• dusunce maddeden once gelir ve maddeye bicim verir felsefesindeki ogretmen tipi. bunlar ayni zamanda yaramazlik eylemlerinin yeni yaramazlik fikirlerini urettigini degil oncesiz ve sonrasiz yaramazlik ruhunun kendini yaramazlik eylemlerinde gerceklestirdigini de savunurlar. bu tipin en bilinen ornegi hegel'dir.

    (bkz: kavrami gotunden anlamak)
  • günümüz için bir tanım yapacak olursak; soruşturmalara, şikayetlere, velilerin ileri geri konuşmasına rağmen öğretmenliğini yaptığı çocuklara sorgulamayı ve sistemli düşünmeyi öğreten, muhakeme ve münazara yeteneğini kazandırabilen öğretmen demektir.

    gelecek nesil her öğretmenin değil, sadece idealist öğretmenlerin sırtında yükselecektir.
  • her öğrencinin eğitiminde en az bir kere karşılaşması gereken öğretmen. düşünmeyi sorgulamayı kendi doğrularını bulmayı öğretir. ne kadar erken karşılaşma şansına sahipse öğrenci o kadar çok kendi olur.
  • gelişmiş ülkelerin gelişmiş ülke olmasının temeli olan öğretmendir.

    işini önemseyen ve iyi yapan bir öğretmenin ürünü huzurlu ve mutlu bir ülkedir.bir çocuk kaliteli bir insana dönüştürülmek isteniyorsa bunun temeli aile ve çevre değil okuldur.bazen aile ve çevreden kurtarılması gereken çocuklar da vardır ve bunu akıllı,kaliteli, yol gösterici öz güvenli kendisiyle ve insanlarla barışık bir öğretmen yapabilir.okulda geçen onca zamanı boşa harcamaz ve çocuklara bilimsel bilgiyle ve sorgulayıcı bir tavırla yaklaşırsa bu iş olmuş demektir.çocuklara öz güveni,birey olma bilincini,saygıyı,vicdanı ve adalet duygusunu aşıladıktan sonra emin olun ki bu toplumdaki çürük elmalarda hızlı bir azalış gözlenecektir.
  • beyaz zambaklar ülkesi adlı eseriyle tanınan rus yazar grigory spiridonovich petrovun yaşamının son dönemlerinde karaladığı müstesna kitap.
  • hangi ideallere bagli oldugu sorgulanmasi gereken ogretmendir.

    islamci ideallari ogrencilerine dikte eden bir ogretmen de olabilir, o da idealisttir sonucta.
  • yer yer alkole karşı kullanılabilecek bir kamu spotu niteliği de taşıyan, halkını eğitmek ve ülkesini kaldırmak için rahat rahat yaşadığı şehrini,mevkisini terkeden bir öğretmenin hikayesini anlatan kitap.

    önümüzdeki sene büyük ihtimalle bir doğu şehrinde öğretmenlik yapacak biri olarak tam zamanında okuduğumu düşünüyorum.

