• eve sipariş ettiğin pizza yarım saat değil de kırk dakikada geldiyse, ve sen bu paranın motorlu servis elemanından çıkacağını bile bile yarım saati geçti diye ödemeyi reddediyorsan, eve gidip televizyondaki dandik diziyi seyretmek için yanıp tutuşurken arkadaşlarına - acil bir işim çıktı, birilerine uğramam lazım- yalanları ile karizmatik görünme çabasındaysan, birine telefon numaranı vermemek için kırk takla atıyorsan, sevgilin dahi olsa yanındaki, -hesabı ben mi ödeyeceğim? bu ikinci kolayı niye söyledi?-
    diye içinden söylenip duruyorsan, yolda gördüğün bir çocuğa komiklik yapmadan önce -amaan şirin mirin hiç bulaşmayayım, annesi falan kızar mızar- diye düşünüyorsan artık masumiyetini kaybetmişsin demektir.
    masumiyetin kaybolması için önce insana duyulan güvenin kaybolması gerekir.
    güven ise kaybolmaz aslında kaybettirilir.
    yani türkçe meali; masum değiliz hiçbirimiz, ama üzülme, suçlusu sadece sen değilsin aslında, hepimiziz.
  • çocukken ortalıkta garanti bankası'nın dört yapraklı yonca getirene ödül vereceğine dair bir söylenti dolaşırdı. bazı günler mahallenin çocuklarıyla bir araya gelir, dört yapraklı yonca avına çıkardık. bulamazdık, motivasyonumuz gittikçe düşer ve günün sonu yaklaşıp da güneş düşmeye başlayınca tamamen tükenirdi. aramaktan vazgeçerdik; ama bulmaktan değil. oyundan yenilgiyle ayrılmak olmazdı çünkü. garanti bankası'nı kandıramayacağımızı bildiğimiz için kendimizi kandırırdık aramaktan yılınca. üç yapraklı bir yonca alıp diğer bir yoncadan kopardığımız yaprağı tükürükle ıslatıp ona eklerdik.

    bu seremoni her seferinde yaşanırdı; ama her seferinde de kanmaya devam ederdik biribirimizin yalanına. aksini kanıtlamaya çalışırken bile aslında diğer arkadaşımızın bir dört yapraklı yonca bulmuş olmasını dilerdik. onun bu sefer gerçek bir dört yapraklı yonca bulması demek, bizim de gelecek sefer bulma ihtimalimizin olması demekti ne de olsa... ödül bu sefer onunsa, gelecek sefer bizimdi.

    büyüdük, sevgilim bana ilk yalanını garanti bankasının önünden mi geçerken söylemişti hatırlamıyorum. genelde taksim'de buluşurduk. büyük olasılıkla tam da taksim meydanına bakan garanti bankası'nın önündeydik...

    ama bu yalan çocukluğumdaki dört yapraklı yonca yalanından farklıydı. o zamanlar inanmamış gibi yapıp inanırdık arkadaşımızın yalanına. oysa bu sefer inanmıyordum; inanmış gibi yapıyordum. büyük aklım anlayabiliyordu onun söylediklerinin tek kelimesinin gerçek olmadığını. bahaneleri yakalayabiliyordum, kontrol etmeye bile gerek kalmıyordu çoğu zaman. belki o da yalan söylediğini bildiğimi biliyordu daha söylerken. kandırmaya falan çalışmıyordu belki, bir ritüeli tekrar ediyordu sadece...

    onun yalanlarını görmemezlikten gelmemin sebepleri arasında gelecek sefer de benim yalan söyleme hakkımın saklı kalması var mıydı bilmiyorum, hiç düşünmedim... ama yalan söylemenin de, yalanı devam ettirmenin de gelecek sefere dört yapraklı yoncayı bulma gibi iyi bir şey getirmeyeceğini biliyorduk... bu sadece o anı kurtarmaktı, kendimize de yalan söylemiyor muyduk sanki? büyümek gerçekten büyük ve ciddi bir sorundu hayat açısından.

    benim masumiyetimi kaybettiğimi anladığım an büyüdüğümü anladığım andır.

    büyüdüğümü anladığım an ise eğriyle doğrunun biribirine girdiği andır.
  • uzun süredir kazık yemeyip, kazık atmaya başladığını farkettiği andır
  • insanın masumiyetini kaybettiği anla karıştırılmaması gerekir. fark edişler, hep, sonradan gelir. esas can yakan da odur zaten.

