• sosyolog *. uludağ üniversitesi öğretim üyesi
  • (bkz: ahmet arslan)
  • epistemik cemaat kitabının yazarı.
  • hüsamettin hoca ilginç bir kişiliktir.içinde zıtlıklar ve çelişkileri yoğun bir şekilde barındırmaktadıor.hayatta gerçekleştirdikleri ile özlem duydukları arasında büyük bir uçurum bulunduğunu sürekli olarak alenen sezdirmekte olup,tavırlarındaki ve anlatış biçimindeki doğallıkla bütün bunları dışa vurmakla,kimileri tarafından belki yanlış anlaşılmaktadır.
  • ders esnasında herkese sırayla "kişisel" bir soru sorulmaktadır (sınıfın büyük çoğunluğunu kız öğrenciler oluşturmaktadır) sıra zartanyan'a gelir "erkek olduğun için çok önemli değil ama söyle yine de "demiş büyük düşünür(!)
  • "insan bilimlerine prolegomena" adlı derleme kitabının önsözüyle beni benden alan, akademinin (ya da en azından bugünkü güdük biçiminin) tüm iğrençliğini, klişeye saplanmadan ifşa eden şahsiyet. ben istanbul'da okuyorum. tanımam kendisini ama gerek söz konusu yazı, gerek çalışma alanı itibariyle pek sevdiğim mütercim.

    yalnııııız! bir konu var ki değinmeden geçemeyeceğim. 'hermeneutik', 'hermenötik', 'hermenoytik', vs. şeklinde geçen kavramın türkiye'de bir türlü sağlıklı, istikrarlı, uzlaşılmış bir adlandırmasının bulunmayışı, belki çok önemli olmayan fakat egoya dayalı bir ısrarın göstergesi olarak zaman zaman son derece sinir bozucu bir durum olabilmektedir. arkadaş, bu kavram ilk olarak hangi dildeki metnin çevirisi ve/ya hangi (türkçe yazan) yazarın metniyle girmiş bizim düşünme iklimimize? benim bildiğim kadarıyla konunun, 'türkiye'nin felsefe kamuoyu'na doğan özlem vasıtasıyla girmiştir ki, kendisi istanbul üniversitesi felsefe bölümünün geri kalanı gibi 'alman geleneği'ne mensuptur. zaten doğan bey konuyu, türkiye'nin gündemine, öncelikle çeviri eserlerle sokmuştur ve bunlar dilthey, dilthey okulu filozofları ve gadamer gibi alman filozofların yazılarıdır. telif eserlerinde de genellikle bir alman filozofun (bu filozof genellikle dilthey'dır) felsefesi üzerine değerlendirmelerde bulunur. kullanılan kavram da genellikle 'hermeneutik'tir. kaldı ki konu da aslında adanın değil kıta avrupası'nın konusu/sorunudur. en ciddi biçimde tartışıldığı, en derin açımlamalarının yapıldığı yer de almanya'dır. dolayısıyla, eğer türkçe bir karşılık bulunamıyorsa en doğru adlandırılışı da almanca'daki gibi 'hermeneutik' olmalıdır kanımca.

    mutlaka kavramın diğer kullanımlarının da bir açıklaması vardır ama... bir yerden sonra çok zorlama duruyor böyle hareketler. kaldı ki hüsamettin bey de harika üçlemesinde kavramı bu şekliyle kullanmıştır (emin değilim ama sanırım bu dönem doğan özlem'in 'paradigma' ile çalıştığı döneme rastlar). şimdilerde - doğan özlem'in 'doğu-batı' ile çalıştığı bugünlerde- (gadamer çevirisinde) nedendir bilmiyorum 'hermenoytik' şeklinde, nereden çıktığını çok merak ettiğim bir kelimeye meyleder olmuştur. kaan ökten'in ucube heidegger çevirisinden bahsetmiyorum bile.

