• lübnan'daki iran destekli şii hizbullah örgütü ile karıştırılmamalıdır. örgüt ilk ortaya çıktığı zamanlarda devlet tarafından en fazla müsamahaya mazhar terör örgütü payesini de almıştır. doksanların ilk yarısındaki kan,terör,devlet, mafya, kontrgerilla kavramlarının içiçe geçtiği karanlık süreçte etkin faaliyet icra etmiştir.

    örgütü devletin kurduğu, kurdurduğu ya da en azından varlığına gözyumduğu iddiaları herzaman gündemde olmuştur. güneydoğuda marksist pkk ya karşı müslüman hizbullah ayaklarına etkin bir propaganda yapabilmiş ve bağnaz halk arasında sempati toplayabilmiştir. kendi içlerindeki menzilciler kanadını da tasfiye ettikten sonra (kan, vahşet, domuzbağı) özellikle batman da enseye tek kurşunla infazlar başlamış, şehir merkezlerinde pkk nın etkinliği kırılmıştır. devlet, düşmanımın düşmanı dostumdur mantığı ile ses çıkarmamış hatta destek olmuştur. güneydoğu da jandarma gözetiminde bir hizbullah kampı olduğu iddiaları da o dönem ciddi iddialar olarak kayda geçmiştir. kendilerince bir şehitlik yapmışlar ve çatışmalarda ölen mensuplarını törenlerle ve intikam hissini, mücadele azmini sürekli ayakta tutacak etkinliklerle bu şehitliğe gömerek geride kalan militanları ve mensuplarını daha bir gazlamışlardır. devlet en azından bu şehitliğe bile karışmamıştır. bir anlamda kendi frenkeştaynını kendisi beslemiş ve semirtmiştir.

    pkk terör örgütün kontrol altına alınmasıyla devlet açısından fonksiyonu kalmamıştır fakat örgüt bir ağ gibi her yeri sarmıştır. merkezi istanbula taşımış ve islami kesim üzerinde tek inisiyatif sahibi olmak için tehdit şantaj ve tekfirle diğer tarikat ve cemaatleri sindirme stratejisini uygulamaya koymuşlardır. öncelikle kürt asıllı nurcuların bir oluşumu olan med zehra vakfı başkanını kaçırmışlar ve hücre evlerinde sonradan açığa çıkan canavarlıkları yapmışlardır. tabi bundan çok önce ve sonrasında da boş durmamışlar hainlikle damgaladıkları kendi üyelerine de benzer muameleleri reva görmüşler ayrıca kendi düşüncelerine uymayan gonca kuriş gibi insanları da infaz etmişlerdir.

    tam da med zehra üyelerini kaçırdıkları zamanlarda ortadan kaldırılmaları zamanının geldiğine karar veren devlet yetkilileri düğmeye basmışlar ve anadolunun dört bir yanında mezar evler ortaya çıkartılmışlardır. pek derin devletimizin bu kadar nane yenirken nerede olduğu hususu ise zihinlerde soru işareti olarak kalmıştır.

    örgüt lideri hüseyin velioğlunun ilişkilerinin boyutu ise hep bir sır olarak kalacaktır. örgüt içinde ve dışında çok sıkı bir istihbarat ağı kuran bu şahıs en ufak şüphede bile gözünü kırpmadan kendi militanlarını bile domuzbağı yaptırtabilmiştir. istanbuldaki baskında ise teslim olmadığı ve ölene kadar bilgisayarlardaki kayıtları yok etttiği bilinen husustur. zira tüm istihbaratı şahsında toplamaktaydı.

    örgüt aslında gizemini korumaktadır ve gizem perdesinin altından yabancı istihbarat örgütleri, kontrgerilla, bazı ebleh cihat sevdalısı islamcıların iğrenç birlikteliğinin çıkması olasılığı da gözardı edilmemelidir.
  • tekrar lazim oldu herhalde.
  • türkiye’deki islamcı örgütlerin belki de en ilgi çekici olanı ve ülkenin hafızasına en fazla kazınanıdır. zaten 90’larda gerçekleştirilmiş olan 700’e yakın ölümden sorumlu olması ve buna rağmen örgüt hakkında basına doğru düzgün bir bilgi ulaşmaması örgütü yeterince gizemli bir yapı haline getiriyordu. fakat 2000 yılındaki beykoz operasyonuyla örgüte ait ele geçirilen bilgilerin hala açıklanmaması ve türkiye’de hizbullah dosyasının kapanmış gibi davranılması işi daha da ilginç hale getirdi. son zamanlarda örgütün ve örgütle bağlantılı bazı yapıların zaman zaman ortaya çıkması ve özellikle pkk ile girdikleri tartışmaların anında 50- 60 kişinin öldüğü silahlı çatışmalara dönüşmesi artık bu örgüt hakkında daha detaylı bir çalışma yapılması gerektiğini gösterdi.

    (bkz: 6-7 ekim 2014 kobani için sokağa eylemleri)
    (bkz: 9 haziran 2015 diyarbakır olayları)

    yazı biraz uzun olacakmış gibi hissediyorum bu sebeple ben de twitter tarzıyla daha kolay okunabilecek şekilde madde madde gideyim;

    1. örgüt, o dönem ilçe olan batman’da tıpkı pkk gibi 1980 askeri darbesinin hemen öncesinde kurulmuştur. sizin de yazı ilerledikçe fark edebileceğiniz gibi örgütün kurulma, silahlı eylemlere başlama ve çökme(?) tarihleri pkk ile belirgin bir parelellik gösteriyor. bu parelellik de örgütün pkk’ya karşı devlet tarafından kullanıldığı iddialarını güçlendiren nitelikte bir durum oluşturuyor.

    2. örgütün ilk ismi “cemaata ulemayen islami”dir( islam alimleri cemaati). hizbullah ismi ise örgüt mensuplarının düğünlerde “inşallah, maşallah , hizbullah” şeklinde slogan atmaları sebebiyle başkaları tarafından yakıştırılmıştır.

    3. örgütün referansları; iman hakikatleri ve tevekkül konusunda “risale-i nurlar”, eylem açısından “iran islam devrimi”, teşkilatlanma konusunda ise “müslüman kardeşler” hareketidir. yani örgüt hem ali şeriati gibi iran devrimini besleyen yazarlardan hem de seyyid kutub gibi ihvancı yazarlardan beslenmiştir. ayrıca örgüt yine iran islam devrimi hareketine benzer olarak din ve ilim adamlarının birleşimi şeklinde kurulmuştur. hatta örgütün liderinin mülkiyeli hüseyin velioğlu olması örgüt içinde sisteme dahil olmak konusunda ciddi tartışmalara yol açmıştır.

    4. örgütün iran’la ilişkisi sadece ideolojik yakınlıkla sınırlı değildir. neredeyse tarihi boyunca hep iran dışişleri bakanlığıyla sıkı bir ilişki içinde olmuştur. hatta 90’larda yoğunlaşan pkk- hizbullah çatışmasında, ara bulucular çatışmayı durdurmak için iran’la görüşmeye gitmişlerdir.

    5. örgüt tıpkı pkk gibi, türk ağırlıklı yapıların içerisinden ayrılmıştır. kurucu hüseyin velioğlu, hizbullah’ı kurana kadar milli selamet partisi ve milli türk talebe birliği içerisinde etkin biçimde yer almıştır. ayrıca ankara’da bulunduğu süre içinde bir dönem adalet bakanlığı yapmış olan şevket kazan’ın şirketinde çalışmıştır.

