• kişinin, çevresindeki insanların hemen hepsinin ne kadar boş oldugunu anlamasıyla, içinde bulunmak zorunda oldugu şuursuz kalabalıkta çıglık atmak ister hale gelmesi.

    en samimi hal ve en basit kelimeler devreye girdiginde bile anlaşılmamanın, daha kötüsü yanlış anlaşılmanın kaçınılmaz sonu.

    an gelir karşınızdakinin suratına bir tokat aşkedesiniz gelir, o kadar salak, o kadar kalın kafalıdır o kişi. bir de bonus olarak bu kişilerle herhangi bir şekilde sürekli irtibat halinde olmanız gerekmektedir. bi yerden sonra çatlama noktasına gelen sabır taşı, çatlamamak adına bir süreligine tedavülden kalkmayı tercih eder. bu noktada sabır taşını geri getirmek ya da getirmemek artık kişinin tekelinde degildir, çünkü çevresinde sürekli anlayışsız, aptal, kendini bir şey sanan, ukala, katlanılamaz insanlar bulunacaktır ve bunların yarattıgı etkilerden uzak durmak tek başına başarılacak iş degildir. bu yüzdendir ki, bu yolun dönüşü olmaz çoğu zaman.

    artık kişi çevresi tarafından huysuz kabul edilmeyi, yanına yaklaşılmaması gereken kişi olarak görülmeyi kabullenmelidir. çünkü beşerden sizi bıktıran her unsuru arkadaş ortamınızda ve hatta ailenizde bulacak ve bunu o kişilere konduramayıp daha bir tepkili davranacaksınızdır. sonra gelsin yakınmalar, gitsin hayıflanmalar.

    "sen çok degiştin x"
    "ahhhh nerde o eski sen.."
    "seninle de bir şey konuşulmuyor."
    "ufff soguk nevale oldu çıktı bu da başımıza"
    "havan kime güzelim?" vs vs..

    bazen birileri umut vaad eder, içinizi açasınız gelir. ama hayır, yine yanlış otobüse binmişsinizdir, bu da dogru yere gitmeyecektir, şoföre okkalı bir küfür savurup inmek zorunda kalırsınız.

    bazen de düşünürsünüz, ne olacak şimdi diye. yalnızlık allaha mahsus dersiniz. hatta belki candan ablanın* sesi çınlar kulagınızda, "alışmadan yalnızlıga, affetmeyi ögren vakit varken" diye. sosyalleşme ihtiyacınız kabarır içinizde bir yerlerde. eh, yeniden denemeye karar verirsiniz. tekrar çıkarsınız ringe. ve hayat, ve insanlar, ve o örümcek agı kaplanmış kokuşmuş zihinler sizi aynı hızla geri uçuruverir. tek bir söz gelir içinizden, söyler geçersiniz:

    "canınız cehenneme!!!"
  • üç tarafı denizlerle çevrili sevgili ülkemizde 15 yaşını geçmiş her aklı başında gencin eninde sonunda, farklı dozlarda içine düşeceği haldir. herkesin bir şey öğrenmek için pek de çaba sarf etmediği ancak aksi gibi müdahele ve fikir beyanında son derece cüretkar olduğu ilginç toplumumuzda yetişen aklı başında gencin nihayetinde aklı başına sığmaz olacaktır. üniversitede iyi notlar alabilmek için iyi bir öğrenci olmasının ötesinde hocalarıyla arasını iyi tutması gerekecek, işe alınmak için ne kadar kalifiye olursa olsun tanıdık bulması gerekecek, çalışırken de alakasız insanlara yaptığı iş hakkında açıklamak yapmak zorunda kalacak üstelik ne kadar iyi iş çıkarırsa çıkarsın adamdan sayılmak için üstleriyle arasını sıkı fıkı tutmak zorunda kalacaktır. bu da bünyesi genç birinin dahi kolayca dayanamayacağı bir tempodur kuşkusuz. devam edebilmek için lobotomi yaptırmak yahut ülke değiştirmek gerekebilir. türkiye'de erken yaşlanmanın, diğer bir deyişle 40 yaşındaki bir beşerin 'yaşlı' kategorisine alınmasının nedenlerinden biri de tam burada yatar.
  • tahammül dayanmaya, sabretmeyle eş değer. sabır kişiye has, ancak sabrın sonu selamet denilecek kadar ermiş olamayan dervişler muratlarına ermişcilik oynayamayabiliyorlar. nedir varılmak istenen nokta, hedefler var mıdır, tut ki var ulaşılınca tatmin eder mi bizleri bilinmez. ancak sakin, huzurlu bir yaşam elbette herkesin istemi.