    velhasıl kelam, şunun doğru dürüst bi adını koyun artık. insanın dilinin ucuna kötü kötü laflar geliyor!
  • bugün star da yazdığı 'bir digital darbe girişimi' adlı köşe yazısında nasıl bir kafa da olduğunu merak ettim prof sosyolog. hani olaya bakışı dini metodları falan görünce sonradan bu şahsın bir sosyolog olduğunu öğrenince kafam almadı benim. gezi parkı olaylarına bu kafayla bakan aydınlarımız(!) oldukça durumun kendi penceremden vahim olduğunu görebiliyorum.
  • gezi parkı yazsısının gösterdiği kadarıyla, gelenekçiliği ve gelenekselciliği içerisinde reaksiyonerliği aşamamış ve sırf bu aşamama yüzünden de sapına kadar modernliğe batmış bir kardeş. o çevrenin duasının seni de kurtaracağı günü bekle ve o kırmak istediğin putların yerine kılıf değiştirmiş yenileri dikilirken seyirci kal.
  • aşağıdaki metinleri bir makalesinde kullanmış şahsiyettir:

    "türkiye'nin ve türk toplumunun modernleşme süreciyle ilgili metinlerde bilimin rolünün ihmalinin, başka bir söyleyişle modernleşme ile bilim arasındaki ilişki konusundaki entelektüel körlüğün ülkemiz entelektüelleri arasında yaygın olmasının nedenlerinden biri, onların modern batı'dan ithal ettiğimiz bilimin ve bilimsel bilginin iktidarla/güçle hiçbir ilişkisi bulunmadığı mitine derin bağlılıklarıdır. burada öne sürülebilecek bir başka neden, hem modernleşme sürecimizin hem de bilimin ya da bilimsel bilginin türkiye'ye girişinin bizatihi kendisinin, iktidar/güç mekanizmaları ya da süreçlerinden geçerek gerçekleşmesidir. ekonomimiz, kültürümüz, toplumsal kurumlarımız ne kadar iktidar/güç mekanizmalarının kaprislerine maruz kalmışlarsa, düşünme tarzlarımız da o kadar kalmışlardır. toplumumuzun modern bilimi ve onun türevi dünya görüşünü kendi rızasıyla almayı denediği apaçık bir bedahet olsa bile."

    "bilimin ve bilimadamının önündeki en büyük engellerden biri, bilimin ve bilimsel faaliyetin eleştiriden muaf tutulması gerektiğini düşünenlerin militanlığını yaptığı kemikleşmiş bir ideolojidir. daha yerinde bir söyleyişle, türkiye'de bilimin önündeki en büyük engel, bilimi insanların ürettiği ve icra ettiği bir faaliyet olarak değil, onu eleştiri alanının dışında tutmak isteyen ve ona modern bir 'din' muamelesi yapan zihniyettir."

    "türkiye'de bilimizm, egemen entellektüel ortodoksidir ve bütün ortodoksiler gibi, yaratıcılığa ve yeniliğe kapalıdır."

    "rasyonalizm, plato kaynaklı bir anlayışla (evren bir sayılar armonisine göre düzenlenmiştir) evrenin insan zihninin işlediği gibi işlediğini ve bu nedenle evrenin matematiksel dilinin şifresini çözerek işleyiş yasalarını bulmanın mümkün olduğunu varsayar."

    "empirizm ve rasyonalizm, modern formlarıyla, göze dayalı felsefi geleneklerdir. bütün bir bilgi teorisi ya da epistemoloji, göz ve görme üzerine temellenmiştir."

    "bilgi öncelikle özne ile nesne arasında cereyan eden bir ilişkinin değil, bilgi öncelikle öznelerarası ilişkinin ürünüdür."

    "yalnızca bilgi ve bilim konusunda değil, insana has hiç bir faaliyet alanında sıfır noktaları, ya da başlangıç noktaları yoktur."

    "...bilimsel bilgiyi, doğru bilgiyi ya da bilgiyi dayandırabileceğiniz, bize objektif/nesnel, tarihdışı, tarihüstü, kültürlerüstü bir sıfır noktası, bir 'ego cogito', bir 'tabula rasa' yoktur; bunlar, genelde batı düşünce geleneği diye adlandırdığımız bir gelenek içinde yeralan bir geleneğin, okülersentrik geleneğin kurgularıdır."

    "bilgi öncelikle özne ile nesne arasındaki ilişkiden doğmaz, bilgi öznelerarası ilişkiden doğar; bilimsel bilgi dahil bütün bilgi, öznelerarasıdır."

