• galler dilinde (bkz: welsh) nostalji anlamına gelen kelime. dönemediğiniz bir eve, hiç var olmamış bir yuvaya, geçmişinizde mevcut olan kayıp mekanlara duyulan özlemdir.
  • daha önce hiç bulunmadığın hatta belki de hiç var olmamış bir coğrafyaya karşı duyduğun yoğun hasret, sıla özlemi.
    yine de genel hatlarıyla tanımlı bir biçimde zihnindedir. bulunduğun bazı yerlerde benzer noktalar yakalayabilirsin. deja-vu gibi bir his uyandırmaz öte yandan, sadece nihayet evine varmışsın gibi bir his sahibi eder.
    psikolojide aynı isimli sendromu da vardır ki, kişinin çocukken maruz kaldığı görsel içeriklerin bu yanılgıya neden olduğu sanılmaktadır.
    almancası için (bkz: fernweh)
  • hiç gidilmemiş yerlere özlem anlamına da geliyormuş naomanadimana nickli yazarın #116979696 nolu entry'si ile öğrendim. bir haydar ergülen şiirinde* karşıma çıkan saudade kelimesinden farkı ise burada hiç var olmamışa da özlem duyulabilecek genişliği içine alması. saudade de olmayana özlem ama artık olmayana, hiraeth ise galler dilinde, özlem parantezinde nostaljinin ters fonksiyonu resmen.

    "başka türlü birşey benim istediğim
    ne ağaca benzer ne de buluta
    burası gibi değil gideceğim memleket
    denizi ayrı deniz, havası ayrı hava"*

    dizelerindeki yere duyulan istek/özlem oluyor galiba kendileri ya da orhan veli'nin her şeyi söylemek mümkün olduğu halde anlatamadığı o yere.

    sonra ferit edgü'nün bir gemide öyküsündeki karaya özlem geliyor aklıma, gerçekten olup olmadığına ya da görüldüğüne bile emin olunmayan bir kara parçasına duyulan. "sahiden denizde mi doğduk biz?" diye sormakla kalmayıp o kara parçası hiç mi yok diye düşündüğüm oluyor.

    galliler ne kadar da umut dolu insanlarmış ki yeryüzünde daha güzel bir yer olduğunu düşünüp o umudu da bu kelimeye dahil edebilmiş. düşünüyorum var olduğundan emin olmadığım bir yeri nasıl özlerim? hiç yemediğim bir meyveyi canımın çekmesi kadar saçma geliyor. hayal kurmak ya da umut etmekten fazlası değil bu.

    bir başka açıdan düşününce de galliler ne kadar mutsuz insanlar ki şartların farklı olduğu yerleri hiç görmeden özleyebiliyorlar diyorum, kafam karışıyor.

    o hiç yemediğim meyveyi düşlemeye çalışıyorum. resim yapmak gibi bir yol izlesem mesela nasıl bir yer çizerdim kafamda? eskizinde ne olurdu, araştırma çizgilerini hangi toplumsal normların üzerinden geçirirdim ya da neleri hiç çizmezdim?

    deniyorum.

    sokaklarında herkesin gülümseyerek dolaştığı şehirler güzel olurdu. tek katlı evler, bolca ağaç ve o ağaçlarda sincaplar. galler'de bunlar var ama onlar da özlemiş demek ki ana hatlar yanlış diyerek eskiz defterinden o sayfayı koparıp yenisine başlıyorum.

    stabil bir hayat, düzenli maaş geçim derdinin olmadığı bir dünya belki -stabil hayat ve düzenli maaş deyince de memuriyet gibi oldu- o yeri düşleyip anlatamayan orhan veli de memurdu, öyleyse niye istifa etti ki evkaftan? havaların güzelliği de mahvediyormuş o zaman eskize güzel hava da ekleyemiyoruz.

    yeniden deniyorum.

    deniz olmalı, deniz mutlaka olmalı, nazım boşuna "en güzel deniz henüz gidilmemiş olandır." demiş olmamalı. yine de o özlemi yaşamak yerine "insanca yaşadım diyebilirim" demiş otobiyografi'sinde. üstelik bir önceki dizede "bugün berlin’de kederden gebermekte olsam da" dediği halde. şimdi deniz konusunda da kafam karıştı bu sayfayı da yırtıyorum.

    eskiz defterim tükendiğinde bir çift mukavva parçası, eksilmiş buruşturulmuş sayfalar ve o iki parçayı bir arada tutan spiral telle kalakalacağım. başkalarının hayaline bakıp kendimi kısıtlayarak özleyecek hayalî bir yer bile bulamadan.

