• genelde olumsuz yorumlar almış olsa da ama benim çok beğendiğim film. martin scorsese denince benim gibi ortalama sinema seyircisinde bile yoğun beklenti oluştuğu için filme dair ufak bir hayal kırıklığını anlarım ama oyunculuklar ve sinematografi için bile izlemeye değer bence. christopher lee'yi kötü adam rolünde görmeye alışmıştım, buradaki rolüyle şaşırttı. ama her işi kotarıyor bu adam, her rolün hakkını veriyor. hail to saruman!

    sacha baron cohen'in gülümsemeye çalıştığı sırada ise aklıma chandler bing geldi. fotoğraflarda gülümseyemeyenler olarak bir kulüp kurabiliriz bence, bu iki adam da kanaat önderimiz olur.

    son olarak buraya en sevdiğim repliği bırakayım:

    --- spoiler ---

    hugo: i'm sorry. it's broken.
    georges: no it's not. it worked perfectly!

    --- spoiler ---
  • elinde pembe bir ginger'la nöbette.
    ona sarılacağım günü bekliyor adeta.
    hugo benim yeni ev arkadaşım.
  • filmi henüz izlemediyseniz önce georges méliès'ın hayatı ile ilgili bir şeyler okuyun, daha sonra birkaç filmini seyredin. bunları yaptıktan sonra izlediğinizde film artık size daha çok anlam ifade edecek.
  • kısa filmler çekmeye çalışan sinema tarihi ile ilgili hemen her filmi izlemeye kitabı okumaya çalışan ve (bkz: georges melies) hayranı
    biri olan bende sanatsal orgazm yaşatmıştır. 6 yaşındayken (bkz: le voyage dans la lune) filmine denk gelme şansına erişen ben öyle etkilenmiştim ki günler boyunca filmi hayal edip çizmeye çalışmıştım. bu film benim için çok bi özel çok bi güzel (bkz: brian selznick) bu kitabını okumamıştım ama elime (bkz: wonderstruck) kitabı geçti okumak için sabırsızlanıyorum ve martin scorsese son sözüm sana sen nasıl bir beyinsin taxi driver da sen hugo da...
  • ekrandan evin içine doğru sıcaklık yayan harika bir film.
    yazdıklarım, sıradan bir film izleyicisi olduğum bilinerek okunmalıdır.
    biz filmi çok beğendik.

    mekanın, filmin büyük bir çoğunluğunda tren istasyonu ile sınırlı tutulması, orada çalışan insanların birbirleriyle ilişkileri, istasyona büyükçe bir yuva havası katmış.
    mevsimin kış olması sıcak bir yuva duygusunu daha da belirgin kılmış.

    hugo'nun paris'e yukarıdan bakarlarken kız arkadaşına söylediği sözler ise, çocukluğumda sahip olduğum bir hissi hatırlattı bana. ben bu dünyaya özel bir görevle geldim, hissini. hafızamın ekleme ve çıkarmalarıyla, makinelerin bir amacı vardır, diyordu hugo kız arkadaşına; ne için yapıldılarsa onu gerçekleştirmek. ve makineler çalışmaları için ne lazımsa o parçalara sahiptir, fazlasına değil. dünya da kocaman bir makine ve ben de onun bir parçasıyım. o zaman bir amacım, bir görevim olmalı. bir fazlalık olamam.

    ne olduğunu, kim olduğunu arayan öksüz bir çocuğun hayatına bir anlam yükleme çabası, bu metaforla ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.

    georges baba'nın gerçekten yaşadığını da bu filmle öğrenmiş olduk.
  • filmi eşimle birlikte izledik. ve bu filmi onun değerlendirmesini istedim, biraz naz etse de kırmadı sağ olsun*.. önce eşimin yazısını olduğu gibi paylaşayım. sonra kendim bir iki detay ekleyip bırakıcam. buyrunuz:

    ""küçük bir çocuğun bir tren istasyonunda gizlice kurduğu yaşantısıyla başlayıp sinema tarihinde kısa bir yolculuk yaptıran film…

    hugo, babasını bir müze yangınında kaybettikten sonra alkolik amcası tarafından sahiplenilen ve amcasının ölümüyle tren istasyonundaki saatlerin çalışmasından sorumlu olan kimsesiz bir çocuk… tren istasyonunda kimsenin gözüne batmadan gizlice kendisine bir yaşam kurmaya çalışmaktadır. özellikle tren istasyonu şefine görünmemeye çalıştığı sahneler kimsesizliğini oldukça iyi hissettiriyor..

