• 3.5 yaşındaki kızım için komşu çocuğu eren isimli veled. kızım ciddi ciddi aşık bu velede. eren de 7 yaşında bi oğlan yani kızımla hiç işi olmaz. napsak bilemiyorum. yalnız platonik aşk kafası 3.5 yaşında da 30 yaşında da aynıymış onu anladım kızımdan. mesela:

    -ne zaman parktan geçsek "anne! eren burada bi yerlerde olmalı bisikletini burda unutmuş!"

    - "anne benim danonem 2 tane ya, birini eren'e götürücem sevinir,mutlu olur!"

    -"otobüs ıslak mendilimi eren'e göstericem bugün,ne zaman parka inicez anne?"

    -"bugün parka giderken bileziğimi takıp elbisemi giyicem.prenses gibi gidicem rujumu (dudak kremi) da sürerim"

    -babasıyla parktan döndüğünde "biz eve dönerken eren geldi parka bana baktı anne"

    -dudak kremini yanaklarına sürmüş temizletmek istemiyor dedim ki eren seni beğenmez ki çirkin olmuş böyle silelim. hemen gidip peçeteyi getirdi pes dedim.

    napsak bilmem bu eren'i!
  • ben 5,5 yaşındayım, kız da 19-20 yaşlarında o ara, pek yaş farkı yok yani. ismini tam hatırlamamakla beraber burcu gibi bir şey olması lazım. oturduğumuz apartmanın hemen altındaki marketin sahibinin kızıydı. babasının işi çıktığında markette o dururdu. bu kızı görebilmek için marketten günde kaç paket peynirli tombi, kaç paket kolalı jelibon, kaç paket ninja kaplumbağa çıkartmalı şekerleme alırdım, hiç bilmiyorum.

    esmerdi, dümdüz simsiyah saçları vardı. 5,5 senelik hayatımda gördüğüm en güzel gülümseme bu kıza aitti. sevimli bir çocuğa şirinlik yapıyor olsa da, ben o zamanlar "bana yazıyor abi" gibi algılamıştım bu durumu. sabah uyandığımda evin kahvaltılık alışverişini yapmak için can atardım. birkaç ay aramızdaki bu durum devam etti, kız bana aşıktı, ben de ona karşı boş olmadığımı anlaması için tüm şekeri-çikolatayı ondan alıyordum.

    bir gün, sokakta top oynarken diz kapaklarım paramparça olmuş şekilde eve geldiğimde, baktım evde bir hazırlık var. "düğüne gidiyoruz, burcu ablan evleniyor" dediler. "abla deme lazım olur" dedim. demedim yuh, 5,5 yaşındayım.

    burcu nasıl evlenirdi, hadi evlenirdi de benden başka biriyle nasıl evlenebilirdi aklım almamıştı. çok mutsuzdum o akşam. aile düğünden eve dönünce de, geçtim odama vurdum kapıyı. o gün, işte o gün masumiyetimi kaybettim. burcu'nun babasının marketini bitirme planını devreye sokacaktım. bir daha hiçbir şey almadım o marketten, bununla da kalmayıp başka marketten alınmış çikolatalarla geçtim marketin önünden. karşılaştığımızda şirinlik yapmaya çalışan burcu'ya cevap vermiyor, "soon..." bakışı atıyordum. hala aşıktım hmpfs.

    ve iki ay sonra kapandı market, şüphesiz ki almadığım tombilerle ben kapattırmıştım. burcu yanlış kişiyi hayal kırıklığına uğratmıştı.
    market kapandıktan sonra, sıra planın ikinci aşamasına gelmişti!

