• hikayeyi giden değil; kalan bitirir.
  • hirai zerdüş’ün tekli çalışması.

    söz & müzik: hirai zerdüş

    mix: burak usluer
    gitar: murat kanbal

    ruken bayram & fadullah sülüç imzalı klibi buradan izlemek mümkün.
  • insan hayatında olan veya olma ihtimali bulunan, olacak kanısı uyandıran olaylan belli bir hacim içinde anlatan metinlere denir. hikaye, kısa olduğu için kolay okunan ve sevilen bir türdür ve daha çok hareketten hoşlanan insanlara hitap eder. hikayenin en önemli malzemesi insandır. insanın olduğu her yerde hikaye vardır, insani olan her şey hikaye konusu olabilir. az da olsa, başka varlıklar da hikayenin konusunu teşkil edebilir. hikayeyi, romanın kısa bir bölümü olarak da düşünebiliriz. roman çok katlı bir apartman ise, hikaye tek katlı müstakil bir ev gibidir.
  • klibinin the blaze'in territory şarkısının klibinden arak olduğunu düşündüğüm adamlar şarkısı.
  • orhan pamuk'tan bir alıntı yapmayı planlıyordum ama aklımda kalan o sözü hangi romanında yazdığını bir türlü hatırlayamıyorum. (çok sarhoşum.)

    hikaye okumaktan, hikayelerin güzelliğinden söz ediyordu. başkalarının hikayelerini okuyarak, kazıyarak sonunda kendi hikayemizi yaratabileceğimize dair -umuda benzeyen- bir şey vadediyordu.

    ben de hikayeleri okudum -gücüm yettiğince. karanlık bir odada, sarı badanalı tren istasyonlarında, herkesin bir patlamadan kaçar gibi koşa koşa terk ettiği son duraklarda, hiçkimsenin kullanmadığı üst geçitlerde, parklarda ve kaldırım kenarlarında okudum.

    trende, vapurda, otobüste, bayramlaşmaların uzak bir hatıra gibi yankılandığı kirli bekar odalarında okudum. soğuk çayı, soğuk havayı, hal-i pürmelalini gözyaşları içinde anlatan insanları derin bir nefesle içime çekip -arzuhalcilerle birlikte- okudum.

    omzuma düşen bir baş üzerinden, göğsümde bir çocuğu uyuturken, bir ağacın dibinde yalnızken ve tabii sidik kokan alt geçitlerde yürürken okudum.

    hala gidecek bir yerim yok, pek umut da yok. (hikaye anlatıcılarına içelim!)
  • son 6 ayımın fon müziği olmuş adamlar şarkısı. her gün en az 10 kere dinleyip hala aynı keyfi alıyorum. farklı ve güzel. klibi başta bi cringe yaşatsa da sonradan alışıyosun. saçma sapan kopmak lazım bazen. tıpkı klibindeki gibi.
  • hayatta gidilen yolun bıraktığı iz.

    kendilerinden öte hikayelerini sevdiğim insanlar oldu. başına gelenlere, karşılaştıkları iyi/kötü durumlara karşı tavırları, halleri, kendinden bağımsız olaylarla beraber yaşama tarzları, kendi iplerini kendi ellerine almadaki mücadeleleri..

    hikayeleri dinlemeyi, hikayelere tanık olmayı sevdim, insanları değil.
  • klipteki damda dans sahneleri bana direkt territory klibinin damda dansını çagrıştırdı.* fazlasıyla territory. ama parça kendine has, nakarattaki kekremsilik hariç enerjik ve eğlenceli.

    dağılsııııııııııın!
  • sanki bazı hikayeler birçok kez anlatılmalı, bazı hikayeler her zaman söylenmemiş gibi kalmalı.
  • insanlar küçülüp noktalara dönüşürken zihnimde olayların önem sıralaması da karışıyordu. huzurlu bir kaos oluşmuştu içimde. günlük sorunlardan ve sorumluluklardan çok ötede bir yerde yaşamı sorgulama şansı bulmuş gibiydim. her şey çok berraktı ve zihnim sorularıma cevap vermeye son derece hevesliydi. insanlarla birlikte geçmişime dair olaylar da irili ufaklı noktalara dönüşmüştü. her ne kadar birbirlerinden bağımsız dursalar da şimdi yüksekten bakıp noktaları birleştirdiğimde anlamlı bir bütün haline geliyorlardı. zihnim kelimelerin prangasından kurtulmuştu, herhangi bir dilde herhangi bir kelime ile ifade edemeyeceğim bir şey yaşıyordum. neden bu kadar güzeldi uçmak? rüzgarı bedenimin her zerresinde hissederken yere çakılma korkum tamamen yok oldu. dünyaya huzurlu bir kaos hakimdi.

