• tanım: malum zihniyetin iktidarında en çok gerileyen hede.

    son 13 yıllık süre içerisinde, uygar dünyadaki gelişmelerin aksine türkiye; medyayı ve interneti sansürleyen, gazetecileri tutuklayan ve muhalif görüşleri sindiren bir ülke konumuna sürüklenmiştir. internet yasakları; iktidarın, ifade özgürlüğüne ve özgür kamusal alana inanmadığının önemli bir göstergesidir.

    sözlük, internet kullanıcılarının türkiye’de kamuoyu oluşturabileceği kamusal alanlardan biridir. ifade özgürlüğünün üzerindeki karartmadan türkiye’yi kurtarmaya söz vermiş bir siyasi parti olarak chp, doğru bilgileri aktarmak için bugünden itibaren sözlük’te yer alacaktır.

    chp iktidarında basın mensuplarının özgürce haber yapma ve yurttaşlarımızın farklı kaynaklardan bilgilenme hakkı her daim gözetilecektir.

    eyyorlamamız bu kadar.

    (bkz: cumhuriyet halk partisi)
  • toplumda çoğunluk olduğunu bilmenin rahatlığıyla, yapacağı saldırıları "ifade özgürlüğü" ilkesini kullanarak saklamaya çalışan yoz bir kitle var. kafasına göre terim sallıyor ortalığa. sorsan ne ifade özgürlüğü niye yaratılmıştır onu bilir, ne nasıl yorumlandığını bilir, onu orası ilgilendirmez. ilgilendiği tek şey rahat rahat ırkçılık, milliyetçilik, etnik ayrımcılık, cinsel ayrımcılık yapmak, mizojinisini (kadın düşmanlığı), homofobi/bifobi/transfobisini rahaaaat rahat yayabilmek, ortaya kusabilmektir. laf edince de "ama ifade özgürlüğü" derler utanmadan. oysa azıcık zahmet edip okusanız öğreneceksiniz ki, ifade özgürlüğü böyle bir şey değil. elinizin altında internet var, her şey türkçeye çevrilmiş halde, hâlâ davar gelip davar gitmekte ısrarcısınız.

    search: ifade özgürlüğü. ne görüyorsun? ifade özgürlüğü avrupa insan hakları sözleşmesi'nin 10. maddesiyle güvence altına alınmış. hmm, neyniş bu ifade özgürlüğü, kafamıza göre ortaya nefret kusmak mıymış?

    "bir ilkesel yaklaşım olarak, 10. madde her tür düşünceyi koruma altına alır. komisyon'un içeriğe yönelik uyguladığı tek kısıtlama, ırkçılık ve nazi ideolojisinin savunulmasına ve düşmanlık ve ırksal ayrımcılığa teşvike yönelik fikirlerin yayılmasıyla ilgili olmuştur. komisyon, aihs'nin 17. maddesine yaslanarak, ifade özgürlüğünün, aihs tarafından tanınan hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması ile sonuçlanacak tarzda kullanılamayacağını ifade etmiştir."

    senin anlayacağın dile çevireyim, "insanların özgürlüklerine, yaşam tarzlarına, milletlerine, ırklarına, cinsel yönelimlerine, şuna buna düşmanca laf etmek için ifade özgürlüğünü ağzına sakız edemez, özgürlüklerin altını oymak için bir başka özgürlüğü kullanamazsın" diyor. kapiş?

    bu kuralı neden bu yönde kullandırtmadığını da açıklıyor:

    "komisyon hoşgörü paradoksu teorisini uygulamaktadır. hoşgörüsüzlük yayan fikirlere mutlak bir hoşgörüyle yaklaşılması halinde, bunlar hoşgörünün ortadan kalkmasıyla sonuçlanabilir."

    yani senin anlayacağın dille diyor ki, " senin bizi hor görmene alan verelim de günü gelince bizi tepele değil mi? var mı öyle yağma? salağa benziyor muyuz?" anladın inşallah?

    hadi biraz daha devam:

    "şiddet kışkırtıcılığı 10. maddenin koruması dışında kalır."

    yani sen kadınlara, geylere yahut etnik bir gruba yönelik fiziksel, sözel, psikolojik yahut sembolik şiddet uygularken veya uygulama çağrısı yaparken tutup da "ımı ifidi izgirliğim vır" diyemezsin, dedirtmeyiz.

    hâlâ anlamadıysan al buyur sana el kitabı, zahmet edip biraz okursan kendi şiddet dolu diline, eylemlerine, yaydığın pisliğe "ifade özgürlüğüm var benim taam mıı" diyemeyeceğini öğrenirsin.

    http://www.inhak.adalet.gov.tr/…ifade_ozgurlugu.pdf
  • putperestler gerizekalı insanlar değildi. o heykellerin gerçekten tanrı olduğunu düşünmüyorlardı, tanrıları temsil eden suretler olduğunu biliyorlardı. o suretleri inşa edenin kendileri olduklarının da farkındaydılar.

    "allah’tan başkalarını mabut edinenler 'aslında biz, o kulluk ettiğimiz putlara tapınmıyoruz, yalnızca onlar bizi allah’a yaklaştırsınlar diye aracılar ediniyoruz' derler." zümer suresi 3. ayet.

    putperestler gerizekalı değildi, ve onları gerizekalı zannedebilecek kişileri uyarmak için, putlarının altına "bu bir tanrı değildir" uyarısı koyma ihtiyacı da hissetmemişlerdi. (bkz: ceci n'est pas une pipe) ben bunu yazmışım yıllar önce. bir pipo resmi, bir pipo olmadığı gibi; piponun kendisi de aslında bir pipo değildir. pipo bir inşadır, piponun özüne hiçbir zaman ulaşamayız, ulaşsak bile bilemeyiz, bilsek bile anlatamayız, anlatsak bile inandıramayız, inansalar bile çaktırmazlar. çünkü belki de, piponun özü diye bir şey yoktur. "pipo" dediğimiz zaman, o olmayan öze sürekli yaklaşan ama hiçbir zaman ulaşamayan, yani limit x pipoya giderken sürekli yolda kalan bir şeylere referans veririz, verdiğimiz referans da, veren de, verilen de, gösteren de, gösterilen de, inşa ettiğimiz gerçekliğin içinde birbirlerine çarpıp durur. ve spinoza'nın dediği gibi, "köpek kavramı havlamaz."

    putperestler gerizekalı değildi ama suretlere de haddinden fazla önem atfediyorlardı, çünkü eskiden insanlar doğal olarak bugün bizim sahip olduğumuz pek çok bilgiye sahip değillerdi. suretle aslı arasındaki ilişkinin, bugün bizim düşündüğümüzden daha sıkı bir ilişki olduğunu düşünüyorlardı. bir varlığın görüntüsü veya sesi hatta ismi ile o varlık arasında büyük, metafizik bir bağ olduğuna inanıyorlardı. binbir çeşit doğaüstü güce, ve bu güçlerle aramızda ciddi bir etkileşim bulunduğuna inanıyorlardı, bu yüzden binbir çeşit büyüden, kehanetten medet umuyorlardı, bir varlığın ismiyle çağrılmasının, suretiyle bir şeyler yapılmasının bize o varlıkla gerçekten bir çeşit ilişki kurdurabileceğine inanıyorlardı.

    ilginç bir şekilde, islam da putperestlerle aynı önkabulden yola çıkarak suret yasağı getirmişti. yani putperestlerin putlara atfettiği önemi, islam da aynen atfettiği için ve insanları o gelenekten koparmak için şeylerin suretlerinin çizilmesini veya yapılmasını yasaklamıştı, dolayısıyla islam toplumları açısından kelimeler, suretler ve şeyler arasındaki ilişkiye atfedilen bu önem, fazlasıyla güçlü bir şekilde insanların muhayyilelerini etkilemeye devam etti, hala da ediyor. peygamberin karikatürünün çizilmesi, kabe resminin yere konması, bir seccadeye basılması bütün bir kutsala ve kimliğe gerçek bir saldırı olarak algılanıyor.