    başka bir kıza aşık oldum, burcu-murcu yalan oldu, evet.
  • ilkokulun başıydı. henüz ilk gün. annemle gelmiştim okula. sınıfa bakmaya gittik beraber. başka bir öğrenci daha vardı, annesiyle duruyorlardı kapının önünde. annem kadınla muhabbet ederken * ben kadının yanındaki kıvırcık saçlı kıza kitlenmiştim. bugün bile unutmam bakın o anı. ondan sonrası klasik hikaye işte: hoca her hafta yerlerimizi değiştirirdi, onunla oturmak için dua ederdim; kız-erkek kovalamaca oynardık, ben hep onu yakalardım; okul numaralarına göre oturuyorduk yemekhenede, karşılıklı yemek yiyorduk * vs vs. onunla konuşmuyor da değildim, hatta baya konuştuğumuz hatırlıyorum ama onu sevdiğimi söylersem yanlış anlayacağını, bir daha benle konuşmayacağını düşünüyordum (yaş 7 tabii).

    3. sınıf bittiğinde biz başka şehire taşındık. üstelik yazın ani bir kararla oldu ve kızı son bir kez göremedim. tabii zamanla onu unuttum. ama ismini asla unutmadım.

    birkaç yıl önce internettten konuştum*. fotoğrafı yoktu, göremedim nasıl br insan olmuş. sonra da bir daha konuşmadık *.

    uygun bir zamanda bu entry'i ona göndericem. kendime söz veriyorum.

    ----------------

    5 ay sonra gelen edit: tabii ki göndermedim.

    ----------------

    1 yıl sonra gelen edit: hala göndermedim.

    ----------------

    2 yıl sonra gelen edit: zaman ne çabuk geçiyor yahu.

    ----------------

    5 yıl sonra gelen edit: oha :/

    ----------------

    6 yıl sonra gelen edit: son edit'ten sonra aradım buldum konuştum. tabii ki göndermedim manyak mıyım.

    ----------------

    6 yıl sonra gelen 2. edit: gönderdim.
  • benim için ilk platonik aşkım anaokulunda başlamış birinci sınıfta hüsran ile son bulmuştur. şöyle ki ben ve yakın aile dostumuz ve yakın arkadaşım burcu aynı kişiden hoşlanıyoruz. ben önce hoşlanıyor olduğum çocukla aynı sınıftayken sonra başka bir öğretmene geçiyorum ve ayrı kalıyoruz. hoş çocuğun bunun farkında olduğunu sanmıyorum. gökdeniz idi ismi. biz yani burcu ve ben gökdeniz ile aynı sınıfta olan bir arkadaşımıza gökdeniz' e burcu mu ben mi diye sormasını istiyoruz. artık o yaşta neyin kafasında idiysek. gökdeniz burcu diyor, ben ilk hüsranımı yaşıyorum tabii. gerçi burcu renkli gözlü bir kızdı ,ondan olsa gerek . hayal kırıklığı ve platonik aşk ortak kümesi ile böylece tanışmış oluyorum. ilk platonik aşkıma dair aklımda kalan bu hikayedir ve bir de kendisinin yüzüne bakamadığım ve bir de babasının deri iş çantası...
  • yer: anadolu'nun nadide ilçelerinden birisi
    zaman: ilkokulun ilk yılının ikinci yarısı

