimiz aynı kaynaktan geliyoruz. hiçbir şeyin kökeni gizli değil. hepimiz yaratılışın bir parçasıyız, bütün krallar, bütün ozanlar, bütün besteciler: açılmamız yeter, zaten orada olanı bulmamız yeter."

    "tanrı aptalı korur; ama ona hiç rahat vermez. yarını başka bir gün sanır aptal; oysa hiç de öyle değildir -hep aynı gündür o gün, aynı yerdir, aynı zamandır. havada hep fırtına bulutları vardır, görüş uzaklığı sıfırdır. huzur, tanrı ve gün ışığı yokken bile mucizelere bel bağlamayı sürdürür o. kabullenmeyi reddettiği şeyse kendisinin mucizenin ta kendisi olduğudur."

    "her gün en güzel dürtülerimizi katlediyoruz. işte bu nedenle, usta birinin elinden çıkmış satırları okuyup benimsediğimizde taze hislerimizi boğuyormuşuz gibi canımız acıyor; çünkü kendi gücümüze, kendi hakikat ve güzellik ölçütlerimize inancımız yok. her insan sessiz kaldığında, kendisine karşı gözükara dürüst olduğunda, en derin hakikatleri dile getirebilir. hepimiz bu kaynaktan besleniriz. şeylerin kökenine dair hiçbir gizem yoktur. tüm krallar, ozanlar, müzisyenler, hepimiz yaratımın bir parçasıyız; yalnızca kendimizi açmamız, zaten orada olanları keşfetmemiz gerekir."

    "gerçek özgürlüğü istediğimiz takdirde özgür olacağız. şimdi makineler gibi düşünüyoruz; çünkü makineleştik. güç kazanmaya çalışmakla, gücün çaresiz kurbanları oluyoruz. aşkı ifade etmeyi öğrendiğimiz gün, aşkı tanıyacak, aşka sahip olacağız. ve aşka sahip olmamız diğer şeyleri geride bırakacaktır."

    "durmadan, acımadan, caymadan, benin büyümesi sürer gider. yolculuk biletinin üstünde iki kalem vardır yalnızca: ben ve ben olmayan. ve yolunu bulmak için önünde kocaman bir sonsuzluk. zaman ya da uzayla hiçbir ilgisi bulunmayan bu sonsuzlukta buzların çözülmesini anımsatan aralar vardır. burada ben biçimsel olarak çözülür. ama ben, tıpkı iklim gibi yine oradadır. geceleyin benin şekilsiz özü en akıl almaz biçimlere girer; yanlışlık mazgallardan içeri sızar. serseri ben de kendi kapısının mandallarını açar. bedenin giyindiği bu kapı dünyaya açılırsa yok olmaya dek gider. bu her göz boyayışında sihirbazın açıp dışarı çıktığı kapıdır. hiç kimse onun bu ben kapısından evine döndüğünü görmemiştir. bu kapı içeriye doğru açıldığında tuzak kapılarına benzer sonsuz kapılarla karşılaşılır. görünürde hiçbir ufuk, hava yolu, ırmak, harita ya da bilet yoktur. oturulacak her yer, bir tek gece mola vermek içindir. bu mola beş dakika da on bin yıl da olabilir. hiçbir tokmağı olmayan kapılar eskimeyen cinstendir. en önemlisi de şu: görünürde hiçbir son, hiçbir köşe yoktur. bu gece molalarının hepsi de bir düşün boş yere aranmasından öte bir şey değildir. kişi, çıkış yolunu arayıp denemeler içinde önünden geçen olguyu gözleyebilir. dahası kendini evinde, yuvasında da sanabilir. ne ki dayanacak hiçbir kök yoktur. tam kendini yerleşik sanırken, birden yer sarsılıp ayaklarının arasından kaymaya başlar. yıldızlar bağlarını tek tek koparırken yok olmayan beni de kapsayan tüm bildik bilinmez, görünmez bir yere doğru, sessizce, uğursuzca, müthiş bir rahatlık ve ilgisizlikle yol almaya başlar. tüm kapılar bir anda açılmış gibidir: öylesine büyük bir basınç vardır ki büyük bir çöküşle iskelet sarsılarak parçalara ayrılır. bu, cehenneme yerleştiğinde dante'nin başına gelmiş olan müthiş çöküşün aynısı olmalı. onun değdiği yer cehennemin dibi değil de bir çekilrdek, ölü bir merkezdi. işte güldürü de burada başlar. çünkü kutsallığın ne olduğu burada görülür."

