• "..hiç uyarmadan

    kasırga nasıl sökerse

    meşeleri kökünden

    öyle sarsıyor yüreğimi aşk".. *

    2000 yılı yapımı wong kar- wai filmi aşk denince ilk akla gelenlerden.. müziği ve estetik özellikleriyle büyüleyen film, sappho'nun deyişiyle sarsıcı bir aşkı anlatırken, aşka bakışıyla da dikkatleri üzerine çekmişti.

    60'larda hong kong'da tesadüfen komşu olan bir erkek (chow) ve bir kadının(li-chun) yalnızlıkla başlayan ve aynı kaderi paylaşmak yüzünden ilerleyen ilişkileri, şimdilerde anlaşılması zor eski model bir aşka dönüşüyor. kaderin kurduğu çözülmesi zor bir denklem bu.
    ortak kaderleri aldatılmak.. birinin karısı diğerinin kocası ile birlikte..
    nasıl ve neden başlamıştı merak ediyorlar. daha sonra, kadın kocasıyla nasıl yüzleşecek, provasını yapıyorlar.. dost oluyorlar. kadının üzerinde oluşan elalem baskısına rağmen birlikte çok zaman geçiriyor, çok şey paylaşıyorlar.. iyi günde, kötü günde, neşede ve kederde, evliliklerinde bulamadıkları gerçek yoldaşlığı yaşıyorlar ama elden geldiğince bir sır titizliği ile..
    anlayan bir sevgi bu, hoş gören, diğerini koruyan, incitmeyen..
    bununla birlikte, ilk andan itibaren merdivenlerde ve kapı girişlerinde karşılaştıklarında, yan yana geçerken birbirine değecekmiş gibi yakınlaşan ama değmeyen ve küçük bir dönüş hareketiyle ters tarafa yönelen bedenleri aşkın geleceğine dair bir işaret sanki..

    kimse birbirine "seni seviyorum" demiyor. ama kadının gözlerinden akıyor aşk, adamın şefkatinde ve kar- wai'nin sık sık odaklandığı o ellerde.. parmaklarını etine geçiriyor o vakur kadın.. alyans bir karakter oyuncusu gibi gözümüzün önünde, hep "olmaz!" ı işaret ediyor; aşkla çaresizlik tek vücut..

    şimdi kadının belirlediği kaderleri, kapının ağzında birbirine değecekmiş gibi yakınlaşan ama değmeyen bedenlerini hatırlatıyor; yaklaşan ama karşılaşmayan, yan yana geçen ama buluşamayan..
    "fazla biletim olsa benimle gelir miydin?" sorusuna şarkı cevap veriyor;
    quizas, quizas, quizas.. belki, belki, belki..
    kadın, karar veremeyerek bir karar vermiş olur.

    edgar bauer'e göre aşk, bütün tanrısal olan şeyler gibi, insanın fiziksel ve ruhsal olarak kendisine teslim olmasını bekleyen, korkutucu bir tanrıçadır. tapınma biçimi, ona karşı acı çekmektir ve olayın zirvesi, kişinin kendini tümüyle feda etmesi, yani intihar etmesidir..
    marx bu tanıma şiddetle karşı çıkmış olsa da ne çıkar, aşk feda olgusunu içinde barındırır.

    5 yaşında shangai'dan hong kong' a göçen wong kar- wai için mekân seçimi tesadüf değil. aynı zamanda senaryoyu da yazmış olan yönetmen hong kong'un kendisinde bıraktığı izleri, geleneksel giysi ve yemek kültürünü ve o günün toplumsal değerlerini, alışkanlıklarını yansıtma ve yaşatma çabası taşır.
    kırmızı rengin en güzeli olan zencefril kırmızısı vermilyon göz kamaştırır. film özellikle bu rengin hakim olduğu planlarda ağır çekim görüntülerle hafızalarda kalmıştır.