    6. hizbullah’ın iran’la ilişkisi ve hizbullah’ın türk islami kuruluşlarla ilgisi birlikte düşünüldüğünde akla hemen türkiyedeki islami yapıların iran’la ilişkisi geliyor. bu konuda hala o islami kuruluşlar tarafından yönetilmemiz sebebiyle kapsamlı bir çalışma yapılamasa da cemaat- akp savaşı bu ilişkilerin araştırılmaya başlanmasına yol açtı ve türk istihbaratının başındaki ismin iran ajanı olduğu gibi birçok iddia ortaya atıldı. şimdi bunlarla ilgili fikir yürütmek zor ama önümüzdeki günlerde birçok şey açığa çıkar diye düşünüyorum.

    7. örgüt 1983 yılında çalışma merkezini batman’dan diyarbakır’a taşımış ve 1991’e kadar burayı merkez olarak kullanmıştır. bu süre içerisinde “ilim” adıyla kitapevi kurmuş ve burayı da örgütlenme amacıyla kullanmıştır.

    8. örgütün teşkilatlanma için en çok kullandığı alanlar tabi ki camilerdir. 90’ların ortalarına gelindiğinde neredeyse diyarbakır’daki tüm camileri ellerine geçirmişlerdir. bu süreçte kendilerine yardımcı olmayan imamları, görevlileri, cemaat mensuplarını tehdit etmişler, şiddet uygulamışlar ve baskı oluşturmuşlardır.( tıpkı pkk gibi hizbullah da yayılma alanı bulmak için namlusunu önce kendi halkına çevirmiştir.) daha sonra bu camileri toplantı salonundan, silah deposuna türlü amaçlarla kullanmışlardır. basında gördüğümüz "pkk cami yaktı" haberlerinin aslında birçoğu hizbullah'a karşı yürütülen mücadelenin sonucudur.

    9. pkk ile hizbullah arasında özellikle pkk’nın topladığı vergiler konusunda birçok gerginlik yaşanmıştır fakat bu iki örgüt arasındaki ilk ölümlü olay ilk şehitler olarak kabul edilen sabri ve hayriye karaaslan’ın 17 mayıs 1991’de pkk tarafından öldürülmesidir.

    10. bu iki kişinin cenazesi hizbullah için gövde gösterisine dönüşür ve hizbullah birkaç “sofik”ten oluşmadığını gösterir. hizbullah bu ölümlere karşılık olarak, 3 aralık 1991’de pkk’nın bölgesel bir sorumlusu olan süryani asıllı mihail bayro’yu öldürerek karşılık verir. tetikçi polisle girdiği çatışmada öldürürülür. ve takip eden bir ay içerisinde iki taraftan 13 kişi öldürülür.

    11. 25 haziran 1992’de silvan’ın yolaç köyünde bir cami baskınıyla pkk tarafından 10 hizbullah mensubunun öldürülmesi örgüt için bir dönüm noktası olur ve öldürülen her hizbullah üyesi için karşı taraftan 3 kişi öldürülmesi prensibi kabul edilir.

    12. bu prensibin etkileri hemen görülmeye başlanır. iki örgüt arasındaki çatışmalar bittiğinde hizbullah tarafından yaklaşık 200 kişi ölmüşken pkk tarafından 500-700 arasında kişi ölmüştür. hatta hizbullah bu prensibi hala benimsemektedir. 2015 genel seçimlerinden sonra çıkan çatışmada pkk hizbullah’a yakın ihya-der başkanını öldürünce hizbullah karşı taraftan 3 kişiyi öldürerek karşılık vermiştir.

    13. bu çatışmaların en yoğun olduğu 1992-1996 dönemindedevlet tarafından yakalanan hizbullah üyelerinin sayısı 1550 iken çatışmanın sona erdiği 1997-2000 arasında yakalanan kişi sayısı 6000’in üzerindedir. buradan da en basit haliyle devletin, pkk ile çatıştığı dönemde hizbullah’ın şiddet eylemlerine göz yumduğu söylenebilir.

    14. örgüt 2000 yılına kadar şiddet eylemlerini sürdürmüş, seküler yaşam tarzına sahip olanlara şiddet uygulamış(#12596024) ve kendisine muhalefet eden çok sayıda kişiyi de öldürmüştür. bu dönemdeki infazların birçoğu beykoz operasyonu sonrasında açığa çıkmıştır.
    zehra vakfı başkanı izzettin yıldırım. ölüm şekline bakılırsa hizbullah’ın çok kullandığı domuz bağıyla öldürülmüştür.

    konca kuriş

    molla ubeydullah diyar

    hafız akdemir

    milletvekili mehmet sincar

    15. 17 ocak 2000 beykoz operasyonu sonrasında örgütün vahşi infazlarının birçoğu ortaya çıkmış, lideri öldürülmüş(neden öldürüldüğü de tartışılmalıdır yine devletin saklamak istediği bir şeyler olabilir.) ve bu sebeple tabandaki desteğinin önemli bir bölümünü kaybetmiştir. dikkat çekilmesi gereken bir diğer unsur da operasyonun tarihidir. pkk ve hizbullah örgütlerinin liderlerinin liderlerinin yakalanma tarihlerinin bu kadar yakın olması yine önemlidir.

    16. beykoz operasyonu sonrasında yargılanan hizbullahçıların 300 kadarı müebbet hapis cezası almış binlerce üyesi de 4-10 yıl arasında cezalar almışlardır. fakat bunların 1000’e yakını 2003 yılında pkk ‘lılar için çıkartılan af yasasından yararlanarak salıverilmiştir. ayrıca 2011 yılında da (bkz: hizbullah liderlerinin tahliye edilmesi)

    17. hizbullah'ın bu operasyondan sonra ilk tepkisi gaffar okkan'ı öldürmek olmuştur. kimi örgüt üyeleri bu olayın beykoz operasyonunun öncesinde plandığını söylese de bu olay bir misilleme eylemi sayılır. örgütün yeniden yapılanma süreci burada başlamaz.

    18. yeniden yapılanma içerisine giren hizbullah’ın ilk icraatı mustazaflarla dayanışma derneğini kurmak olmuştur. (bkz: mustazaf-der) bu yapının kurulmasıyla hizbullah ilk defa legal alanda çalışma yapmaya başlamıştır. bu örgütü türkiye ilk defa, danimarka’daki karikatür krizinden sonra diyarbakırda düzenlenen “peygambere saygı” mitinginde tanıdı. charlie hebdo olayından sonra da bir miting düzenlemişlerdir. görüntülerdeki tipler açıkça söyleyeyim, beni korkutmaktadır.

    19. hem mustazafder hem de hüda-par ile legal çalışmalar gerçekleştirilmesine rağmen, hizbullah her fırsatta kendilerine gelecek bir saldırının misliyle karşılık bulacağını söylemektedir.

    20. şu aralar iki örgüt arasındaki mücadele bir iki ölümlü olay dışında sadece birbirlerinin hakimiyet alanları, tabanları üzerinde oy kavgası gibi görünmektedir. yani bu süreçte marksist öcalan’a yakın hdp cephesi kutlu doğum etkinlikleri düzenlemektedir, yine eskiden şeyh sait’e hain diyen öcalan cephesi şimdi şeyh sait heykeli dikmekten bahsetmektedir. buna karşın eskiden kürt sözünü kavmiyetçilik saydığı için kullanmayan hüda-par cephesi, adaylarının kürt kimliğine vurgu yapmaktadır ve kendilerini kürt hizbullah'ı olarak tanımlamaya başlamışlardır.