    "...'hayatın bizatihi kendisi güç/iktidar tutkusudur.' 'güç tutkusu bir varlık, bir oluş değil, bir kaderdir (pathos), bir oluşun bir etkinin kendisinden doğduğu en temel olgu' '...güç tutkusunun aracı olarak hakikat tutkusu'" (nietzsche'den alıntılar)

    "'[hakikate tutku] moral bir güç değil, bir güce/iktidara tutku formudur.'" (nitzsche'den alıntı)

    "toplum bir sosyal eşitsizlik sürecidir. çünkü en az iki kişinin, dolayısıyla toplumun olduğu her yerde eşitsizlik de vardır."

    "toplumun veya toplumların tarihindeki büyük dönüşümler (mesela ortaçağ avrupası toplumundan modern avrupa toplumuna geçiş), bir hiyerarşik yapıdan başka bir hiyerarşik yapıya geçiştir, hiyerarşik bir toplumdan, hiyerarşinin artık bulunmadığı bir topluma geçiş değil."

    "en az iki kişinin bulunduğu her yerde hiyerarşi ya da eşitsizlik de vardır."

    "bilim elbette gözleme ve deneye dayanır; fakat bunlar aynı zamanda dünyayı ve insanları dönüştürmenin, manipüle etmenin araçlarıdır."

    "... hiçbir bilgi yapısı, kendi içinde bir güç/iktidar formu olan ve mevcudiyeti ve fonksiyonuyla diğer güç/iktidar formlarına bağlı bulunan bir iletişim, kayıt, biriktirme ve yayma sistemi olmaksızın şekillenemez. buna karşılık, hiçbir güç/iktidar bilginin üretimi, tahsisi, dağıtımı ya da alıkonması olmaksızın tatbik edilemez. bu düzeyde, bir tarafta bilgi, diğer tarafta toplum, bir tarafta bilim diğer tarafta devlet yoktur, yalnızca temel bilgi/güç/iktidar formları vardır." (foucault'dan alıntı)

    "bizimki gibi toplumlarda, hakikatin 'politik ekonomisi'ni beş önemli özellik karakterize eder. 'hakikat', bilimsel söylem ve onu üreten kurumlarda merkezileşir; o sürekli bir ekonomik ve politik teşvike tabiidir (ekonomik üretim için olduğu kadar politik güç/iktidar için de hakikat talebi); sınırsız yayılma ve tüketimin nesnesidir (çapları sosyal yapıya göre değişen eğitim ve enformasyon aygıtları vasıtasıyla dağıtılan bir yayılma ve tüketimin); birkaç politik ve ekonomik aygıtın (üniversite, ordu, yazarlık ve medya), istisnai değilse bile egemen kontrolü altında üretilerek aktarılır; son olarak o, bütünüyle politik tartışmanın ve sosyal karşılaşmanın ('ideolojik mücadeleler') konusudur." (foucault'dan alıntı)

    "hiç şüphesiz bilim ve bilimsel bilgi, toplumun diğer kurumları kadar sosyal bir kurum, toplumun diğer kurumları gibi bir kurumdur."

    "bilimin güçle/iktidarla ilişkisini anlamak için, başka şeyler yanında bilimin (ve dolayısıyla bilimadamlarının) patronuna bakılmalıdır."

    "bilim lüks bir faaliyettir, para demektir ve patron önemlidir; yoksulların ve güçsüzlerin/iktidarsızların bilim yapmaya hakları yoktur."

    "laboratuvar, son dönemlerin kapitalizminin fabrikasıdır."

    "eleştiriden muafiyet talebi, bir kutsallık çağrısıdır ..."

    "türkiye'de ortalama 'entellektüel' içinde bulunduğu toplumun tarihinden devraldığı bütün kutsallara karşıdır; ona entellektüel olma sıfatını armağan eden şey, toplumun gündelik hayatının kutsallarına açtığı savaştır. fakat o bunları yapaken, atalarının kutsallar alanından, kutsalların bulunmadığı bir alana geçmez; bir kutsallar alanından başka bir kutsallar alanına geçer ve 'bilimin kutsallığına' sığınır."

    "...bilimin ve bilimsel bilginin türkiye'deki kurucu babaları meslekten bilimadamları değil, bürokrat entellektüellerdir."

