• dünyadaki en büyük üreticisi türkiye'dir ve ikinci en büyük üretici mısır'ın üretimini neredeyse ikiye katlar.

    ona rağmen istanbul'da mevsiminde bile beyaz incir bulamazsınız. anca siyah incir. oysa incir sever insan bilir ki, beyazı daha makbuldür.

    hadi onu da geçtim, bu ülkede incirli bir alkollü içecek yok.

    nasıl dışlamışsak artık inciri.
  • içi mercan resiflerine benziyor incirin. yerken hep içini açıyorum ve bakıyorum. mercan resifi yiyiyorum sanıyorum.

    toprak üstünde yetişen bir şeyin içinin su içinde yaşayanlara benzemesi fikri ziyadesiyle hoşuma gidiyor.

    ellerimin şekerinden yapış yapış olmasını umursamıyorum bu yüzden.

    sen de kuşluk vaktinde dallardaki incire bak! ve unutma "incir ağacı hep incir verir, başka meyve vermez. *
  • anneme ''tencereler dolana kadar kalsaydın bari '' şeklinde söylediğim şarkı.

    açım sözlük..
  • şu sıralar manavda, pazarda karşılaştığım ve bu durumdan ziyadesiyle hoşnut olduğum meyve.

    ben bu mübareği kabuklarını dahi soymadan, sapı haricindeki hiçbir parçasını zayi etmeden ve dur durak bilmeden tüketiyorum. neyse ki bizim eve kasayla değil de kiloyla alınıyor, aksi durumda incir zehirlenmesinden ebediyete intikalim benim adıma olası bir son olabilir.

    incirsiz bir yaz, zeytinsiz sabah. ne de keyifsiz olur böylesi hayat.

    bu hafta pazarda incirin kilosu yedi lira idi. almadım ancak uzaktan uzaktan baktım. haftaya allah kerim, gözü kararttım. on lira da olsa o inciri yerim.
  • kur'an'da bir surenin adını aldığı meyve.

    (bkz: tin suresi)
  • önüme 30 kilo koysalar 15 dakikada bitirebileceğim meyve. (bkz: www izmirliyiz com)
  • yerken bir alien'la öpüşüyormuş hissi veren meyve.
  • üreme şeklini duyduktan sonra, bir daha yiyebileceğimi sanmıyorum.

    öncelikle bizim o meyve dediğimiz şey aslında, içe dönük şekilde duran çiçek demeti! o yüzden incir ağacı çiçek açmıyor. e peki o çiçekler polenlerini nasıl yayıyor?

    incir evrimsel süreçte bir eşekarısı ailesiyle (aile derken; her incir çeşidi için özelleşmiş eşekarısı türleri varmış) simbiyotik bir ilişki geliştirmiş. o incirlerin altında gördüğümüz delik, o eşekarılarının içeri girebilmesi için. eşekarısı birkaç ağaç arasında böyle böyle polen taşıyor. ee peki eşekarısının bundan çıkarı ne?

    hah filmin koptuğu nokta orası zaten. eşekarısı bu arada incirlerin içlerine yumurtalarını bırakıyor. başka türlü yaşaması zor olan larvalara incir güzel bir sığınak oluşturuyor. incirin içindeki bütün o şekerler onun için. bu anlaşma kağıt üzerinde düzgün görünüyor. peki taraflar yarı yolda cayarlarsa ne olacak? mesela eşekarsı, inciri polenlemeden yumurtalarını bırakıp kaçarsa, veya incir, eşekarısının larvalarına bakmaktan vazgeçerse ne olacak?

    birinci durumda incir ağacı, yeterince polenlenmeyen ve içine çok fazla yumurta bırakılmış incirlerin gelişmesini durdurup, o enerjiyi diğer incirlere yönlendirebiliyor. yani polenlenmeyen incirin ağaç için bir yararı olmadığından o incir içindeki larvalarla beraber ölüyor. eşekarsı larvalarının yaşamasını istiyorsa, polenlemeyi düzgün yapmak zorunda. hatta bir şey daha var. bu eşekarsı yumurtladıktan kısa süre sonra ölüyormuş. ve incir içinde de ölü eşekarsını sindirecek enzimler salgılanıyormuş. yani eşekarsı kendi bedenini incire sunarak, o incirin dolayısıyla da içine bıraktığı larvalarının hayatta kalma şansını artırmış oluyor! incir onun bedenini sindirebilmek için hayatta kalmak zorunda. (bu son kısımdan çok emin değilim.)

    buradan çıkacak pratik sonuç: kurtsuz incir diye birşey yok!

    (bkz: http://en.wikipedia.org/…pollination_and_fig_fruit)
    richard dawkins, the selfish gene'in yeni baskılarında bundan bahsetmiş; onun üzerine baktım, bakmaz olaydım.
  • yetiştiriciliği masrafsızdır. iki çift, bir ızgara, bir çapa, en son da ilek falan derken işler bitiyor ve mahsül beklemeye başlıyorsunuz.

    ayıptır söylemesi ama; bana 11 ay boyunca yiyip içip götümü devirip yatıp kalkıp, kalan 1 ay'ı da tatildeymiş gibi ucundan azcık çalışıp, elimi kolumu sallaya sallaya yılda x bin tl gelir getiren meyve. cennet meyvesi. evime aileme baktığım, çocuklarımı büyütüp okuttuğum gelir kapım. ekmeğim suyum.
  • ağacının, reçelinin, kendisinin kokusuna vurgun olduğum bir bereket. meyve. kolonyası ayrı güzel kokar, ağacının yaprağı ayrı. kokar işte, duyuyor musun?

    beton dolu istanbul'un, gecekonduların bir bir apartmana dönüştüğü mahallemin büyük tek ağacıydı aslında. bu yüzden her fırsatta dibinde biter, saklambaç zamanı bile onun yanına yöresine saklanır, gün aşırı dallarına tırmanırdım. her yanım incir ağacı kokardı yazları. ellerim sütünden yapış yapış, tırmanıp durmaktan yaralıydı. ama güzeldi işte, anlıyor musun?
    meyve verdiği zaman, balkondan elimi uzatsam yetişirdim zaten. bir kendime, on mahalledeki arkadaşlarıma koparırdım. oturur "ballandırarak" yerdik. ballandırmak ne demek, biliyor musun? inciri ikiye böler, o iki parçayı birbiriyle tekrar buluşturur ve kaynaştırırsın. o daha bir tatlandırır sanki meyveyi. sonra yumulup indirirsin mideye. sonrası "anne su sal" halleri işte.

    neyse. incir sevgim daimi. zaten. başka bir yere gelecektim ben.

    bir gün, çok sevdiğim bir adamın çok sevdiğim bir filminde beynelmilel'de çok başka bir şekilde bahsi geçti. incir sevgim hepten pekişti.

    - sosyalizm ne ki?
    - sosyalizm, incir zamanı incir yemektir ama herkesin incir yemesidir.

    incir; bereketti, çocukluktu, masumiyetti ve artık sosyalizm hayaliydi.
hesabın var mı? giriş yap