    21. fakat bu mücadelenin görece masum görüntüsü ne derece gerçeği yansıtıyor bu tartışılmalıdır. hizbullah parti kurmasıyla radikal islamcı çevrede güç kaybı yaşasa da örgütün tabanında geçişler çok sık karşılaşılan bir durumdur ve şu an "cihat"a giden bu kürt islamcılar herhangi bir çatışma durumunda türkiye'yi tehdit edecek şekilde davranabilirler. zira bu iki örgütün tabanı halihazırda suriye ve ırak’ta çok kanlı bir savaş yürütüyor. bölgeden gelen bilgilere göre sadece 103.000 nüfuslu küçük bir şehir olan bingöl’e suriye’deki islamcı cepheden gelen cenaze sayısı 30’u geçmiştir.

    22. ortadoğudaki olaylar ve 6-8 ekim olayları bize gösteriyor ki iki taban arasındaki çatışma aslında tüm hızıyla devam etmektedir ve “düşmanlarım bana ne yapabilir ki! öldürülmem şehadet, sürdürülmem hicret, hapsedilmem halvettir.” diyen bu anlayışın tekrar türkiye’de tehlikeli bir durum yaratması işten bile değil.

    23. tüm bu sebeplerle; bahsettiğimiz yapının analizinin yapılması, "devlet karşıtı hareketler kürtler arasında neden bu kadar hızlı büyüyor?" sorusu üzerinde düşünülmesi ve gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir.

    kaynak: (bkz: türkiye'de hizbullah) ben bu yazıda işin sosyolojisine giremedim ama daha da önemli olan işin sosyolojisidir. merak edenler bu kitabı okuyabilir.

    ayrıca örgütü takip etmek isteyenler buradan takip edebilirler.
  • lisede okuduğum zamanlarda bizim okulda bu zamazingonun sempatizanları vardı hizbi denirdi bu adamlara kısaca.bilirim ki kavga çıkaracakları zaman sarık falan sararlardı başlarına,allahtan başka kimseden korkuları daha doğrusu çekinceleri olmadığından (haliyle kaybedecekelri bişeyleri de yoktu) satırlarını tam manasıyla sallar kezzaplarını tam yerine dökerlerdi bu hayvanlar.peki nooldu içlerinden en hayvanı en öküz en uç başları bir kaç sene sonra ankara'da milli kütüphane'nin kantininde ultra mega ötesi tiki bi hatunla ulu orta yiyişirken görüldü...
  • türkiye'de bu adı kullanan dinci terörist bir örgüt vardır. daha çok doğu ve güneydoğu illerinde örgütlenmiştir. suudi arabistan, ırak, sudan'da kafa kesmelerin, resmi ya da terörist eylemlerle insanların din adına boğazlarının kesilmesinin sadece bu ülkelerde olmadığını ispatlayan örgüttür.

    türkiye hizbullah örgütünün gonca kuriş i kaçırıp öldürmesinin ardından operasyon başlatılmıştı. bodrumda bulunan mezarlar, örgüt dökümanları filan derken, hepiniz duydunuz domuz bağı ve kafa kesmeleri olduğunu. ancak bunun hiçbirisi kamuoyuna gösterilmedi. ancak, o dönemde, gazetelerin haber müdürleri ve ankara temsilcilerine insanların nasıl kıtır kıtır kesildiğini gösteren filmler izlettirilmişti.

    bunlar türkiye'de de olmuştur. bundan sonra olmayacağının da garantisi yoktur.
  • güneydoğu'nda son yıllarda radikal islâmın yükselişe geçmesi ile, tekrar gündeme gelen örgüt. ya da şöyle ifade edelim; türkiye'nin toplumsal formasyonundan ötürü bir türlü gündeme gel(e)meyen olgu. çelişkili mi? hayır değil. hizbullah'ın örgüt olarak gündeme taşınmasına rağmen olgu olarak hemen hemen hiç irdelenmemesi ve toplumun neredeyse tüm katmanları tarafından görmezden gelinmesi aslında coğrafi olarak kırılmalara işaret ediyor.

    lâkin bu kırılmaya sonra girelim; son aylarda en yetkin makalenin sahibi olarak ruşen çakır'a kulak verelim. ilk önce kuruluştan yola çıkarsak:

    "1970’li yılların sonlarında, iran devrimi’nden etkilenen bir avuç kürt kökenli gencin başlattığı bu hareket, 12 eylül 1980 askeri darbesinin hemen ardından kurumsallaşmaya gitti ve iniş çıkışlarla bugüne kadar geldi. örgütün daha uzun bir süre güneydoğu başta olmak üzere türkiye siyasi sahnesinin önde gelen aktörlerinden biri olacağı açıktır.

    hizbullah denince akla ilk olarak hüseyin velioğlu geliyor. 1952 yılında batman'ın gerçüş ilçesinde hüseyin durmaz olarak doğan hizbullah lideri 1978 yılında velioğlu soyadını aldı.
    (...)
    mülkiye’de millli türk talebe birliği (mttb) üyesi olan velioğlu ardından milli selamet partisi (msp) sempatizanı gençlerin örgütü olan akıncılarla birlikte hareket etti. mezun olduktan sonra kaymakamlık sınavında da başarılı olamadığı için batman'a dönen velioğlu burada bir grup arkadaşıyla yeni bir islamcı çevre oluşturdu. bu genç islamcılar belli bir güce ulaştıktan sonra da hareketlerinin merkezini batman'dan diyarbakır'a taşıdılar.

    uzun bir süre gizli ve ev toplantıları halinde gelişen örgütlenme çalışmaları 1987'de alenileşti. o dönem birçok islamcı topluluğunun yaptığı gibi velioğlu ve arkadaşları da bir kitapevi (ilim kitapevi) etrafında faaliyet gösterdiler ve kısa sürede kitapevinden hareketle 'ilimciler' olarak anılmaya başladılar.

    hizbullah, 1988-1990 arasında cihad’ın, yani şiddetin altyapısını hazırladı. bu süreçte velioğlu’nun stratejisini şöyle özetlediği söylenir: 'bizden başka rejime muhalif hareketin kalmaması gerekiyor. rejimin tek alternatifi olmak, halkın rejime olan muhalefetini tek alternatifte toplamak için bu şarttır. tek alternatife dönüştükten sonra hesaplaşma, rejimle bu tek alternatif arasında olacak.'"

    hizbullah'ın bilindiği gibi doksanlı yılların başında türkiye gündemine oturması radikal islâmcı bir örgüt olmasının ötesinde pkk ile mücadelesi ile oldu. ruşen çakır'ın yazdığı gibi birçok solcu, kürtçü ve islamcı grubu güneydoğu’dan kovmuş ya da etkisizleştirmiş olan pkk, hizbullah'a karşı savaşı başlatarak kendi tezine göre devletin son kozlarından birini de yok etmek istiyordu:

    "büyük çoğunluk bu savaştan pkk'nın galip çıkacağına kesin gözüyle bakıyordu. halbuki karşısında, neredeyse kendisini taklit eden, ‘tağuti’ olarak gördüğü rejime karşı ‘kıyam’a geçmek için diğer tüm muhalif grupları ortadan kaldırmayı ilke edinmiş ciddi bir yapılanma vardı.
    (...)
    [hizbullah] pkk'nın kendisine yönelik her eylemine üç katı ile karşılık vermeyi prensip edinmişti. çatışma 1993 yılında en yüksek düzeyine ulaştı. 1991-1995 arasındaki çatışmaların bilançosu pkk'nın hesaplarının hiç de tutmadığını gösteriyordu. resmi bir raporda da belirtildiği gibi pkk’nın kayıpları beklenenin ötesindeydi: 'bu dönemde her iki taraftan 700'e yakın sempatizan ve militan öldürülmüştür. bu eylemlerin 500 kadarının yasadışı hizbullah/ilim örgütü, 200 kadarının ise pkk terör örgütü tarafından gerçekleştirildiği değerlendirilmektedir.'"

    dolayısıyla, devletin çeşitli güvenlik güçleri ile "pkk'ya karşı" kurulan başlangıçtaki simbiyotik ilişki en sonunda karşılıklı bir illegal yapılanmaya dönüştü. türkiye insan hakları vakfı'nın hazırladığı türkiye insan hakları raporu-2000"de resmi kurumlarda görev yapan yetkililerin ve hizbullah militanlarının açıklamalarından derlenen bilgiler şöyle:

    "15 şubat 1993 tarihinde show tv’de yayınlanan 32. gün programında dönemin içişleri bakanı ismet sezgin, 'hizbullah’ın pkk’ye karşı örgütlendiğini' söyledi. dönemin ohal bölge valisi ünal erkan ise 17 şubat 1993 tarihinde milliyet gazetesinde yayınlanan röportajında 'pkk çökertilmedikçe hizbullah tipi ‘militan’ örgütleri çözmeye niyetleri olmadığını' söyledi. gerçek dergisinde 24 ve 31 ekim 1992 tarihlerinde yayınlanan röportajda da, adı açıklanmayan bir hizbullah yetkilisi, '12 eylül’ün sola indirdiği darbelerin örgütün önünü açtığını', '1985-86 yıllarında merkezi yapılarını sağlamlaştırdıklarını', '1990-91’le birlikte eyleme geçtiklerini' belirtti. hizbullah yetkilisi, musa anter, bahriye üçok ve turan dursun cinayetlerini de örgüt adına üstlendi.

    cumhuriyet gazetesinin 17 şubat 1993 tarihli sayısında, kendisini şeyhmus olarak tanıtan hizbullah yöneticisi de 't.c. bize muhtaçtır. pkk’yi batman’da biz durdurduk' dedi.

    1993 yılında kurulan tbmm faili meçhul cinayetleri araştırma komisyonu’na ifade veren batman emniyet müdürü öztürk şimşek ise 'ne yazık ki, hizbullah örgütü mensupları bir dönem askerlerden yardım gördüler. buradaki bazı askeri birliklerde silahlı eğitim yaptılar, lojistik destek gördüler' dedi."[1]

    aslında bir noktaya göre, hizbullah'ı maşa olarak değerlendirmek mümkün. lâkin eldeki verilere bakarsak, örgütün salt şiddet üzerine kurduğu ilişki "derin devlet" tarafından maşa olmaktan çok, birtakım karşılılıklar içerisinde bölgede oldukça güçlü bir konuma yerleştiği söylenebilir. ruşen çakır'ın belirttiği gibi, pkk'ya yönelik çatışmalar sürerken "bölgedeki diğer sol hareket mensuplarına, gazetecilere, 'islam'a uygun yaşamadığını' düşündüğü veya hırsızlık, zina ve fuhuşla itham ettiği kişilere de saldırdı." bu da belirtildiği gibi korku ve dehşet ile " diyarbakır, batman ve mardin il merkezleriyle bölgenin önde gelen birçok ilçesinin merkezinde sokak hâkimiyeti hizbullah’ın eline geçmesini" sağladı. yani, hizbullah'ın basit bir "derin devlet" olgusu olarak görülemeyeceğini kanıtlar.

    çakır'ın belirttiğine göre, pkk-hizbullah çatışması irak’taki kürdistan islami hareketi lideri şeyh osman ile irak hizbullahı’nın lideri ethem barzani'nin arabuluculuğuyla sona erdi. bundan sonra hizbullah'ın ilim kanadı, menzil kanadı ile çatışmaya girdi:

    "menzilciler genel dünya meselelerine daha açık, daha modern, iç ilişkilerinde daha gevşek ve daha entelektüelken ilimciler, taliban gibi, kafalarını sadece islama takmış, dış dünyaya kapalı ve alabildiğine basit kişilerdi. ilimcilerin stratejileri, pkk'nın varlığından yararlanma, mevcut düzenin bütün nimetlerini kullanma ve silahlı mücadeleyi bir an önce öne çıkarma üzerine kuruluydu. cihat az sayıda, iyi eğitilmiş bir kadroyla hayata geçirilecekti. bunun için yeterli güç ve kadro da oluşmuş, 'mekke'deki zayıf dönem bitmiş, medine'deki güçlü hicret dönemi başlamıştı.

    halkın toplu olarak ayaklanacağı 'kıyam' aşamasına gelinceye dek, devlete karşı herhangi bir eylemde bulunulmamalı, bu arada devlet birimlerine sızarak çalışma tarzları öğrenilmeli, ileride düzenlenecek eylemler için istihbarat toplanmalıydı.

    menzilciler ise 'türkiye, laik bir hukuk devleti olduğundan, allah'ın egemenliğinin hüküm sürmediği bir sistem işletildiğinden, camilerinde namaz kılmak, dini faaliyetlerde bulunmak günahtır. bu nedenle, cami ve mescitlerde örgütlenme yapılamaz. islami harekette, aşamacılık (merhalecilik) esastır: örgütün temel stratejik aşamaları olan tebliğ, davet ve cihat aşamalarına sadık kalınmalıdır. öncelikle tebliğ ve davet olarak tanımlanan, halk arasında propaganda yoluyla örgütlenme aşamasından geçilmelidir. cihat aşaması için vakit erkendir' diye özetlenebilecek görüşler savunuyorlardı.

    menzil grubu, pkk ile devlet arasında bir tercih yapılması fikrine de karşı çıkıyordu. pkk'nın varlığı ve eylemlerini, halka zarar verdiği için, hizbullah'a katılımı kolaylaştırıcı bir etken olarak görüyor, ancak onunla savaşmanın yarardan çok zarar getireceğini düşünüyorlardı."

    sonuçta örgütün "sakat kalmasına" yol açacak bir çatışmalar ortamına girildi. ama şunun da altının çizilmesi gerekir: doksanlarda bir süre "faili meçhul" kalan cinayetlerin arasında sadece halkın emek partisi'nin veya halkın demokrasi partisi'nin il veya ilçe yöneticileri değil; işçi partisi, milliyetçi hareket partisi ve büyük birlik partisi gibi sağ ya da radikal sağ partilerinin il ve ilçe başkanları da bulunuyordu. ilimcilerin, 1997'de örgütün menzil kanadının lideri fidan güngör'ü öldürülmesi gibi artık inanılmaz boyutlara varan vahşet üzerinde bir şüphe var gibi gözüküyor. tihv'dan öğrendiğimiz kadarıyla ekim 1999'da polis yetkilileri hizbullah'ın ilim ve menzil kanatları arasındaki çatışmalarda, 1999'un ilk dokuz ayında 13 kişinin öldürüldüğünü saptamış.

