• uçmayı deneyen hezarfen'in güvendiği belki de taktığı kanatlardan çok kalbindeki kırlangıçtır.

    uçuran da odur işte: hezarfen'in kalbindeki kırlangıç.
  • çorak bir arazideyim. what's eating gilbert grape filmindeki gibi leonardo'nun o kampçıları beklediği yerde. arnie'yle eğleniyoruz. dünyanın en güzel şeyi, leonardo'yla bir karede bulunmak. o gülse ve ben de gülsem. evet, böylesi güzel olurdu. leonardo bildiğim ama konuşamadığım o dilde güzel sözler söylese ya da rolünün gereği olarak saçmalasa ve ben de gülsem üzülsem yardım etsem, gelen kampçılara el sallasak. çok masumsun arnie çok. birlikte o çorak arazinin bitki örtüsüne sırtımızı versek, uzansak işte sırtıüstü. gökyüzü ne harikadır değil mi? gökyüzü dünyanın en güzel şeyi değil mi arnie?

    bulutlar neye benziyor? bulutlar bir güzel köpeğe benziyor, bir ejderhaya benziyor, bulutlar güzel gözlü bir kıza benziyor. bulutlar gidiyor, durdurmak mümkün değil. açık seçik bulutlar gidiyor. bulutlar bile gidiyor arnie, bulutlar bile.

    birlikte bisiklet sürsek, ben bisiklet sürmeyi bilmem ama sen arkama geçme, düşersek birlikte düşeriz bu defa kim kime yardım eder? sen düşsen de gülersin ama trafoya çıktığın gibi.

    bisiklete binmek şey gibi değil mi ya? özünü bulmaya gidiyorsun efsane bir terapi gibi, ayakların hunharca hareket ediyor bazen havalı havalı ellerini havaya kaldırıyorsun. "bu işi iyi bilirim" dercesine. özgürsün, yolda uçuyorsun. etrafındaki çorak arazi değişmiş arnie, gülmeye devam edelim. huzurlu bir gülümseme bu. uçuyoruz arnie, insan uçabilirmiş, öyleyse bulutlara da uçalım. bulutlar bize göre arnie. biz hakikaten güzeliz. biz bulutları kirletmeyiz ki. onlar yine pamuk gibi kar gibi bembeyazdır. çukurova'nın dikenli pamukları gibi değil ama en lüks haliyle pamuk gibi.

    bulutlardayız arnie, histerikler gibi gülebiliriz. çok zıplamayalım, bilmem bulutların canı acır. uzanabilir miyiz? dokunmak okşamak istiyorum bulutları. rüyamda hep uçuyorum. uçmadığımı gördüğüm gün çok azdır. rüyamda uçmuyorsam allah'la konuşuruz. o benim dert ortağım, arkadaşım. dağlara bakmak isterim bulutlardan, bulutlardan insanlara bakmak isterim. bir buluttan ötekine atlamak isterim. kuşların dilinden anlamak isterim. acıktılar mı susadılar mı korktular mı üşüdüler mi anlamak isterim. keşke izin verseler de serçeleri de sevsem. onlar benden korkuyor ben de onları korkutmaktan korkuyorum.

    ben küçükken, caminin bahçesinde yaralı bi serçe görmüştüm. her sabah annemle birlikte ezandan evvel uyanır serçeye yem verirdik. ıslattığımız ekmek içlerini de. ayaklarını da sarmıştık. üzerine ufak bir bez de örtmüştük dışarda üşümesin diye. çünkü hasta tüyleri onu ısıtamaz ki. uyuyor olurdu ben gittiğimde. severdim. o kadar yumuşak ki tüyleri. karnı pamuklardan da yumuşak. öptüm. unutamam. sonra o da iyileşince kaçtı, çok sevince bence herkes böyle. herkes çok sevince gider işte.

