• üzümü fermante edip damıtma ihtiyacı neden duydular? daha ilginç bir soru değil mi?
  • çocukken; leblebileri poşete koyup, ezerek içine toz şeker koyarak yerdik. bunu kimseden öğrenmemiştim mesela. insanın, yazılı tarihten önce gerizekalı olduğu inancı sebebiyle ilkel insan bunu nasıl yapar diye şaşırıyoruz. yazı yazamıyor olmaları düşünemeyecekleri anlamına gelmez.
    bize öğretilen insanlık tarihinde, sıkıntı var diye düşünüyorum. 10000, 20000, 100000'bin yıllık zaman dilimleri, bir günmüş gibi anlatılıyor. 2000 yıllık medeniyetin uzaya çıktığı bir dünyada.
  • güzel soru.

    bunu düşününce aklımda oluşan cevap ise kaynakların yetersizliği oldu. şimdi düşünelim ki tarım yapmaya başlamış bir topluluk ve ellerinde 1 ton ürün var. herkes kendi payını kendisi saklamaya kalksa korumak bir problem haline gelecek. dolayısıyla depo ihtiyacı doğuyor. bu 1 ton ürünü tek seferde bitirip tek seferde yeniden yerine koyamayacaklarını düşünürsek zamanla tanelerin parçalanması söz konusu olacak ve daha küçük parçalar da altta toplanacaktır.

    tarımın ve tohumların çok da verimli olmadığı bir zamanda er ya da geç kıtlık dönemleri olacaktır. işte bu dönemde artık dibi görme olayı da yaşanacaktır. üstteki tanelerden aşağıya inildikçe kırık tanelere ve hatta toz halindeki kalıntılara kadar gelinince işte sorumuzun cevabına yaklaşıyoruz. leblebi tozu yemeyi denemeyen yoktur. eziyetli olmasının sebebi ağzımızdaki tükürük miktarının yetersiz kalması. peki eldeki tozu tüketmek için akla ilk ne gelir? içine su karıştırmak.

    buradan sonrası ise biraz daha fazla hayal ve tesadüf karışımı. su katılmış bir miktar toz hemen tüketilmemiş ise mayalanma yaşanmış olabilir. evde ekşi mayahazırlayan varsa bu sürecin nereye varabileceğini kestirebilir. bu süreçte eldeki karışımın kabarmaya başladığını gören kişi de olaya müdahale etmeden bir miktar alıp suyunu kurutmak için ısıtmış olabilir. tüketimi tahıldan kolay olan bu ekmeğimsinin bir tesadüf ürünüyken tercih sebebi haline gelmesi çok da ilginç değil.

    bu hayal ürünü senaryonun yanında işe mantık çerçevesinden bakarsak toz haline getirilmiş bir miktar tahılın öğütülmeden önceki halinden daha az yer kaplayacak olması da bir sebep olarak gösterilebilir.
  • maya mitolojisinde tanrıların yiyeceği olduğu müjdelenen tavuk dönere daha hızlı ulaşabilmek için tabi ki..
  • muhtemelen yenmesini kolaylaştırmak içindir.

    yalnız asıl söylemek istediğim, uzun zaman sonra ilk defa güncel bir başlığı keyif alarak okudum. azıcık zekâ, azıcık saygı ne güzel şeyler çıkarıyor ortaya.
  • la oğlum hala uzun uzun açıklama yapanlar var şuna. ilk insanlar da insandı, kadın kısmı ise her şeyden önce anne idi. anneler bebek biraz büyüyünce kendi yedikleri yiyecekleri bebeklerine nasıl verirler? gidip bim ' den mama mı alacaklar? ezerler oğlum ezerler, her besini bebeklere vermek için ezerler, aynı kuşlar gibi. su ile yumuşatırlar ve öyle verirler bebeklerin ağzına. vermeden önce de tadına bakarlar. annelik içgüdüsüdür bu. yoksa dünyanın değişik yerlerinde küçücük kabileler halinde yaşayan insanlar aynı şeyi nasıl yapacaklar. unu buldum çok güzel diye başlık mı açacaklar.
    bebek de annesinin lapa haline getirdiği yiyeceğin hepsini yiyecek değil ya. birazı da tabakta kalır, un lapası tabakta kalınca anne onu dolaba kaldırmadı ise ekşir ve mayalanır. ateşi ehlileştirdikten sonra her yemeği pişirmeye başlayan insan o mayalanmış un lapasını taşın üstünde pişirip canan karatay hocam duyana kadar tadını almış olamaz mı?
    bence olur.
  • ekşi buğday timinden selamlar. konyada bir buğday ambarından bildiriyorum.