    "var olmak müziktir. çünkü sessizliğin kutsallığı sessizlik adına bozulur. böylece, iyiyi de kötüyü de aşar. müzik eyleme başvurmadan eylemin dile getirilmesidir. kendi bağrından yüzerek yaratılmanın katıksız eylemidir. müzik (...) ne arar, ne de açıklar. müzik, bilinç okyanusunda yüzücünün yaptığı sessiz sestir. insana bir tek kendisinin verebileceği bir ödüldür. insandaki tanrının bir armağanıdır. çünkü o insan artık tanrıyı düşünmemektedir. olan her şey imgelemin ötesine geçtiğinde, herkesin bir gün olacağı tanrının habercisidir."

    "seks, ruhun ölümden sonra bedene dönüşünün dokuz nedeninden biridir. geri kalan sekizi önemsizdir. seks üremeyi sağlar. üreme ise başarısızlığa yol açar. dünyanın seks gücü en yüksek insanları delilerdir derler. cennette yaşarlar; fakat masumiyetlerini kaybetmişlerdir."

    "her soruna doğrudan doğruya ulaşmak istiyor başlangıçta insan. yaklaşım ne kadar dosdoğru ve zorlayıcı olursa, ağa tutulmamız da o kadar çabuk ve kesin oluyor. hiç kimse kahramanca davranan birisinden daha zavallı değildir. kimse bir kahraman kadar çok trajedi ve karışıklık yaratamaz. çabuk ve kesin kurtuluşlar müjdeler, gordion düğümüne kılıcını şaklatarak. bir kan denizinde sonuçlanan bir aldanma."

    "açlık ve seks, ölüm kalım savaşında kenetlenen iki yılandır. başı sonu yoktur bu savaşın. biri ötekini, yenisini yaratmak için yutacaktır. bu işlem de ete dönüşecektir. kendi kendine işleyen amaçsız bir makine; ama üretmek, daha fazla üretmek ve neticede daha az yaratmak."

    "yalnızca köle olarak kalmayı istediğimizi kabul etmekten nefret ederiz. hem köle, hem de efendi! köle, sevgide bile her zaman kılık değiştirmiş bir efendidir. kadını ele geçirmesi, elinde tutması, isteklerine boyun eğdirmesi, bir biçime sokması gereken adam -kölesinin kölesi değil midir?"

    "en mutlu halklar, tarihi olmayanlardır. tarihi olanlar, tarih yapanlar, çatışmanın sonsuzluğunu kuvvetlendirmekten başka bir şey yapamazlar başarılarıyla. sonunda bunlar da ortadan kalkar, hiçbir çabaya girişmeyip gününü gün edip eğlenenler gibi."

    düzeltme: mucizevi yeni pasajlar eklendi
  • tum kitaplarinda kendi yasamini yazar. hatta soyle der (bi sn. bakmam lazim)

    "yasantimi hem daha kolay hem de daha gercek oldugu icin yazdim.
    yasamim benim acimdan onemi oldugu icin, hayal urunu kisiler ve olaylar aramaya gerek duymadim"

    ("daha gercek" ne demektir bu arada?)
  • beş parasız paris günlerinin, karnını doyurmak için redaktörlük yaptığı bir dönemine ilişkin zorlukları ve arkadaşlarının böyle bir dehanın neden redaktörlük yaptığını anlamayışları üzerine şunları söylemiş; ''padokta çalışan adam için, ki işi bok süpürmektir, atların var olmadığı bir dünya olasılığından daha dehşet verici bir şey yoktur.ona sıcak bok parçaları süpürerek yaşamanın insanca olmadığını söylemek budalalıktan başka bir şey değildir.geçimini onunla sağlıyorsa, mutluluğu ona bağlıysa, boku bile sevmeyi öğrenir insan.''