    içimizde bir hezarfen var, bir gün bulutlara ordan da zülcelale uçacağız.
  • "biz her şeye esirgeyen ve bağışlayan çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan hep esirgeyen ve hep bağışlayan allah'ın adıyla başlayan adamlarız anna"*

    yürüyorum. öyle çok yürüyorum ki alt bacak kaslarımın kasıldığını ve kramp girdiğini hissediyorum. oldukça tempolu bir yürüyüş içindeyim. adımların sıklığı hiç azalmıyor. etraf ıssızlaştıkça hızımı artırıyorum, koşuyorum. öyle çok koşuyorum ki nefesimin kesildiğini yavaş yavaş ağladığımı fark ediyorum. allah'ım ne büyük nimet. allah'ım ağlamak ne büyük nimet. içimdeki her kederli kelime, vücut ısımı artıran kederin ateşi tenimi yakarak dudaklarıma çenemin altına doğru iniyor. örtüm ıslanıyor. koşarken elimin tersiyle yüzümü siliyorum. yakıcı bir hisle, heyecandan ve kederden terlemiş ellerimle yüzümü siliyorum. ellerimle yüzümü silerken bir yandan da koşmak yoruyor, ivediyetle hızımı azaltıyorum. süratim düşüyor. adımlarım olağanlaşıyor, birileri görünüyor, kalabalığa karıştığımı görüyor ve daha ihtiyatlı yürüyorum. kirpiğim gözüme giriyor. aman allah'ım yine bu defa hüngür hüngür ağlıyorum. hiç ağlayamadığım kadar ağlıyorum lakin hiç yeri mi burası?

    ara sokaklara giriyorum hızla, nefes nefese kalmış vaziyette ıssız bir sokakta duruyorum. derin nefes alıyorum en nasir ya vasi'nin izniyle. inşirah'ı okuyup yoluma devam ediyorum. çok yürüyenler bilir, uzun yürüyüşlerin ardından ayaklarınız istemsizce yürümeye devam eder. hızla. sanki bir yürüme bandıydaymışçasına. mütemadiyen.

    bir bakıyorum ki evime çok yakın, pek yakın bir parktayım. isimsiz tek park burası. burası güneş'in alnını dayadığı bir park. çocukların ağlaya ağlaya gelmek istediği güzel parklardan değil. salıncaklar eski, kaldırımı eski, halk pazarına giderken kullanılan türk usulü bir yol kestirmesi. sadece uğramak zorunda kalanların gitmek zorunda kaldıkları bir yol üstü mekanı.

    https://www.youtube.com/watch?v=-q1tbrc8hjo

    hatalarımı fark ediyorum, belki zerre miskal. en'am suresine sığınıyorum. imam maverdi'nin nakline göre hz. isa'nın "kul rabbini imtihan etmez./ imtihan yalnızca allah'ın hakkıdır." meselesini es geçişlerimi hatırlıyorum. hatırladıkça ezilip büzülüyorum. güçlü durduğumu söylerler ama mesele böyle noktalara gelince "acziyetimi" görüyorum. yürümeye mecalim kalmamış. en'am 162'nin sahibine sığınıyorum.
  • kafes içindeki uçuş'tan kasıt hezarfen'in kalbindeki kırlangıç olmak heralde.

    keder renkli kadife sesten

    ben içimdekileri bulaşık yıkarken anlatıyorum kendime. önce en temizleri yıkayarak başladığım el işçiliğinde; kendi başınalığın sohbetinde önce en yüzeysel dertlerimi anlatıyorum. konu ne ara böyle şeylere geliyor onu da açıklayamıyorum kendime. ufak bir leğenin içinde su israf olmasın diye köpürdükçe köpüren bulaşıkları yatsı ezanına kalmadan yetiştirmenin telaşıyla yıkarken, ocakta çay kısık ateşte fokurdadıkça benim de içim öyle alev alıyor, benim de içimde bitiremediğim meseleler öyle kaynıyor. zeigarnik etkisi diyor batıdakiler buna; doğudakilerse "hüzün".
  • ben ne zaman seni üzsem kalbimi çok kırıyorum. uçmaya lanet ediyor bir kısım kuşlar.*
  • bulutlar her nevî canlıyı çağrıştırıyor. küçükken en sevdiğim şeydi, bulutları izlemek. gerçi hala öyle. hala bulutları ejderhalara, kedilere, gülümseyen teletabilere, rüyamda gördüğüm siluetlere, insan yüzlerine ve kimi zaman da bazı harflere benzetirim; bilhassa arapça. belki de rabca olana benzetiyorum. her şeyde bir öz arama gayretim daha ufakken içimdeymiş belki de.