    başrollerini maggie cheung ve tony leung'un paylaştığı film uzak doğu'daki yerel festivaller de dahil, çeşitli festivallerde özellikle oyunculuk kategorisinde muhtelif ödüllere layık görüldü.
    tony leung abartılı mimikleri olmayan, yüzüyle hatta bakışlarıyla oynayan büyük bir oyuncu. bu filmdeki chow rolüyle cannes'da en iyi erkek oyuncu ödülünü aldıktan sonra 2007'de altın aslan'ı kucaklayan "lust caution"'daki oyunculuğu nedeniyle de venedik'te yaşam boyu başarı ödülü aldı.
    maggie cheung 'e gelince, o dünya güzellik yarışmasında yarı finale kalmış bir güzel. oyuncuğu ise asla yabana atılmayacak türden. 1992'de centre stage'le gümüş ayı, 2004'te clean'le cannes'da en iyi kadın oyuncu ödülünü aldı; başka ödülleri de var.

    filmin müziği, dramatik yapısına inanılmaz uygun olan, hatırlanmasında ve beğenilmesinde büyük pay sahibi umebayashi'ye ait yumaji's theme..
    (bkz: bir film vesilesi ile öğrenilmiş en iyi şarkı/#160343516)

    "aşk sonsuzluk değildir; aşkın zamanı, takvimler ve saatlerin zamanı değildir, ardışık zaman değildir. aşkın zamanı…tüm zamanların, tüm hayatların tek bir anda algılanışıdır. der, octavio paz
    algılanış öyledir mutlaka, lakin bay chow'un ofisindeki saat sürekli ilerler.. yıllar geçer..

    "o kaybolan yılları hatırladı. sanki tozlu bir pencereden bakar gibi, geçmiş görebildiği ama dokunamadığı bir şeydi. ve gördüğü her şey bulanık ve belirsizdi."
    acı hariç.. görünen o ki, sadece acı taptaze kalıyordu.
  • bir estetik şölen, ruhu okşayan amansız bir gözyaşı gibi. harika bir film...
    müziklerle sahnelerin akışındaki tekniğe kapılınca, yönetmene (bkz: wong kar wai) ne kadar saygı duysak az gelir diyorum.
    herkes o kadar nazik ki, hemen hemen bütün diyaloglarının sonu : ''o zaman ben sizi yalnız bırakayım'' şeklinde bitiyor. bizim hiç alışık olmadığımız bir kültür, her şey çok estetik, çok tatlı, kalp kırıcı ama bir o kadar da sakin.

    filmin son sahnesindeki tapınak duvarındaki sır fısıldama sahnesi, aşkın en erdemli halinin göstergesidir belki de.

    çok estetik bir film demiş miydim...
  • aşkın en zarif hali için izlenebilen bir şiir yapmışlar.

    özetle;
    “huzursuz bir andı. kadın, erkeğin yaklaşmasına bir fırsat vermek için başını öne eğmişti. ancak erkek, cesareti olmadığı için yaklaşamadı. kadın arkasını döndü ve uzaklaştı.”

    nostalji, melankoli, nefes kesen sinematografi, duyduğum en iyi ve en uyumlu sinema müziği, masalsı anlatım, çok şık bir kadın, giydiği birbirinden güzel elbiseler.

    sadece defile anlamında, elbiseleri bir kez daha inceleyebilmek için ikinci kez seyrettim. inanılmaz.

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel
  • böyle uzun uzun felsefi cümleler yada entel tanımlamalara gerek yok filmi anlatmaya, müziği bildiğin adamı amk noktasına getiriyor, ey besteci merak ediyorum, insan bu müziği dinlediği zaman hissedeceği duyguları nasıl ve nereden bilebildin ki filmin hikayesine tam oturmuş.