    (bkz: yengeç dönencesi)
  • öncelikle kendi adıma konuşursam eğer, henry miller gibi müthiş bir edebiyatçıyı, sıradışı, çarpıcı, gerçekçi, kelimeleri iğne deliğinden geçirebilen, sonlu olan yaşamımızın ve "mutlak boşluk" olarak tanımladığım bu bulantılı varoluşun bu denli bilincinde olup da, böylesi bir hayatın ritmini yakalayabilen ve bunu son soluğuna kadar kaybetmeyen bu yazarı tanıdığım için büyük bir onur duyduğumu belirtmem gerek.

    miller'ın tüm eserlerini birkaç kez okuduktan sonra onun"oğlak dönencesi"si, bilinçli olarak en sona sakladığım kitabıydı ve bu kitabı okuyup bitirmemle birlikte hayatımın en büyük olaylarından birini yaşamış oldum. seksus ile beraber en favorim olan eseridir miller'ın. kendisi ve bu kitabı hakkında söyleyeceğim şeyler o kadar çoktu ki, uzun süredir "entry" girmeyi bile erteledim bu konuda. bir kere, birçok yerde henry miller ile ilgili söylenen birçok önyargılı tutumları, söylemleri asla anlayamıyorum diyebilirim. yakın arkadaşı brassai'ın, "günahıyla sevabıyla henry miller" isimli biyografi kitabında belirttiği üzere hayatı boyunca 5000'in üzerinde kitap okuyan bir insanı, eserlerinde yalnızca cinsel harlotluğuyla özdeşleştirip, değerlendirmek ne kadar da yaralayıcı ve indirgemecidir. onun değerini anlamamak için ya kendisini hiç okumamış olmak, ya da kulaktan dolma söylentilerle onu değerlendirmiş olmak gerekir. neredeyse her günümü okuyarak ve yazarak geçiren, felsefe eğitimi alan ve felsefe ile uğraşan biri olarak ben, miller'ı gündelik hayatın bir filozofu olarak bile kabul etmekten geri durmayacağım.

    henry miller ile ilgili hemen söylenmesi gereken şey, müstehcenliği yalnızca bir teknik olarak kullanmamasıdır. kendisine sorulan bir röportaj sorusuna karşılık:

    "`bunu bilinçsiz bir şekilde kullanmış olabilirim ancak hiçbir zaman bilinçli olarak değil. benim için müstehcenlik diğer tüm konular gibiydi. nefes almak gibi, tüm ritmimin bir parçası olarak kullandım. müstehcen olduğunuz anlar vardır; olmadığınız anlar da. müstehcenliği hiçbir şekilde en önemli unsur olarak görmedim. ama oldukça mühim elbette; inkar edilemez, gözardı edilemez, bastırılamaz bir unsur`." diye cevap vermiştir.

    bu entry'imde miller'ın diğerlerine oranla daha çok önem verdiğim eseri olan, "oğlak dönencesi" isimli kitabı üzerinden ilerleyeceğim. bu arada kendisinin müstehcen olarak yazdığı cümleleri bu entry'imde belirtmeyeceğim, kitaplarında artık bu kısımları, okur kişiler kendisi bizzat okur. yazdıklarımı okumaya devam etmeden önce, henry miller ile ilgili yazılan daha önceki entry'lere de şöyle bir göz gezdirmeniz yararlı ve yerinde olacaktır.

    oğlak dönencesi kitabında yaratmaya çalıştığı yeni düşünceler, imgelemin olağanüstü bir dışa vurumudur. daha kitaba başlar başlamaz, "kendi isteğimle oluşmamış bir varoluşu sürdürmekle, hiçbir şeyin kanıtlanması, gerçekleşmesi, büyümesi ya da eksilmesi olası değildi. -henry miller, oğlak dönencesi sf:07" der ve sıradan insanın ne tür bir varoluş hastalığına yakalanmış olduğunu belirtir.

    yine aynı sayfada öyle bir cümle etmiştir ki miller, bu cümlesiyle beni adeta sarsmıştır. böylesi hoyrat, çoğunlukla "beniçinci" bir yaşam felsefesiyle hareket eden birinin bu cümleyi etmesiyle aslında, büyük bir "içkin ahlak"a sahip olduğunu da göstermiştir kendisi:

    "`birisine yardım ederken, ona yararlı olabileceğimi aklıma getirmedim; ona yardım ettim, çünkü başka türlüsü elimden gelmiyordu`. -henry miller, oğlak dönencesi syf:07"

    kendi inandığı tüm her şey ile alay etmeyi iyi bilen bir muziptir miller. öyle ki mistisizm ile, burçlar ile yakından ilgilenir. çünkü bu gibi şeylerin kendisine çok eğlenceli, renkli geldiğini söyler durur. sonra onlarla da isa ile dalga geçtiği gibi alay eder. birçok yerde hıristiyan olduğuna dair sembolik mesajlar vermekten geri durmaz ancak ben kendisinin bir "tanrıtanımaz" olduğunu düşünüyorum. keza ilerleyen sayfaların birinde de:

