• donald trump'ın charlottesville'de ırkçıların bir kadını öldürmesinin ardından yaptığı "iki taraf da haksız" minvalindeki açıklamanın ardından twitter'daki tepkilerde gündeme gelen karl popper teorisi.

    popper'ın kendisinden dinleyelim:

    "her şeyi hoş görmenin sonu, hoşgörünün büsbütün ortadan kalkmasıdır. hoşgörünün sınırlarını, hoşgörüsüzleri de kapsayacak kadar genişleterek toplumu hoşgörüsüzlerin saldırılarından korumayı akıl edememek, sonunda hoşgörülüleri de hoşgörünün kendisini de yok edecektir. işte bu nedenle, hoşgörünün korunabilmesi adına, hoşgörüsüzlere karşı hoşgörülü olmama hakkını talep edebilmek gerekir."

    elbette nazi almanyası döneminde yazılmış bu yazıda bugün dahi görenler için ibretler vardır.
  • liberallerin icine dustugu yanilgidir. hosgoruyu haketmeyen toplumlara gereginden fazla ve degerde hosgoru gosterilirse, bu hosgorusuzler hak etmedikleri ust seviyelere tasinirsa, liyakat asindirilirsa, bu hosgoruyu haketmedeyen çomar guruh gelir diger topluluklarin basina oturur ve toplumda hosgoru kalmaz.

    bu ortamda da karl popper 'in aciklamasi biraz yanlis anlasilmis:

    "less well known is the paradox of tolerance: unlimited tolerance must lead to the disappearance of tolerance. ıf we extend unlimited tolerance even to those who are intolerant, if we are not prepared to defend a tolerant society against the onslaught of the intolerant, then the tolerant will be destroyed, and tolerance with them."

    diyor ki; sinirsiz hosgoru eninde sonunda toleransin yok olmasina sebebiyet verir. hosgorusuze elini verirsen gotunu kaptirirsin, kendi hosgorulu toplumunu da bu ite kopuga yem edersin. ayni turkiye'de akp'nin yaptıgı ve onlarin 16 senelik yardakcilarin izledigi tutum gibi.

    baska bir ifadeyle hosgorusuzlerin, cahillerin ve onlarin bu isteklerine/politikalarina canak tutanlarin argumanlari hep fikir ozgurlugu, magduriyet vb. dir. hosgurulu bir toplumun temel sarti bu hosgorusuz, cahil, irkci, cinsiyetci kisma karsi hosgorusuz olmaktir. ornegin seriatcilarin degirmenine su tasiyan nuray mert gibiler icin cumhuriyet gazetesi karar alinca hemen fikir ozgurlu, farkli sesler bik bik diye konusan guruhu goz onune getirin iste onlar bilip bilmeden bu hosgorusuzluge ortam hazirlamaktadirlar.
  • hosgoru sahibi olduklarini soyleyenler, kendileriyle ayni sekilde dusunmeyenleri limitleyerek iki yuzluluk yaparlar. bir insanin inanci, kendisi gibi dusunmeyenleri öldürmeyi dikte ediyorsa, bunu yapmaktan kisitlandiginda dinini istedigi gibi yasayamadigi icin uzulme hakkina sahiltir, cunku yaptigi sey kendi icin zaten yanlis degildir. blok olmus olan hosgorululer karsisinda ezilir. yani hosgoru olayi herkesi mutlu etmez, cogunlugun uzerinde anlastigi kurallari (su anda dusunce ozgurlugunun serbest olmasi fakat fiziksel siddete tolerans gosterilmemesi), onlar icin guzel bir kilifa sokar, evrensel kurallarmis havasi verir.
  • karl popper’ın bulduğu ve bugünün liboşlarına hoşgörü ile öğretilmesi gereken paradoks. popper demiştir ki “her ne kadar paradoksal olsa da sınırsız tolerans, toleransın yok olmasına sebep olur.”

    örneğin "radikal dinciler ve tarikatlar demokrasiye karşı çıkarak toplum içinde varlıklarını sürdürebilir, herkesin eşit derecede var olma hakkı vardır." diyen bir liboş veya "her fikre hoşgörülü yaklaşıyorsak faşizm fikri de hoşgörülmelidir” diyen bir nazi sempatizanı, en hassas yaklaşılması gereken konuları bile tolore edilebilecek gibi göstererek toplumun tolerans eşiğini kırarak toleransın yok olmasına sebebiyet verir. bu da uzun vadede toplumun zıt kutuplarının git gide ayrışmasına ve en sonunda farklılıklar arasında hoşgörü ortamının kalmamasına sebep olur.