    konusu ve hikaye kurgusu ayrı bir güzel. bir kabulleniş ve kabullenememe, etik değerler ve adalet beklentisi içinde hakkının ve beklentilerinin iade edilmesi beklentisi, yaşadığı ve yaşayacağını bildiğin acıyı ve kederi taşıyabilmek için omuzunu koyacağın sevdiceğine toplumun, geleneklerin ve bir kaç ahlaksızın seviyesine düşmemek adına onurlu kalmayı sürdürerek nefes kadar yakın olup bir yıldız kadar uzak olmak.

    insan düşünmeden edemiyor erdem, onur, ahlak, dürüstlük ve aşk kavramlarının anlamlarını, kimileri için ne ifade ediyor ve kişinin kendisi için ne ifade ediyor haliyle kabul görülen anlamın geçerliliğininin yarattığı etki ve sonuçlardan dolayı koca hayatta bir şeylerden mahrum kalarak daha ne kadar yaşanabilir ve gerçekten mutlu olunabilir.

    (bkz: ben böyle hayatın amına koyayım)
    (bkz: böyle hayata kafam girsin)
  • izlememin üzerinden neredeyse 3-4 yıl geçmiş olsa da hala şu sözler aklımdadır;

    “eğer birinin kimseyle paylaşmak istemediği bir sırrı varsa,bir dağa çıkar,bir ağaç bulur,ağaca bir delik açar ve sırrı o deliğe fısıldar.ve onu çamurla kapar. böylece sır orada sonsuza kadar kalır."

    hayatımın bazı dönemlerinde aklıma düşer ve böyle bir ağaç bulma isteği uyandırır bende. herhangi birine anlatmanın mümkün olmadığı bazı sırlar anlatılmak için can atarlar özünde. anlatılınca hafifleyecekmiş gibi hissettirirler. işte böyle sırların yegane sahibi bir ağaçta açılan üstü çamurla kapatılan bir delik olabilir ancak.

    film ise -subjektif bir yorum olacak- izlediğim en güzel filmlerden biriydi. hala çok iyi hatırlıyorum, her iki taraf da her şeyi çok iyi biliyor ama bir hiçliği paylaşmaktan başka bir şey yapmıyorlar. telefonun diğer ucunda konuşmasa da arayanın kim olduğunu biliyor, bir sessizlik olsa da o konuşmada ikisi de biliyor her şeyin bilindiğini. kadın ayakkabılarını bırakırken hatırlanmak istiyor, adam bir ağaçtaki bir deliğe sırrını verirken kadını ölümsüzleştirmeyi umuyor.

    ben hiçbir şeyin açıkça konuşulmadan bu kadar güzel anlatıldığı bir şey görmedim. sessizliğin bir dili vardır fakat ne yazık ki onu herkes anlayamaz ve konuşamaz.
  • film ''doğru ve yanlış tüm kavramların ötesinde bir yer var. seninle orada buluşacağım''*diyor.

    --- spoiler ---

    ayrılıklarının provasını yapana kadar, izleyici de ikisinin arasındaki hislerin şiddetini hissedemiyor. kadın ne vakit ki tutulduğunun farkına varıp ağlamaya başlıyor; orada sarmaya başlıyor insanı o yakıcı hisler...

    kadının kocasına sormak istediği ''metresin mi var'' gibi çok zor bir sorunun provasını yaparlarken kadını üzen sadece aldatılıyor olması değil; kendinin de aynı durumda olması, ve karşısındaki adamın da aynı sorunun muhatabı olması... herkesin birbirinin yerine geçmesi... ama bir farkla, onlar gibi olmayacaklar.. çünkü gerçek hayatta olduğu gibi filme de durmaksızın eşlik eden, aralarındaki masum bağdan çok korkularını hissettiren dışarıdaki sesler, gürültüler, bütün gün boş sohbetler edip hayatta hiçbir gayesi olmayan insan kalabalığının nazarı var..

    kendine onca korku ve vazgeçişten sonra kamboçya'daki tapınağın sırlarına sır katmak düşen adamı bir keşişin izlemesi de çok manidar.. tanrı var yukarıda.. ve tabi ki iki kişinin arasındaki sırrın, ebedi ve dev, zaten kendi de bir sır olan tapınaktaki kifayetsizliği..

