• 14.yüzyılın sonlarına doğru yaşamış tunuslu bir düşünür olup düşüncelerinin omurgasını oluşturan üç önemli kavram vardır.

    bunlardan birincisi ümran (medeniyet) teorisidir.ona göre her toplumun medeniyetini tayin eden unsurlar coğrafya ve ekonomik etkinliklerdir.bu iki ifadenin vurgulanması bize ibni haldunun materyalistolduğunu açıkça göstermektedir.ancak ibni haldun yaşadığı dönem ve toplumdan kaynaklanan nedenlerle materyalist olma gerçekliğini bazı durumlarda gizleyerek görüşlerini örtülü olarak ortaya koymak durumunda kalmıştır.
    ibni haldun ümran teorisini bedevi ümran (göçebe-ilkel tuplum) ve hazeri ümran (kentli toplum) olmak üzere iki bölümde ortaya koymaktadır.
    bedevi ümran:göçebeler yerleşik bir hayata sahip olmadıklarından işbölümü yoktur.bu nedenle ekonomik faaliyetleri ancak karınlarını doyurmaya yetmektedir.böyle bir toplumda ekonomik etkinlik yok yani bedevi altyapı söz konusu olmaktayken ahlaklı üst yapı söz konusu olmaktadır.
    hazeri ümran:iş bölümünün ortaya çıkması ile yerleşik hayata geçilecek,nüfus artmaya başlayacak dolayısıyla üretim artacak ve fazla üretim birimleri artı değer yaratacaktır.gelirlerin artması ile sınıflaşma başlar işte bu noktada ibni haldunun devletlerin doğup büyümesi ve yok olmasını dile getirdiğini ve çöküşün sınıflaşmayla başladığını görmekteyiz.ona göre servet alt sınıfın sömürülmesinden meydana gelmiştir.bu sömürü sonucu üst sınıf lüks ve israfa yönelecek alt sınıf hani bana hani bana diyecek üst sınıfsa alt sınıfı doğal olarak sömürmeye devam edecektir.bir süre sonra sınıf çatışmaları başlayacak sosyal yapı bozulacaktır.ona göre ekonomisi küçük toplumlar mutluyken teknoloji ve sanayileşme arttıkça toplumun ahlakı bozulacaktır.bu durum gerçekten de günümüz toplumlarına bire bir uymaktadır.nitekim yapılan memnuniyet araştırmalarında gelişmiş ülke insanlarının bizim gibi üçüncü dünya ülkeleri insanlarından daha mutsuz oldukları ortaya çıkmakta.

    ikinci teori ise asabiyet (iktidar) teorisidir.bu teoriye göre göçebe olarak yaşayan toplumlarda merkezileşme olmadığından otorite sahipleri bulunur.bunlar toplumun önde gelenleridir.yerleşik hayatın yavaş yavaş oturmasıyla yönetimi bu otorite sahipleri ele geçirmektedirler.buna asabiyetin doğuşu da denmektedir.bu güçle beraber iktidar sahipleri çok hızlı bir şekilde zenginleşirler.ancak bu zenginlik israf ve gösterişe neden olur ve bu sınıfı besleyen servetin azalmasına neden olup bu sınıfın alt sınıfa baskı yapması(vergi,çalışma şartları,sosyal haklar...) ile iş çığırından çıkar.ahlakın da bozulmasıyla iktidar el değiştirir.aynı akıbet tüm iktidarların başına gelir ve sonunda toplum çöker.

    son teorisi ise tavırlar teorisidir.ona göre bir asabiyetin doğuşu ile çöküşü arasındaki gelişmeler tavır olarak adlandırılır.bu süreç beş aşamada gerçekleşir;
    zafer tavrı:bozulan iktidarın yerine çevreden yeni bozulmamış olan bir sınıf gelir.
    mutlakiyet tavrı:artı ürünün oluşmasıyla yaşam biçimi açısından yönetici ve yönetilen ayrımı başlamıştır.
    refah tavrı:toplum ve üst tabakanın refah seviyesi yüksek ve iki kesimde mutludur.
    barış tavrı:servet aşırı büyüyünce istismar ortamı oluşur.alt sınıf isyan eder eğer sorun çözülmezse yeni yönetim gelir yine çözülmezse toplum çözülür yani son aşama gerçekleşir.
    israf tavrı:yıkılma sürecidir