    şüphe şurada ortaya çıkıyor: ağır darbe alacağı ocak 2000 tarihinden yalnız aylar öncesinde böyle bir tablonun ortaya çıkması hizbullah'ın çok güçlü olduğunu göstermiyor sadece. ilim ve menzil arasındaki çatışmalar, örgütü zayıflatacağı veya bir kanadın diğerini tasviye edeceği düşüncesinden hareketle cinayetlere seyirci kalındığı şüphesi çıkmıyor mu ortaya?

    evet, ocak 2000 tarihinde beykoz hüseyin velioğlu'na karşı düzenlenen operasyondan sonra durum değişti. örgütün birçok kişiyi kaçırarak işkence edip öldürdüğü anlaşıldı -gerçekleştirilen faili meçhul cinayetlerin önemli bir bölümü hâlen karanlık odalarda kalmasına rağmen önemli bir adımdı.

    yukarda hem ruşen çakır'ın yazısından hem de insan hakları raporlarından yapılan alıntılar aslında herkes tarafından bilinen bir gerçeği açıklıyor. ancak özellikle islami kesim ve hizbullah çerçevesinde uzun bir alıntı yapma ihtiyacı duyuyurom gene. özellikle islamcı feminist yazar konca kuriş ve başta izzettin yıldırım olmak üzere zehra vakfı yöneticilerinin öldürülmesi hususu:

    "örgütün yayın yoluyla propaganda yoluna gitmemesi, onun türkiye islami hareketi içindeki yerini de hep belirsiz kılmıştı. örneğin örgütün başlangıçta pkk yanlılarına saldırması, islami kesimin büyük bölümü tarafından memnuniyetle izlenmişti. fakat menzil grubu başta olmak üzere diğer islamcıları da hedef almasıyla durum değişmişti. sonuçta bazı islamcılar hizbullah’a karşı açıkça tavır almaya, hatta onu 'hizbulvahşet' olarak tanımlamaya başladılar. bu süreçte örgüt istanbul merkezli radikal islamcılarla bağını kopardı; bunların yayınlarının güneydoğu'da satışını yasakladı.

    islami kesim hizbullah karşısında ilk sınavını konca kuriş konusunda vermişti. 16 temmuz 1998 günü yanında eşi varken, mersin'deki evlerinin önünde üç kişi tarafından kaçırılan kuriş hakkında islamcılar kıllarını bile kıpırdatmadılar. çünkü o hem islamcıydı, hem de kadın haklarını savunuyordu, açıkça feminist olduğunu söylüyordu. büyük medyada hızla popüler olmuştu. kuriş muhtemelen, bir ara içlerine girmiş olduğu hizbullah tarafından kaçırılmıştı. ama islamcılar, hem korktukları, hem de kuriş’ten hazzetmedikleri için bu ihtimali hiç hesaba katmadılar. el altından olayın siyasi değil, ticari olabileceğini yaydılar; hatta bir gönül hikâyesinin söz konusu olduğu dedikodusu yapanlar bile çıktı.

    sonuçta bu cesur kadın, sadece bir avuç feminist tarafından hatırlandı ve gündemde tutulmaya çalışıldı. nihayet beykoz'daki villada kuriş’in sorgu kasetinin, ardından konya'daki bir mezar evde cesedinin bulunması, islamcılar başta olmak üzere kimseyi şaşırtmadı. kuriş’in hayatının takipçisi olmayan zihniyet, tabii ki cenaze namazında hazır ve nazırdı. konca kuriş'in vasiyetine rağmen kadınların bu islamcı feministin cenaze namazını kılması engellenmek istendi.

    küçük bir kürtçü-nurcu grubun lideri olan izzettin yıldırım ve arkadaşlarının kaçırılmasıysa hizbullah için sonun başlangıcı oldu. 1946 ağrı patnos doğumlu olan yıldırım güneydoğu medreselerinde yetişmiş ve 1980 ortalarında zehra vakfı'nı kurmuştu.

    bu grup kürt davasına yakın olmakla birlikte pkk ve hizbullah'a mesafeliydi. ne karşılarında ne yanlarında oldu. fakat yıldırım'ın, hizbullah'ın önce pkk yanlılarına, sonra diğer islamcılara saldırmasına karşı çıktığı biliniyordu. yıldırım bir grup islamcı aydının çıkardığı 'yeni zemin' dergisine sponsor olarak, sivil toplumcu, liberal bir islamcılığın yeşermesine de katkıda bulunmuştu.

    yıldırım'ın özellikle gençlere yönelik çalışmaları hiç kuşkusuz hizbullah’ı rahatsız ediyordu. güneydoğu'daki tüm radikal islamcı rakiplerini tasfiye eden örgüt, ılımlılara yönelik saldırılarını bu cemaatle başlatmıştı. eğer bunda başarılı olabilselerdi sıra hiç kuşkusuz diğer cemaatlere gelecekti.

    fakat zehra vakfı yetkilileri olayı kamuya mal edince durum değişti. yıldırım'ın çevresinin duyarlığı, onun sağ olarak kurtarılmasını sağlamadıysa da, hizbullah’ın birçok planını bozdu. en azından islami kesimde örgütün zulüm ve işkenceyle kurmuş olduğu itaat ve teslimiyet havasını dağıttı ve nihayet çok büyük darbe yemesine yol açtı."

    şimdi asıl konumuza gelebiliriz, ama şunu kesinlikle atlamamak lazım: ruşen çakır hizbullah operasyonlarının yıldönümünde bir yazı dizisi kaleme almış ve diyarbakır emniyet müdürü gaffar okkan ile söyleşi yapmıştı. yazı dizisi bitmeden gaffar okkan 24 ocak 2001'de hizbullah tarafından öldürüldü ve çakır'ın deyişiyle hizbullah'ın bittiğini iddia edenleri "tekzip etti".

    bu noktada özellikle 11 eylül sonrası küresel aktörleri karşısına almama isteminin de etkisiyle bir strateji değişikliğine gittiği vurgulanıyor, hizbullah’ın suskunluğunu “kendi dilinden hizbullah ve mücadele tarihinden önemli kesitler“ isimli kitap[2] (velioğlu’nun yerine gelen hizbullah lideri isa altsoy tarafından yazılmış) ile bozup önemli değişikliklere gittiği belirtiliyor.

    "aynı tarihlerde hizbullah çizgisinde bazı dergiler yayın hayatına atıldı, yayınevleri hizbullahçıların anlılarından hareketle kaleme alınmış bazı şiir kitapları ve romanları yayınladı, web sayfaları aracılığıyla yurt içi ve dışındaki örgüt militanları ve sempatizanları birbirleriyle haberleşti. hizbullahçıların sadece güneydoğu’da değil büyük şehirler ve avrupa’da nişan, düğün, piknik gibi vesilelerle bir araya geldikleri; değişik adlarda dernek ve vakıflar kurdukları, bunların yardımıyla birtakım sosyal dayanışma ağları oluşturdukları duyulur oldu.
    (…)
    bütün bunlardan hizbullahçıların, bazı radikal sol örgütler gibi devletle körü körüne bir kan davasına gitmedikleri, yani kendi kendini yok eden bir şiddet sarmalına kapılmadıkları anlaşılıyor."

