• üniversitede dört yıl boyunca aynı gölgenin peşinde hayalet gibi dolaşmıştım. sorsanız size perşembeleri giydiği deniz mavisi gömlekten, şubatları kadıköy lodosunda kırmızı bir düğmeye dönüşen küçük burnundan, kampüsün ortasına dikilen sevimsiz kulenin önünden geçerken yüzünde beliren memnuniyetsizlik ifadesinden ve böyle bir sürü yalnızlık oyuncağından saatlerce bahsedebilirim. ama ona bahsedemezdim. bana dört yıl değil dört ömür verseler ağzımdaki zokayı çiğnemekten bıkmazdım.

    içler acısı sümsüklüğümden kaçacak yer kalmayınca, dört senedir olup biten her şeyi anlatan bir hikâye yazmaya karar verip masanın başına geçtim. kahramanım bir hikâye yazmak için masanın başına geçiyor, birkaç saat sonra odanın köşesinde buruşuk kâğıtlardan oluşan yığına bakıp tısıldamaya başlıyordu.

    birkaç saat sonra, odanın köşesindeki yarım kalmış kurgulardan oluşan mezar taşlarına bakıp tısıldamaya başladım. yazma konusunda zerre yeteneğim yoktu. pes edip aradan çekildim ve meydanı kahramanıma bıraktım: bizim sümsük o çok sevdiği şarkıdaki çiftin hafif fandango'yu neden atladıklarını merak ettiğinden, çaya batırılmış madlen yiyince yedi ciltlik külliyat çıkaran o güzel adamı tanıdıktan sonra eski güzel günleri hatırlamak için birkaç gün boyunca ezilmiş muz yediğinden (altı yaşında bademcik ameliyatı olduğunda, boğaz ağrısı sebebiyle birkaç hafta boyunca ezilmiş muzla beslenmişti) ve hiçbir şey hatırlayamayınca da hayal kırıklığına uğradığından, jarmusch filmlerindeki güzel rastlantıların tatlı su balıklarının kısa süren hayatlarında asla gerçekleşmediğinden, sürekli uzun bir yolda yürürken gördüğü gölgenin, gecesini ve gündüzünü nasıl altüst ettiğinden - hem de dört senedir - bahsediyor ve hikâyenin sonunda yazdıklarını götürüp gölgeye vererek şöyle diyordu: kendini tekrar edip duran bu hikâyeye bir son yazsan ne kadar güzel olurdu.

    ertesi gün akşama doğru kantinde oturduğu masaya yaklaştım ve kağıtları gölgeye uzattım. leş kokulu monte carlo'sunun dumanından yaşaran gözlerimi güç bela aralayıp şöyle dedim:

    - kendini tekrar edip duran bu hikâyeye bir son yazsan ne kadar güzel olurdu…

    ne kadar sözü beynimde yankılanmaya başladı. ne kadar? ne kadar? ne kadar? ne kadar? bir hikâye daha ne kadar saçma bitebilirdi?

    kâğıtları alıp okumaya başladı. elinde tuttuğu sanki bir ucu benim ağzımda olan lanet bir misina değil de buruşuk bir yarış bülteniymiş gibi umursamazdı. ağzını aralayıp "yedili plasenin ilk ayağı için seni düşünebilirim." demesini beklerken "bu hikâyeye ben son yazamam." dedi. "sende bu yüzgeç, denizinde de bu dalga varken açıklarda daha çok şıpırdarsın sen." ne denirdi ki? haklıydı. her şeyi bilen o düşüncesiz balık değildim. göldeki en büyük balık değildim. sudan habersiz, ağzındaki zokayı ordan oraya taşımaktan başka bir marifeti olmayan, herkesin açığında şıpırdayan bir hayalettim.

    misinanın diğer ucundaki makara serbest kalıp da hikâye çıt edince açığa doğru kıvrılmaya başladım ve o günden sonra bir daha asla kendi gölgemin peşinden ayrılmadım. tüm batık gemiler şâhit.
  • hikayenin sonunu hep bilirsin ama yanılmayı da ölesiye istersin...
  • sonsuzluğa uzanan,zamandan soyutlanan ve girdaplarında yaşam mücadelesi verilen hayatın herhangi bir olayının sonlanmasının sanılmasıdır.

    bir masa,öğlen ışığından kaçışan böceklerin gölgesinde bir bohem yaşam tezahurü..uzakta ve aslında yakınımızda vuku bulan dertleşmeden yaşanan ve belki de yaşanamayan acı sonlandırılmaları..yıllarca hayatınızda dost aynası olan bir insanın,soluk gri renklerin hükümdarlığında süregelecek bir yaşamın temellerini atması..anlatılamayan ama hissedilen,olmasından nefret edilen ama bırakılamayan,bitirelemeyen,oldurulamayan bir duygu,bir tanı..semptomlarının üstüne üstüne gidildikçe,daha da derinleşip,organizmanın yapı taşı haline gelen yaralar..tek bir hatada yıkılan bir kardeşlik hikayesi ve küçük burjuvazinin öğütleri ile mahfedilen bir hayat..yıllarca hissederek inşa edilen bağların,karşı sevgi duvarları ile tarumar edilmesi,"tarumar" kelimesinin bu hikayenin sonuna çok da yakışması..

    "yeni hayat"ta diyor ya yazar,"oysa ben yeni hayattan ayrılmak,ölmek hiç mi hiç istemiyordum."..beyaz ışık hulyalarının yaşandığı bir şehre yollar dostunu,kendisi grinin değişik tonlarında yol kat etmeye çalışırken..oysa daha anlatacaklarım,paylaşacaklarım vardı, aşk olsun sana dostum,aşk olsun..
  • --- spoiler ---

    motivasyonlu bir hikaye sonu icin

    i can*

    i will*

    end of the story *

    --- spoiler ---
  • gökten üç elma düşer..biri âdem ile havva'nın payıdır..diğer ikisi yuvarlanır her biri ayrı yolda..cennetteki sevgilileri de tekrar buluşma ümidiyle peşinden sürükleyerek..
  • mutlu sonla bitmesine gerek yok. ne bu mutluluk takıntısı anlamış değilim. ne yaşadığını bilmeyen başkalarının kararları yaşayan bir aptal gibi mutlu olacagima. kendi kararlarimla dikine oynayip yaşadığım hissederek kendimi tanıyarak geriye dönmeden yaşayabilen mutsuz olmak iyidir.

    aşık veysel mutlu mu öldü? sorarım size yaşadığını hissetmeden mi öldü? yaşadıklarını döktü sazina kimseye minnet eylemedi. başkalarının hatası ile kör gözlerinin hesabını sormadı yaşadı.

    yaşandı ve bitti diyebileceğimiz her hikaye güzeldir kendi kararlarinizla yaşadığınız. kötü sonla bitmesine üzülmeyin.
  • kara meleğin unutmamış seni araya giren mesafeye rağmen. ama görünen o ki o bile çok kırgın. özlemiş belli. hem kafa atıyor hem ısırıyor karma karışık duyguları. tüylerinin diken diken olması bu yüzdendi?
    biz sonlandık da, sizin hikayenize son yazamadım ben.
  • hikayenin sonunu bazen ön görebilirsin ve sonucunu tahmin ettiğin için gerçekleşmesini engellemek isteyebilirsin , fakat bu şekilde de yeni hikayeleri yaşamaktan geri durmuş olursun. garip bir paradoks
  • başlayamayan hikayelerin sonu olmaz.
  • ve hikayenin sonunda birbirini çok iyi tanıyan iki yabancı olarak kaldılar.
hesabın var mı? giriş yap