    "foucault'nun bize öğrettiği şey şudur: dünya yalnızca ekonomik, siyasi, dini, ideolojik, kültürel vb. savaş arenası değildir, aynı zamanda bir hakikat için savaş arenasıdır da. dünyada egemen askeri, siyasi, kültürel düzenler olduğu kadar egemen hakikat düzenleri ya da rejimleri de vardır. nietzsche, '...herşey başka herşeyle öylesine ilişkilidir öylesine ilişkilidir ki, birşeyi dışarda tutmak istemek, herşeyi dışarda tutmak anlamına gelir.' der. bütün düzenler gibi o da hiyerarşiktir ve gayet tabii bu rejimlerin hiçbiri birbirinden yalıtılmış alanlarda ikamet etmezler. 'bütün iktidarlar/güçler hakikate ihtiyaç duyar; mutlak iktidarlar/güçler ise mutlak hakikate ihtiyaç duyarlar. (..) güç/iktidar bilgiye ihtiyaç duyar: bilgi gücü/iktidarı meşru ve verimli hale dönüştürür.'" (son cümle bauman'dan alıntı)

    "türkiyede genelde entellektüel, özel olarak da akademik entellektüel, içinde yeraldığı kurumlarla birlikte, global ölçülerde bir hakikat rejiminin periferisinde ya da global bir entellektüel güç/iktidar hiyerarşisinin alt basamaklarındadır. burası, kelimenin tam anlamıyla bir entellektüel taşradır."

    not: "bilim, bilimsel bilgi ve iktidar" başlıklı, mayıs/99'da yayımlanmış bir makaleden, yazımı neredeyse tamamen korunarak alınmıştır.
  • tesadüfen açtığım trt türk'te "sıfır noktası" programında konuşan kişi.

    allahım o kadar saçmalıyor ve bunu yaparken de kendine o kadar güveniyor ki kim olduğunu merak ettim. sağ olsun, programın rejisi de iki saattir bir türlü ismini alt yazıda verivermedi. neyse ki twitterden öğrenebildim kim olduğunu.

    kendisine göre "ulus devlet" falan bitmiş. hatta artık ulus devlet günümüzdeki bütün sorunların kaynağıymış. bugünkü sorunların hepsi ondan ileri geliyormuş.

    iyi de anacım, sen ve senin gibi bir çok liberal, solcu yıllardır "ulsu devlet artık bitti" deyip duruyor da buna ilaç niyetine bir tane delil, emare gösterseniz yahu. "ulus devlet bitiyor" demek hadi 90'larda, sovyetlerin çöktüğü, ab'nin parladığı yıllarda kulağa hoş geliyordu, ama son krizler, dünyadaki gelişmeler gösterdi ki ulus devlet bitmediği gibi tam tersine hiçkimse ulus devletinden vazgeçmek niyetinde değil.

    kendi ifadesiyle "kürt sorunu" konusundaki söyledikleri ise klasik saçmalamalardı işte. her şeyin suçu "ah bu ulus devlet", bir olmasaydı, bir çok uluslu, çok kimlikli bir devlet olarak kurulsaydık her şey çok güzel olacaktı kafasında. sonuç olarak türkiye'nin ulus devlet oluşuna, bundan daha fazla ise bu ulus devletin türk kimliği ile kurulmuş olmasından fena halde rahatsız kişi. akp'nin bu niteliğe zarar vermesinden (kendisi bu şekilde doğrudan ifade etmiyor tabi) dolayı da fena halde mutlu ve akp destekçisi.

    türkiye'nin yayın kurumu trt ise türk milli kimliğine düşman bu adamları karşılarında bir aksi görüş bildirecek biri dahi olmadan çıkartıp propagandasını yaptırıyor işte. hele ki karşısındaki sunucunun ağzından çıkan her şeye ağzı açık hayran hayran onaylaması falan komikti gerçekten.

    edit: türkiye'de bir partinin ulusa dayalı milliyetçilik yapmasının kendisi için intihar olduğunu söyledi. mhp, %3'lerden, 4'lerden gelip 1999'da ikinci parti oldu. hala da o patnsiyeli var. bu ne oluyor peki?

    özellikle kürtler konusundaki fikirleri gerçek dünyadan o kadar uzak ki, yani mesele katılmamam değil, ama bu hadar havai ve sadece kafasındaki kurgulara göre konuşuyor ki.
hesabın var mı? giriş yap