    şimdi burada biraz duralım. şiddetten arınmaya yönelik bu işaretler "naif" bakıyorsanız eğer, olumlu gözükebilir. kaldı ki, insanî açıdan da bakıp hizbullah liderlerinin militanlara karşı son derece acımasız olduğunu da biliyorsanız örneğin sosyal dayanışma ağlarının bir zararı olmadığı belirtebilir –ki hemen belirtelim, örgüt liderlerinin yönlendirmesini bir an için es geçerek düşündüm bunları. ama hayır, bu düşünce yanlış varsayımlara bulunmamıza da yol açar:

    "vahşet ve acımasızlık geçmişlerine öyle damga basmış durumda ki, şiddetten tam olarak arınabilmeleri, sadece yasal zeminde varlık göstermeleri mümkün ve pek akla yatkın görünmüyor. kaldı ki hizbullahçılar da gerek ‘kendi dilinden hizbullah…’ kitabında, gerekse diğer yazılı metinlerde, geçmişleriyle samimi bir hesaplaşmaya girmiyorlar, haklarındaki iddiaları hiçbir inandırıcılığı olmayan şekillerde yalanlamaya çalışıyorlar ve hüseyin velioğlu’nu ‘şehit rehber’ olarak ululaştırmayı sürdürüyorlar."

    özellikle 2006 yılından beri devlet katında "örgüt"ün gündeme oturduğunu görüyoruz. değişim çabasıyla ilgili "ikinci hizbullah"ın artık öyle ya da böyle yasal düzlemde temsil edilir hale geldi. örneğin danimarka gazetelerinde hz. muhammed karikatürlere karşı 12 şubat 2006’da düzenlenen "peygambere saygı" ve yine diyarbakır’da 16 nisan 2006’da düzenlenen "peygambere sevgi" mitinglerinde yüz bini aşkın topluluğun katılması oldukça dikkat çekici bir gelişme. bu mitingleri düzenleyen, islamcı "sivil toplum örgütleri"nin en dikkat çekenlerden biri -ismi ile iran islâm devrimi’ne gönderme yapan- mustazaflarla dayanışma derneği (mustazaf-der). kurucuları ve yöneticileri arasında birçok hizbullah sanığının ve hizbullah avukatlarının yer aldığı belirtiliyor. öğrendiğimize göre; üniversite sınavlarına hazırlık alanındaki faaliyetleri var, ve bu yolla yoksul çocukları yanına çekebiliyor, yoksullara yaptığı yardımlarını finanse edebilmek için kurban ve kurban derisi bağışı kampanyaları da düzenliyor vs vs.

    ayrıca, ruşen çakır’dan şu notu aktarmakta büyük yarar var:

    "her ne kadar bu kuruluşların yöneticileri arasında hizbullah davalarını üstlenen avukatların ve örgüte yakınlıklarıyla bilinen bazı isimlerin bulunduğu yolunda medyada haberler çıktıysa da bu gösterileri tümüyle hizbullah’a mal etmek kuşkusuz doğru olmayacaktır. ancak güneydoğu’daki islami hareketin gelişimini yakından izleyenler için, böylesine örgütlü ve etkili eylemlerin içinde bir şekilde hizbullah’ın bulunduğu da açıktır. kaldı ki, son beş yılda bölgede hizbullah dışı ve ona alternatif herhangi bir islami oluşumun yeşerdiğine dair elimizde hiçbir bulgu yok."

    aynı sene içerisinde birtakım istihbarat raporlarına göre de (örneğin, mit müsteşarı emre taner’in milletvekillerine gönderdiği brifingte hizbullah’ın "yeniden faaliyete geçirme faaliyetlerinin olduğu" belirtmesi üzerinden de) örgütün de birtakım dergi, vakıf ve dernekler aracılığı ile güneydoğu’da belli bir hegemonya sağlandığı belirtiliyor. kısaca, hizbullah meselesi devlet gündemine oturmuş durumda.

    öyle ki, 27 nisan muhtırasında metinde şu ifadeler bizzat mustazaf-der’in bir etkinliğini hedef alıyordu: "22 nisan 2007 tarihinde şanlıurfa’da; mardin, gaziantep ve diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile, o saatte yataklarında olması gereken ve yaşları ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş, bu sırada atatürk resimleri ve türk bayraklarının indirilmesine teşebbüs edilerek geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur."

    burada ilginç bir durum söz konusu. muhtıranın ilerleyen günlerinde akp üzerinden bir lâik-antilâik kutupsallaşması oluşturulmuştu ancak hemen hemen hiçbir yerde mustazaf-der ve güneydoğu’nda tüm toplumsal hayatı kuşatan islâmcılık hakkında söz söylenmedi. bunu muhtıra üzerinden değerlendirmiyorum, islâmcılık söz konusu olduğunda "duyarlı" olan kesimler tarafından güneydoğu meselesi hiç gündeme gelmedi. bu konuda bir dosya hazırlayan nokta dergisi’nin muhabiri nevzat çiçek de şaşkınlığını gizlemiyordu:

    "danimarka'da yayımlanan ve büyük tepkiye yol açan hz. muhammed karikatürlerine karşı 16 nisan'da diyarbakır'daki ‘hazreti muhammed'e saygı’ mitinginde bir araya gelen 130 bin kişi, ‘kuran-ı kerim ziyafetleri’, ‘kutlu doğum haftası’ ve filistin mitingindeki coşkulu kalabalıklar, aslında medyanın ilgisini güneydoğu'ya çekmeye yeter de artardı bile. ama bugüne kadar neşe düzel'in haşim haşimi ve hatip dicle söyleşileri dışında, basında ne bir habere, ne de bir yoruma rastlandı. ‘irtica’ haberlerinin 28 şubat dönemini hatırlatırcasına arttığı son günlerde bile, konu türkiye medyasının ilgi alanına giremedi."[3]

    basit bir yorumlamaya girişirsem, türkiye’nin coğrafi alanlarında bir kırılma mevcut. 2007 cumhurbaşkanlığı seçimleri ile gündeme gelen lâik-antilâik kutuplaşmalarından (ki bana göre sunî) yürüyen siyaset ülkenin batısını ve özellikle şehirli orta sınıfı hedef alıyordu. muhtıranın hedefi de aslında lâiklik alanında güneydoğu’na dikkat çekmek değildi, bu siyaseti yönlendirmek idi. biraz daha da açılabilir bu mesele, özellikle hizbullah özelinde.