    bir yeşilliğe tüm endişelerimi kenara bırakarak uzanırım, ellerimi başımın altında bağdaştırır, gökyüzünü izlerim. ince, dağınık bulut izlerine bakarım; gökyüzünün ince maviliğine bakarım. ölümün rengine bakarım. çünkü insan ölünce zülcelal'e uçar; kalbindeki hezarfenle birlikte. kalbindeki hezarfen; hayatının türlü pisliği içinde temiz kalabilmiş tek arkadaşıdır. belki ilahıdır. insan, geldiği yere gider. insan kalbindekine gider. benim gönlümdekine gönlümdekiyle giderim. ölümün rengi, ince mavi; bol bulutlu yerlere.

    ben bu yazıları kendime yazıyorum. bu yazıların hepsi, bu başlıktakilerin hepsi kendime. okuyup kendimi motive etmek için; bu zelil hayattan kurtulacağıma olan inancımı hatırlamak için ve yine kendime bildiklerimi hatırlatmak için. kimse okumayacak bu kenarda kalmış olanı, ben canım istediğinde bakacağım.
    bulutlara dokunacağım; kadife yanında sert kalır, öyle güzel ki. çiçekler gibi... çiçek gibi bulut. dokununca sahipleniyor; olur da biri bana, fıtratıma zarar verecek olursa pamuk gibi özündeki dikenleri çıkarıyor. fıtrat-ı müdafaa'ya giriyor bunlar. fıtrat-ı müdafaa ve muhafazaya giriyor.

    yaşama sevincimi kaybetmeden evvel, elhamdülillah bundan bir yıl öncesine kadar yani, yürürken şarkı söylerdim. yani mırıldanırdım. ruhumu ferahlatanın o olmadığını hatta bu dünya üzerinde hiçbir şeyin olmadığını yeni yeni anlamaya başladım. insan büyüyor, zamanla değil acıyla. belki zaman acı demektir; öyleyse zamanla. ama muhakkak acıyla. ben de büyüyorum. iyi bir şey mi tam seçemiyorum. ihtiyarlamak, gençleşmek, büyümek, çocuklaşmak iyi bir şey mi ayrımına varamıyorum. sevilmek iyi bir şey mi bilemiyorum. bir yılda neler değişti, yalnız takvimde sayılar ve kimi harf kombinasyonları değil ben ve fikir dünyam da.

    aklımda şiirler var. şiirler, akan sudan, durgun güneşten, renkli çiçeklerden, şeffaf bir yürekten lacivert gökyüzünden ilham alınarak yazılmış topraklardır. her şiir bir coğrafyadır. kimisi gönlünün denizini kurutur, kimisi de kurak topraklarına can verir. böyledir işte şiirler.

    yakında ölüm yıldönümünü anacağım ilhan berk'in bir şiirini anımsıyorum, ki çok severim... bir kadına okunacak en güzel şiirdir. bir kadına... hayır bir insana. bir gönle edilecek duadır.