    sırama her oturduğumda sınıfın penceresinden okul bahçesine bakıp bir topun peşinden koşuşum canlanırdı gözlerimde. sığ hayallerimin içinde boğulur gibi olurdum zil sesini duyamamaktan mütevellit. yine o günlerden bir gündü. pencere camında bir futbol maçını izliyormuş gibi dalıp gitmem, kapının açılması ve hurra şeklinde ayaklanan sınıfın sayesinde sonlanıvermişti. içeri giren okul müdürünün ağzından çıkanlarla kırmızı paltolu bir kız içeri buyur edilmiş. müdür beyin sert tonlamalarıyla güzide ismi aklıma ''mıh'' edilmişti. bir isim bu kadar mı çabuk kazınır birinin aklına? hayallerim gökyüzünde yıldızların kapladığı yer kadar genişlemişti. o an ''aşk'' kara murat filmindeki öpüşme sahnelerinden uzaklaşmıştı hatıramda. aşk büyülü bir oyun alanı oluvermişti. öpüşmek ise parkurları geçtikten sonra alacağım ödül olabilirdi. sırasına doğru yönlendirilen kızın adımları yaklaştıkça içimdeki hareketlenmeler, kalp çarpması, kafa zonklaması hakkımda verilecek tanının ilk ibareleriydi. okuma ve yazmak için belli bir adaptasyon dönemini atlatamayan bünyem aşk problemine çok erken yakalanmıştı. önümdeki sıraya oturuvermişti. ilk defa elini uzatsan dokunabileceğin yakınlıkta olan birine karşı felç durumuna geçmiştim. ama yakınımda olması bile, bulunduğum topluluğun anlamdıramayacağı, bir sırıtış kondurmuştu suratıma. ilk aşkım böyle başlamıştı. adı sibeldi. bir tanrıça gibiydi gözümde. elbette her güzel kızda olduğu gibi onun etrafını da çakallar doldurmuştu. bu çakal sürüsünün içinde can dostum faruk da vardı. beslenme molasında parlatılmış kırmızı elmayı sibel'e uzatmasıyla niyetini belli etmişti. sibel de ona karşı boş değildi sanki. gülücükler eşliğinde ağzından sular akarak dişlemişti elmayı. faruk artık arkadaşım olamazdı bir kan emici, drakula yani atalarımızın tabiriyle söylemek gerekirse kazıklı voyvoda olmuştu. düşmanım güçlüydü. bir köşeye çekip boğazına sarılıp ''bırak kızın peşini'' demek onu daha çok alevlendirecekti. zaten her köşede adamları vardı. artık oyunlarımı bile sibelin evinin karşısındaki boş alanda oynamaya başlamıştım. faruk sonuçta hala arkadaşımdı. içimdeki ona karşı olan kini bilmiyordu. maçlarda ayaklarına vuruyor. gizliden bilyelerini parçalıyor. bisikletinin lastiklerini indiriyordum. ama o pes etmiyordu. beslenme çantasından bir gül çıkartıp sibel'e verecek kadar ileri gitmişti. ben ise ona saydam bakkaldan aldığım gofretleri veremiyordum. günden güne ona karşı aşkımı sunamadığımdan o gofretler gibi eriyip gidiyordum. farukla sibel daha çok yakınlaşıyor. oyunlarında figüran kadrosunda yer ediniyordum. bir köşede dikilip onların cilveleşmelerini izlemek ağır geliyordu. halbuki başrol benim olmalıydı.

    günler peşi sıra takvim yapraklarından koparılıyordu. okul bitmiş, karneler dağıtılmıştı. aşk denilen parkurda puan toplayamıyordum. hanemde koca bir sıfır vardı. sibel evinden dışarı çıkmıyor. bizi balkondan izliyordu.tatil olduğu için faruk'un okuldaki adamları her zaman yanında olmuyordu. gücünün azaldığı zamanlarda boş durmamalıydım.
    faruk'a savaş açmıştım. adamlarımı topladım, sibelin kardeşinide orduma katarak gücüme güç kattım. saydam bakkaldan aldığım gofretler işe yaramıştı. faruk'un kendi boyundaki köpeğini arada evden yürüttüğüm kemikleri vererek besliyordum. köpeği de kendime karşı etkisiz hale getirmiştim. beni görünce kuyruk sallayıp elimi yalıyordu. sonunda faruk'a savaşı başlattığımı söyledim. sibelin balkonda yerini aldığını gördüğümde bir toz bulutu kaldıracak şekilde debelenmeye başladık. yumruklarımı acımasızca sallıyordum. adamlarım faruk'un ordusunu süpürmüştü. ayağa kalktığımda faruk'un yerde inlemeleri zaferin benim olduğunu gösteriyordu. sibel'e doğru döndüğümde kıçımdaki acıyla havaya zıpladım. dişlerinin arasında şortumdan bir parça duran köpeğin hırlamasıyla kıçımı tutarak eve doğru kaçtım. uzun süre evden çıkmadım.