    son olarak geçen ocak ayında el-kaide ve hizbullah’a yönelik operasyonlar kapsamında mustazaf-der’e de baskın düzenlendiğini belirtelim. mete çubukçu "akp'nin uzun süredir bölgede kendi dışındaki islami örgütlenmelere yeşil ışık yaktığı, son dönemde de fethullah gülen'e yakın oluşumlara kapı açtığı biliniyor. ileride kendisi için sorun olabilecek islami yapılaşmalara da izin vermesi ise bugünü kurtarma adına anlamlıdır. ancak, geçenlerde hizbullah operasyonu çerçevesinde bölgede pıtrak gibi artan mustazaf der'lere yapılan baskınları da hükümetin o alanı çok da boş bırakmama girişimi olarak değerlendirilebilir."[4] diye yazmış. bir tezde bulunmak mümkün değil ama en azından şu şekilde tahmin yürütebilirim: bir kere mustazaf-der gibi "sivil toplum örgütleri"nin akp çizgisinde olmadığı açık. ancak hem ruşen çakır’ın hem de mete çubukçu’nun belirttiği gibi akp’nin politik hamlelerin–kendisi istemese bile- bu tür örgütlerin bölgede hegemonik bir konuma yerleştirilmesine katkıda bulunduğu açık. ancak hizbullah akpo'nin boşluğundan da yararlanıyor. bu anlamda, yapılan operasyonların değeri anlaşılıyor gibi. ve daha önemlisi fethullah gülen cemaati’nin son dönemde bölgeye artan ilgisi de "alanı bunlara boş bırakmama" diye değerlendirilebilir belki..

    ruşen çakır’a dönelim. hizbullah’ın "kimse tarafından, bağımsız kimliği olan, kendi ayakları üzerinde duran bir yapı olarak görülmediğinden" yakınıyor ve şu çarpıcı tespiti yapıyor: "çünkü her kesim hizbullah’ı sorgulamanın bir şekilde kendi hatalarıyla yüzleşmeye yol açacağını biliyordu. örneğin pkk’lılar, o güne kadar tasfiye ettikleri solcu, kürtçü veya islamcı diğer gruplar gibi sandıkları hizbullah’ı birkaç cinayetle saf dışı bırakacaklarını sanmanın bedelini çok ağır ödediklerini; hizbullah’ın ne denli acımasız bir örgüt olduğunu ancak sıra kendilerine geldiğinde anlayan islamcılar ise bu vahşette kendi paylarının da çok büyük olduğunu kabullenmek zorunda kalacaklardı."

    maalesef hizbullah’ın dayandığı esas temel bunlardan "bile" son derece vahim: "hizbullah’ı basit bir maşa olarak görüp onun hakkında sadece istihbarat raporlarıyla yetindiler; onu hiçbir ciddi sosyo-politik araştırmanın konusu yapmadılar ve böylece örgütün arkasındaki muazzam sosyal, kültürel ve ekonomik desteği önemsemediler, önemsemeye kalksalar bile anlayamadılar."

    ve “ikinci hizbullah“ın oluşturulmasıyla birlikte örgütün daha güçlü bir şekilde varlığını sürdürmesini şöyle açıklıyor çakır:
    "öncelikle güvenlik güçlerinin hizbullah’ı tamamıyla ortadan kaldırma gibi bir stratejilerinin olmadığını vurgulamak gerekir. bilindiği gibi velioğlu’nda istihbarat saplantısı vardı. tek tek tüm üye ve sempatizanlardan özgeçmişler ve kısa aralıklarla düzenli raporlar alıp bunların çoğunu bizzat inceler ve gereklerinin yapılması için talimatlar verirdi. nitekim operasyonlarda dört ayrı şehirde hizbullah arşivleri ele geçirildi, bu raporların çoğuna ulaşıldı ve örgütle ilişkili binlerce isim saptandı. fakat bunların büyük bir çoğunluğu gözaltına bile alınmadı. hatta tutuklu hizbullahçıların hatırı sayılır bir bölümü pkk’lılar için çıkarılan ama iltifat edilmeyen ‘topluma kazandırma yasası’ndan yararlanıp erkenden tahliye oldular.

    devletin hizbullahçıları ‘bire kadar kırma’ yoluna gitmemesinin temel nedeni böyle bir imkana sahip olmamalarıydı. çünkü enerji ve zamanlarının önemli bir kısmını pkk ile mücadeleye ayırmışlardı. kaldı ki örgütün belini kırdıklarına inanıyor ve hizbullah’ın bir daha ayağa kalkabileceğine pek ihtimal vermiyorlardı. fakat ne dersek diyelim, ‘derin’ bazı odakların ’ilerde yeniden kullanmak üzere’ hizbullah’ın yaralarını sarmasına göz yumduğu, hatta bu konuda ona yardımcı olduğu iddialarının daha fazla onay göreceği de bir gerçek."

    son olarak hizbullah’ın sosyal bir olgu, bağımsız bir güç olduğunu ve güneydoğu’da yeniden üçüncü güç olma yoluna girdiğini ve kendini yenilediği belirtiliyor. bunlar doğru tespitler. bundan sonra, kuzey ırak’ta veya küresel radikal silâhlı örgütler ile ilişkili olduğu yönünde iddialar üzerine spekülasyona girmek pek doğru olmaz ama bir olgu hayati derece önemli.

    yani, bahsettiğim türkiye insan hakları vakfı’nın raporunda da geçen, kurulan tbmm faili meçhul cinayetleri araştırma komisyonu’nın 12 ekim 1995’te hazırlanan raporda şu satırlar dikkat çekici:

    "faili meçhul siyasal cinayetleri işleyen pkk örgütü yanında, bu örgütten daha büyük bir tehlike olarak faaliyetlerine devam eden hizbullah örgütü, kapsamlı bir şekilde incelenmiştir. bilindiği üzere, pkk terör örgütü, siyasi iradenin kararlı tutumu nedeniyle gücünü kaybetmiş ve halkın nefret ve tepkisini çektiğinden ötürü de halk tabanı bulamamıştır. ancak hizbullah örgütü böyle değildir. halkımızın yüzde 99’unun müslüman olduğu göz önünde tutulursa, vatandaşın dini duygularını istismar eden hizbullah örgütünün müsait zemin içerisinde nasıl güçleneceği ortadadır. (allah) diyen ve vatandaşın dini duygularını istismar eden bu örgütün yakalanması için örgütün çok iyi tanınması gerekir. tüm hizbullahi hareketlerin hamisi olduğunu beyan eden ve ülkemizde faaliyet gösteren hizbullah örgütü adı altındaki tüm örgütleri eğiten ve destekleyen komşu ülkelerimiz bu konulardaki faaliyetlerinden dolayı uyarılmalıdır."

    bu satırlarda "dini istismar" denilerek vatandaş namına çekince konulmuş ama öz olarak söylenen "örgütün arkasındaki muazzam sosyal, kültürel ve ekonomik destek" ve bu desteğin de dayandığı kültürel temeldir. ancak hizbullah türkiye'nin halen daha en ön önemli siyasal aktörlerinden birisi olmasına rağmen bir "olgu" olarak gündeme gelmiyor; bu da her kesimin ortak bir günahı sanırım..

    kaynak:
    ruşen çakır, “geçmiş, bugün ve gelecek kıskacında türkiye hizbullah'ı”, birikim, sayı: 216, nisan 2007
    http://rusencakir.com/…cinda-turkiye-hizbullahi/739
    http://www.birikimdergisi.com/…a-turkiye-hizbullahi

    [1] türkiye insan hakları vakfı, türkiye insan hakları raporu-2000
    http://1807.tihv.org.tr/…013/11/tihv_2000_rapor.pdf
    [2] ruşen çakır, “hizbullah nihayet sessizliğini bozdu”, ntvmsnbc, 22 haziran 2004
    http://ntvmsnbc.com/news/275359.asp
    [3] “kürt islamcılığında ‘yer altı’ dönemi bitti”, nokta,sayı: 2, 9 kasım 2006
    http://nevzatcicek.blogcu.com/…islami-bitti/2656018
    [4] mete çubukçu, “kürt meselesi bahara havale”, birgün, 30 ocak 2008
    http://www.birgun.net/…esi-bahara-havale-15247.html

    edit: linkler kurbaa olmuş. güncelledim.
  • "batının verdiği at gözlükleriyle" olaylara bakanlar hizbullahın veya başka bir silahlı örgütün "terörist olmaması" konusunda kriterin abd askeri öldürmek değil, "işgale ve zulme karşı meşru direniş" olduğunu her zaman anlamazdan gelecekler. abd, israil ve fransız askerleri seksenli yıllarda lübnan'a beyrut'a dünyanın öte ucundan işgale geldiler ve öldürüldüler. bunu resmi bir ordunun güdümlü füzesiyle değil de bomba yüklü kamyonla yapana terörist diyen kendini kandırmaya devam edebilir ancak başkasını inandıramaz.