    (bkz: grigory spiridonovich petrov)
  • (bkz: ahmet nac)
  • ogrencisinin babasinin ne is yaptigini sormaz. babasi veya annesi olmadigi ihtimaline karsi asla tum sinifa sozlu bir sekilde dogrudan soru sormaz. ogrencileri canindan bir parcaymis gibi sever. bu sevgiyi davranisiyla hissettirir.
  • grigory s. petrov tarafından yazılan 70 sayfa kadar bir hikaye kitabı- mini roman. atatürk'ün bu yazara karşı olan ilgisini biliyoruz. bu yazıda bu ilgiyi cebe atalım, kullanacağız. bu kısa romanı okurken çok geniş bir bakış açısıyla yorumlamamız gerekir. şöyle ki bu kitabın yazarı olan petrov, 1925 yılında vefat etmiştir. 1925 yılını cepte tutalım, ileride kullanacağız. yazacağım bu uzun yazıda petrov'un kitabından kesitlerle birlikte bazı yerlere değinmeye çalışacağım. kitap fazlaca romantik bir kitap, bunun bilincindeyim elbette fakat 70 sayfalık bir kitaptan nasıl ''yeni bir türkiye'nin'' ortaya çıkarıldığına dikkat çekmek istiyorum. öncelikle kitabın konusu genel anlamda şu: çok ünlü bir matematik profesörü olan raçinski bütün şöhretini geride bırakarak bir köy okulunda köy öğretmeni olmak ister. meslektaşları raçinski'nin bu kararı karşısında ona muhalif durumdadırlar ve yapmaya çalıştığı şeye karşı çıkarlar.
    raçinski ise onlara şöyle karşılık verir "... kötü okullar, kibrit çöpü gibidir. bir dakika etrafını aydınlatır ve sönerler. halkın zihnindeki karanlık deryanın dağılması için, büyük ve parlak fenerlere ihtiyaç vardır. ve ben, doğduğum köyde bir aydınlık fener olmak istiyorum."
    ve bu kararını şu sözlerle desteklemeye başlar: "kedi ve köpek yavrularını düşünün; hepinizin bildiği gibi kör doğarlar ve birkaç hafta gözleri açılmaz.
    işte bizim insanlarımızın hali de böyle! gözleri kapalı ve hiçbir zaman hayata dahil olmamış! kendilerine bahşedilen yeteneklerin hiçbirini geliştirme imkanı bulamamışlar. neredeyse dünyanın en büyük yazarlarına sahip olan bir halkın büyük kısmının okuma yazma bilmediği gerçeği üzücü değil mi? yüz milyon insanın yüzde altmışı okuma yazma bilmediği için kendi yetiştirdiği yazarların kitaplarını okuma zevkinden yoksun."
    devamında ilk yıllarımızdaki ve hatta günümüzdeki türkiye'nin bir özetini geçer petrov:
    '' … abartılı övgülere bakılacak olursa bizde her şey var fakat gerçekteyse hiçbir şey yok. topraklarımızın zengin olduğundan hiç kimsenin şüphesi yok fakat bu toprakların üstünde yaşayan insanlar çok fakir durumdadırlar. bu insanlar, bu topraklarda çok az şey üretiyorlar. kendilerine gerekli olan şeylerin büyük bir kısmını başka ülkelerden satın alıyorlar: yabancıların ürettikleri aletleri kullanıyorlar. vatandaşlarımız makineler, kumaşlar, hazır elbise ve ayakkabılar satın alıyorlar. cam ve sabun satın alıyorlar. her türlü damızlık hayvan, temiz tohumluk buğday satın alıyorlar. hatta kağıt, mum ve boya malzemelerini dahi dışarıdan alıyorlar. acaba daha neleri dışarıdan almıyoruz? bütün bunlara karşı peki biz ne üretiyoruz? çok az şey değil mi? kurşun kalemden tutun da iğne, iplik ve düğmelere varana kadar en basit şeyleri dahi dışarıdan alıyoruz... '' … kısacası bunu da biz ürettik diyebileceğimiz hiçbir şeyimiz yok. yurdumuza her şey dışarıdan ithal ediliyor. hem de nasıl? ateş pahasına değil mi? … ''... bu eşyalar çok pahalıya mal olduğundan bedellerini peşin ödeyemiyoruz. yabancı malları ancak taksitle satın alabiliyoruz ve bunun sonunda da bu eşyaların fiyatları kat kat artıyor. ama biz yersiz ve abartılı övünmelere devam ediyoruz: bizim ülkemiz dünyanın en zengin ülkelerinden biridir diyoruz. buna karşın insanlarımızın nasıl bir hayat yaşadığına iyi bakın...''
    ''... yüz milyonluk bir ulusu oluşturan insanlar yeni doğmuş köpek yavruları gibi gözlerinin açılmasını bekliyor. kör doğan bir köpek yavrusunun gözleri dahi bir iki haftada açılır fakat rus halının gözleri yüz, beş yüz belki de bin yıldır açılmıyor...''

