29 entry daha
  • bir imkansızın hikayesi
    gözlerimi açtığımda, yüreğimdeki o ince ama derin sancıyı tekrardan hissettim. unutmamış olmanın verdiği mutlulukla yataktan kalkıp, kahvemi doldurdum. sahi, gittiğinden beri, çay içmez olmuştum. oysa ne çok severdim eskiden. gözlerimi kapatıp, kendimi televizyondan gelen anlamsız cızırtı seslerine bıraktım. yine başlıyordu, yine gözlerimin önünden tek tek kareler, bir film şeridi gibi geçip gidiyordu...
    henüz 21 yaşındaydım, üniversitede okurken, aynı zamanda yarı zamanlı bir işte çalışıyordum. isteyerek başlamamıştım, bana kalsa arkeoloji okurdum. ailemin de baskısıyla, işsiz kalırsın dikteleriyle, tıpı seçmiştim. dersler pek de umurumda değildi açıkçası, hatta ilk sene sınıfta bile kalmıştım. ailem de para desteğini sınıfta kaldığım için kestiğinde, bir işe girmiştim. okulu kırıp işe gittiğim de oluyordu bazen, patronla aramız iyiydi. bir gün, bana ortaklık teklif etti, hem tam zamanlı çalışırsın, hem devamlı aşçımız olursun şeklinde bir öneri sundu. kabul ettim. okulu 2.sınıftayken dondurdum, kafeye ortak olup tam zamanlı çalışmaya başladım. ailemin haberi yoktu, söylemeyecektim de zaten. amacım para kazanıp kendi dükkanımı açmaktı, ortak da olsak, çoğunluk hala patronun elindeydi, ve hala çok çalışmam gerekiyordu. 1 yıl bu şekilde geçti, hem aşçılık, hem de ara sıra paket dağıtmaya çıkıyordum. akşam dükkanı temizleyip kapatıyordum. bir gün bir kermes gördüm, okul için bağış toplanıyordu. aklımda birkaç ışık yanıp söndü, düşüncelerim resmen akıyordu. hem dükkanın reklamı, hem de çevredeki kafelerden müşteri çekebilme ihtimali oldukça güzel ve kazançlı duruyordu. o gün akşam, oturup düşündüm. aklıma konu için parlak bir fikir gelmemişti. sosyal medyada dolaşırken, kanser hastalarına peruk yapılması için saçını bağışlayan birini gördüm. işte bu dedim içimden, neden olmasın? kanser hastalarına saçını bağışlamayı kabul edecek, ve bir şeyler satın alarak peruk yapım ücreti için katkı sağlayacak kişiler olacaktı kermesin amacı. ertesi gün koşa koşa patronun odasında aldım soluğu, fikrimi anlattım. çok güzel bir fikir demişti, kermese özel başka ürünler de satışa çıkarabiliriz diye ekledi. bir kuaförle konuşmak da mantıklı olur dedim, saçlarını bağışlamak isteyenlerin saçlarını keser. olur dedi, sor bakalım birkaç kuaföre, kim kabul edecek? paket dağıtmaya çıktığımda birkaç kuaförle konuştum, nurgül abla kabul etmişti. kuaför tamamdı, patrondan izin de almıştım, geriye bu işin reklam kısmı kalıyordu. afiş asmayı düşündüm, ve kendi sosyal medya hesaplarımdan paylaşıp arkadaşlarıma haber verdim. afişleri bastırıp sokak lambalarının direklerine, bizim kafeye, bulduğum her boş yere astım. müşterilere de kendim söyledim, çok heyecanlıydım. kermes günü gelip çattı, üniversiteden arkadaşlarım, bazı müşterilerimiz, ve tanımadığım insanlar katıldı. yiyecekleri biz hazırlamıştık, masalarda hepsi düzenli bir sırayla alıcılarını bekliyordu. nurgül ablanın kuaför koltuğunu ve masasını getirmiştik, o da bekliyordu ziyaretçileri. oldukça güzel bir katılım sayısıyla, gün ortasına doğru zaman geçiyordu. sarma tezgahının başında beklerken, bir kız geldi. gördüğüm anda dilim tutulmuştu, beni büyülemişti. ayağa kalktım, buyurun, hoşgeldiniz dedim kekeleyen bir sesle. sarma almak istediğini söyledi, ve saçlarını nerede kestireceğini, bağışlamak istediğini belirtti. nurgül ablanın yerini gösterdim. gülümseyerek teşekkür etti, nurgül ablaya doğru yürürken beline uzanan kızıl saçlarına takılıp kaldım, ta ki başka bir müşteri gelene kadar. porsiyonu ne kadar sorusuyla irkildim, ve kızı unutup işe devam ettim. akşam patronla buluştuk, karı hesaplayıp işleri hallettik. çok yorgundum, nurgül ablaya ne kadar saç bağışlandı diye sormadan evin yolunu tutup, yatağıma uzandım. sabah dükkandan önce nurgül ablaya uğradım, ne kadar saç kesildi diye sordum. 