    bu elbette, temelde hem egosal bir mevzu, yani "sen nasıl benim şahsiyetimin temel bileşeni olan bir şeyi tahkir edersin" dürtüsü, hem de inanç denen olgunun karanlık dehlizlerinden çıkagelen bir tehdit algısı: rahatlıkla küfür edilebilen veya aşağılanabilen bir şey, yeteri kadar kutsal olamaz. bu yüzden onun kutsallığının üstüne basa basa vurgulanması, saldırılabilir bir şey olmaktan çıkarılması, icabında şiddetle korunması gerekiyor. ve fakat bir şeyin kutsallığının korunması, böyle bir vurgulamaya ve şiddete muhtaçsa eğer, o şey gerçekten kutsal mıdır? tywin lannister'in dediği gibi: "any man who must say i'm the king is no true king."

    evet, birilerinin kutsallara karşı böyle saldırılarda bulunabilmesi ve başlarına bir şey gelmemesi, mesela oracıkta çarpılmamaları veya başlarına daha sonra korkunç felaketlerin gelmemesi, sanki o kutsalların o kadar da kutsal olmayabileceğine ilişkin bir algıya yol açabilecekmiş gibi duruyor, dolayısıyla burada aslında tehdit edilen şey, inananların inanma motivasyonlarının ta kendisi oluyor. bu yüzden bir noktada, ateist olduğunuzu söylemek bile, yani ateistlerin varlığını öğrenmek bile bir şeylerin altının oyulduğu korkusu yaratabiliyor.

    çok dağılıyorum sanki, bilincim akıp yerlere saçılıyor hep, ama mevzu mevzuyu açıyor elimden gelen bir şey yok. suret yasağı diyordum evet, bu yüzden bizde minyatür var, batı resminde rönesans ile gelişen perspektif yok. bunu da, orhan pamuk'un benim adım kırmızı'da konuşturduğu ağacın dediği gibi: "ben bir ağacın kendisi değil, manası olmak istiyorum." diye bir yorum farklılığına dayandırmak her şeyi açıklamıyor. ama dur çok güzeldi o bölüm, komple bulup yapıştırayım:

    "bir büyük üstat frenk nakkaşı ile başka büyük bir nakkaş ustası bir frenk çayırında yürürler ve ustalık ve sanat üzerine konuşurlarmış. karşılarına bir orman çıkmış. daha usta olanı, ötekine şöyle demiş: “yeni usullerle resmetmek öyle bir hüner gerektirir ki,” demiş, “bu ormandaki ağaçlardan birini resmettin mi, resme bakan meraklı buraya gelip, isterse o ağacı diğerlerinden ayırt edip bulur.”

    ben fakir, gördüğünüz ağaç resmi, böyle bir akılla resmedilmediğim için allahıma şükrediyorum. frenk usullerince resmedilseydim beni sahici bir ağaç sanan istanbul’un bütün köpekleri üzerime işer diye korktuğumdan değil. ben bir ağacın kendisi değil, manası olmak istiyorum."

    türkiye toplumu, hala neredeyse bütünüyle dinsel bir toplum. bunun içine türkü de kürdü de islamcısı da ulusalcısı da türkçüsü de kürtçüsü de sosyalisti de büyük çoğunlukla giriyor. suretlere, sözlere haddinden fazla anlam atfediyoruz, hakaret hala tck'da yer alan bir suç mesela, birçok batı ülkesinde böyle bir suç yok artık. hakaret bir ceza davasının konusu olmuyor, sadece bir hukuk davasının, yani tazminat talebinin konusu olabiliyor. insanlar da onun masrafına bile girmiyor genel olarak, küfür yediği zaman küfürle karşılık verip geçiyor genelde. çünkü küfür yediğin zaman dünyanın sonunun geldiğini, şahsiyetlerinin paramparça olup rezil olduğunu, katlanılmaz büyüklükte bir saldırıya maruz kaldıklarını düşünmüyorlar. hele ki siyasetçiler, hakarete çok daha fazla açıklar ve açık olmaları gerektiği yönünde sürekli kararlar veriyor aihm ve abd federal mahkemesi.

