• (bkz: bebek aspirini)

    gayet de minik fil jumbo gibi çatır çatır şeker niyetine, tatlı niyetine, "içim kıyıldı anne; acım ben, ne yesem?" diyerekten yediğim bişeydi bebek asprini.

    hatta kerameti abisinden* menkul kuzenimle oturup bir kutuyu kapı arkasında yediydik de, ananem bu bedenen çok, fikren az gelişmiş iki yaratığa (bebek aspirini değil) aspirin dayağı atmıştı. hatta coraspin dayağı.

    binaenaleyh şimdi nerede görsem o minik pembe tabletleri çocukluğuma dönüyorum. yapamadılar şunun şekerini, meyve suyunu, sakızını falan. girişimci ruhunuza sıçayım.
  • annem bu eve taşınalı üç-dört yıl falan oluyor ve kadın onca zamandır ''şu kolileri aç bi' bak, atılcakları at, kalanı yerleştir, bi' şey yap'' diye söylenip duruyordu.
    hadi sabah evden çıkarken yatağımı toplamadığımda ''akşam nasılsa tekrar dağılmıcak mı yeaa'' yüzsüzlüğüne girebiliyorum da, şu koli işine bir bahane bulamadığımdan, biraz da can sıkıntısı eklenince açayım dedim. bir tanesini gözüme kestirdim. kestirmez olaydım.

    lise kolisi çıktı. lisedeki halimin kolisi. ya da işte, lisedeki abuk sabuk bir şeylerimi tıkıştırdığımız koli. biraz inceleyince kendimden nefret ettim. hoş, aslında bu sık olan bir şeydir. ama bu kez, şaşırarak nefret ettim. kağıtlar birbirinin, dosyalar dosyaların üstüne, ergen miymişim, memur mu bilemedim. insan her şeyi not alır mı? haftaya şu var, öbür gün bu var, beş hafta önce şu olmuştu... hadi bir klasiktir, sevdiğin şarkı sözlerini özellikle yabancıysa, anlamak için, öğrenmek için vs yazarsın uyduruk kağıtlara. ama onları sonradan temize çekip, alfabetik sıraya göre dosyalamazsın. anam dedim, haklıymış kadın. ''şunlarla uğraşıcağına otur ders çalış'' deyip dururdu vaktiyle. ben de canhıraş uğraşıyorum bir şeylerle, o arada ''işim var'' diyorum hep diye hatırlıyorum. bir de kızıyorum kendimce tabi, ''hiç anlamıyo beni hiç...'' meğer bunlarmış işim. ne de önemli geliyordu o zamanlar, yarabbi ne mal insanmışım... daha fazla dayanamadım, kapa kapa kapa dedim şu koliyi kendi kendime. vazgeçtim, atayım hepsini gitsin diye düşündüm. salsa çıktı içinden, daha ne diyeyim...

    neyse gittim attım. bina iki çöpü ortalamış. sağdaki de soldaki de ellişer metre uzaklıkta. bir de yırtıldı koli yolun ortasında. kimseler de görmesin istiyorum içindekileri, millet de göz ucuyla bakıyor bir genç kızın gizli defterine bakar gibi... ne iğrenç kitaplardı ya, aklıma geldi şimdi. o serra'yı hiç okumamış olsam, şimdi harvard'da falandım. resmen iq düşürücü. iki tip yetişkin var; birinci grupta küçükken sarışın olanlar, ikinci grupta küçükken zeki olanlar. ben ikinci gruptan olduğumu iddia etmek istiyorum. içimden geldi. hürriyet mi ne, böyle hayvan gibi ansiklopedi veriyordu o zamanlar. kırmızılar kısa boylu ve fazla, siyahlar uzun boylu ve az. önceleri canım sıkılınca bunları renklere göre dizerdim, sonra sayıları öğrettiler öyle dizdim, okumayı öğrendikten sonra da ''boş zamanlarımda at biniyorum, belgesel izliyorum, ansiklopedi okuyorum...'' insanlarına dönüştüm. annem bir ara hüdaverdi gözlüklerinden takmam gerekecek diye telaşlandı hatta. böyle ne denk gelirse okuyorum. benim kafa oldu çöplük. sonra kim verdi hatırlamıyorum, artık kimse allah onun belasını versin, elime o ipek ongun kitapları geçti. işte sonrası malum...