100 kişi geldi dedi gülümseyerek, kolilere koyduğu saçları gösterdi. hepsinin peruk yapılmasını istediğimizi söyledim, ücreti konuştuk, kabul edip dükkanın yolunu tuttum. ocağı yakıp işe başlayacaktım ki, kızıl saçlı biri girdi içeri. garson henüz gelmemişti, siparişini almak için oturduğu masaya gittiğimde, yüzü beni afallatmıştı. dün gördüğüm kızdı, şimdi yine gülümseyerek bana bakıyordu. çehresine baktıkça kendimden geçtiğimi hissediyordum, ama bunun sebebini henüz anlamamıştım. kahvaltı tabağı istediğini söyledi, donup kaldığımı farketmiş olacak ki, dalgınsınız sanırım, dün biraz yoğun geçmiş olmalı, ne istediğimi sormadınız bile dedi. haklıydı, yorgundum hala. afedersiniz dedim, hemen hazırlıyorum. mutfağa geçip tabağı hazırlamaya başladım, ama hala şaşkındım. neden geldiğini düşünüyordum hala. o dalgınlıkla ve düşüncelerimle boğuşurken, yanlışlıkla elimi kestim. alışıktım, bir peçete alıp sildikten sonra yıkadım. ecza dolabından bir yarabandı alıp parmağıma alelacele doladıktan sonra tabağı hazırlamaya devam ettim. garson gelmişti, tabak da hazırdı. kendim götürmek istemiştim, kızın yanına gidip servis ettim. teşekkür ederim dedi, kulağına kadar kısalan saçlarını ancak farketmiştim. afedersiniz dedim, dün kermese gelip saçınızı kestirdiniz mi? evet dedi gülümseyerek, hatta size sormuştum yerini. hatırlıyorum dedim, kermesimize katıldığınız için teşekkür ederim deyip mutfağa geri döndüm. diğer müşteriler geldikçe, aklımdaki düşünceler yerini yetiştirmem gereken yemeklere bıraktı. aradan 1 hafta geçti, kızı neredeyse unutmuşken, markette karşılaştık. uzanamadığı raftaki paketi alıp ona uzattım. biraz şaşırmış gibiydi, masmavi gözleriyle anlamsızca baktı yüzüme. sizi bir yerden tanıyorum sanki dedi. gülümsedim, evet dedim, kermeste karşılaşmıştık. ha evet, hatırladım dedi. burada mı oturuyorsunuz diye sordum, evet diye cevapladı, kafeye birkaç kez daha geldiğini, ama beni göremediğini söyledi. mutfaktayım genelde dedim, bazen de paket dağıtmaya çıkıyorum. anladım dedi, iyi akşamlar deyip ayrıldık. eve gidip yatağıma uzandım, ve ismini bile bilmediğimi farkettim. canım sıkılmıştı, düşüncelerim beynimi kemiriyordu. ailem okulu sorup duruyordu, bıraktığımı bile söyleyememiştim. işler iyi gidiyordu ama, bu kızın bilinmezliği ve ailem beni bunaltıyordu. düşünmemek için dışarı çıktım, bir çay alıp sahil kenarına oturdum. çöken karanlığı seyrederken zihnimi boşaltmaya çalıştım, her ne kadar başaramayacağımı bilsem de. 2 gün sonra düşüncelerimde haklı olduğumu anladım, ve ailem çalıştığım kafeye geldi. hoşgeldiniz faslından sonra babam buz gibi okulu bıraktığını neden söylemedin dedi, gidip öğrenci işleriyle konuşmuşlar, ve okulu dondurduğumu öğrenmişlerdi. olanları anlattım, dükkana ortak olduğumu, iyi kazandığımı, kendime ev tuttuğumu söyledim. zaten tıp okumak istemiyordum diye ekledim, para biriktirip kendi dükkanımı açacağımı anlattım. kabul ettiler, etmeseler de zaten dinlemeyecektim. kafamı dağıtmak için çatı katına çıkıp camı açtım, çektiğim