    freud mu diyordu onu, medeniyet ilk defa, kızdığı bir insana mızrak atmak yerine küfreden insanla başlamıştır. aynı şekilde, küfre karşı şiddete başvurmak yerine küfürle cevap veren insanla da devam etmiştir diyebiliriz. batı toplumlarında küfür ve hakaret, bizdeki kadar şiddete yol açmıyor kesinlikle. ve bizdeki gibi gereksiz bir milyon tane ceza davasıyla uğraşmıyor mahkemeler.

    ceza hukukunda, "zarar suçu" ve "tehlike suçu" ayrımı vardır. bazı fiillerin suç teşkil edebilmesi için, bir zarara yol açmaları gerekir, mesela yağma, hırsızlık, kasten yaralama veya öldürme gibi. eğer karşınızdakine sert bir cisim fırlatmış ve fakat tutturamamışsanız, kasten yaralamadan değil, teşebbüsten yargılanırsınız. bazı fiiller ise, ortaya bir zarar çıkmasa bile, sadece yarattığı tehlike nedeniyle suç addedilir, trafik güvenliğini tehlikeye atma suçu gibi. kutsal addedilen bir şeyin suretine saldırı konusunda, sanki bir nevi tehlike suçunun zarar suçu gibi algılanması söz konusu, belki bu açıdan çok da haksız bir algı değil: o saldırının yarattığı "kutsalın o kadar da kutsal olmadığını ortaya çıkarma" tehlikesi, kutsala gerçekten de bir zarar veriyor.

    dolayısıyla bir insana rahatlıkla küfür edilebilmesi, o insanın kutsal bir şey olmadığının göstergesi oluyor aslında bir bakıma. bu yüzden batıda hiçbir devlet başkanı ve hatta dini otorite, artık eskisi kadar kutsal değil inananların bile gözünde. çünkü hepsine her türlü küfür edilebiliyor, her türlü tahkir edici karikatür çizilebiliyor, bütün dizilerde ve filmlerde kutsallara yönelik tonla aşağılayıcı espri yapılabiliyor. bu yüzden batı toplumlarının sekülerleşmesi tam gaz hızla devam ediyor.

    bizimki gibi yeteri kadar olgunlaşmamış, kant'ın "reşit olma" diye tanımladığı aydınlanmayı hala doğru düzgün yaşayamamış, sıkıntılı bir ergenlik sürecinde debelenip duran toplumlarda ise, bir insanın kendisine sözle saldırmaya veya suretine hakarette bulunmaya, haddinden fazla anlam atfediliyor. o insanın veya suretin temsil ettiği bütün anlamlara sanki gerçekten zarar verebilecekmiş gibi bir saldırı olarak algılanıyor. herkesin bir davası var, kutsalları var, ve o davayı ya da kutsalı temsil eden bir insana veya sembole hakaret, varoluşsal bir mesele gibi görülüyor adeta. hele ki mevcut iktidarın yarattığı muazzam kutuplaşma içinde, farklı kesimlerin kutsalları birbiriyle doğrudan çatışan, savaş halinde tanrılar gibi algılandığı için işler iyice karmaşıklaşıyor. bu yüzden, liseli bir ergenin yaptığı gerzekçe ve edepsizce bir davranış, toplumun günlerce çalkalanmasına neden olabiliyor. ölüm tehditleri, türlü çeşit küfür hakaretler derken çocuk gözaltına alınabiliyor.

