• 'zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez' diye devam eden bir ziya paşa beyiti. kendini kainat sisteminde bulunan herşeye nüfuz edebilecek çapta gören, insan idaresinin çözemeyeceği hiç bir şey olmadığını iddia eden tasavvurlara şomarı indiren hakikatli söz.

    yıldızlar ve galaksiler tepesinde ondan habersiz, tesbih taneleri gibi dönerken bundan habersiz olan ve akıl almaz dizaynı kör tesadüflere ve kendiliğinden oluşmuş kurallara bağlamanın anlamsızlığını formülize etmeye çalışırken bir kat daha batan düşünceye, "çözüm kümesi beyninde yer almayan problemleri çözmeye kasma, çapın belli, çapın kadar düşün" diyen ve ağzına sağlık paşa dedirten kitaplık çapında söz.
  • "diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm
    dolaştım mülk-i islâmı bütün vîrâneler gördüm"

    diyen, 'tanzimat münevveri' ziya paşa'nın; islam ülkelerinde ilkellik ve viranelik hüküm sürerken, batıda kalkınmışlık ve refahın hakim olmasının sebeplerini unuttuğu bir anda söylediğini tahmin ederim bu beyiti.

    paşa'nın, sebepleri bir yana bırakarak yaptığı tespit üzerine tevfik fikret'e kulak vermekte fayda var:

    "onlar niçin semâda, niçin ben çukurdayım?
    gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım?"

    evet, onlar bu kadar gelişmişken biz hâlâ aynı yerde hatta daha da gerideyiz. peki bunun müsebbibi, akıldan ve bilimden nasibini almayan o köhnemiş dogmalar mıdır yoksa bizim kullanmadığımız aklımız mıdır?

    "bir gün yapacak fen şu siyah toprağı altın,
    her şey olacak kudret-i irfanla... inandım."

    tabi inanmak da kâfi gelmiyor... kaynak suları tükendiğinde deniz suyundan içme ve kullanma suyu üretilecekse eğer ve sizin üç yanınız denizlerle çevirili fakat zihniniz aynı karanlığın esiri ise ne faydası var size o bilimin, o denizin? hammaddeyi satar mamülü alırsınız, işte o kadar!...

    tefekkür kılıçla fethedilmez, akıl lâzımdır. bu beyitin sahibi bugünkü dünyayı görme imkanında olsa, her hâlde fikrinde sabit kalmaz rücu ederdi... ama kimileri de uzaydan gelmiş gibi çıkar 150 sene evveline, 'akıl terazisi her şeyi anlamaz hakkaten ne de güzel söylemiş üstad, hay ağzını öpeyim!' der, mutlu olur...

    daha bütünsel ve genel bir açıdan olayı tahlil eden bir alıntıyla bitirelim:

    "(...)

    idrak-i meali bu küçük akla gerekmez
    zira ki bu terazi bu kadar sikleti çekmez

    ziya paşa'nındır bu dizeler ve ne zaman okusam utanırım.

    ne var ki, akıl, 'küçük' değil, 'büyük', olduğunun bilincinde artık; her şeyin anlamını sorguluyor, teraziye vurup tartıyor.

    sorgulayacak ve tartacak daha da…

    şeriatçı gericiliğin onca hiddetlenip kudurganlığa kalkmasının altında yatan asıl amacın ne olduğunu da söyleyelim: öyle bir köhne yapdır ki sahiplendikleri, duvarda bir taşı oynattığınızda, öteki taşlar da oynamaya başlar. bir bu, bir şu derken, gün gelir bütün yapı çöker.

    o yüzden, hiçbir taşa dokunulmasını istemezler.

    ne var ki, taşlar oynatılmaya baslamıştır, daha da oynatılacak.

    ve yapı, er geç çökecek bir gün…

    ya aklın ve bilimin otoritesi kurulacak, ya da toplum bir karanlık batağında çırpınıp duracak.

    bir uygarlık sorunudur bu."

    server tanilli
    cumhuriyet gazetesi
    16 agustos 1996
  • (bkz: johnnie walker) tarafindan soylenmis beyittir
    (bkz: yahsi bati)'da*.
  • cennet hayatının sonsuz olması, milyonlarca, milyarlarca yıl geçmesine rağmen bitmemesi üzerine "idrak-i meali bu küçük akla gerekmez. zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez" derler.

    zira bu dünyada üç boyutlu mekan ve sürekli ileriye giden zaman algisinda yaşayan birey, ahirette bu algidan kurtulacaktır.
hesabın var mı? giriş yap