    öyle fikirsizim ki şu an attila ilhan'ı anmamak olmaz;

    "bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak
    çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak"*

    defter bitecek korkusu geldi ya simdi de elim kaleme gitmiyor. bomboş sayfalara o olmayan yeri çizmeye cesaret edemiyorum. orhan veli'ye hak veriyorum anlatamadığı için. içimden gülümsüyorum can yücel'e. 3.380 kilometre uzaklıkta konuşulan dilin bir kelimesi yüzünden ne hallere düştüm diye o da bana güler miydi acaba? evet gülümseme az kalır bu tanımsızlığın yanında alaycı bir ifadeyle tam da ona yakışacak şekilde gülerdi kesin.

    son kez bir sayfa daha deneyip olmazsa defteri kapatmaya, kendimi de onu da tüketmemeye karar veriyorum.

    bir yer, insanın değmediği bir yer çizmek istiyorum ama gittiğim an insanın değmemişliği bozulacağı için ulaşamayacağım, biliyorum. ve en güzel denizin neden hiç gidilmemiş olduğunu ve bunu diyebilmenin o özlemi yaşamamış olmak değil aksine yaşayıp sindirmek olduğunu da anlayıp susuyorum. nazım'ı yorumlamak ne haddime!?

    edit: "saudade sanırım siyah bir kelime olarak gelmiştir afrika'dan portekiz'e
    olmayana özlem içli bir mektup gibi
    herkes kendi acısıyla çıkar başkasında gurbete..."
    *
    (bkz: le poéte regarde)
    (bkz: üzgün kediler gazeli)
  • gal dilinde bir kelime.
    gecmişte yasadıgınız/varolan ama artık donmenizin mümkün olmadığı bir yerden aslında hiç varolmamış bir yerin özlemini çekmeye kadar geniş bir yelpazede seyredebilecek olan ozlem dolu halleri ifade ediyor.
  • (bkz: from tehran to london) gidilemeyen yuvaya çok iyi bir örnek de bu iran filmidir.
  • ingilizce tanimi su sekilde verilen sozcuk.

    hiraeth: welsh (noun) a homesickness for somewhere you cannot return to, the nostalgia and the grief for the lost places of your past, places that never were…

    kaynak: https://indieuk.com/

    kisacasi geri donemeyeceginiz bir yerin ozlemini cekmek seklinde aciklanabilir.
  • tanımı şöyle yapılmış:

    "var olmuş ve artık olmayacak veya hiç var olmamış ve hiç olmayacak bir şeyin özlemini çekmek."

    bazen düşünmüşümdür.
    hiç var olmamış olmanın halini özlüyorum. nasıl bir histi? neden yoktu o his?
    varlığından emin olmadığın bir hissi nasıl ve neden özlerim?

    belki
    kıyıda köşelerde kalmış atasal genlerimden gelen bir minik düşünce artığı, su üzerine çıkmak istiyordur. bu, onun mücadelesidir. ben de onun aracı olarak kullandığı yolu.

    bizler her şeyin sebebi, sonucu, başrolü veya yaratıcısı olmak zorunda değiliz. bazen hiçbir yere ulaşmayan bir süreciyizdir. yoluna akmak isteyen o özlem, geçmişini özlüyordur bir başka bedende ve zamanda gerçekleşmesi mümkün olmayan.

    ya da belki de olan şey sadece şudur.
    en güzel özlem, hiç hissedilmemiş olandır.
  • ayfer tunç'un aşıklar delidir kitabında tanımına yer verdiği galce kelime.
    "var olmuş ve artık olmayacak veya hiç var olmamış ve hiç olmayacak bir şeyin özlemini çekmek."
    okuyunca çakılıp kaldım; okuyorum, tekrar okuyorum, defalarca okuyorum ve sonraki cümleye ilerleyemiyorum. kendiyle yüzleşmek ya da kendini keşfetmek gibi. taa içinden çıkıp gelmiş bir hakikatle yüzleşmek, farkına varmanın acı şifasını keşfetmek...
  • fejka'nın aynı isimli albümünden, aynı ismin kelime anlamına meydan okuyan sözlere sahip şarkısı. dört gündür bulduğum her fırsatta dinlemeye doyulamayan parçanın duru güzelliğinde, kadife sesiyle ruhumu sıcak bir kucaklama gibi saran kim van loo'nun da bunda payı büyük. .
    albümdeki şarkılar
    1 - sun glitters, 2 - hiraeth (kim van loo), 3 - pulsing, 4 - shades of you (henry green), 5 - bloom, 6 - fade away (kim van loo), 7 - recover, 8 - sink (tomasz mrenca),

    şarkının sözleri:
    hold me close
    come and fall
    days are gone
    we can go
    free your soul
    take it slow
    close your eyes
    you will see
    how far away...
  • okuduğum bir kitapta geçiyordu, artık olmayan ve geri dönülemeyecek bir şeye duyulan özlem anlamındaydı. galceymiş.