    bakın bu inanılmaz bir şey aslında. gerçekten inanılmaz, toplu bir cinnet hali. ama bir yandan da anlaşılır, çünkü iktidar kitlesi o kadar çılgınca ve agresif bir tahakküm kurdu ki, kendi kutsallarına yönelik (ki cumhurbaşkanı da artık bu kutsalların içinde gayet, tek başına çok fazla şeyi, bütün bir davayı ve geleneği temsil eden bir figür) saldırılara o kadar orantısız ve adaletsiz bir şiddet uyguluyor ki, atatürk'e yapılan bir hakaret ona değer veren insanların nezdinde bütün bu adaletsizliğin ve türkiye'nin maruz kaldığı antimodernist sürecin zirve noktası olarak hissediliyor. ama bu verilen tepkiler, dogmatik, antimodernist, varoluşu kutsal varlıklar üzerinden okuyan bir geleneğe karşı, yani tam da atatürk'ün yıkmak, toplumu kurtarmak istediği geleneğe karşı, o geleneğin silahıyla ve algı dünyasıyla aynı noktadan bakan ve karşılık veren hazin bir ironiye dönüşüyor.

    belki de bu yüzden, bu ülkede artık her suretin altına, "bu bir pipo değildir" uyarısının konması gerekiyor. kabe resimlerinin altına "bu bir kabe değildir", atatürk suretlerinin altına "bu atatürk değildir" yazmak gerekiyor. dindar kitlenin kutsallarına saldırıya karşı verdikleri tepki, bahsettiğim gibi, aslında o kutsalı bizzat kaybetme korkusuyla içiçe, bu yüzden yine anlaşılabilir bir tutum, çünkü batı toplumlarının sekülerleşmesinde kutsallara yönelik bu kadar özgürce saygısızlık yapılabilmesinin ciddi bir rol oynadığının belli belirsiz farkındalar. ama atatürkçü kesimin atatürk'e veya suretlerine yapılan hakaretten bu kadar cinnet çıkarması, kutsallara savaş açan bir adamın bu şekilde kutsallaştırılması, yine dediğim gibi, atatürk'ün kendisine yapılan belki de en büyük hakaret aslında. karşı tarafın kutsallarına karşı güya seküler dünya görüşünü ve yaşam tarzını savunmak için bir başka kutsallaştırma üzerinden cevap vermek, karşındakinin silahını kullanmak, olsa olsa karşındakiyle aynı dünya algısından çıkamamanın göstergesi.

    bu noktadan sonra bir tanım yapacak olursak: ifade özgürlüğü, bir toplumdaki kutsallara, özellikle de çoğunluğun değerlerine, inançlarına, hassasiyetlerine, kutsallarına, korkmadan ve çekinmeden ağzına geleni söyleyebilme özgürlüğüdür.

    evet, ifade özgürlüğü tam olarak budur. ifade özgürlüğü, azınlık, aykırı, marjinal görüşler üzerinden tanımlanır; çünkü çoğunluk ve egemen görüşlerin zaten korunmaya ihtiyacı yoktur, çoğunluklar görüşlerini zaten hiçbir çekince duymadan dile getirir, ağızlarına geleni söylerler, ve söyledikleri genellikle devlet erkinin resmi ideolojisiyle de örtüşür. dolayısıyla denilebilir ki ifade özgürlüğü, aslında azınlıkların çoğunlukları rencide edebilme özgürlüğüdür. çoğunluğun kutsalları dışındakilere, yani azınlıkların inançlarına ve değerlerine her türlü küfür edilebiliyor zaten, azınlık bir görüşe hakaret ettiği veya az sayıda insanın değerlerini aşağılayarak rencide ettiği için kimsenin başına bir şey gelmiyor.

    aihm'in 1976 tarihli meşhur handyside v. birleşik krallık içtihadında belirttiği gibi: "ifade özgürlüğü, sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasına bağlı olarak, yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşünceler için değil, aynı zamanda devletin veya toplumun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir ki; bunlar olmaksızın demokratik toplumdan söz etmek mümkün değildir." buradaki "aynı zamanda" ifadesini, artık "daha çok" olarak okumak gerekiyor, çünkü ifade özgürlüğünü tam da devlete ve toplumun çoğunluğuna göre tanımlamak icap ediyor.

