• “başkaları bizi daha önce yaptıklarımızla değerlendirirken biz kendimizi yapabileceğimizi hissettiklerimizle değerlendiririz.”
  • hayâl meyal hatırlarım
    bir öykü anlatılmıştı
    ya bir ispanyol efsanesinden
    ya da tarihten alıntıydı.

    gözü pek kral sanche
    katledilmiş zamora önünde,
    şehri kuşatan koca ordusu
    kamp kurmuş düzlük bir yerde.

    don diego de ordenez
    hep ordunun önünde olurmuş,
    surlarda bekleyen nöbetçilere
    haykırarak meydan okurmuş.

    zamora'nın ahalisine,
    doğmuşlarına doğmamışlarına,
    hainler diye seslenirmiş
    küçümsemeyle ve alayla.

    orada evinde oturanlara,
    mezardaki ölülere,
    ırmakta akan sulara,
    şaraba, yağa, ekmeğe.

    daha büyük bir ordu var
    şimdi çevremizi kuşatan,
    açlık çeken neferleriyle,
    hayatın kapılarını tutan.

    yoksulluk çeken milyonların
    gözü var ekmeğimizde, şarabımızda,
    ve hain diyorlar hepimize,
    doğmuşlarımıza, doğmamışlarımıza.

    ne zaman otursam bir ziyafete,
    yenilip içilirken, söylenirken şarkılar,
    ortasında müziğin, neşenin
    kulağım o korkunç çığlığı duyar.

    ışıltılı salona bakar
    hep yabanıl boş yüzler
    düşen kırıntıları toplar
    uzanan çarpık eller.

    burası aydınlık, bolluk içinde
    içerisi ne kadar güzel kokuyor;
    oysa dışarıda soğuk, karanlık,
    açlık, yeis kol geziyor.

    ordu kampı kıtlık yeri
    soğuktur, yel eser, yağmur yağar,
    ve isa, ordunun yüce kumandanı,
    bir düzlükte ölmüş yatar.

    - longfellow*
  • amerikalı şair ve yabancı diller profesörüdür. evangeline, the song of hiawatha, paul revere's ride gibi şiirleriyle ülkesinde ve tüm dünyada ün kazandı. çok iyi bir müzikaliteye sahip lirik şiirlerinde mitolojik hikayelere ve efsanelere yer verdi. (bkz: dante)'nin (bkz: ilahi komedya)'sını ingilizceye çevirdi. ölümünden sonra avrupa'da geçerli olan şiir tarzlarını taklit ettiği eleştirisine maruz kaldı.
  • "bir şeyi doğru yapmak onu neden yanlış yaptığını açıklamaktan daha az zaman alır."
  • içinde köroğlu, erzurum, urfa, trabzon, kürdistan geçen ve "la ilahe illallah" diyen ilginç bir şiiri vardır. şiire neyin, hangi anlatının kaynaklık ettiği -meraklısı için- güzel bir araştırma konusu olabilir. buyrunuz, el emeği, şiirin nûru:

    *

    ruşen beğ'in sıçrayışı

    sırtında, güçlü ve hızlı kırat'ın,
    beyaz ayaklı doru atının,
    ruşen beğ, köroğlu derler adına,
    yolların oğlu, harami başı,
    arayarak rahat bir barınağı,
    dağ yolundan yukarı geçti hızla.

    şöyleydi harika hızı kırat'ın,
    çıkardığı toz bulutuna onun,
    tek at bile bulunmazdı erişen.
    kızdan da gelinden de çok severdi,
    altından da, neredeyse canı gibi
    severdi atını harami ruşen.

    erzurum ve trabzon'un ardında,
    ötesinde uzanan topraklarda
    kuruluydu bahçeli sarp kalesi;
    soyduğu hanlardan ve kürdistan'dan
    çıkıp da kuzeye doğru yol alan
    kervanlardan toplardı servetini.

    silahlı tam yedi yüz seksen kişi
    onun üniformasını giyerdi,
    hazırdılar emrine gece-gündüz.
    şimdi hiç bilinmedik topraklarda
    dolaşıyordu, kayıp, tek başına,
    gidecek yol arıyordu rehbersiz.

    ansızın patika sona eriyor,
    dimdik bir yar aşağ'lara iniyor.
    görünmeyen seller var gürüldeyen;
    bir yandan öbür yana otuz ayak,
    esniyor uçurum; havada uçmak
    zorunda bu yarı aşmak isteyen.

    urfalı reyhan arap köroğlu'nun
    peşi sıra gelmişti, uçurumun
    tam dibinde, arkasında pürsilah
    yüz adamıyla birden durakaldı,
    sonra vadiden yukarıya baktı
    ve haykırdı, "la ilahe illallah!"

    ruşen yavaşça kırat'ın alnını,
    ensesini ve göğsünü okşadı;
    öptü onu her iki gözünden de;
    ve bir türkü yaktı vahşi tarzıyla,
    tıpkı bir ağacın en üst dalında
    şakıyan kuş gibi, uçmadan önce.

    "ey benim kırat'ım, ey küheylanım,
    kamış gibi ince uzun olanım,
    hele kurtar beni bu tehlikeden!
    sana atlas haşalar yaptırayım,
    altın olsun nalların, ey kırat'ım,
    köroğlu'nun canı kırat'ı, ey sen!

    "ipek gibi yumuşak senin derin,
    kadın saçı gibidir yelelerin,
    gözlerin hem vefalı hem sevecen;
    fildişi gibi parlar toynakların
    parıl parıl; ey kırat, ey hayatım,
    sıçra, kurtar köroğlu'nu bu dertten!"

    işte o an kirat, güçlü ve hızlı,
    hazırladı dört beyaz ayağını,
    kısacık bir an kenarda bekledi,
    sonra ölçtü boşluğu gözleriyle
    ve ardından havanın sinesine
    atıldı okyanus dalgası gibi.

    nasıl taşırsa insanı kıyıya
    dalgalar güven içinde, kırat da
    güvenle taşıdı binicisini;
    takırdıyordu dibinde çukurun,
    kocaman parçaları uçurumun,
    kıyıda yuvarlanan çakıl gibi.

    ruşen'in püsküllü kızıl başlığı
    kafasında azıcık oynamadı,
    kaygısız ve dimdik oturdu ruşen;
    ne elini ne dizgini oynattı,
    ne de başın çevirip geri baktı,
    yarı aşıp da gözden kaybolurken.

    kınından hızla çıkan bir kılıcın
    ışıltısı gibi yandı ansızın
    koşumların bir anlık parıltısı;
    hayalet binici geçti böylece,
    uçurumu aşarken, gölgesi de
    çağlayanın üzerinden sıçradı.

    reyhan arap tutmuştu soluğunu,
    bu ölümcül görüntü uçurumu
    aşıp geçerken üzerinden, "allah!"
    diye bağırdı. “bütün kürdistan'da
    bu harami köroğlu ayarında,
    böyle cesur bir adam yoktur vallah!”

    (çeviren: selahattin özpalabıyıklar)
hesabın var mı? giriş yap