• yadırganan, hor görülen bir tutum olmakla birlikte tercih etmek mümkün. tek sebebi de "abi yabancı dil çok cool" değil. bir sebebi daha var: kültürel çağrışımlardan soyut bir ifade düzlemine geçiş. bir şeyi kendi ana dilinde ifade ettiğinde ister istemez o ifadeyle alakalı kültürel çağrışımları da ifadene katmış oluyorsun. misal: "may the force be with you" yerine "kuvvet seninle olsun" dediğinde otomatikman "kuvvet"in dilimizdeki kültürel eklemlerini de ifadene kattığından ifadeyi zayıflatmış oluyorsun. "beline kuvvet eheheheh" diye düşünceye engel olamıyorsun. o yüzden aslında "force"un karşılığı olmayan "güç"/"kudret" gibi daha ilahiyata uygun tabirler kullanman gerekiyor bu anlamsal düşüklüğü düzeltmek için.

    yani yabancı dilde ifade aslında kültürel eklemlerinden temizlenmiş bir iletişim zeminine kaçış olabiliyor. bu da yabancı dili süper bildiğinden değil tam tersine iki taraf da yabancı dili sadece derdini anlatacak kadar bildiğinden böyle. çok süper bilsen aynı problemi yabancı dilde de yaşarsın.

    mesela benzer bir durumu birbirine olayı anlatmak için programlama jargonu kullanan programcılarda da görüyorsun. ortada formal bir dil bile yok ama anadilden soyutlanmış bir terminoloji var.

    benzer şekilde (bkz: yabanci dilde jargon)
  • hazırlıktan yeni çıkmış ingilizce meraklısı bebelerde de gözlemlenebilir. (kendimden biliyorum)
    aslında bu konuyu ergenlik döneminde yapılan salaklıklar, yaran olaylar, yaran diyaloglar, karizmanın dağıldığı anlar gibi bilimum rezalet başlıklarına da yazabilirdim ancak bu başlığa cuk oturduğunu farkettim..

    lise hazırlık yeni bitmiş. izmir, temmuz ortası sıcağıyla kavruluyor. bornova asfaltlarından dumanlar çıkıyor hararetle. günde beş defa alınan soğuk duş etki etmiyor bedene. sittin sene önceki bi içecek reklamındaki gibi lastik ayakkabılar erime noktasına gelecek şekilde yere yapışıyor. koysan, yumurtayı da pişirir bu sıcak.. dil beş karış dışarıda. o halde bornova sokaklarında amaçsızca dolanan iki idiyot düşün. biziz bu; çocukluk arkadaşım ve ben. hazırlık sınıfını takdirname ile geçmiş olmanın kendimizi bir bok zannetmemize neden olmasından mütevellit; dünyada en iyi ingilizce'yi konuşabilenin biz olduğunu sanıyoruz. bi havalar, bi kasılmalar.. her yerde ingilizce konuşuyoruz. ve saf saf dolanırken aniden, hadi sanat sokağına bakalım belki bişiler alırız diyoruz. ancak bir planımız var: muhatap olacağımız satıcı her kimse onunla ingilizce konuşacağız. bakalım yutacak mı sazan(?!)

    girdik sokağa. her taraf cıvıl cıvıl. gümüş takılar, süs eşyaları, eski kitaplar, dergiler, entel satıcılar, kediler... ne yazık ki şu an yerinde yeller esen sokakta o temmuz sıcağında kendimizi kaybediyoruz bir an için. sonra gümüş takı satan bir satıcı bayanın yanına gidip:

    -hello! how much is this? (deyip bir halhalı işaret ediyor arkadaşım)

    kadın tiksinerek bakıyor suratına hıyarın. anladı! şerefsizim anladı!! ama bari ben de dahil olursam belki yutar diyerekten olaya şu şekilde giriyorum birden:

    -ehm, yeah (ne alaka lan burda yeah) we are from england! (hay england kadar..) and we want to buy some jewellery. how much are these?

    kadın: (hayatımda böylesi şüpheyle bakan bir diğer yüzü, brad pitt'in bir ajanı canlandırdığı seven filminden hatırlıyorum) ee çocuklar. tanıyorum ben sizi!? daha önce de gelip almıştınız burdan bişiler. ve türkçe konuşuyordunuz?!?

    biz: kem-küm-yerin-dibi! yes! shit!!
    derken saniyesinde birbirimize bakıp ve eminim her ikimiz de içimizden bir-ki-üç diye sayıp anında tüydük oradan.

    eminim kadının başına gelen en salak şeydi bu.. bizi söylemeye gerek bile duymuyorum..
  • en komiği yurt dışındaki toplantılarda olur. toplantıdaki 10 şirket elemanından ikisi türktür toplantıda birbirlerine ingilizce konuşurlar. derken zaman zaman sinirler x bir elemana karşı gerilir. dayanılamaz türkçe "abi şu projektörün kumandasını yanındaki hödüğün kafasına geçirir misin rica etsem" denir diğerlernin şaşkın bakışları arasında. diğeri gülmemek için dilini ısırır. işin komiği "en kısa zamanda türkçe öğrenmemiz lazım bunlar kesin küfrediyorlar" diye şaka yapan biri çıkar. gülüşülür, hay allah müstehakını versin ken efendi senin şeklinde olay şakaya vurulur.
  • her şeyin sonuna -ing ekleyerek ingilizce konuşmuş olacağını zanneden/duyan fıkra kahramanı ve muhatabı da bu eylemi gerçekleştirmişlerdir.
    adam ingiltere'de bir cafe(kafe?!) 'ye girer ve öter:
    - garson, bana biring(gerçi burada ilginç bir şey oldu ama! bring) bardak çay getiriying?
    iki dakika sonra çayı gelmiştir ve keyifle söylenir.
    - vay be ne ingilizce konuştuming, çayımı bile ingilizceyle içiyoring!
    garson döner ve cevap verir:
    - ben türk olmayayding, o çayı nah içerding!!!
  • - hey erdal fuck up shut up
    - suat your moms is a granary
    - erdal i fuck your little brother already together
    - suat you're divised as two from ortadan.
  • filolojide okuyanlarin aralarında konusmaları.
    - ya bak x alienated bir character.
    - x in bu behaviour'i y yi chok disturb ediyo.
    - ha kadın character sorarsa bu adam struct to his own consciousness dersin.
    - bu death of the aristokrasiyi symbolise ediyo...
  • efendim buna örnek olarak süper bir fikra vardir; metni de $öyledir:

    temel'in amerika'da i$i çikmi$. yerine bir arkada$ini göndermek istemi$ ama kesinlikle kendisinin gitmesi gerekiyormu$. ingilizce bilmedigi için kara kara dü$ünmeye ba$lami$. bir arkada$i temel'e moral vermek istemi$ :

    - ya ingilizce dedigin ne ki, sen pek âlâ kendin tek ba$ina gidip bu olayi halledebilirsin.
    - nasul daa ?
    - $imdi amerikalilar agzini yamultarak konu$urlar, hiç george bush'u görmedin mi konu$urken ?
    - meselâ ?
    - $imdi, havaalaninda ineceksin, çikacaksin, teksiiy diyceksin taksi gelecek.
    - himmm
    - taksiye binince hoteeelll diyeceksin otele götürecek seni.
    - yaaaa
    - otelde de karnin acikinca ahizeyi kaldirip boaaaarrr* diyeceksin, yiyecegin içecegin ayagina gelecek.
    - a aaa
    - evet yaaa, bu kadar basit. yalniiiz, agzini yamultmayi sakin unutma çok önemli.

    temel bu tavsiyeler i$iginda yola çikmi$, new york'da hava alani'ndan di$ariya çikar çikmaz agzini yamultup teksiiiy diye bagirmi$. hemen bir taksi çagirip getirmi$ler, temel binip agzini yamultmu$ ve "hotieaall" demi$. taksici bunu otele götürmü$. otele yerle$mi$. karni acikinca telefonu kaldirip barr demi$ yemekler gelmi$. temel bu i$e çok sevinmi$, i$i kaptim havalarina girmi$. amerika'da görü$ecegi arkada$lari ile de görü$mü$, bütün i$lerini bitirmi$. otelde uçak saatine kadar ne yapacagim, bari di$ari çikip gezeyim diye dü$ünmü$. parkta gezerken bir de bakmi$ ki saat kulesindeki saat kolundaki saatten farkli. uçagi kaçiracagindan korkmu$ ve kar$idan gelen ilk ki$iyi çevirmi$, agzini yamultarak sormu$ :

    - afederrrsiniz, saatiniz kacturr ?

    adam da agzini yamultarak cevap vermi$ :

    - haçan, duokuzu çiyyyrik geçiyii
    - uyyy, nierreliysiunn ?
    - tirrrraaaabzon, tüurrrkiyeee
    - haçan ben de trabzonlu'yuum
    - ula madem ikimiz de trabzonluyuz incilizce konu$maya ne gerek var ula ?
  • sene 1999. ingiltere northwood'daki st helen's school'da 4 arkadaş yaz okulundayız. orta 1e yeni geçmişiz. pazar günlerimiz tatil. okulda yediğimiz yemekler iğrenç ötesi. öğleden sonra bi muhabbet dönüyor aramızda okuldan kaçalım biyerlere gidelim diye bi anda içimizdeki kıvılcım alevleniyor ve kendimizi metro istasyonunda buluyoruz.
    biz: 1,2,3,4
    metro istasyonunda derdimizi anlatmaya çalıştığımız hatun: h
    1: excuse me (ingilizcemiz de telaffuzumuz da henüz bok gibi esküs mi bile demiş olabiliriz)
    h: yeah
    1: hmm now... (10 sn geçer) we (5 sn) want to go
    h: ok, where?
    2: yes yes we want to go to (bura nereye gitmemiz gerektiğini bile bilmediğimizin farkına vardığımız an oluyor)
    3: food food
    4: yes we want food
    h: you want food, but i'm sorry i don't think i can be helpful (arkasını dönüp gidecek tam dilenci sanıldık bi de)
    1: no no we want to go (yine döndük gitmeye)
    h: you're taking my time, you can ask anything you want to know about the railway to the ticket office
    2: but we want to go (taktık kafaya gidecez)
    h: hey allahım çattık işim gücüm yok sanki
    1: aaaa siz türk müsünüz?
    ...
    sonra erdik muradımıza sağolsun gördüğümüz hatun kişi bizi doğru düzgün bişeyler yiyebileceğimiz en yakın yere yönlendirdi.
  • - did you dıbırıhödo? (anlamsız sesler)
    - what!?
    - zıııttt birmingham.. gotcha :))
  • -where is the way?
    -i am showing u,dont you see?
    -it's the wrong way
    -dont mix my job!
    -haaa ok now, i solved the problem,there is no problem anymorr!
    -you solved the problem?, you are the problem!
    -i dont know yani *.if you talk too much, i will break your head. be a man for two minutes!
    -shut up! or i have to use my babafingo
    -dont make a big catastrophe!
hesabın var mı? giriş yap