    bir ülkedeki ifade özgürlüğü düzeyini ölçmek için kullanmamız gereken kriter de buradan doğar: o ülkede çoğunluğun görüşlerine, inançlarına, kutsallarına ne ölçüde laf edilebiliyor? çoğunluğun inandığı din ne ölçüde eleştirilebiliyor? çoğunlukların inandığı tanrıya, kutsal kitaba, peygambere, devlet ve ilgili sembollere, bayrağa, ülkenin mevcut veya kurucu liderlerine ne ölçüde laf edilebiliyor?

    velhasıl, ifade özgürlüğü, aslında kutsalların ve çoğunluk olma kibrinin düşmanıdır, bu yüzden "ülkenin asıl sahibi biziz ulan, asıl siz bizim kutsalımıza saygı duyacaksınız" savaşıyla boğuşan bizim ülkemize gelmesine daha epey var gibi görünüyor.
  • ifade ettiğin anda biter.
  • bazıları tarafından "eleştirilmezlik" zannediliyor.

    kınalı kuzularım, isterseniz en saçma, en absürt fikirleri dahi dile getirebilirsiniz. bu fikirlerinizden dolayı sert eleştirilere maruz kalırsanız, alay konusu olursanız, bu, ifade özgürlüğünüzün olmadığını göstermez. başkalarının da ifade özgürlüğü olduğunu gösterir.

    fikirlerinizi yasa ve devlet engeline takılmadan, şiddet görmeden ifade ettiğinizde, bu fikirlerinize başkalarının tepki göstermemesini talep ederseniz, talebinizin adı ifade özgürlüğü talebi olmaz. basbayağı, özel statü istiyorsunuz demektir.

    şunun farkına bir varsak ya...
  • türkiye'de ne chplinin ne de akplinin anlayamadığı kavram. insanlar "abi amerikada başkana fuck you diyebiliyorsun yea" diyip, burada atatürk'e aa şöyle dedi öldürelim linç edelim hapise attıralım kafasına girebiliyorlar yada alevilere böyle dedi, sunilere böyle dedi vb gibi örnekleri var siz çoğaltın. bunun aynısını zaten bugün ki hükümette, yüksek kademedeki insanları eleştiren insanlara uyguluyor. arada ne fark var?

    bunları söylediğim için bana katılmayabilirsiniz. ama eğer içeri atılmam gerektiğini düşünüyorsanız özgürlükçü değil, bugün benim kamçılanmamı isteyen ama yarın bir gün kendi düşünceleri yüzünden kamçılanacak bir gericisiniz.
  • pek çok insanın ifade özgürlüğünden anladığı sadece kendi fikirlerinin ifade özgürlüğüdür. tıynet böyle olunca kendisine zıt fikir sahibi olanlara yağsın öfke ile bağırmalar, yumruklar.. alışmışızdır biz çünkü insanların beyinlerine, dillerine hatta ruhlarına kelepçeler vurmaya. kişinin istediğini istediği gibi ifade etmesi suçtur benim ileri demokrasiyi içselleştirmiş (!) ülkemde.
  • türkiye'de vatandaşların her an savcılık tarafından "cumhurbaşkanına hakaret" gerekçesiyle ifadeye çağırılabilme özgürlüğüdür.
  • güzel bir yaklaşım

    "defending a position by citing free speech is sort of the ultimate concession; you are saying that the most compelling thing you can say for your position is that it is not literally illegal to express"

    mealen: "bir konumu ifade özgürlüğüne referansla savunmak bir bakıma acizliğinizi ve zavallılığınızı itiraf etmenin son noktasıdır. aslında şunu demektesinizdir: konumunuz hakkında söyleyebileceğiniz en iyi şey, onu ifade etmenin kanuna aykırı olmamasıdır."
  • anayasa mahkemesinin, ohal komisyonunun ve yargitay'in her birinin farkli tanimladigi ozgurluk.

    e simdi biz neyiz?

    baris akademisyenleri davalarinda verilen farkli kararlar icin buyrun:

    https://t24.com.tr/…ukler-kime-gore-neye-gore,33396
hesabın var mı? giriş yap