    ülkenin alev alev gündemine biraz da kendi gündemimi sıkıştıracağım ama hâlâ bir kısmımız ne yapacağını bilmediği çok büyük felaketlerin içinde boğuşuyor. son bir seneye kadar geçmişe dönsem hiçbir şeyi değiştirmeyeceğim hissimle gurur duyardım. biri beni alsa şuan ki düşüncelerimle on sene önceye götürse yine aynı insanlara aşık olur, aynı yerden kırılır, kırıldıklarımdan öğrenir, sevmekten vazgeçmez, yine aynı bölümü aynı şevkle okur, mesleğimden asla vazgeçmez, çalıştığım hiçbir yeri değiştirmez, insanlara inanmaktan vazgeçmezdim. bu düşüncem geçen zamanın çok kolay ve mükemmel geçmesinden değildi. yaptığım şeylere duyduğum tutku ve sevgidendi.

    şuan ise yaptığım her şey o kadar zor geliyor ki. ruh sağlığı, insan davranışı, insan hakları, eşitlik vb şeyleri öğrenip insanları anlamaya başladığınız bir eğitim almak ve böyle bir iş yapmak muazzam bir şey. birinin ruhuna dolunabildigini hissetmek muazzam bir şey. ama artık ben insanları anlamak istemiyorum. yaralarını görmek istemiyorum. kendi kırıldığım yerlerden hiçbir şey olmamış gibi kalkıp başkalarının elini tutamıyorum. yaptığım şeyler ilk defa bu kadar korkunç zor geliyor. her zaman, elini tuttuğum bir çocuğun olduğu yerden kalkıp yoluna devam edebilmesi, gülümsemesi, yaşadığı onca şeye rağmen hayata tutunuşu tüm zorlukları silerdi. benim doğurmama gerek yoktu birazcık bile bu süreçte payımızın olması devam etmeye yeterdi. artık çocukların gözlerinde gördüğüm o kaybolmuşlukla baş edemiyorum. hepimiz kaybolduk kalkamıyoruz.

    bundan bir ay öncesine özlem duyuyoruz. kişisel olarak bir daha hiç dönemeyeceğim hayatıma özlem duyuyorum. üç dört sene önce hayatımı rayından kaydırdım ve artık yaptığım hiçbir şeyle gurur duyamıyorum. belki bencilce ama bundan on sene öncesine donebilsem artık hiçbir şeyi aynı yapmazdım. belki bir şekilde hayatına dokunmayı başardığım, beni kökten değiştiren, büyüten, hayatı öğreten insanlarla hiç karşılaşmamak pahasına bunu yapardım.

    insanları anlamak istemiyorum. acılarına daha fazla dokunamıyorum. daha okuma yazma öğrenmeden fiilen savaşın ortasında kalıp, ailesinin yarısını kaybedip, daha önce evleri başlarına yıkılmış ama ona rağmen birkaç senede inanamadigim kadar hayata bağlanan çocuklarımın bir kere daha evleri başlarına yıkıldiktan sonra yüzlerine bakmak istemiyorum. bu sefer bizde içindeydik ve çok acıdı diye bağırmak istiyorum. ilk defa soğukkanlılıkla hiç tanımadığım insanların yaşadıkları zorlukları dinleyemiyorum. kişisel hayatımda kimseye sonsuz sevgiyle izin vermek istemiyorum, bir sebebi vardır diye anlamak istemiyorum, bir bildiği vardır demek istemiyorum. kırıklar bir şeyler öğretir, toplar daha güçlü oluruz demek istemiyorum.

    yirmilerimin başına dönmek, insanların ruhlarıyla çalışmayacağım mekanik bir bölüm okumak, çok az insanı alacağım duvarlar örmek, insan değil makineler, sayılar göreceğim bir işte çalışmak ve sadece kendime bakmak istiyorum. yirmilerimin başında olduğum her şeye gücünün yeteceğini sanan, fütursuzca çok eğlenen, yarını düşünmeyen, kalbi bin parçaya ayrılsa da aşık olmaktan vazgeçmeyen, dünyayı yerinden oynatabileceğine inanan, koşulsuz seven, çok gezen, alev alev bakan kızı geri istiyorum. insanın kendisinde kaybettiği bir şeyi özlemesinin altından kalkmak çok zormuş. hiç geri gelmeyecek bir halimi öyle çok özlüyorum ki.

    bir yolunu bulursam küçücük ve yemyeşil bir ülkeye taşınıp sadece kahve yaptığım bir işim olsun istiyorum. ne güzel bir dilmiş galce. bu kadar duyguyu bir kelimede anlatmış.
hesabın var mı? giriş yap