    kıçımdaki diş izi daha kaybolmamış iken tayinımızın çıktığını öğrendim. kamyona eşyalar doldurulurken faruk ve köpeği beni yolcu etmeye geldiler. kucaklaştık. köpek, yüzümü yaladı. sibel ise mal müdürünün oğluyla bisiklet sürüyordu.
  • ilkokul 1. sınıfta olmuştu. kızın adı da ceren'di. altın sarısı saçlı, masmavi gözleri vardı. o yaşlarda görülebilecek en güzel kızdı. hem aynı sınıfta okuyorduk hem de aynı binada oturuyorduk. o zamanlar utanmak diye bişey vardı tabi, şimdikiler gibi kolay kolay söyleyemiyorduk kimseye. (belki de bana mahsustur lan, niye genelliyorum ki böyle)

    annemin komşuluk ilişkileri sağolsun kızın okulda yanına bile yaklaşamıyor tek kelime edemiyorken, okul dışında evlerine giderdik sürekli. (annesi yanımda kızı soyup kıyafetini bile değiştiriyordu lan) doğum günlerimde gelir önce busesini kondurur güzel hediyelerini verirdi. sınıfın hem en güzel, hem en çalışkan kızıydı ve aynı sırada otururduk. ben ise tam bir tembeldim, kendisine karşı hiç şansım yoktu. bu kızın elması ilk günden kızarıyorken benim elmam 3 bilemedin 5. gün kızarırdı (o da ayıp olmasın diye. hiç değişmemişim bunca zamandır -ama akıllıydım lan, bu önemli- )

    bunun bi de erkek versiyonu vardı sınıfta. gökhan. piç gökhan. hiç sevmezdim kendisini. sınıfın hem en yakışıklısı hem de en çalışkanıydı. bu piç sınıf başkanı olurdu, benim melek ceren ise başkan yardımcısı. 4 yıl boyunca hiç değişmedi lan. karıyla koca gibi sınıfı yönetirlerdi ben hep ayar olurdum bu duruma. sırf sınıf başkanı olmak için hocanın gözüne girmeye çalışmalar mı dersin, anneye hocaya başkanlık yapmak istediğimi söyletmek mi dersin yapmadığım şey kalmadı başkan olmak için.

    en sonunda bi kere başkanlık seçimi yaptırdı hoca, sınıftaki tüm yalakalar bunu seçti. gittim dedim yanına, "tenefüste aşağıya in dövüşücez" indik de, hatırladığım ilk dövüşüm buydu lan okulda. bu gökhan'ın ve yalakaları etrafımı sardı. sonra geçti karşıma, gel gel diyor gidiyorum itiyor. gel gel diyor gidiyorum itiyor. 4-5 kere tekrarlandı bu. "ulan ne itiyon dövüşecez" diyorum çocuk her ittiğinde etrafımızdakiler "oleey" çekiyor. sonra bi de adamı galip ilan edip sırtına almasınlar mı. "en büyük başkan bizim başkan" diye bağıra bağıra.

    sonuçta hiç bir zaman ne başkan olabildim, ne de onun en yakın arkadaşı. platonik aşkı onda öğrendim ben. aşk acısını da ilk o yaşattı. hayır beni reddetmedi, teklif bile edemezdim zaten. 4. sınıfta iken bi gün akşama kadar kafası sırada ağladı. okuldaki son günüymüş. hoca kaç kere lavaboya gönderdi kendisini. o gün ben o yaşta içimdeki yangını hissettim. ertesi gün de gözümün önünde eşyaları yükleyip evlerinden taşındılar. bir daha da kendisini görmedim.