    çünkü bir şeyleri geri almak için çok geçtir. daha az bilmek istesen de yapamazsın, çıkartma işlemini kabul etmez hafıza. bir kaza olmadıkça, eklemeye odaklıdır. birikir.. biriktirirsin.

    masum olmadığını, en çok, bir şeylere inanmakta ve güvenmekte zorlandığında ve bunları yapmakta zorlanmayan insanları gördüğünde fark edersin.

    bi kız görürsün mesela yolda.. sevgilisine, dünya üzerinde -değil başka erkek- başka canlı yokmuşcasına, sarılmış. oğlanın gözleri, etrafı tarıyor. uygun bulduğu bazı gözlerle selamlaşıp kahve içiyor. ama kız, buna ihtimal bile vermiyor. o yüzden adamı sınamıyor. adamın gözlerini takip etmiyor. çünkü böyle bir opsiyonu bilmiyor. salak mı? masum mu? galiba her ikisinden de biraz.

    ben yanlarından geçerken, o kızın bilmezliğini kıskanmakla, kendi bilirliğimi kutsamak arasında kalıyorum.
  • ismail abi'nin yaptığı bir şey hakkında ''insan bu kadar salak olamaz'' diye düşündüğümü fark ettiğim anlar. halbuki ismail abi salak değil. ismail abi temiz. masumiyeti kaybolan, hayatı hep ''burdan kesin bi pislik çıkar'' paranoyasıyla yaşayan, önlem alan, set çeken, önyargılı davranan, kazık yememek için sürekli kırk ihtimali hesaplamaya çalışan benim. halbuki ne olur sanki kazık yesem? hiç başıma gelmeyen şey mi sanki? ne oluyor, iki gün canını sıkıyorsun, sonra ''hayat işte'' deyip gülüyorsun. bu kadar basit aslında. aynı sıkıntıyı tekrar yaşamamak için çabalamak, aynı şeyi tekrar yaşayıp kendine gülmekten daha zor. insanlardan kazık yememek için kasmak, ''vaktiyle ben öyle bir kazık yedim ki, tadı hala damağımdadır'' demekten zor.

    bir süredir değişmeye çalışıyorum. hesaplamamaya çalışıyorum. bırakıyorum gelsin istediği gibi herkes. belki zorluk çekerim ama kaybeden hayat olur. burda ne demek istediğimi, kendime kabul ettirene kadar çok uğraştım. o yüzden tekrar etmek isterim. belki zorluk çekerim ama kaybeden hayat olur. yoo yo öyle ben çok iyiydim de hep ondan kaybettim değil. kimine göre piç kurusunun tekiyimdir. ama şu konuda içim çok rahat; ben kimseye sebepsiz, bile isteye sırf kendi çıkarım için zarar vermedim. önceden oldu intikam almak gibi çocukluklarım. misal anneme zarar veren kocasının hayatını gözümü kırpmadan tepe taklak ettim. pişman mıyım? kesinlikle hayır. ama yine olsa yapmam sanırım. senin dalını kıranın ağacını sökersen, ağacını söken için daha güzellerini bulabilir karşıdaki. bu da bir ihtimal. artık farkındayım, hayat bunlar için fazla kısa.

    yavşağın teki senin gözünün içine baka baka yalan söylemiş olabilir. kaşarlaşmış insanlardan biri menfaati için sana arkadaş ayağı yapmış olabilir. bir diğeri seni dolandırmış, maddi manevi zarara uğratmış olabilir. öbürü senin aranı diğer insanlarla bozmak için gece gündüz didinmiş olabilir. yani bir şekilde, birileri tarafından, türlü sebeplerle kullanılmış olabilirsin. işte ben diyorum ki, kendini tekrar benzer süreçlerin eşiğinde görürsen, düşünme. hesaplama. bırak gelsin. en fazla aynı şeyi yeniden yaşarsın. hiçbir zaman ilk seferki kadar koymayacak ne de olsa. kendini geri çekmezsen, önyargılı olmazsan belki zorluk çekersin ama kaybeden hayat olur. benim gibiler çıkar hakkında ''insan bu kadar salak olamaz'' diye düşünür. ama bu seni salak yapmaz. ya da yaparsa yapsın, ne olmuş? bir zaman sonra, belki birinin hayatındaki mihenk taşı olursun. şimdiye kadar tüm güvendiğin insanlar seni yanıltmış olsa da insanlara güvenmekten, içinden geldiği gibi davranmaktan çekinme. ''kimseye güvenmiyorum'' tribinden kurtul. sana söyler görünüyorum ama telkinim kendime. en fazla ne olur? gerçekten en fazla ne olur? ölür müsün? peki bu gerçekten çok büyük bir problem mi? kimselere güvenmesen, herkese kuşkuyla baksan, uzaklaşsan, tek başına kalsan ölmez misin hiç? bence üzerinde düşünmeye değer bir mesele bu. teşekkürler ismail abi.
  • birinin kötülüğünü içten diliyorsan, aramıza hoşgeldin. masum değilsin.
  • beşiktaş üst geçitteki selpak satan çocuğun, tüm selpaklarını yere atıp ağlama numarası yaptığını üç dört sefer görüp, artık ne o çocuğa ne de ağlayışına pabuç bırakmadan yanından geçerken, "bunlar da hep aynı numarayı yapıyorlar canım" dediğim ve bir çocuğun o yaşta, o saatte sokakta ne aradığını düşünmediğim andır benim için.
  • yıllar içerisinde yaşanan hayal kırıklıkları, üzüntüler, yenilgiler, terk edilmeler, kaybetmeler sonucu gerçekleştiğini düşündüğüm bir hadise. bir şeye ne kadar çok bağlanırsak, onu ne kadar çok sahiplenirsek kaybettiğimiz zaman yaşadığımız yıkım da o kadar büyük oluyor. bu nedenle belki de ilkel bir kendini koruma güdüsü ile daha az bağlanmaya başlıyoruz. ne çocukken kurduğumuz büyük hayaller kalıyor geriye ne de aileyle beraber yenen yemekler sırasındaki aidiyet duygusunun beraberinde getirdiği güven hissi. öldürüyoruz bir parçamızı, hayatta kalmak için verdiğimiz savaşta masumiyetimizi de kayıplar hanesine not ediveriyoruz sessizce.