    ibni haldun gerçekten de materyalist ve kendisinden sonra ki materyalist bilim adamlarına ve diğer toplum bilimlerine yol gösteren bir bilim adamı olmuştur.öyle ki karl marx ibni haldundan direkt etkilenmiş hatta eserlerinden faydalanmıştır.ilk başlarda farkedilmese de sonradan bu durum kesinliğe kavuşmuştur.
  • batılı bir bilimadamının hakkında "islam alemi'nin machiavellisi" dediği sosyolog ve tarihçi. bu söze karşı ise üstad cemil meriç "iltifat değil, iftira" demiştir.
  • mukaddime'sinde şöyle bir bölümü (serlevhası) bulunmaktadır.

    sultanın ticaretle meşgul olması tebaa için zararlıdır, vergi düzenini bozar.
  • kendisi evrim teorisin asıl babasıdır. bu konu hakkında şu vecizelerde bulunmuştur;

    "biz evreni tertip düzen ve mükemmeliği ile sebeplerini ona sebep olan amillerle ilgili ve varlıkları birbirlerine bağlı olarak yoruyor, varlıkların birinin diğerine dönüşümü olarak yorumluyoruz.."

    ".. daha sonra hayvanlar dünyası gelişmiş türleri çoğalmış giderek neticede düşünce ve fikir sahibi insana kadar yükselmiştir. daha yüksek aşama olan insanların seziş ve kavrayışları bulunan fakat henüz gerçek düşünce ve fikir aşamasına varamamış olan maymunlardan ulaşılmıştır..."

    "bitkilerin en karmaşığı ile hayvanların en basiti, hayvanların en karmaşığı ile insanlar akrabadır.."

    bu fikirleri 14.yüzyılda ortaya atmış, kendisi hakkında bilgilerin nerdeyse tamamı batının kütüphanelerinden çıkan islam bilgini.
  • vaktiyle şunu yazmış;

    "devletle işbirliği yapmayan zengin olamaz. devlet lüks ve israfa dalar, dalkavuklarını ve yandaşlarını besler, hazine tam takır olur. sonra vergileri artırır. vergi oranı arttıkça vergi tahsilatı artmaz, azalır. başka bir yol bulamayınca devlet zenginlerin mallarına el koyar. o da yetmedi mi ticarete atılır. üreticiler ve tacirler onunla rekabet edemez, çalışmaktan ve kazanmaktan soğurlar. ülke bütünüyle fakirleşir, halk bir kurtarıcıyı bekler hale gelir ve dışarıdan bir müdahale ile devlet başkalarının eline geçer. "
  • 1332 yılında tunus’ta doğan ve 1406’da kahire’de vefat eden ibn haldun’un yaşadığı dönemde islam dünyasının hâli şöyleydi:

    endülüs’ün az bir kısmı müstesna, büyük bölümü hristiyanların istilasına uğramıştı. geriye kalan topraklardaki emirliklerde de fitneler ve ihtilaller eksik olmuyordu.

    muvahhidler devleti yıkılmış, fas, tunus ve cezayir’de yeni hanedanlıklar kurulmuştu. islam toplumunun yaşadığı muhtelif devletler kurulmuştu. bilhassa mısır’da halifeliğin devamı niteliğindeki memlüklüler, anadolu’da selçuklular ve osmanlılar halef-selef olarak varlıklarını sürdürürken, timur da bütün islam dünyasına hakim olma gayreti güdüyor ve bu konuda mücadele ediyordu.

    ismi abdurrahman, künyesi ebu zeyd, lakabı veliyyûddin, şöhreti ibn haldun olan müellifin soyu sahabe vail b. hucr’a dayanır. bu sahabeyle ilgili peygamberimiz (s.a.v.):

    “... vail b. hucr, rasulullah’a geldiği vakit, hz. peygamber ridasını yaymış, vail’i bu rida üzerine oturtmuş ve allah’ın vail b. hucr’u, oğlunu ve kıyamete kadar gelecek olan torunlarını mübarek kıl, hayırlı ve uğurlu olmalarını temin et.” diye dua etmiştir.