    --- spoiler ---
  • dürtüleri değil aşkı anlatan film. merdivendeki karşılaşma sahnesi için dahi izlenir.
  • 1962, hong kong. aynı apartmana taşınan ve birbirinden habersiniz iki insan. taşındıkları gün, karmaşadan dolayı eşyaları bile birbirine karışıyor. bir ortak noktaları var ki, ikisi de eşleri tarafından aldatılıyorlar. sonrasında onların hikayesi başlıyor.

    bir dönem filmi olmasıyla tema buna uygun şekilde tasarlanmıştır. bizim coğrafyamıza uzak doğu etkisiyle gelen bitkisel motifler mekanların duvarlarına, perdelere ve kadınların kıyafetlerinin üzerinde görülür. bu şiirsel anlatı, iki karakterin arasındaki duygusal bağ ile beraber kırmızı renk paletinin baskısıyla bütünleşir. karakterlerin arasında en ufak 'tensel' yakınlaşma olmazken hikaye çok sağlam bir nedensellik üzerine gittiği için en iyi aşk hikayesi olmaya adaydır. kalpler beraberse, bedenlerin birleşmesine sanırım pek de gerek kalmıyor. wong kar-wai'nin slow motion görüntüleri, özellikle arka fona yerleştirilen shigeru umebayashi'nin yumeji's theme melodileri seyirciyi başka yerlere götüren bir başka unsur. yağmurun ve kapalı mekan kullanımının etkili dekoratif unsurları sırtına almasıyla birlikte teyellenen bu hikaye mutlak bir anlayış üzerine gidiyor. o anlayış da şu ki; aşk için en basit gibi görünen şeylere ne kadar karşı koyabileceğimiz... bizler hiçbir zaman eşlerini aldatan kişilerin yüzlerini görmeyiz, sadece etkileri vardır. tiradlar duyarız hepsi o kadar. sanki yönetmen, onları direkt olarak hikayeye eklemeye layık görmemiştir. bu onursuzluğa bir tokat gibidir bu hareket.

    tabii hikayeye odaklanırken dönemi kaçırmamak gerekli. kocasının uzak seyahatlarinden rahatsız olan ev sahibi, bunu sürekli muhafazakar bir dille ifade ediyor. çünkü henüz o dönemlerde evli bir kadının yalnız yemek almaya gitmesi bile hoş değil. ayrıca bir erkekle görünmek de dedikoduya sebebiyet veriyor. en klasik mesleklerden biri olan katiplik hemen göze çarpıyor. su li-zhen'in giydiği cheongsam stili elbiseler ise bilerek yerleştirilmiş. çünkü hem izleyici hem de filmdeki bazı kişiler için karşı konulmaz bir unsur.

    izleyebileceğiniz en estetik filmlerdendir. müzikleriyle birebir örtüşen sahne anlayışı, mekan ve karakter kullanımı; tüm bunların ötesinde çin temasını sonuna kadar kullanabilen bir dönem hikayesi olmasına rağmen modern bir üsluba sahip olması, faa yeung nin wa yapımını tek kelimeyle başyapıt olmaya itiyor. izleyin, izlettirin.
  • el değmemiş filmdir.. aşkın en naif halidir..öykünün müzikle ahenk içinde olduğu güzel filmlerin başında gelir..

    ayrıca, çok sevdiğim xavier dolan ın özellikle les amours imaginaires de benzer stilini görebileceğiniz bir wong kar wai filmidir.
  • 2001 çin yapımı , hakkettiği ilgiyi görmemiş bir film. çekim tekniği , kıyafet seçimleri ve mekan seçimleri üst düzey. öpüşme sahnesi bile olmayan bu filmde aşkın cinsellikle eş anlamda olmadığı gösterilmiş. filmde asya kültürüne de göndermeler var.
hesabın var mı? giriş yap