    bazı insanların uçmaya hevesli bir şekilde doğduğuna inanıyorum. fakat bu yetenek son derece azımıza bahşedilmiş durumda. kim bilir onlardan biri bir gün evinin balkonunda kahvesini yudumlarken birden aşağı bakmaya karar vermiş ve mantığını bir süreliğine –ve son seferliğine- devreden çıkarmış, kendini aşağı bırakıp rüzgarı iliklerine kadar deneyimlemeyi istemiş olabilir. bu sadece bir ihtimal. uçmanın vereceği hazzın farkında olanların hazin sonu.

    bense bugüne kadar hep aşağı bakmaktan korktum. belki de yüksekliğin ruhumu ele geçirip bana yanlış bir şey yaptırmasından korktum. diğer insanların isteklerinin dışında pek bir isteğim olmadı şimdiye kadar. fakat içten içe bu isteklerimin hepsinin gerçekleşmesi halinde bile mutlu olamayacağımın, zihnimdeki düğümleri çözemeyeceğimin hep farkındaydım. huzurlu olmanın beni mutlu etmeyeceğini biliyordum. yeryüzünden gitgide yükselirken beni mutlu edecek şeyi de bulmuş oldum.

    yeryüzünün ve zihinlerimizin çok ötesinde bir yere götürüldüm uçmayı ilk deneyimlediğim gün. kocaman bir amfinin içindeydi milyarlarca insan. tanıdığım ve tanımadığım tüm isanların bilinçaltlarının kendi bedenlerinde somutlaştırıldığı bu yerde ufak bir korku dalgası vücudumdan gelip geçtiyse de yüzleşmekten korkmamam gerektiğini biliyordum. bilinçli bir şekilde bilinçaltımdaydım o gün. dayanılmaz acılarla dolu fakat tüm cevapları barındıran bir yerde.

    – -

    zamanın lineerliği canımı sıkıyordu. günden güne uyku saatlerim artıyordu. kendi kendime terapi yapmanın da ötesine geçmiştim ve cevabı başka insanlara bağlı sorularıma onların bilinçaltlarında cevaplar toplamaya çalışıyordum. o günlerde ne yaptığımın tam olarak farkında mıydım, emin değilim. tek bildiğim benliğimi tam olarak bütünleştiremedikten sonra yapacağım herhangi bir eylemin amaçsız olacağıydı. benliğimi bütünleştirmem de çözülmemiş problemlere cevaplar bulmamdan geçiyordu. fakat uyumadığım her an zamanın tek yönde akmasına yönelik oluşan öfkem artıyordu.

    her gece –ve artık gündüz- başka birinin yanında buluyordum kendimi. kimi görüşmelerim kısa ve anlamsız geçiyordu. fakat bu kısa görüşmelerimin bile beni biraz daha iç huzuruma yaklaştırdığının farkındaydım. farklı bedenlerde, farklı olaylar sonucu kaybettiğim parçalarımı topluyordum, tahminimden daha fazla kırıklarım vardı. insanın tamamen bütünleşmesinin ne kadar zor olduğunun bilincine varmıştım.

    – -

    yapılan her görüşmeyle birlikte neye hazırlandığımın farkındaydım. puzzledaki ufak ayrıntıları barındıran parçaları yerlerine yerleştirirken en büyük ve en önemli parçanın hala eksik olduğunu, zorlu bir görüşmeye hazırlandığımı biliyordum.

    büyük başarılar, büyük yetenekler insanı korkaklaştırıyor muydu yoksa tek korkan ben miydim bilmiyorum. ama bir gün uyuduğumda buraya, “rüya oluşturma merkezi”ne bir daha gelememekten delicesine korkuyordum. sonuçta görüntüdeki en büyük parça hala eksikti ve insanların kafasını karıştırmak bana değişik bir haz veriyordu.