    nesebiyle ilgili farklı yorumlar yapılsa da, ibn haldun’un arap olmadığını söyleyen veya söylemeye çalışanlar aksi bir ırkı da ona nisbet edemiyorlar. sadece yer yer araplar’ı yerip, berberîler’i övmesinden dolayı berberî olabileceği tezi ileri sürülmüşse de, bu tez fazla rağbet görmemiştir.

    tahsili

    mukaddime müellifi abdurrahman b. muhammed’in ailesi ilim ve irfana çok düşkündü. hatta babası, devrin sayılı hocalarından kabul ediliyordu. nitekim, okuma çağına gelen oğlunun ilk hocası da, babası olur. o dönemlerde cami ve mescitler okul olarak kullanılıyordu. babasının nezaretinde kur’an eğitimini alan ibn haldun, en saygın ulemanın endülüs’ü terk etmesinden dolayı tunus’ta bulunan devrin saygın hocalarından tefsir, hadis ve malikî fıkhı ve şerî ilimleri tahsil etmiştir.

    bu bilgilerin dışında dil, mantık, felsefe ve sair ilimlerde de, hocalarının övgüsünü hak edecek şekilde ders aldıktan sonra, hayatında iki önemli olay cereyan eder. bundan dolayı da tahsiline ara vermek zorunda kalır.

    bu olaylardan biri kendisinin de “ocak söndüren” diye tanımladığı veba salgını. öyleki günde, 1200 kişinin öldüğü büyük bir hastalık. kitabında şöyle bahsediyor:

    “durmadan sonsuz bir arzu ile ilim tahsil etmek ve faziletler elde etmek için didiniyor, ilim öğretilen yerlere ve ders halkalarına gidip geliyordum. ‘ocak söndüren’ veba çıkana kadar hayatım böyle devam etti. veba sebebiyle, ayan-eşraf ve bütün üstadlar dünyadan göçüp gitti. anam, babam da vefat etti. allah hepsine rahmet eylesin.”

    ikinci olay ise bu salgın hastalıktan kurtulan ilim erbabının ülkeden ayrılması, diğer taraftan iaşe için çalışmak zorunda kalması, çok arzuladığı ilim meclislerinden kopmasına sebep oldu.

    iş ve çile hayatı

    yaklaşık yirmi beş yıl sürecek olan siyasî ve idarî çalışması hayatında yeni bir sayfa açar. fakat her ne kadar çalışsa da, aklı okumakta ve yazmakta. fırsat buldukça bu işlere zaman ayırmaya çalışıyorsa da istediği kıvamı tutturamıyordu.

    daima galiplerden yana tavır koyan ibn haldun, çok muhtelif emirlerle çok değişik görevlerde bulundu. yaptığı bazı uygulamalardan dolayı hapis de yatan büyük müellif, başvezirlik makamına dahi çıktı.

    bu arada endülüs’e geçen, orada kendisi gibi şair ve büyük alim ibn hatip’le karşılaşır. birbirleriyle çok iyi diyalog kuran, bu iki büyük zatın birlikteliği çok yararlı olur.

    tekrar telif dönemi

    ibn haldun, birçok kez mağrip-endülüs arası gidip gelir. arkasından hac için mekke’ye giden orada bir dizi görüşmeler yapan ibn haldun, mısır’da da bazı görevler üstlenir. bilahere tekrar kendisini ilme ve telife verir.

    kuvvetli bir hafızaya, işlek bir zihne, parlak bir zekaya, sağlam bir muhakemeye, iyi bir istidlal ve kıyas yapma gücüne ve isabetli teşhis, tesbitler yapma kabiliyetine sahip olan ibn haldun, sadece beş ay içinde islam dünyasının medar-ı iftiharı olan mukaddime’sini yazdı ve bitirdi. arkasından mağrip ve berberîler’in tarihini yazmak için kitabu’l-iber’i yazmaya başlar. daha sonra bu anlayışından vazgeçerek umumî tarih kitabı olarak yazmaya çalışır ve bitirir.

    kadılık, hatta baybars tekkesi’ne şeyh’lik de yapan ibn haldun, tempolu, hareketli ve verimli hayatını, yaşamakta olduğu mısır’da noktalar. şu anda kabrinin dahi belli olmadığı ibn haldun gibi alimlere çok ihtiyacımız var.