sigara ciğerlerimi doldururken elinde iki çayla o kız geldi. artık onunla denk gelişlerimizde şaşırmıyordum, neredeyse her yerde görüyordum. nasılsın dedim, teşekkür ettim çay için. o da ailesiyle sorunlarını anlattı, ben de biraz bahsettim. sanki çok eskiden aşinaydık birbirimize. çayı bitirdikten sonra aşağı inmem gerektiğini söyledim, kolay gelsin dedi. tam merdivenleri inerken kafamda bir şimşek çaktı, hala kızın adını sormamıştım. tekrar yukarı çıkıp sordum, bu arada adın ne dedim. güldü, sahiden ya dedi, o kadar karşılaştık, konuştuk ama hala adımızı bilmiyoruz. ben selin dedi, ben de murat, memnun oldum diyerek elini sıktım. bu akşam sahilde yürüyelim mi, tanıdığım çok güzel bir köfteci var dedim. mustafa usta mı dedi, evet dedim gülerek, duymayan kimse yok herhalde diye ekledim. olur, ben de gitmeli uzun zaman olmuştu, deniz kokusu iyi gelir bana da dedi. akşam 8’de sözleştik, ve işime geri döndüm. ama odaklanmak ne mümkün, selin hanım çoktan dikkatimi dağıtmıştı bile. akşam erken çıkacağımı söyleyip 7’de dükkandan ayrıldım ve yola koyuldum. eve uğrayıp üstümü değiştirdim, en sevdiğim parfümümü sıkıp sahile yürüdüm. saat tam 8’de köfteci mustafa’nın taburesinde oturuyordum. selin’i beklerken bir çay söyledim ve denizi seyrettim.10 dakika sonra gelmişti, ayağa kalkıp elini sıktım, hoşgeldin dedikten sonra oturduk. köfteleri söyleyip sohbet etmeye başladık, arkeoloji okuduğunu söyledi. gözlerim parlamıştı, sahiden mi diye sordum. evet dedi. hayalimi anlattım, benim de eskiden arkeolog olmak istediğimden bahsettim. üzülmüştü, sağlık olsun dedi. öyle diyerek konuyu kapattım. yemeğimizi yedikten sonra sahil boyunca yürüdük sessizce. saat 10’a geliyordu, ailem merak eder diyerek vedalaştı. gitmeden önce durdurdum, bir daha ne zaman buluşuruz? diye sordum. gülümsedi, bilmem, bakarız diye kaçamak bir cevap verdi. numaranı alabilir miyim dedim, hem yarın bir planım var, ondan bahsederim. ne planı dedi, sürpriz olsun o da dedim muzipçe. tamam dedi gülerek, numarasını aldım. eve vardığımda yarın sabah 10’da kafeye gelir misin diye mesaj attım, tamam dedi. nurgül ablayı arayıp peruğun hazır olup olmadığını sordum, hazır dedi ve gidip aldım. kızıl saçları ne güzel görünüyordu öyle. onun saçlarından yapılan peruğu aldım, sokağımızdaki lösemili kızın evinin kapısını çaldım. ailesine olayı anlattım, büşra’ya bir sürpriz yapmak istiyorum dedim. kabul ettiler, yarın 10’da kafeye geleceklerini söylediler. teşekkür edip ayrıldım, günler sonra rahata kavuşmuştum. aileme durumu açıklamıştım, işler iyiydi, selin de çok mutlu olacaktı. mutlu uyudum, sabah dinç şekilde kalkıp kafeye gittim. selin tam 10’da gelmişti, beraber çay içtik. eee, sürprizin nerde? diye sordu, ve tam o sırada büşra ve ailesi içeriye girdi. hemen kalkıp karşıladım, bizim masamıza aldım. onlara da bir çay aldıktan sonra, gidip peruğu getirdim. selin anlam veremiyordu, ama poşetten çıkardığım kızıl peruğu görünce gözlerime bakıp mutlulukla baktı. büşra’ya kızıl peruğu taktıktan sonra ikimiz de ona sarıldık ve ona pasta kestik. selin, büşra’ya dolu gözlerle bakarak benden daha çok sana yakıştı dedi. büşra mutlulukla, ben de saçlarım çıkınca çoook uzatacağım, ve ben de selin abla gibi saçlarımı bir çocuğa vereceğim dedi. selin minnetle baktı büşra’nın gözlerine, olur bitanem dedi, çok güzel olur. büşra ve ailesi gittikten sonra selin birden bana sarıldı, çok teşekkür ederim dedi boğuk ve ağlayan bir sesle. sıkıca sarılarak ben teşekkür ederim dedim, bak büşra’yı ne kadar mutlu ettin. kokusu burnumu bir cennet bahçesine çevirmişti, ve o an, gerçekten de o hissettiğim duyguya anlam bulduğumu hissettim. aşktı bu, anlamsız sandığım kalp çarpıntıları hep bu yüzdendi. her gece onu düşündüğümü hatırlayıp gülümsedim. masamıza geri oturup bir çay daha içtik, ve kalkması gerektiğini söyledi. tamam dedim, görüşürüz. 