    “rüyamda seni gördüm”, “rüyamda bana şunun cevabını verdin”, “rüyamda gördüm, bir arayayım dedim.”… son zamanlarda sık duyduğum cümlelerden bazılarıydı bunlar. bu sırrı biriyle paylaşmamaya son derece kararlıydım. hikayemin sonunun akıl hastanesinde veya bir deney merkezinde sonlanmasını istemiyordum. anlam veremediler. insanlar korktukları şeyleri ‘tesadüf’ diye nitelendirdiklerinde korkuları azalıyor ve kendilerini olayların gizemini çözdükleri yönünde kandırmış da oluyorlar. tüm bu konuşmalar beni içten içe güldürüyordu ve rahatlamaları için onları onaylıyordum.

    – -

    zaman akarken bir sabah hazır olduğumun farkında bir şekilde uyandım. cevaplanmamış en önemli sorumu cevaplamanın, en büyük eksik parçayı yerine yerleştirmenin zamanı gelmişti. allak bullak bir gün geçirdim. bir dönem için rüyalarımda ve kabuslarımda kaçamadığım kişi ile o gün kendi bilincim dahilinde bir yüzleşme yaşayacaktım. değişik bir alemde buluştuğumuz o günler geldi aklıma, hep mutsuz uyanırdım. çünkü hepsinin sonunda rüyamın bitişiyle yok olurdu s.. sanırım s. çözmek istemediğim tek problemdi. onunla yüzleşmek onun anılarımı terk etmesine sebep olacak diye inanılmaz bir korku yaşıyordum. fakat bilinçaltı ile buluştuğumda vereceği yanıtları da merak ediyordum ve ilk kez birine karşı bunu yanlış kullanmak üzere olduğumun farkına vardım. ya onu istediğim şekilde yönlendirirsem? buna hakkımın olmadığını biliyordum fakat cevaplarının beni tatmin etmeme ihtimalini düşündüğümde kendimi kendime haklı çıkarmayı başarıyordum.

    uzun ve yağmurlu bir gündü ve hazır olmadığımı anlamama yetmişti. duygularım mantığımı esir etmiş gibiydi, farklı insanlarda s.’den parçalar aradığım anlar geçiyordu gözümün önünden. onu yaratan ben olmak isterdim diye düşünürdüm hep. farklı şekillerde denedim bunu. bazen resimlerime model oldu bazen yazılarımda uzun uzun betimlediğim bir adam. asla onunla olmanın hazzını vermedi ama bana. onunla son görüşmemizde yaşadığımız diyalog farklı sonlarla defalarca rüyalarıma girdi, henüz onları kontrol edemediğim zamanlarda. bu görüşmeyi farklı kılan bu kez kendi bilinçaltımın oyunu değil, onun zihninin derinliklerinden gelen bir görüşme yaşayacak olmamızdı. ihtimaller bedenimin her yanını tırmalıyordu. kendimi bu derece zayıf hissettiğim çok az an olmuştur.

    uyumamak için çetin bir çaba göstermem gerekti. kendimle savaşıyordum ve yenilenin kim kazanırsa kazansın ben olacağını fark etmeye başladığımda kendimi uykunun ellerine teslim ettim. o gece kontrolümü kaybetmiş bir şekilde s.’nin karşısında buldum kendimi. çok fazla zayıf anıma şahitlik etmişti fakat en kötüsü şüphesiz buydu. diğer görüşmelerimden çok farklıydı. onu gördüğüm anda kendimi kollarına attım ve burada, bu şekilde kalmamız gerektiğini düşündüm. çünkü bilinçaltında kendimi göreceğimi biliyordum. bedenim eski bir alışkanlık gibi karşıladı s.’yi, hiç tepki göstermedi ve hemen kabul etti.