    buraya kadar çizilen tablo cumhuriyetin ilk yılları dahil olmak üzere bugüne kadar neredeyse geçerliliğini korumaktadır. kitabın anlatısı o denli bir gerçekliğe sürüklüyor ki bütün paragraflarını burada alıntılayası geliyor insanın: bu biz değil miyiz? diyerek. cumhuriyetin ilk yıllarındaki millileştirme, milli sanayi kalkınma hamleleri, yerli üretime ve sanayiye teşvik, yerli malına teşvik ve üretim, üretim, üretim... kendi kağıdımızı (bkz: mehmet ali kağıtçı), kendi uçağımızı (bkz: nuri demirağ) kendi demiryolumuzu, kendi kumaşımızı, yünümüzü, havlumuzu (bkz: sümerbank) her şeyimizi kendimizin yapmaya çabaladığı bir dönem. işte petrov böyle bir resim çizmiştir. rus halkı temelinde değil de bunu türk halkı temelinde düşünelim. atatürk'ün iyi bir petrov okuyucusu olduğunu biliyoruz. beyaz zambaklar ülkesinde kitabının dönemin en çok okunan kitapları arasında olduğunu da biliyoruz. yani atatürk petrov'un fikirlerine hakim. ve bu yazar 1925 yılında hayatını kaybediyor. biz 1933 yılına gidelim. onuncu yıl nutku'na. mustafa kemal diyor ki o nutuk'ta '' … türk milletinin karakteri yüksektir. türk milleti çalışkandır. türk milleti zekidir. '' peki petrov bu sözlerden 10 yıl kadar önce ne diyor aynı kitabında (petrov buradaki sözlerinde bir sitem gösteriyor öncesinde rus halkının sefilliğinden, işe yaramazlığından, içmesinden, kadına hayvan gibi muamele göstermesinden bahsedip devam ediyor : '' … bütün bunlara rağmen biz hala rus milleti zekidir, çok çalışkandır, iyidir, naziktir, asildir diye övünüp duruyoruz.''

    işte burada farklı söylemler gibi gözükse de bir gerçek var. mustafa kemal'in türk halkına olan içten güveni. 3 yıl öncesinde kubilay'ı şehit eden de türk halkıyken, şubat 33'de bursa'da devleti protesto edenler de türk halkıyken atatürk çıkıp kendi kafasında idealize ettiği ve bu ideallere ulaşma yeteneğini ve gayretini gördüğünü düşündüğü türk milleti için yukarıdaki sözleri söylemiştir. türk halkını kafasında çok derin bir yere koymuştur atatürk. onuncu yıl nutkunda sanatı, bilimi ön plana koymuş ve türk milletinden medeni bir millet olarak bahsetmiştir. bir lider kendi halkını daha nasıl yüceltebilir? petrov'un sitemi hiçbir şey yapmadığımız halde halkımızı ve ulusumuzu neden yüceltiyoruz diyeyken, atatürk'ün idealize ettiği gerçeklik ise bir millet, büyük bir devrim ile küllerinden doğarken her şeyi yapmaya çalışıyoruz ve bu millet bu övgüleri hak ediyor konuşmasıdır.

    petrov'un on yıl önce bahsettiği her şey adım adım türk halkı için denenmiştir. halkevleri kurulmuş, türk halkı meşgale sahibi edinilmeye çalışılmıştır. ülkü dergisi çıkartılmış, okur-yazar bir millet temeli atılmaya çalışılmıştır. köy öğretmen okulları açılmış fakat köylere öğretmen yetiştirecek olan öğretmenlerin eksikliklerinden dolayı proje sekteye uğramıştır. ardından atatürk'ten hemen sonra köy enstitüleri açılarak okullar ''bir kibrit çöpü'' olmaktan çıkarılmış, türk halkı yetkin bir millete dönüştürülmeye başlanmıştır. ve şaşırır mısınız bilmem ama petrov'un kitabında da raçinski'nin köyde elde ettiği başarıları riskli gören köyün ileri gelenleri(!) raçinski'nin önünü tıkamış ve bu projeyi de bir şekilde tarihe gömmüşlerdir. hani bizdeki köy ağalarının köy enstitüleri'nden rahatsız olup da oy tehditleriyle menderes'e kapattırdıkları gibi hani. (menderes de bir ağa tabi)

    sonuç olarak raçinski köy okuluna gitmiştir, aşırı romantik ve idealist bir zemine sahip öykü olsa da her aşırılıktan biraz makulluk bulabilmeli, bu makulu kendimize enjekte edebilmeliyiz diye düşünüyorum. mustafa kemal eğitim devrimlerini yabancı profesörlere, milli bürokratlara ve idealist yazarlara emanet etmiş, döneminde hiç olmadığı kadar eğitime aç bir toplum inşaa etmeyi başarmıştır. bugün hala köy enstitüsü mezunu bir öğretmen ile oturup sohbet etmeye kalktığınızda emin olun o devrimlerin kokusunu, tadını benliğinizde hissedeceksinizdir.

    günümüzdeki gibi şovenist değil de gerçekten idealist olabilen öğretmenlere sahip olabilmek dileğiyle.
hesabın var mı? giriş yap