    göz ucuyla bakan adamın birine, soyunma kabininin arasından içeriyi gözlüyormuşcasına bir ters baktım, kaçtı resmen. koştur koştur attım tüm ergenlik kanıtlarımı. belim ayrıldı ama olsun. utanmasam benzin döküp çöpü de yakacaktım da, gammazlayanım olur diye vazgeçtim. eve döndüm, koliler bana bakıyor ben onlara bakıyorum. üniversite ikide miydim neydim, böyle saçma sapan bir evden diğer döküğüne taşınacaktım. koliledim böyle tüm eşyalarımı, baktım epey oldular. bunlar bir de açılacak mı şimdi diye sinirlendim. o şeylerin hepsini tek tek tek tek... yerleştirmek de gerekeceğini düşünerek, resmen ooo piti piti yaparaktan yarısını çöpe atmıştım. gidenler hep mumlar, süsler, garip oyuncaklar, duvara asılan o kızıldıreli ok ve yay takımı gibi sadece alırken para eden, satsan satamayacağın böyle özenti şeyler. ama bir cd çalar da gitmişti arada, ona çok üzülmüştüm yine aynı bakışı atıyordum kolilere işte. bir yandan da meraklıyım, ne çıkacak acaba diye...

    aldım bir tanesini daha dolaptan, açtım. eneee çocukluk kolisi. bir sevindim anlatamam. direkt gözüme çarpan da pembe dinozor kumbara oldu. garanti bankası veriyordu bunları.
    + bak burdan böööyyle para atıyoruuuzz, sonra kumbaaaağğraa doluncaa bankaya gidiyoruuuz, abilere açtırıyoruuuzz, tamam mı?
    - eeeeeeveeeeeettttttt
    biz böyle doksan nesli, kısa ve net olarak ''evet'' demeyi bilmiyorduk. ''eeeeeee-veeeeeet'' diye uzatırken küçük dilimize kadar da gösterirdik. sevinince ''hhoollleeey'' diye zıplayanlar da bizdik. paçalarımızdan salaklık akıyormuş.

    o dinozor aldı beni çocukluğuma götürdü. bir de teyzem o zamanlar isviçre'de milletin çocuklarına bakıyordu. ''gitcem de gitcem ille gitcem'' diye diye, yurtdışına yeni kapağı attığı zamanlar. biraz da eser onun aklı. bir gün çıktı iki tane sapsarı bebeyle geldi türkiye'ye. doğurdu desen mümkün değil, gideli daha beş ay olmuş. kesin kaçırdı çocukları bu deli diye aile ayağa kalktı dakikalar içinde. meğer çocukların anne-babası başka bir ülkeye yıl dönümü için mi gidiyormuş neymiş, ''hadi sen de git aileni falan gör, bunları da al yanına'' diye sepetlemişler hepsini birden, öyle bir şeyler... çocuklar da hemen hemen benimle aynı yaştalar. ben de anlamıyorum ne diyorlar ama birini bi koluma, birini diğerine taktım mahallede gezdiriyorum bunları. kimsenin anlamadığı bir dilde de bunlarla konuşuyorum gibi yapıyorum, gülüyorum falan. maksat mahalle arkadaşlarıma hava olsun... hepsi de böyle bakıyorlar, geliyorlar merak edip. bir şeyler soruyorlar, çocuklar muhtemelen ''ne diyosuun? anlamıyorum, neee?'' gibi şeyler söylüyorlar ama ben şöyle çeviriyorum ''sizinle oyun oynamak istemiyorlarmış, biz evde oynayacakmışız...'' biri de çıkıp demedi ki ''len sen ne ara yabancı dil öğrendin?''