    haliyle gücü eline geçirdiğinde taktığı sahte hoşgörü maskesini çıkartarak kendi orta çağdan kalma fikirlerini başkalarına empoze etme gayretine girişecek cahil cühela sürüsünü hoşgörüyle karşılamak en basit ifadeyle aptallık oluyor.

    edit: dil yumuşatıldı.
  • şimdi böyle rawls ve popper'ı ekmek gibi okumak da çok doğru değil. lakin günün sonunda her halükarda bir demokrasinin kendini koruma sorunsalıyla karşılaşacağız. o yüzden popper, rawls mevzusunu şimdilik bir kenara bırakıp nihai sorun hakkında bir iki şey söylemek istiyorum.

    jwm'in güze bir makalesi var. neo-klasik disiplinle, nedir, ne değildir, ne olursa kazancı riski nedir, yatırım analisti gibi yazmış, protecting popular self-government from the people? new normative perspectives on “militant democracy. burada demokrasinin kendini otokrasiden korumasının efektif yollarına dair değindiği iki ilginç model var.

    birincisi stefan rummens tarafından ortaya atılan, concentric model. bu model diyor ki, antidemokratik tutum ve davranışları, güce olan mesafelerine göre sınırlayalım. yani mesela sokakta, tamamen gayrıresmi ve sivil biçimde birisi en galiz ırkçı düşüncelerini bile ifade etse buna ifade özgürlüğü kapsamında hoşgörü gösterelim. lakin bu adam bir parti kurduğunda, seçime girdiğinde, barajı aştığında, meclise girdiğinde karşılaşacağı engeller git gide sertleşsin. hükümet olma riski doğduğunda icap ederse partisini de kapatalım. bu bana çok makul görünüyor, çünkü neticede her şey içine oturduğu bağlamda anlam kazanıyor. kimsenin ırkçı olmadığı bir toplumda adamın teki sokakta ırkçı sloganlar atsa, şüphesiz ki zararsız bir deli sayılır. diğer yandan, herkesin biraz ırkçı olduğu bizimki gibi bir ülkede, iktidarı eleştirmek için yahudi cesaret madalyası aldığına dair bir tevatürü dillendirmeye çalışan muhalefetin bence yargılanması lazım.

    ikinci örnek israil ve hindistan. buna da yumuşak militan demokrasi demiş. bu da antidemokratik düşüncelere karşı, yasa ve yönetmeliklerin sınırları içinde ama bunların en katı yorumlarını işleterek mücadele etmek. mesela aşırı sağ parti kurabilsin, ama anayasal olarak devletin yahudi kimliğini tanımak zorunlu olduğu için seçimlere giremesin. hindistan'da normalde partilerin din ve etnisiteyle ilgili ifadeler ve politikalar dillendirmeleri serbest ama seçim döneminde yasak. ya da seçime girecekse finansmanını sınırla, reklam vermesine engel ol. bunu da yeterince iyi bir muhasebeci her zaman bir açık bulur diye bağlamış jwm.

    sonuç olarak bu iki metodun özelliği, farklı durumlara göre farklı uygulanabilmeleri ve esneklik taşımaları. nihayetinde bunlar metoddur, araçtır, o aracı kullanacak akıl gerekir. insan alet kullanan hayvandır. bunları işlevlendirecek akıl olmadan işe yaramazlar. otokrasi geldikten sonra zaten yaramazlar. ütopik bir ülkede bir gün lazım olursa diye sözlükte de dursun dedim. ele.
  • sınırsız bir hoşgörünün, aslında hoşgörüye karşı bir tutum olmasıdır... başka bir deyişle; herşeye özgürlük tanımak "özgürlükçülük" değil, özgürlüğün sonunu davet etmektir. liberal faşistlerin de temelde yaptıkları demagojidir. diğer insanların hakkına saldırmak veya bunun propagandasını yapmak "hoşgörü" kapsamının dışında tutulmazsa, toplumdaki hoşgörücülük artmaz azalır.

    hoşgörü paradoksu
    https://en.wikipedia.org/wiki/paradox_of_tolerance

    (bkz: karl popper)
    (bkz: liberal faşizm)
  • hoşgörüsüzlüğe hoşgörü gösterildiğinde hoşgörüsüzler kazanacak varsayımıyla hoşgörüsüzlüğe hoşgörü gösterilmemesi gerektiği söyleniyor. ancak tam tersine hoşgörüsüzlüğe hoşgörüsüzlüğün hoşgörüsüzlere prim kazandırabileceği düşünülmeli. hoşgörülü olduğunu iddia eden taraf "hoşgörüsüzlere hoşgörüsüzlüğü" savunduğunda kendisiyle çelişkiye düşüp kendi düşüncesini yıkmış oluyor ve belki de bu yüzden hoşgörüsüzlere prim kazandırmış oluyor.
hesabın var mı? giriş yap