    ilk sebep mideye indirilecek mahsulun korunması ihtiyacıdır. bildiğiniz üzere başağından ayrılan tahıllar; arpa, buğday, yulaf, vb. muhafazası pek kolay değildir. kokuşması, bitlenmesi en fazla 2-3 yıl içinde olur. ezilerek elde edilen kepekli un hali ise daha uzun süre boyunca saklanabilir; kokuşması, bitlenmesi söz konusu değildir. sadece uzun yıllarca kullanılmazsa tadında acılık olabilir. o zaman böyle doğadan korunma tekniklerinin olmadığı da açıktır.

    ikincisi yukarıda saydığımız tahılların kılçıktan ayrıldıktan sonra dokuları kuru olur ve sert yapıya sahiptirler. sadece bahar aylarının sonunda hasat yapılırsa yumuşak tanelerle karşılaşmak mümkün olabilir. bu taneler de kısa süre içinde tüketilmezse -ki bir tarla buğdayın 3 günde tüketilmesi mümkün ve mantıklı değil, kışın ne yiyecek bu insanlar- kuruyarak cansız ve verimsiz taneler oluşturacaktır. bunu deneyip gören insanoğlu normal olarak hasat mevsiminde biçer ekinlerini, tanelerin en dolgun haline ulaşmıştır. ee bu taneler serttir nasıl yiyecektir? ya suyla ıslatıp yumuşatabiliriz ya da kıracağız, başka seçenek var mı? ateşte közleyebilirsin, kömür niyetine... tadı kötü be.

    diğer bir sebep tat arayışıdır. insan aynı zamanda meraklıdır. devamlı suda ıslatıp yediği bulamaç onu tatmin etmemektedir, her gün aynı lapa yenir mi? eski devrin çılgın şefi bir gün de yulafı kırıp yiyelim der, un şeklinde servis eder. toz yemek pek güzel değildir. başka bir gün tozu ıslatır, çamur gibi şey de pek sevilmez. üçünçü bir gün dur lan şu ıslattığımı ateşe atayım der ve ekmeği icat etmiştir.

    sonuç: işte bunlar hep açlık, merak, tesadüf, tat arayışı, doğanın zoru...

    afiyet olsun efendim.
  • (bkz: saklama)
    (bkz: depolama)

    sezonluk üretilen, toprağın, tohumun ehlileşmediği göçebe ve yerleşik toplumlarda şimdiki gibi her istenildiğinde yiyeceğe ulaşmak kolay değildi. depolamak ve saklamak en iyi çözümdü. tohum halinde çömlekler, toprak kaplar, mağaralarda, yer altında depolanan tahıllar yağışlarda, toprağa dokunduğunda ve nemde daha hızlı bozuluyor veya hemen çimleniyorlardı. bu durumda ezilmiş /tozlaştırılmış tohumların yaz ve bahar aylarında daha kolay kurutulduğu ve uzun süre saklandığı ve suya katıldığında daha kolay hazmedildiği fark edilmiştir. suda bekletildiğinde ise mayalanma gerçekleşmiş, bunu ateşe attıklarında büyük ihtimalle şimdikinden çooook uzakta ilk ekmeği, suyunu içtiklerinde ise birayı tattılar.

