• can yucel'in dunya siirlerinden secmelere yer verdigi, okudugum en iyi ceviri siirlerin bulundugu kitabin adi.
  • bu kitaptan hep can yucel'e atfedilen "ceviri kadin gibidir, guzeli sadik olmaz, sadigi da guzel" sozunun pek de onun olmadigini, ayrica katilmadigini da ogreniyoruz. zira arka kapakta diyor ki:

    can yucel, ilk baskisi 1959'da yapilan ve buyuk ilgi goren her boydan adli kitabinda uyguladigi ceviri anlayisini soyle ozetliyor:
    "ceviri kadin gibidir, guzeli sadik olmaz, sadigi guzel" diye bir atasozu var. cogu atalar gibi, o rus atasi da yanilmis. ceviri kadin gibidir, dogru. dogru ama, guzeli sadik olur onun da. sadigi guzel mi olur ille, bakin, orasini bilemiyorum. bu kopeksi kuskum, belki de, o 'guvenilir', o 'sadik' bellenmis cevirmenlerin harfi, lafzi, anlami yakalayacagim derken siirin tinini kaciragelmis olmalarindan doguyor. oysa siiri siir eden tinidir, o humledi mi, siir de gumler... muradimi baska bir kolpayla anlatmaya calisayim! siir ('ses' demiyorum, anlami safdisi kiliyor cunku) tinilarla zaman icre yaratilmis, parlatilmis bir olaydir. sairinin butun oznelligine karsin, siirin nesnelligi de buradan ileri gelmektedir. ceviri denen ugras, soz konusu olayi baska bir dilde yeniden yaratmak, yeniden parlatmaktir. 'dakiklik' de tam bu baglamda iste devreye girmektedir. 'sadakat' demiyorum, dikkat edin! cevirmen, bir taharri memuru veya bir simenon gibi asil olayin dizeleri arasinda kol gezecek, seyirtecek, ayrintilari kurcalayacak, ipuclarini yoklayacak, parmak-izlerini toparlayacak, isin cetelesini tuta tuta, olayin kunhune varacak, butununu, tinini kavrayacak, sonra da onu baska bir dilin (mekani degil) zamani icinde yeniden yaratacaktir. benim siir cevirilerimin altina 'turkce soyleyen' kaydini dusmemin nedeni budur. siniri ne ki bu dalganin? ceviri bir 'serhad' olduguna gore, (siniri degil) amaci 'fetih'dir elbet...
    "1950'lerde olusan 'her boydan'a daha sonralari yaptigim cevirileri eklemekte bir sakinca gormedim. cunku bunlarda da ayni yontemi kullandim.
  • '93 - papirüs yayınları baskısının önsözünde sabahattin eyüboğlu şöyle söylüyor:

    "...
    can yücel, pek mi kendinden yana çekmiş çevirdiği şairleri? hep bir ağızdan mı konuşturmuş değişik şairleri? kaldırım, meyhane türkçesi -ki tadına doyamaz oluşumuzun bir hikmeti vardır elbet bu yıllarda- fazla mı ağır basıyor yer yer? kalem efendilerinin inadınalık, meleğe karşı çöpüçüden, öğretmene karşı öğrenciden, padişaha karşı keloğlan'dan, kasabın kendine karşı sokak kedisinden yanalık, sözün biberlisini, küfürün sunturlusunu tutarlık tutamıyor mu kendini bazı şiirlerde? olabilir, olabilir ama bir başkasını ezecek olan bu aşırılıklar can yücel'de uçurtmayı havalandıran rüzgâr oluyor; dili varmıyor insanın bunlara dokunmaya. neden derseniz, can yücel en aşırı duygularını en soğukkanlı düzene sokmasını biliyor. düşünce coşkunluğunu biçimle, biçim düşkünlüğünü cana sesleniş ciğere gidişle, dil sarkıntılığını kafa olgunluğuyla gideriveriyor. o kadar ki insan sonunda, can yücel'in biçim ustalığını mı yoksa gönül cömertliğini, doğrudan yana doludizgin gidişini mi öveceğini şaşırıyor. merhaba biçim ve merhaba düşünce!

    can yücel, kendi şiirini söyler gibi çevirmiş bu her boydan şiirleri. cömertçe canını komuş başkalarının söylediklerine. ha sen söylemişsin ha ben der gibi. insanın insanla kaynaşması her zaman güzeldir. şairin şairle kaynaşmasında bir başka sıcaklık, bir başka aydınlık oluyor: bir dille iki dilin tadını almak, bir canla iki canın sevincini duymak gibi bir şey. bu cömert kaynaşma, bu dünyanın türküsünü benimseme gücü yok mu -ki can yücel'de var o- şairi şair eden tılsımı onda aramalı.
    ..."
hesabın var mı? giriş yap