    üç kez seni seviyorum diye uyandım
    tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim
    bir bulut başını almış gidiyordu görüyordum.

    sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün.

    sokağı balkonları yarım kalmış bir şiiri teptim
    sıkıldım yemekler yaptım kendime otlar kuruttum
    -taflanım! diyordu bir ses duyuyordum.

    cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün.

    kalktım sonra bir aşağı bir yukarı dolaştım
    şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim
    karanfil sakız kokan soluğunu üstümde duydum.

    eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun.

    cumhuriyetin ilk günleri güzel miydi bilmiyorum, kanaat getiremiyorum ama yüzün her daim güzeldir, yüreğin kadar. bir başak boyu kadar ayrımı var... başak boyu ayrımı, başını önüne eğmenden; doluluğundan. vakur halinden... tahavvülün hep aynı mercide. insanın gönlü hep aynı şeyi mi zikreder? taflanım! diyordu bir ses duyuyordum... duyuyordum da, duyuyordun da... senin yüzün sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi, şiir öyle diyor; toprak öyle söylüyor. sabahın bulutlarından düşmüş gibi. berrak, aydınlık. bana allah'ı anlatan bir yüz seninki. bana hep beni anlatan bir yüz. işte bu yüzden "ben ne zaman seni üzsem kalbimi çok kırıyorum uçmaya lanet ediyor bir kısım kuşlar." anlıyor musun? düştüğün sabahın bulutlarında, selam ettiğin tüm kainat varlıkları bir protesto içinde devam ediyor yaşamaya...

    ben seni üzdüğümde kalbimi de çok kırıyorum. içimdeki kırlangıç, kırık dalların içinde çırpınıyor; bir dayanak bulamaz oluyor. uçmak için kinetik enerji sarfiyatına girişemiyor. uçtu diyorum; uçtu kırlangıç. epey oldu diyorum... sana içimi döküyorum. "sana içimi döksem birlikte toplar mıyız?" her şey dağınık kalıyor. kalsın, hepsi hatıradır. bakar, anlarım döktüklerimin sana saçıldığını. bilirim. bilirsin.

    unutuyorum, unutuyorum, kalıyor sonra ne kadar iyi olduğun...
  • o'ndan gelip, o'na gitmek...

    bu ilginç bir ifade, şöyle de denebilir; hayy'dan gelip hu'ya gitmek...
    türkçenin dil bilgisi bize şöyle söyler; hal ekleri vardır ve -den; ayrılma halini, -e yönelme ekini, -de bulunmayı ifade eder.

    o'ndan gelip.. -dan... yani o'ndan ayrılmak söz konusu... mümkün mü? şah damarından yakın olandan ayrılmak... o'na gitmek. -e... yani tekrar bir yakınlık söz konusu. tekrar... işte burası önemli. dünyada (-da, bulunma) o'ndan... -dan... ayrıldığımızı fehmedemiyoruz. fehmedemiyorum.

    bulunduğumuz hal dünya üzerine. -e... ona doğru... onda. -da... bulunma hali. bulunduğumuz hal, haşrolunduğumuz hal olur mu?
  • kemal sayar'ın ruknettin'in kalbi için kehanetler şiirinin
    "hayret etmiş olmalısınız, kalbim
    hezarfen misali havalanınca."
    mısralarından mülhem bu başlığı unutmuşum.

    bu şiirde şairane birçok dize daha vardı muhakkak ama "acıdan çatlamış kalbi"
    "kör bir kızın sağır saçları" gibi ifadeler tam da şiirin ruhuna uymuştu, yani o şeyle ne yapılamazsa onun şiir olduğunu anlatan mısralardı. "eve dön, eve dön" yakarışı kimden kime bilemiyorum ama elbette esas sahibinin özel olduğunu düşünüp bir zanla yaklaşıyorum. yine de bu zanna sarılmamak için sayar'ın otoban şiirini henüz lisans öğrencisiyken yazdığını hatırlayıp belki de hiç ilgisi yoktur diyorum, onun tamamen onun olduğunu düşünmemek için bir güçlü sebep bulamıyorum. her halükarda enfes bir şiir. şeyh galib'e kulak verip bunun kimden değil nasıl zuhur ettiğine bakmak lazım diye temmete erdiriyorum.
hesabın var mı? giriş yap