2 ay bu şekilde geçti, buluştuk, konuşmaya devam ettik. sonra bir gece karnının çok ağrıdığını söyleyip hastaneye gitti, yanına gittim. doktor sabahı burada bekleyelim, müşahade altında kalsın dedi. tamam dedik, elini tuttum, yanındaki koltuğa oturup el ele uyuduk. sabah başka bir doktor geldi, biyopsi ve mr istediğini söyledi, korkmaya başlamıştık. istediği tetkikleri verdikten sonra bize biraz daha beklememiz gerektiğini söyledi. selin korkuyordu, ben de korkuyordum. ama ona belli etmemek için sımsıkı tutuyordum ellerini, sorun çıkmayacağını söylüyordum. ertesi gün doktor hissiz bir yüz ifadesiyle odaya girdi. selin’in pankreas kanseri olduğunu, sinsi ilerleyen bir tür olduğundan dolayı kendini belli etmediğini söyledi. selin ağlamaya başlamıştı, doktor tedaviye hemen başlamamız gerektiğini söyledi. ailesini aradı, onlar da apar topar hastaneye geldiler. doktor olayı ailesine de anlattı, tedaviye hemen başlayalım dedi doktor da. o gün ilk kemoterapisini aldı selin, midesi fena bulanıyor, sürekli kusuyordu. ailesi belli etmese de, annesinin gözleri kızarık kızının elini tutuyordu. ilaç bittiğinde çok bitkindi, zar zor yürüyordu ve çok yorgundu. doktor eve gidebileceğini, ama haftaya tekrar gelmesi gerektiğini söyledi. tamam diyerek ayrıldık hastaneden, selin’i eve bıraktıktan sonra vedalaşıp ayrıldım. 2 kırmızı alıp sahile oturdum, düşünmek bile istemeden yalnızca içtim. biralarım bittikten sonra eve gidip sabaha kadar ağladım, pankreas kanserini araştırdım, en iyi doktorlar, en iyi hastaneleri bulmaya çalıştım. patronu arayıp izin istedim, 1 hafta gelemeyeceğimi söyleyip olayı anlattım. anlayışla karşıladı, halledeceğini söyledi. teşekkür edip kapattım. uykusuz bir halde evlerine gittim, ailesi beni hiç sorgulamadı bile. sanırım kısıtlı zamanları iyi değerlendirmeye çalışıp, kızları ne isterse onu yapacaklardı...
    odasına gittim, kapısını çalıp içeri girdim. kızarık gözlerini silmeye çalıştı, hiçbir şey söylemeden sarıldım. kısacık saçlarını okşayıp hepsinin geçeceğini söylediğimde ağlamaya başlamıştı. durdurmadım, gömleğimi ıslatana kadar, rahatlayana kadar sustum yalnızca. başını boynuma gömüp seni çok seviyorum diye fısıldadı, ben de seni çok seviyorum diyerek karşılık verdim. okumadığım tıpa lanetler saydırıyordum içimden, keşke daha çok şey bilseydim, keşke okula devam etseydim diye düşünüyordum. sesi kesildi, sarılmayı bırakıp ellerini tuttum. araştırdım ve istanbul’da çok iyi bir doktor varmış, bir de oraya gidelim dedim. ne fark eder ki dedi umursamazca, zaten ölmeyecek miyim? boğazım düğümlendi, ama güçlü durmalıydım. hayır dedim, ne ölmesi? çatık kaşlarıma merhametle baktı, kurtulacağıma inanıyor musun gerçekten diye sordu. ümitsizdi sesi, kırgındı. evet dedim, sonsuz inanıyorum hem de. gözlerini silip yüzünü okşadım, her şeyin yoluna gireceğine söz verdim. ailesiyle konuştuk, istanbul’daki doktor olayına onlar da olumlu baktı. ertesi gün yola koyulup istanbul’a gittik. doktor raporlarını inceledi, oldukça olumlu şeyler söyledikten sonra burada devam edelim diye ekledi. tamam dedik, yatışını gerçekleştirdik. 