    başkalarının derdi daha az bizim oluyor artık, dünya her zamankinden daha çok bizim çevremizde dönüyor. duyarsızlaşıyoruz. sonra birgün çok yakınımızdaki birinin yardım isteğiyle acı gerçeği farkediyoruz. "ne zamandan beri bu acıyı yaşıyor, ben nasıl ıskaladım, görmedim?" sorularıyla boğuşurken farkediyoruz masumiyetimizi yolda bir yerlerde bıraktığımızı. bu kaybolmuşluk duygusunu takip eden soru geliyor aklımıza "acaba masumiyet yeniden kazanılır mı, yoksa kaybedildiğinde sonsuza kadar mı kaybolmuştur?"...
  • kendisini, eskiden dusunduklerini dusundugunde saygi duyabildigi insandan cok uzak hissettigi, bir insanin (bu kendisi de olabilir) kendisine saygi duymasini saglayacak guzel seyleri uzun zamandir dusunmedigini fark ettigi andir..

    mevzubahis "an" dolmusta giderken arkadan sesi gelen adam hakkindaki dusuncelerini yakaladigi ve onlardan utandigi an ya da ona bir seyler anlatmaya calisan birisini ne zamandir dinlemedigini farkettigi an, ya da bu tip anlarin son zamanlarda ne kadar arttigini anladigi an olabilir.. uzucu bir deneyimdir haliyle.

    uzucudur fakat, nasil ki gunlerden bir gun dunyada tek gercek olanin kendisi olmadigina ikna olduysa, sonrasinda bir gun dâhi olmadigi gercegini kabul ettiyse, daha sonra kendisinden daha akilli insanlar olduguna inanma cesaretini kendisinde bulduysa, ve akabinde kendisinden kat kat daha guzel insanlarin oldugunu kabullenebildi ise, masumiyetini kaybettigi gercegine de alisabilir insan. ote yandan o boyle de harika boyle de super bir seydir iste.
  • eski iş yerimde yaşadığım andır. aynı zamanda orada çalışmayacağıma karar verdiğim andan yarım saat öncesine denk gelir.

    fabrika kocamandı, şimdi biz şaşkolozlar idealist mühendis olarak mezun oluyoruz ya, zannedersin hepimiz uzaya mekik fırlatacağız.

    fabrikaya ilk gittiğimde askerden geleli henüz 10 gün olmuştu. millet beni sevmedi, bunda benim askerlik psikolojisinden henüz çıkamamış olmamın da etkisi vardı tabi. neyse gel zaman git zaman aradan 7,8 ay geçtikten sonra kendime bir çevre edindim. ama bu kapitalizm çarklarının acımasız işlediği fabrikada tutan tutuğunu öpüyordu.

    bir ara müdürle aramız bozulmuştu boktan bir mevzuda benim çenemi tutmayıp saydırmam yüzünden, neyse bu aramızın bozuk olduğu günlerden birisindeydik.

    fabrika 24 saat üretim yapan bir yerdi, her sabah her bölümden üç beş kişinin katılımı ile toplamda 30 kişilik bir toplantı olurdu ve o toplantıda karşılıklı bir gün öncenin üretimde yaşanan sorunları tartışılır, hurdalar adreslenir, herkes önlemlerini anlatırdı. ortam tam pezevenk ortamı olurdu herkes birbirine satmaya kalkardı suçu, kimsenin ortak bir çözüm planladığını hatırlamam, o yüzden ben o toplantıyı "pezevenklerin göt kurtarma toplantısı" olarak adlandırırdım.