    özet

    yetmiş altı yıllık ömrünü dört safhada ele alabiliriz:

    a- doğum yeri tunus’ta yirmi yıl devam eden ilk bölümü, kur’an ve talimle geçer.

    b- yirmibeş yıl süren ikinci dönem fas, tunus, cezayir ve endülüs arasında siyasî ve idarî işlerle geçmiştir.

    c- telif dönemi kabul edilen ve 8 yıl süren üçüncü dönem.

    d- kadılık, müderrislik ve şeyhlik dönemi. on dört yıl süren bu dönem, daha ziyade mısır’da geçen bu bölümde hacca gitmiş, kudüs’ü ziyaret etmiş, şam’da timur’la görüşmüştür.

    kaynak: ilk adim dergisi
  • öngörü sahibi bir clairvoyant olarak, 2014 model yeni türkiye'yi (bkz: mukaddime) adlı eserinde bir şekilde çok güzel özetlemiş olan bilgin.

    '' devletlerin ve medeniyetlerin, arap-müslüman dünyasında geçtikleri aşamaları döngüsel bir şekilde tasvir eder. ona göre, bir hükümdarlığın geçtiği beş aşama vardır:

    birinci aşama, hükümdarın halkıyla birlikte hareket ettiği, zafer kazanılan ve devlet kurulan evredir.

    ikinci aşamada olası rakipler ortadan kaldırılır ve iktidar sağlamlaştırılır.

    üçüncü aşama feragat ve rahatlık çağıdır. hem yöneten, hem yönetilenler bolluk içindedir. hükümdarlar tek başlarına kendi düşünceleriyle iş görür.

    dördüncü evrede hükümdar seleflerinin yolundan giderek, onların kazanımlarını korumaya çalışır ve barışı korur.

    beşinci ve son evre ise israf ve saçıp dağıtma çağıdır. hükümdar kendinden önceki kazanımları kendi zevkleri uğruna dağıtır. hükümdarlığa katkısı olanları görevden uzaklaştırır. ordu teşkilatı bozulur ve nihayet devlet tedavisi mümkün olmayan hastalığa yakalanır ve yıkılır*.''

    debdebeli bir hayat kurma yolunda olanlar var. ki bunu devletin gücünü kullanıp, koruyarak sağlamaya çalışıyorlar. madalyonun diğer yüzünde ise, maliyet hesapları sonucunda kaybettiğimiz insanlar ve demokratik protesto hakkını kullanmak istemesi nedeniyle maruz kalınan envai çeşit uygulamalar: biber gazı, plastik mermi, jop yaralanmalar, ölümler..

    böyle gider mi?
  • (bkz: mukaddime)
    bu arada mukaddime ibni-i haldun'un kitabının ismi değil, önsöz bölümüdür ve kendisi kitabın aslı değil, önsözüyle meşhur olmuştur. zira arapçada mukaddime önsöz demektir.
  • çok ve karmaşık vergiler yerine az miktarda, basit vergi toplamanın ülkenin vergi gelirlerini arttıracağı fikrini ilk ortaya atan kimselerdendir.
  • mukaddime isimli cok meshur bir kitabi vardir ki hala okutulur. bu kitapla birlikte tarih felsefesinin hatta sosyolojinin kurucusu olarak görülür. kitabin bir bölümünde sicak iklim insanlarinin deri renklerinin günes yüzünden siyah, kuseydekilerinde soguk yüzünden beyaz oldugunu söyler ki, bunu söyledigi zaman 15. yüzyilin basi oldugu icin epey bir radikal sayilir. cezayir'de yasamistir, 1434'te ölür. bir ara misir'da abbasi halifesinin sarayinda konuk olarak kalir, ve halifenin istegi üzerine bir kitap daha yazar ama coktan unutulmustur.
hesabın var mı? giriş yap