3 ay oldukça iyi ilerledi, hatta tümör küçülmeye bile başladı. ben ara ara yanına gidiyordum selin’in, iyi de görünüyordu. çalışmaya devam ediyordum, ailesine söylemeden doktorla konuşup masraflara yardımcı oluyordum. doktor ameliyat olması gerektiğini söyledi, kapsamlı bir ameliyat olduğu için oldukça pahalıydı. sonucunda kurtulabileceğini, yaşam kalitesinin artacağını söyledi. ailesi parayı denkleştiremedi, ben tüm biriktirdiğimi parayı koyup kredi çektim, patrondan da borç istedim. arabasının anahtarını uzattı, minnetle teşekkür edip arabayı aldım. parayı denkleştirmiştik, hemen istanbula gidip doktora ödemeyi yaptım. ertesi gün ameliyata alındı selin, hepimiz korku ve heyecanla bitmesini bekliyorduk. 8 saatin sonrasında doktor gülümseyerek çıktı, iyi geçtiğini söyledi ve derin bir nefes aldık. 2 hafta daha hastanede kaldıktan sonra kemoterapiye devam etti selin, ben de işe döndüm. her gece onu düşünüyordum, boğuk hastane odasında beraber güldüğümüz zaman bile orası benim için dünyanın en güzel yeri oluyordu. kazıttığım saçlarıma bakıp gülümsedim, doğru kişi olduğuna öylesine emindim ki. 1 ay sonra taburcu olabileceğini söyledi doktor, arayıp mutlulukla konuştuk.
    hayat, biz planlar yaparken gülen kaderin oyunudur derler, eskiden inanmazdım, ama ne yazık ki gerçekliği tattım. seline evlenme teklif ettim, 1 ay sonra, taburcu olunca düğünümüzü yapalım dedik. çok mutluyduk, beraber çay içerek kutlamıştık. ama sonra, kader yüzünü gösterdi ve selin tekrar kötüleşti, doktor artık bir şey yapılamayacağını söyleyip, yalnızca ağrısını kesmeye yönelik bir tedavi uygulayabileceğini söyledi. duvarları yumrukluyordum, ağlıyordum sessizce. seline bunu söylememe kararı aldık, son zamanlarını iyi geçirecekti. dayanamıyordum çaresizliğe, ölümün bu denli ensemizde olma ihtimali bile mahvediyordu beni. raporlarını başka doktorlara gönderdim, ve hepsinin cevabı aynıydı. verdikleri yoğun ağrı kesiciler iyi hissetmesini sağlıyordu, ve biraz olsun dışarı çıkabiliyorduk. 2 ay böyle sürdükten sonra, bir gece kalbi durdu, ve bize veda etti selin. mutlulukla girdiğim hastaneden, ruhumu bırakarak çıktım. cenazesinde ölü gibiydim, sanki ben de onunla beraber gömülüyordum. alyansımla oynayıp duruyordum, ve beraber çektiğimiz fotoğrafları getiriyordum gözlerimin önüne. o güzel kalbini, saçlarını, gülüşünü, her detayını aklıma kazıdığım yüzünü hatırlıyordum. o gece mezarında kaldım, saatlerce karanlığın içinde ağlayarak selinle konuştum. sabahladım orada, uyuyup kalmışım. sabah bekçi uyandırdı, iyi misin kardeşim sorusuna diyecek bir şey bulamadan kalkıp dükkanın yolunu tuttum. hayat bomboş geliyordu, neler olup bittiğine doğru dürüst anlam bile veremiyordum. 1 sene daha kafede çalıştım, patrona arabasını geri aldıktan sonra işi bıraktım. okula geri döndüm, tıpı bitirip onkolojide uzmanlaştım. okuyarak sanki, keşkelerimi geri almaya çalışıyordum. sanki hastalığını daha iyi öğrendiğimde onu geçmişe dönüp yaşatabilecekmişim gibi...
    aradan yıllar geçti, ve ben artık 48 yaşındayım. birçok kanser hastası gördüm, ve hepsinin yüzü farklı olsa da, hep seline benzeyen taraflarını buldum. geçen zamanla, pişmanlığım azaldı, ben elimden geleni yapmıştım çünkü. ancak kederim hiç azalmadı, hala içimde bir yarayla selini anımsıyorum. hala çaya elim gitmiyor, onsuz içtiğim ancak katran olur bana.
hesabın var mı? giriş yap