    bakımcılar bilir, fabrikada devamlı işleyen proseslerde her zaman bir sıkıntı çıkar, olasıdır, makine sonuçta illaki bozulur. rutin arızalar olur bu rutina rızalar artık kanıksanmıştır. kıçınızı yırtsanız o sorunlar ancak belli bir seviyeye gelir. toplantı sırasında o sorunlardan bakımcı dövmek çok kolaydır, kimse size kızmaz "neden bozulmuş arkadaşım bu makine" deseniz, ama makine işte illaki bozulur.

    müdr bu toplantılara ayda bir defa falan baskın şeklinde katılırdı, yapacak bir şeyi yoksa başka bir meşguliyeti yoksa falan. işe beraber başladığımız bir mühendis arkadaş vardı, tam bir piç, şu kızların çoks evdiği türden, bol laf hiç iş, yakışıklı falan bir eleman ama tam bir mal, excelde tablo nasılyapılır diye soran cinsinden, idare ediyorum ben bunu, ama yavşak kendi reklamını öyle bir yapıyor ki müdürün gözünü boyamış, yan yana oturuyoruz toplantıda biz bu boyacı arkadaşla, be oturup toplantıyı dinlemeden yılan oynuyorum telefonda, zaten benim ürünlerde önemli bir sıkıntı yok, ama o tipik bakım arızalarından dolayı yaşanan bir sıkıntı var.

    yanımdaki piç arkadaş bana eğildi, "lan oğlum müdür burada sen şu senin ürünlerdeki makine arızasını sorgula biraz olay çıkart, hoşuna gider müdürün, aranız düzelir gözüne girersin" dedi. ben ne mi yaptım geri zekalı bir hıyar gibi bu arkadaşa kanarak piç oldum.

    benim ürünlerdeki sorun o kadar sıradandı ki toplantı moderatörü toplantı konusu bile etmedi. tam adam "evet arkadaşlar söyleyecek bir şeyi olan yoksa teşekkür edeceğim" dedi ki ben dallama gibi atlaıp var dedim. bakımcıya döndüm, "eee söyle bakalım erol, bizim şu ürünlerdeki sorun neyden kaynaklanıyor" dedim, adam haklı olarak kem küm ederken ben saldırdım "yav arkadaş tamam da aylardır aynı mesele, sıkılmadınız mı bu mevzudan artık, çözün şunu bir an önce, bana bu konuyla ilgili ayrıntılı bir analiz getirin, sizin çözeceğiniz yok hiç olmazsa sistemi çalıştırayım" dedim.

    müdür gaza geldi, başladı bakıcıyı sıkıştırmaya, o kırk yaşındaki, esmer adam küçüldükçe küçüldü müdürün karşısında, benim suratıma "bok vardı açtın mevzuyu" der gibi baktı. aslında adam düzgn bir adam değildi, yalancıydı, ama benim yediğim bok ta yenilecek bok değildi. ben de yaptığım hatanın farkına vardım ama çok geçti adam gereksiz yere fırçayı yedi, müdür toplantıdan çıkarken omzuma dokunup "sorgulayın bunları aferin" dedi.

    toplantı sonrası şef bir arkadaşım vardı, çok severdim onunla sigara içiyoruz. çocuk benden beklemezdi böyle bir tavrı, "oğlum nerden esti lan sen yapmazdın böyle şeyler" dedi. haklıydı, ben o adam değildim ki, ben ayıp kapatan, yukarıya duyurmadan iş çözen, problemleri büyütmeyen bir adamdım. anladım ki o anda o piç arkadaşın lafına kanıp, sırf müdürle aramı düzelteyim diye şerefsizlik yapmıştım.

    şef arkadaşa döndüm "oğlum ne oluyo lan bana, sikerim burası beni ben olmaktan çıkarttı, ben bu adam değilim, al ilk sana söyleyeyim ben buradan istifa edeceğim, bu ne lan insanlığımı bırakacaksam başlarım böyle işe" dedim.

    oradan istifa ettim, 4 seneye yakın çalıştım, pişman olduğum tek hareketim o toplantıda yaptığım serserilik, o adamı düşürdüğüm durumdur. o anda müdürün gözünde işine karşı agresif bir mühendis oldum ama kendimi hiç affetmedim. o toplantı benim masumiyetimi kaybettiğim andır.

    allahtan kısa sürdü...

    pişmanım erol usta, bilesin...
hesabın var mı? giriş yap