    "tanrı'nın bana gereksinimi yoksa, benim de ona gereksinimim yoktu. çoğu kez de eğer kendime bir tanrı varsa, onunla rahat bir biçimde yüzyüze gelip suratına tüküreceğimi söylerdim. -henry miller, oğlak dönencesi syf:08" diye söz etmiştir tanrı'dan. seksus'ta da "tanrıtanımaz bir pornocu" olduğunu muzip bir şekilde dile getirmişti hatırladığım kadarıyla.

    yaşamın ritmini yakalamaktan söz etmiştim yazımın başında. miller bunu öyle ustalıkla ve derinlemesine başarır ki, şu cümleleri üzerinde bakışlarımızı keyifle gezdirebiliriz:

    "`her şey yarın içindi, ama yarın hiçbir zaman gelmedi. şimdiki an yalnızca bir köprüydü, üzerinde bugün de ağlamayı sürdürdükleri bir köprü. hiçbir budala da bu köprüyü havaya uçurmayı getirmiyor aklına`. -henry miller, oğlak dönencesi syf:09-10"

    aşk ile ilgili pek olumlu şeyler düşünmeyen biri olarak ben, henry miller'ı bu konularda da oldukça ironik biri olduğunu düşünüyorum. çoğu zaman ters köşeye yatırıyor beni. onun duygusal biri olduğu aşikar, bazen de tabi soğuk, duygusuz bir mahluk olabildiği kendisi de ifade eder. aşk ile ilgi vardığı çıkarımdan şöyle söz eder:

    "`şu birisini çok sevme olayı. bunun ilk kez başıma birisine sevdalandığımda geldiğini anımsıyorum. o zaman bile gerektiği kadar sevmiyordum. o kadar çok sevmiş olsaydım şimdi oturup bundan söz etmezdim. ya kalbim çok kırıldığı için ölür, ya da kendimi asardım. kötü bir deneydi, çünkü bana bir yalanı yaşamayı öğretti. içimden gelmezken gülmeyi, çalışmaya inanmazken çalışmayı, yaşamak için bir neden yokken yaşamayı öğretti.` -henry miller, oğlak dönencesi sf:15"

    yine benzer bir şekilde:

    "`ruhsal bir içeriği olmayan kan bağı ve aşkın saçmalığını kavradım`. -henry miller, oğlak dönencesi sf:156" der.

    uzaysız zamanın gerçek dakikaları olarak tanımladığı esin anlarını, iyi geçen dakikaları, mutlu hissettiği anları, jambonlu omletini orgazmik bir hazla yiyişini, anların yaşattığı huzuriyetin zirvesinde kalabilmek gerektiğini sayfalarca anlatır. sonra mutsuz olsanız da gerisinin önemli olmadığını söyler. çünkü o an iyisiniz der, gerisinin önemi yok. yiyecek hiçbir şey bulamadığı bir anda da, mutfakta çöpte bulduğu kuru ekmeği suyla ıslatarak yer ve midesine indiği anda yaşadığı müthiş mutluluktan bahseder seksus'da.

    yine oğlak dönencesi'nde iş ve çalışma hayatı ve sonrasında yaşadığı buhran anları ile ilgili çarpıcı analizlerini şöyle dile getirir:

    "`artık benim için o bir günden ötekine çalışılarak yaşanan yaşam bitmişti. sıradan uyanmalar da. yazma tutkum da yok olmuştu, -uzun bir zaman için. gereğinden uzun bir süre ateş hattında , hendekte yaşamış bir adam gibiydim. sıradan insan acıları, sıradan insan kıskançlığı, sıradan insan tutkuları - hepsi benim için artık birer pislikti. " ve devam eder; "ben insanların ellerinden başka bir şey gelmediği için çalıştığını görüyordum. her şey parasız olduktan sonra da neden bir şeylerin sizin olmasını isteyesiniz. sf*haftada şu kadarcık para uğruna geberesiye çalışmak isteyen dürüst bir herif, başarısız bir zavallı olsaydım, bana o işleri vermezlerdi.` -henry miller, oğlak dönencesi sf:336"

    henry miller'a duyduğum büyük hayranlığı yine onun şu nükteleriyle bitireceğim:

    "`ne olursa olsun yaşamak gibi delice bir tutku, içimizdeki yaşam ritminin değil, ölüm ritminin bir sonucudur. ne olursa olsun yaşamak gerekmez. dahası, istenmeyen bir yaşam tümüyle yanlış bir yaşamdır. insanın ölümü yenmek gibi densiz bir dürtüsünden kaynaklanan yaşama çabası aslında ölüm tohumlarını atmaktan başka bir şey değildir. yaşamı bütünüyle kabullenmeyen, onu dolu dolu yaşamayan insanlar dünyanın ölümle kaplanmasına yardım ediyorlar. elle yapılan basit bir hareket bile yaşamın en açık belirtisidir; tüm benliğinle söylediğin bir sözcük can verebilir.` -henry miller, oğlak dönencesi sf:303"
  • kendini teşhir ettiği gibi okuyanı da teşhir eder. ben de artık ne menem bir teşhirciysem kendisini çok sever, gecenin 3’ünde uykusuzluk isimli kitabından bir kısmı şöyle bırakırım:

    “sabahın üçünde umutsuzca aşıksan ve telefonu kullanamayacak kadar gururluysan, özellikle de onun oralarda olmadığını düşündüğün anlarda, kendine çullanırsın ve bir akrep gibi kendi kendini sokarsın ya da; hiç yollamayacağın mektuplar yazarsın ona; volta atar, söver ve dua edersin, sarhoş olursun, ya da kendini öldürür gibi yaparsın.

    bir süre sonra bu da durulur. eğer yaratıcı bir bireysen -unutma, bu noktada boktan bir hiçsin-kendine bu acıdan bir şeyler çıkarıp çıkaramayacağını sorarsın. işte o gün sabahın üçünde benim başıma gelen de tam buydu. ansızın acımın resmini yapmaya karar verdim.“
  • “henry mitolojik bir yaratığa benziyor. yazıları ateşli, yıldırım gibi, girift, hain ve tehlikeli. yazdıklarının gücünü, o günahtan arındırıcı, yıkıcı, gözüpek, korkunç gücünü seviyorum. yaşama duyulan hayranlığın, coşkunun, her şeye olan tutkulu ilginin, enerjinin, taşkınlığın, gülüşün ve ansızın patlayan fırtınaların bu tuhaf karışımı aklımı başımdan alıyor. her şey silinip süpürülüyor: ikiyüzlülük, korku, basitlik, yalancılık. içgüdünün ortaya konması bu. birinci tekil kişiyi, gerçek adları kullanıyor; düzenden, biçimden hatta kurmacadan bile nefret ediyor.”

    -- anais nin
  • onun dışında hiç bir yazar, seksten nefretini daha iyi bir şekilde tasvir edemezdi. sadece seksapel romanlar yazdığını sanan sansür heyetimiz aslında nasıl bir hayat hocası olduğunu bilselerdi ona kendilerince ödüller bile verirlerdi. sanırım amerikan edebiyatı için çok olumlu bir yazardı.
  • "bizler gene eskisi gibi huzursuz, mutsuz, bozguna uğramış yaratıklar olmayı sürdüreceksek, sıra sıra dağları yerle bir etmişiz, güçlü akarsuların enerjisini denetim altına almışız, ya da tüm insanları dama taşları gibi oradan oraya oynatmışız, ne önemi var bunun?"der "cinsellik dünyam" adlı denemesinde ve,"akıllara durgunluk veren iletim yolları buluyoruz ama birbirimizle ilişki kurabiliyor muyuz?" diye sorar.
  • henry miller genel olarak yavşaktır, piçtir, aslında orospuçocuğudur bile diyebiliriz, bu kez ironi değil gerçek, edebiyat otoriteleri (her kimse onlar artık) kurguyu ihmal ya da inkar etmese, tüm çağların en iyi romancıları arasında olacağını varsayar. işin özü nedir peki. miller yetenekli ve şımarıktır, yakışıklı olması da enteresandır, kendi için yazmıştır. üçlemelerini, dönencelerini bir çoğumuz anasının amından çıkmadan önce yazmıştır, format dahilinde dünyanının amına koymak ya da popülüst trollükler yapmak yerine, kendini yaşadığını yazmayı tercih etmiştir. kuşlar bile gidiyorken, o her gece seviştiği iki kadın tarafından terk edilmiştir, evet o iki kadın birlikte paris'e kaçmıştır. ikisi de bildiğin orospudur, bir çoğumuz gibi.
  • ilk kitabı yengec donencesini 1934 de yazdı. kitap tüm ingilizce konuşan ülkelerde yasaklandı. amerikada ancak 17 yıl sonra yayınlanabildi
hesabın var mı? giriş yap