• iç kısımlara merak duyan bünyenin dışarıdan yaklaştığı bir insancığın beyin loblarını ele geçirme arzusuyla pusu kurmasına psikolojide verilen ad.
  • ameliyatta doktorların kesik gövdenin içini kontrol etmeleri.
    açmışken bir bakalım karaciğer iyi mi, midede genişleme var mı, kalp normal atıyor mu yoksa adam aşık mı...
  • psikolojinin kullandıgı bilinc ve zihni konu alan temel yöntemlerden biri..
  • deneğin bilincinde olanların izlenmesi, ve bunların ruhsal süreçlerin özellik ve nitelikleri hakkında bilgi vermesi durumu.
  • çoğu insan açısından, dışa bakmaktan zaman kalmayan...
  • felsefi araştırmanın en eski, en verimli yollarından biridir. ilkçağdan beri filozoflardan çoğu onu kullanmışlardır. sokrates, epikuros, islam dünyasında sühreverdi, şirazi, yeniçağda montaigne, locke, hume; yakın zamanlarda ise h. bergson, e. husserl bu yolu tutan filozoflardır.
  • ele gelir, elle tutulur gözle görülür, bir ölçüye vurulur bir niteliğe sahip olmadığından bahisle davranışsalcı ekol tarafından güvenilmez olarak nitelendirilir ve bilimin nesnesi olmasının muhal olduğu vurgulanır. bu tür yaklaşımı rehber edinenler, bilgi nesnesiyle özne arasında asla bir geçiş olamayacağı kanaatindedirler. kişinin kendi öz varlığını mikroskobunun odağına yerleştirilmesi kabul edilmez, sen kendini başkasının rahatlatıcı kollarına terk ediver derler, demek isterler.

    oysa içe bakış, kişinin insan olarak kendini tanımak için kullandığı en faydalı, en verimli, en gerçekçi yoldur. kendine bakıp özünün puslu yollarında gezinip birtakım hükümlere varan nesne-özne, diğer insanları da tanıma şerefine vasıl olacaktır. kendini bilmeyen, hiç kimseyi tanıyamaz. bir nirengi noktasından, bir başlangıç safhasından, bir ilk hareketi veren maniveladan yoksundur çünkü.

    özetçiler için gelsin; "kısacası, gel de anlat pezemeklere.."
  • içebatış.

    kendini bilmek (hele referans olmadan) olanaksıza yakın. içe bakış çok önemli, daha çok iyi niyet göstergesi; yeterli yöntem değil. uçuş dedikleri aşkınlık için bile bağlantılar, ilgiler, tezatlar, yakınlıklar gerekiyor.

    "içe bakın. ihtiyacınız olan her şeye sahipsiniz. onu kullanın. bildiğiniz en iyi şekilde davranın, yapmanız gerektiğine inandığınızı yapın. hatalardan korkmayın; onları her zaman düzeltebilirsiniz, sadece niyetleriniz önemlidir. nesnelerin ve olayların alacağı şekil sizin elinizde değildir; eylemlerinizin ardındaki maksadınıza gelince, o sizin elinizdedir." sri nisargadatta maharaj

    (bkz: içgözlem)
  • insanın kendi içine bakması, bir çeşit manipura'yı keşfetmesi gibidir. insan bazen, duygularının bilincine sahip olduğunda vardığı bilinç düzeyi tarafından tanımlanır ve bu tanım bazen yeterlidir. başka durumlarda kolektif bilinçdışının derinliklerine iner; svadhishthana'ya (su bölgesi) doğru istemsizce ilerleriz. içimizin bokunu püsürünü keşfetme imkânı buluruz orada. artık tartışılmaz, içgüdüsel doğrularımızı bir ameliyat masasına yatırmış; neşterimizi, bir cerrah titizliğiyle, biyolojinin gerçekliğinin parçalandığı, tehlikeli bölgelerde gezdiriyoruzdur. *

    insan kendi içine yoğunlaştığı ölçüde kendi alevlerine maruz kalır; o ateşe ne kadar maruz kalırsa, o kadar uçucu hâle gelir (bkz: uçmak). bedeni o kadar yanar ki böylece tüm fazlalıklarından kurtulur. ateşin şiddeti ne kadar yüksekse kişi o denli arınır, o zaman arınmış bir beden, bir tin olur.

    bir insan büyük bir duyguya maruz kaldığı zaman bu, o ateşe maruz kaldığı anlamına gelir ve ateşle temas, kişinin teslim olmasına neden olur. maddeler ısıtıldıkları zaman, çoğunlukla oksitlenir ya da nitelik değiştirir ve o nitelik değişimi "uçunum"olarak adlandırılır. farklı bir varlık olarak yeniden meydana gelme hâlidir bu. insan da tıpkı elementler gibi, maddeden tin elde eder. kendi ateşine maruz kaldıkça maddeden çıkar ve maddesiz bir beden oluverir.

    herakleitos, en soylu ruhun, ateşin özü olduğunu söyler. insanlar bu anlamda bir içgüdüye sahipler —yüksek patlayıcılara dokunmadan nereye kadar gidebileceklerini sezgisel olarak hesaplar, hissederler. sonra yol biter, gidecek bir yer kalmaz ve toprak yoktur. en önemli yaratıcı dürtülerinin topraktan çıktığını düşünür; kök salamayacağı endişesi ile bilinçli varoluşunu ezer ve çarpışma anına hazırlanır.

    rüzgâra karşı koyarsanız bir süre sonra yatışır, sonra onun üstesinden geldiğimizi düşünürüz. oysa rüzgâr yalnızca dinmiştir. ona direnmeyi öğrendiğimizi sanırız, fakat direnme melekemiz rüzgâra karşı direndiğimizi varsaymakla yanlış bir sonuca varmıştır. evet, rüzgâr, bize bir şey yapmıştır. biz yalnızca ona göğüs germeyi öğrendik. rüzgâr yine esecek ve direncimizi sınayacaktır. rüzgâr, direnişimizden daha güçlü esmeyi seçerse bizi kaldırıp yere çarpacaktır”. dolayısıyla içimize dönüp baktığımızda, karşılaştığımız tüm duyguları, yaşanmışlıkları ve edinilen deneyimleri doğru okumak gerekiyor. çünkü insan, kendi içindekilerin üstesinden geldiği anda, diğer insanların ya da putların arasında yaşayabilecek hâle gelir. dışarıdakiler onu incitemezler; o, putları oldukça ilginç bulsa bile, onu zehirleyemeyeceklerdir. ancak kişi, kendi içiyle karşılaşamayacak kadar zayıf ise soğumaya, su olmaya yüz tutacaktır.
hesabın var mı? giriş yap