    aklıma s.’nin yanımda uyurken gördüğü kabuslar geldi ve ilk sorumu sordum: “hala kabus görüyor musun s.?”. yaratıcı içgüdülerim annelik içgüdülerine dönüşmüş gibiydi. ben yokken kötü bir şey yaşamadığına inanmak istiyordum. görüntüsü gerçek dünyadakiyle tamamen aynı değildi. s.’nin olmak istediği kişi bu mu acaba, diye düşünmeden edemedim. “eskisine göre çok daha az” diye gülümseyerek cevapladı sorumu, eski bir dostunu gördüğünde oluşan parıltılardan vardı gözlerinde. eskiden onu asla huzurlu hissettiremediğim ve bunun aramızdaki en büyük engel olduğu aklıma gelince gözlerim doldu. omzunda hafifçe hıçkırarak ağlamaya başlayınca huzur dolu gözlerini endişe kapladı ve başka bir yere gitmemizin daha iyi olacağını söyledi. yüksek bir yerden aşağıya bakmak uçmaya başladığımdan beri benim için bir korku olmaktan çıkıp, bir hobi haline gelmişti. kocaman bir binanın tepesinde yan yana oturmuş, ufka bakıyorduk. bana giydirmeyi seçtiği elbiseye baktım ve üstümde görmeyi seçtiği şeyler beni hiç şaşırtmadı, gülümsedim. görüşmemiz beklediğimden daha huzurlu geçiyordu. sormam gereken sorular çoktan aklımdan çıkmış, ona odaklanmıştım. acelesi yok diye düşündüm. o, bana sarıldığında sevdiğim tüm insanlar aynı anda yanımdaymış gibi hissediyor olmamın normal olmadığını keyifle düşünüyordum. sabah rüyasında beni gördüğü için mutlu uyanacağını hayal edip yeni bir başlangıç heyecanı yaşıyordum. şüphelerim mutluluğumun koşulsuzluğu ile oynamaya devam ediyordu yine de. s.’ye beni hala sevdiğini ispatlayabilir miydim? sorularım ve şüphelerim huzurumun tamamen yok olmasına yetti. kucağına uzanmıştım, zamanın lineerliğinden uzak bir şekilde birbirimizi izliyorduk. o yüzden ne kadar sürdüğü konusunda bir fikrim yok. fakat birden bu mutluluk verici sahneyi bölecek bir soru sordum: “beni hiç sevdin mi s.?”. soruyu sormamla başımın dönmeye başlaması bir oldu. her şey ufalıp tekrar büyüyor ve s.’nin yüzüne odaklanamıyordum. yarattığım senaryo ayaklarımın altından çekiliyor gibiydi. korkunç bir kabusun içine mi çekiliyorduk? sorduğum soru mu sebep olmuştu buna yoksa yüzleşmeye hazır olmadan mı çıkmıştım karşısına? belki de o büyük ve önemli parçayı hiçbir zaman geri alamayacaktım. belki her şeyi düzeltmem mümkün değildi. belki onun benden aldığı parça sonsuza kadar yok olmuştu. ayağa kalktım ve bu rüyanın bitmesi için aşağı atlamam gerektiğini düşündüm. düşersem uyanırdım. uçmak kadar keyifli olmayacağının farkındaydım fakat yapmam gereken oradan kaçmaktı. çünkü içimde her şey parçalanmaya başlamıştı bile. defalarca attım kendimi o tepeden fakat uyanmak yerine tekrar aynı sahnede buldum kendimi. takılmış bir plak gibiydim, korkunç bir anın içine hapsolmuş ve çıkışı göremiyordum. tüm bunlara s. sebep olduysa belki beraber yapacağımız bir atlayış bu anın sonunu getirir diye düşündüm. ellerinden tutarak aşağı atlamamız gerektiğini söyledim. s.’nin huzurlu bakışları tıpkı eskisi gibi endişeli bakışlara dönüştü. onu hiç şaşırtmadığımı fark ettim üzülerek. ben, hep böyle kalacaktım. atlamak istemiyordu fakat yapmak zorundaydık. elinden çektim onu ve aşağı bıraktık kendimizi. o, düşerken gözlerine baktım ve bu bakışlar beni olduğumdan daha zayıf hissettirdiği için uçmayı seçtim. artık farklı düzlemlerde olduğumuzu hissederken daha önemli bir şeyin farkına vardım: tamamen bütünleşmiştim.
hesabın var mı? giriş yap