    emin olun hiçbiri bizim şimdi içtiğimiz bira veya yediğimiz ekmekle aynı şey değillerdi. hiçbir şey tam olarak tesadüfen olmadı. doğru zamanda, doğru aygıtlar, doğru yerde oldu.
  • buğday, insanlar tarafından evcilleştirilen ilk bitkilerdendir. özellikle ortadoğuda yetişen vahşi buğday, biyolojisi gereği ekilmeye müsaitti ve bu da insanlar tarafından fark edildiğinde tarım çağı başladı. bunu ilk kim fark etti, nasıl fark etti bilmiyoruz fakat yabani kemirgenler doğadaki otların tohumlarını kış için toprağın altında saklarlar. bu saklanan miktar 27 kg'a kadar ulaşabilir. ilk insanlar bunları fark edip, bunu kendimiz için de depolayabileceğimizi keşfetmiş olabilir. bu da bir bitkinin tohumunun toprağa gömüldüğünde oradan aynı bitkinin yeşerdiğini fark ederek tarımın keşfine yol açmış olabilir. tarih öncesi dönemlerde milyonlarca yıl boyunca vahşi doğada avcı-toplayıcı gruplar halinde yaşamış olan ve zamanla ateşi, taş baltaları, mızrakları keşfetmiş olan insanların günün birinde tarımı da keşfetmeleri kaçınılmazdı.

    ilk medeniyetlerin bu topraklarda gelişmesinin en büyük sebebi buğdayın evcilleştirilmesidir. ortadoğuda bereketli hilal olarak adlandırılan bölgede 14 kromozomlu vahşi bir buğday cinsi, biyolojik bir tesadüf sonucu keçi otuyla çiftleşerek 28 kromozomlu, oldukça yüksek verimli bir buğday melezini ortaya çıkardı (emmer buğdayı). emmer buğdayı da zamanla mutasyon geçirerek 42 kromozoma sahip daha dolgun başaklı ekmeklik buğdaya dönüştü. bu yeni ortaya çıkan ekmeklik buğday, iyi bir ekimle (havaların da müsait olmasıyla) 1'e 320 verebiliyordu (günümüzde modern tarım teknolojisi sayesinde bu oran çok daha yükseğe çıkmıştır). ekmeklik buğdayın bir dezavantajı vardı: bu buğday cinsinin başakları sıkı yapıda olduğu için tohumları rüzgarda kendi başına yayılamıyordu. üreyebilmesi için başağın parçalanması gerekiyordu. dolayısıyla bu yeni cins buğday yaşamak için insan yardımına muhtaçtı. ve sonuçta insanla buğday arasında simbiyotik bir ilişki ortaya çıktı.

    buğdayın döllenmesi çok kolaydır. hasadı kolaydır, sadece bir orak darbesiyle onlarca buğday sapını kesip çıkarabilirsiniz. oysa amerikan yerlilerinin yetiştirdiği mısır bu avantajlara sahip değildi. mısırı orakla kesemezsiniz, koçanlarını tek tek elle toplamak zorundasınız. bu yüzden daha büyük avantaja sahip olan buğday ortadoğuda geniş aileleri doyurarak insan nüfusunu çok arttırmış ve farklı meslek gruplarının ortaya çıkmasını sağlayarak büyük medeniyetler kurmamızı sağlamıştır. çünkü tarım sayesinde sadece birkaç kişinin emeği yüzlerce insanı doyurabilecek kadar gıda üretimi sağlıyordu. yiyecek için uğraşmak zorunda olmayan diğer insanlar da farklı işler yaparak farklı mesleklerin oluşmasını sağladı ve insanların bilimde, sanatta, askeri alanda kendini geliştirmesine yol açtı.

    öte yandan buğdayı öğütmeyi keşfetmek de zor olmasa gerek. fakat diğer yazarların bahsettiği mayalama olayı sonradan keşfedilmiştir. örneğin günümüz iran sınırlarında yaşayan göçebe bahtiyari'lerin kadınları halen mayasız hamurdan sıcak taşlar üzerinde ekmek pişirirler. demek ki ekmek mayasız da olabiliyormuş.

    bu arada tarımla uğraşan tek tür biz değiliz. örneğin yaprak karıncaları kesip topladığı yaprakları yeraltı yuvalarında kendi salgılarıyla mayalayarak mantar yetiştirirler. yani karıncalar bile tarımı keşfedip ağaç yapraklarından mantar üretebiliyorken, insanların buğdaydan ekmek yapmayı keşfetmeleri çok da şaşırtıcı bir durum olmasa gerek. ne de olsa insan olarak bu dünyada 6 milyon yıllık bir geçmişimiz var.
  • böl, parçala ve yut!
    bu taktik her zaman, her yerde ve durumda işe yarar.
hesabın var mı? giriş yap