    bu sarı kafaların yanlarında getirdikleri bir bavul da paso oyuncakla doluydu. ikisi de dinozor hastası. bütün oyuncakları öyle. mavi dinozor, yeşil dinozor, küçük dinozor, büyük dinozor, dinozor ailesi... midesi bulansa, öööğğ dese dinozor çıkacak o derece. kıyafetleri de hep böyle desenli. manyak etmişler bebeleri. zaten daha birkaç aydır tanıdıkları bakıcıyla, çocukları başka ülkeye gönderen ana-babadan normal insan çıkacak değil ya... neyse bunlardan büyük olanı benim pembe kumbarayı gördü. aldı eline vermiyo. ben çekiyorum, o çekiyo, elimde kalacak, çocuğu öldürcem annem döver diye cesaret edemiyorum. öyle sinirlendim... gittim teyzeme şikayet ettim. meğer çocuk değişmek istiyormuş. yok yeeaa, ne güzel beğenmişim pembe kumbaramı değişir miyim yeşille. hem içinde param da var. şimdinin on lirası anca çıkar, on kuruş on kuruş atmışımdır en fazla... yıkıyorum ortalığı ''vermioommmm'' diye. neyse sarı kafa vazgeçti de, büyüklerin beyni de ciyak ciyak çocuk sesinden hamur haline gelmekten kısa sürede kurtuldu. sonraki günlerde bu kumbara bir kıymetlendi gözümde, yatarken yastığımın altına falan koyuyorum, öyle uyuyorum. sabah okula giderken yatağın altına, koltuğun arkasına saklıyorum... ben bunu saklarken saklarken, kendim de kaybettim. ara tara bulamadık. onca ev taşındı, koliler her evde açıldı, toplandı. kısmet artık çocuk denemeyecek bir yaşımaymış. hem içinde bozukluk da kalmış... garanti bankasına gidip ''merabaa ben yıllar önce ormanda kaybolmuştum kumbaramla... işte burda anahtar yerinden açcaksınız'' deyip, ''deli misiniz?'' sorusuna da, ''eeeeveeeeett'' diye bağırarak cevap vermek istiyorum.
  • baba. lan yaşıtlarımız ikinci çocuklarını yaptı, koca adam olduk, hala ayakçı muamelesi arkadaş, "ekmek kap, yoğurt al, çekici ver, kömürü taşı" adam uşaklık etsin diye yapmış çocuğu, emir erim olsun diye yapmış arkadaş, üşengeçlikten yapmış. iki günlüğüne memlekete gidiyorum kafa dinleyeyim diye, bi araba amelelik yapıp dönüyorum geriye, onüç yaşında da uşağıydım adamın, otuzüç yaşında da öyleyim, adımı da sebastian koyaydın ya be babacım, tam olurdu.
  • kış sabahı evden çıktıktan sonra nereden geldiği belli olmayan kızarmış ekmek kokusu. ama öyle tost makinesinde, ekmek kızartma makinesinde falan olanından değil, bildiğin sobanın üzerinde kızaran ekmeğin kokusundan bahsediyorum. fark ediyor çünkü. işte o koku beni alıyor seneler öncesine götürüyor.

    aslında çocukluğum ananemin evinde falan geçmedi, senede ya 1 ya da en fazla 2 kez giderdik ziyaretine. ama "çocukluk" dediklerinde benim aklıma ananemin bahçesinde geçirdiğim zamanlar geliyor. o bahçede ağaçların üzerine çıkıp meyve topladığım günler geliyor, dalından domates koparttığım, karpuz alıp yediğim günler geliyor. kızılcık ağaçları, muşmula ağaçları, zerdaliler, ceviz ağaçlarındaki salıncaklarımız, tüm kardeş çocukları hep beraber arsanın arkasındaki dereye kadar koşma yarışlarımız, gecenin bir körüne kadar, tüm evlatlarını çevresinde toplayan ananemin, 6 kızı 1 oğlu ve gelinine ve ayrıca her çocuğundan olma 2şer torunlarına anlattığı eski hikayeler geliyor. ananemin ağzından dedemi, dedemin babasını, dedemin annesini dinlediğim günler geliyor.

    ve tabi ki en çok; o uzun sohbet gecelerinin unutulmaz sabahları geliyor aklıma. kilerde, eski fırınlı sobanın yanına dizilmiş torunlar, dışarıda dize kadar kar, içerisi cehennem gibi sıcak, sobanın üzerinde ekmekler ve mis kokusu, annem ve tüm teyzelerim, ananem bize kahvaltı hazırlamış... o yer sofrasında, tüm evlatları ve ananem... ve ekmeğin o kokusu...

    keşke...
  • pazar günü evde yapılan banyo, tırnakların kesilmesi ve akabinde yaş kaç olursa olsun annenin evden çıkma yeni banyo yaptın hastalanırsın üşütürsün uyarılarının geldiği anlardır.
  • anneanne evi kokusu
  • yagmurlu havada ogle uykusuna yatmak. is hayatina atilinca neredeyse imkansiz oluyor tabi. deli gibi calisiyor olsam da boyle havalarda hep annemin 'ohh tam uyku havasi' demesi gelir aklima. mis gibi bir uykudur o, tadindan yenmez.
  • minti sakızı. hani şu içinden ünlülerin resimlerinin çıktığı, tatlı nane aromalı sakız.
  • terlik galiba.

    bugün kızıma, son günlerde fazla kilo aldığını söylediğimde terlikle kovaladı beni.

    canım annem geldi bir anda hatırıma, ve acıtmadan vurduğu terlik darbeleri.
hesabın var mı? giriş yap