    taa ki facebook icat olana dek. orda bulduğum kızın eski ceren ile en ufak bir alakası kalmamasını bırak yüzüne bakılmayacak hale gelmişti. o gittikten sonra da kaç kere aşık olduğumu ne siz sorun ne ben sayayım.
  • fotoğraflarını gizlice çektiğim ve bunun için kendisinden azar yediğim; arkadaşlarının serviste benimle ilgili dalga geçtikleri; minik bir çocuğun elindeki basketbol topuna sadece o dokundu diye arkasından gidip onun dokunduğu yere dokunduğum; 20 senelik merakımdan sonra bir anda facebook ve twitterdan beni takip etmeye başlayan ve tabii ki evli olan adama duyduğum aşka (tabii çok eskide kalan) verdiğim addır.
  • ilk okulda sınıfın en güzel kızları hale,kamile ve haticeydi. hatta işi abartmıştım bunlara mektup yazmıştım,ertesi günlerde okula geldi babaları müdürle konuşmaya yani babamla konuşmaya ,sonra annemle konuştular yani sınıf öğretmenimle

    düşünün artık ilk okuldaki tramvalarımı ,platonik oldu katatonik
  • sekiz yaşındaydım sanırım. mersin'e annemle beraber tatile gitmiştik. öğretmenevinde kalıyoruz. bir başka öğretmen çiftin bi kızı vardı. aynı katta kalıyorduk. annemle ailesi tanışmış, benimlede arkadaş olsun diye bizi tanıştırdılar. kız 11 yaşında falan. benden büyük.

    neyse o sıralarda bi tane walkman alınmıştı bana. ama yıl 93 falan. walkman pahalı bir şeydi o zaman. yani walkman yerine bi tane müzik seti alabiliyorduk. ama böyle çok güzel bi duygu seninle birlikte olan bi alet var ve istediğin yerde müzik dinleyebiliyorsun. o yüzden annem sorduğunda müzik seti mi alalım walkman mi alalım diye, ben walkman demiştim.

    neyse bu kızla birlikte beraber müzik dinliyoruz. kulaklığın biri bende biri onda. ilk defa o kızın yüzüne bakınca bir şeyler hissettiğimi anladım. tabi ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. sadece çok iyi hissettiğimi biliyorum. çok mutluyum. yalnız walkmani alınca yanına kaset almak lazım tabi. kaset açısından sekiz yaşında bi çocuğun alabileceği çok fazla seçenek yok tabi. zaten müzik dinleme alışkanlığım hiç olmamış. ben sadece mobil müzik dinlemek istiyorum, havalı bir şey. o kaseti nasıl aldım bilmiyorum ama fatih kısaparmak'ın portakal çiçeğim adlı albümünü almışım. neyse albümde bir parça var ölümüne sevda diye. beraber bu şarkıyı dinliyoruz, denize falan bakıyoruz tabi. ayaklarımızı falan sallıyoruz müzik eşliğinde. şarkının bi yerinde şöyle söz var, "ölümüne sevda, yolu yok başka, geceler bizim, kırmızı nokta". tabi kırmızı noktayı duyunca birbirimize bakıp gülüyoruz. ilk başarısız romantizm denemeleri işte. fatih kısaparmak, ayak sallama, içinde kırmızı nokta geçen abuk bir parça falan filan.

    tabi kimse o kıza içten içe tutulduğumun farkında değil. günler geçiyor tatil bitiyor tabi. ayrılık vakti geliyor. herkes evine dönüyor ve ben büyük bir üzüntü içindeyim. tabi .ok sonraları fark ediyorum derin bir platonik aşk yaşadığımı o kıza. kızın yüzünü hala hatırlıyorum fakat ismini hatırlayamıyorum. yanağındaki gamzeyi, gülümsemesini. oha iyi tutulmuşum lan.

    (bkz: ilk aşk)
  • -çorap kutusu vardı, herhalde külotlu çorap kutusu, üzerinde bir kadın resmi vardı, görmem gereken malum yer çorap resmiyle kapatılmıştı, makasla kestim o kısmı, belki görürüm diye..
hesabın var mı? giriş yap