    şimdi gelelim pkk-israil-hizbullah-hamas meselesine. pkk'nın terörist (burda terörizmi nötr bir şiddet kullanma türü olarak değil de, olumsuz anlamı olan, gayrı meşru şiddet kullanımı olarak tanımlıyoruz) olmasının sebebi silaha sarılmış olması asker öldürmesi değil, bunu yapmak için meşru sebebi olmamasıdır. resmi söylem düzeyinde kürt kimliğini tanımama, kürtlerin kültürel özgürlüklerini kısıtlama gibi günahları olsa da, türkiye kendi içindeki kürt bölgesini herhangi bir x tarihinde işgal etmiş değildir. türk ve kürt halkları tc ve öncesindeki değişik siyasi yapıların egemenliğinde bin yıla yakın süredir beraber yaşamaktadırlar. türkiye'nin pkk ile mücadelenin yoğunlaştığı dönemlerde bölgede çatışmayı, korucu sistemi ötesinde, ordu içinde ağırlıklı olarak kürt kökenli askerlerle yürüttüğü bile vaki olmuştur (bkz: arap israillilerin askere alınmaması). türkiye içinde kürt sorunu bir işgal ve bağımsızlık savaşı olarak değil, osman baydemir'in "bile" kendi deyimiyle aile içi "ülke" içi bir sistem sorunu olarak yaşanmaktadır. bu şartlar altında insan katlettiği içindir ki, pkk ortadoğu'da israil gibi varlığı gayrı meşru bir terör örgütüdür. kısacası hizbullah hamas israil meselesinde benzetme yapacaklar mümkünse pkk ile israil'in aynı şey olduğunu anlmaya çalışsınlar. bunun için de güdümlü abd malı füze ile sivil veya ülkesini savunmaya çalışan lübnanlıyı katletmekle bunu kalaşnikofla yapmak* arasında fark olmadığı görmeye çalışsınlar.

    edit 2014: hizbullah terörist değil derken, pkk'nın ortaya çıkmasında, kürtlerin şiddete savrulmasında türkiye devletinin sorumluluğunu hafife alan bir analoji yapmışım, belki hizbullahı savunmak için tc ile israil arasında da benzerlik kurmak lazım.
  • akp'nin yeni sıfır sorunu.

    hocam burası ortadoğu; adamı suya götürüp susuz getirirler. kimin eli kimin cebinde belli değildir. yanındaki bugün dosttur yarın düşman. öbürgün yine dost.

    senin gibi kasaba politikacısına pabucu ters giydirip yollarlar. rezil ederler adamı.
  • kurucuları arasında en önemli iki isim fidan güngör ve hüseyin velioğlu'dur. örgüt sonradan mezilciler ve ilimciler olarak ikiye ayrılmış, ilimcilerin başı hüseyin velioğlu iken fidan güngör menzilcilerin lideri olmuştur. adlarını diyarbakır'daki ilim ve menzil kitabevlerinden almışlardır. menzil grubu henüz savaş koşullarının oluşmadığını düşünerek daha ihtiyatlı davranırken ilimciler güneydoğuda gerçekleşen devlet destekli kontrgerilla faaliyetlerinin ana müsebbibi olmuştur.

    düşük yoğunluklu savaş sürecinde hizbullaha düşmanımın düşmanı dostumdur veyahut iti ite kırdırmak mantığıyla devlet tarafından göz yumulmuş hatta deteklenmiştir. akıllara zarar katliamlar gerçekleştiren örgütün hedefi çoğunlukla yurtsever veya solcu olarak bilinen insanlardı. saat beşten sonra sokağa çıkma yasağının bulunduğu 90 lı yılların ilk yarısında sokak ortasında tokarev marka silahla enseye tek kurşun, etek giyen kızların bacaklarına veya yüzüne kezzap fırlatma, satırla saldırma gibi ilkel ve iğrenç metotlarla diyarbakır, batman, silvan , mardin , nusaybin gibi il ve ilçelerde dehşet saçmıştır.

    işleri bitince devlet tarafından temizlenmiştir.

    edit: hizbullah güneydoğuda akıl almaz katliamlar gerçekleştirirken türk medyası bu süre zarfında aczmendi ali kalkancı gibi zibidilerle korku yaratıyodu. hizbullahın medya gündemine girmesi yıllar sonra hüseyin velioğlu'nun istanbul'da bir baskın sonucu ölü olarak ele geçirilmesinden sonra olmuştur.

    türk medyası neden susuyordu.
  • uzun süredir ülkenin gündeminden düştüğü için hizbullah'ın ne olduğu türkiye'de özellikle gençler arasında tam olarak bilinmiyor. bu herifler bildiğiniz terör örgütlerine benzemez; bunları pkk, dhkp-c falan gibi orada burada bomba patlatan, güvenlik güçleriyle çatışan tipler sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz.

    bölgede yaşayanlar iyi bilir; batman, siirt, diyarbakır, bingöl gibi illerde bu tipler özellikle 90'lı yıllarda halka korkunç baskılar yapmışlardır. oruç tutmayan, namaz kılmayan insanları dövmek, sokakta kıyafetini beğenmedikleri kadınlara kezzap atmak, kendilerine karşı çıkan insanları örgütün hücre evlerine kapatıp günlerce işkence ettikten sonra domuz bağıyla infaz etmek gibi duyan herkesi dehşete düşüren eylemleri çocuk olmama rağmen aklıma kazınmıştı.

    konca kuriş meselesi epeyce konuşulduğu için ona tekrar girmiyorum ama şunu söyleyeyim, konca kuriş'in cenazesine ulaşıldığında işkence yapılırken göğüslerinin kesildiği tespit edilmişti. ışid dışında bu kadar vahşi yöntemler kullanan başka bir terör örgütü biliyor musunuz siz?

    ve şimdi akp'liler bunların partisini meclise soktu. siz bakmayın bunları yerli ve milli ilan edenlere; onlar belli ki ölmeyi bayılmak sanıyorlar. yıllar sonra "hüdapar bizi aldatmış" dediklerini duyacağız zaten, bunların hepsi bildiğin insanlıktan çoktan çıkmış tipler.

    son bir not; selefi bir terör örgütü olan ibda-c'nin militanları bile cezaevinde aynı koğuşa koyuldukları hizbullahçılardan korktukları için cezaevi yönetimine yalvararak yerlerinin değiştirilmesini istemişlerdi zamanında. selefi militanları bile korkutmayı başardıklarına göre nasıl tipler olduklarını varın siz düşünün.
hesabın var mı? giriş yap