    tren istasyonu şefi bir savaşta sakatlanmış hugo kadar yalnız yaşayan bir adamdır. kimsesiz çocuklara yönelik muamelesi ve aile hakkındaki yorumları şefin yalnızlık duygusunu yakalamanıza imkan tanıyacak sahneler…

    saat tamir işi baba mesleği olarak kendisine geçen hugo bozuk her şeyi tamir etmekte ve bunun içinde özellikle babasından kalan bir robotu tamir etmek amacıyla yaşlı bir adamın (melies) oyuncak dükkânından küçük araç gereçler aşırmaktadır.
    melies tarafından yakalanmasıyla istasyonda yalnız yaşayan bir çocuğun hikâyesi olan konu değişmekte ve sinema tarihine, filmlerin yaratılışına doğru akan bir yolculuğa dönüşmektedir.

    melies’in manevi torunu ısabella ile hugo arasında geçen diyaloglarda, hugo’nun şu cümlesinde; ‘her şeyin bir amacı vardır, makinelerin bile. belki bu yüzden bozuk makineler beni bu kadar çok üzüyor, üstlerine düşeni yapamıyorlar. belki insanlarda da aynıdır, amacını kaybedersen sen de bozulursun..’ varoluşçuluğu hissettirmesi filmin gayesini ortaya koyuyor gibi…

    filmin başrolünü bir çocuk tarafından üstlenildiğini söyleyebiliriz. bu izleyici kitlesini oldukça daraltacak bir durum aslında... bir çocuk üzerinden yaşamın anlamını ve amacını sorgulayan ve ağır ilerleyen bir film… arada bir ne zaman bitecek diye düşünürken buldum kendimi film izlerken… :)""

    evet, eşimin film hakkında düşünceleri böyleydi. bir iki ekleme yapayım. büyük yönetmen martin scorsese'nin en iyi film dalında oscara aday gösterilmiş 8. filmi. brian selznick in kitabından uyarlama bir film. bir tür kurgusal biyografi aslında.. sinemanın ilk yıllarında büyük işler başaran ve kıymeti, değeri daha sonra anlaşılan bir yönetmenin, georges méliès'in hayatına odaklanıyor daha çok. hatta hugo'dan ziyade melies'in olayı daha ön planda gibi. muazzam bir görsellik ve sinematografi hakim yine.. kostümler, dekorlar, ışıklar, atmosfer gerçekten harika.. eşimin de söylediği gibi filmin en can alıcı diyaloglarından birisi, "hayatın amacı" ve "bozulan makine" benzetmesi idi. güzel film aslında.. eşim sıkılmış biraz ama çok sıkıcı da değil hani.* büyük beklentiye girmeden, dönem şartlarını düşünerek, filme kendinizi kaptırarak izlerseniz keyif alacağınızdan eminim.. scorsese eseri sonuçta.
  • pc versiyonunu bir türlü bulamadığım oyun
  • capri sun devri çocuklarının kahramanı ,televizyon izlemenin ayrıcalıklı olduğu dönemler ,özlemle anıyoruz koca kulaklı adam.
  • aklıma ilkokul anılarımı getiren fransız yazar veya çocuk programı kahramanı.

    ilkokul 3. sınıftaydık. türkçe dersinde yeni yeni uzun metinler okumaya başlamıştık. herkesin elinde 100 temel eser dolanıyordu. yine bir türkçe dersinde okuduğumuz metinde şöyle bir cümle geçiyordu;

    ...dünya klasiklerinden notre dame'ın kamburu v. hugo tarafından yazılmıştır...

    metni okuyan arkadaşımın ağzından yukarıdaki cümle şöyle dile gelmişti;

    ...dünya klasiklerinden notre dame'ın kamburu beşinci hugo tarafından yazılmıştır...

    metni değil ama o yaşta nasıl kahkahalarla güldüğümüzü çok iyi hatırlıyorum. var ol can dostum :)
hesabın var mı? giriş yap