    evet herkesin bir kırılma, kopma, yok etme noktası var. bazen aniden alevlenerek ortaya çıkan, bazen sessiz sedasız tinsel yolculuklarda yitip giden, ifade edilmeyen. kimisi iletişime dayanamaz, kendi dünyasında pembe hayallerinde barış, sevgi içinde yaşamak ister, kimisi iletişimsizliğe dayanamaz, dakika başı sağa sola telefon eder, plan program yapar, adeta kendisiyle kalmamak için elinden geleni ardına koymaz. başlıktan da anlaşılacağı üzere bizim hedef kitlemiz ilk kimisi.

    varolan ve gittikçe ortaya çıkan durum şudur ki insanlar artık diğer insanlara katlanamaz hale gelmektedirler. annelerimizin zamanındaki gibi değiliz artık. daha bir “ben” olma, daha “benimle” kalma eğilimindeyiz. ses olmasın etrafta, çınlamasın sesler, rahatsız etmesin beni kimse. minimum düzeyde, hayatı idare ettirecek kadar sözcükle yaşayıp gidelim.

    marketten alışveriş mi yapacağız, söze ne gerek. uzatalım kredi kartını oradan çeksinler, yoğurt reyonunu arayacaksak, minimum kelimelerle olsun, görevliyi bulup “yoğurt?” diyelim, o da bize parmağıyla bir yön göstersin, teşekkür edip kelimelerimizi boşa harcamayalım.

    aşık olalım ama sınırlarımız olsun, herkes birbirine saygılı olsun, öyle zırt pırt aramasın, uzunca seni seviyorum diyeceğine ss desin, hatta onu da demesin, yazsın bir yere ara ara oradan göstersin. hani uzun demesini istersek biz ona bir feridun düzağaç şarkısı çalarız, o oradan anlasın... yataklar bile ayrı olsun, bakın nasıl da güzel yurtdışında, sağa döndü sola döndü derdi olmasın.

    kendi sınırlarımızı kendimiz çizelim, istediğimiz an istediğimizi yaşayalım ama karışan olmasın, neden evlenmedin, neden doğurmadın, bence biraz para biriktirmelisin, bence biraz kilo vermelisin, bence biraz daha sabırlı olmalısın, biraz daha, biraz daha ve biraz daha.... belki de bu biraz dahalar yumuşatmak içindir cümleleri ama yine de insanların varolan kişilik özelliklerine dokunur ya da özgürlüklerini sınırlandırır.

    biz tahammül etmeyelim kimselere, kimseler de bizlere. modern yaşam bu diyelim sonra da. ve hoşgelsin martin eden vak’aları.
  • yasadigi ulkeye ozgu hadiselere dayanamamak bunun nedenleri arasında yer alır.
    (bkz: yeni baslayanlar icin turkiye)
  • hiç ummazdım bunu kendimden ama sanırım artık benim.

    görüp görebileceğiniz en hoşgörülü, mülayim tiptim. kedi gibi kızdım lan. sırada beklerken biri kuyruğa kaynama yapsa "olsun acelesi vardır belki" der sesimi çıkarmazdım o kadar diyeyim. otobüste topuklu ayakkabı giymişlere bile yaşına bakmaksızın yer verirdim.

    son iki senedir resmen evrim geçirdim, kendimi tanıyamaz oldum. yıllardır hayatım toplu taşıma araçlarında geçiyor, hiç bu kadar tahammülsüz olmamıştım. acelem var ve yürüyorsam mesela, kaldırımda normal hızda yürüyen insanlar yüzünden hızlanamayınca dudaklarımın arasından sessiz küfürler çıkıyor. siktirin gidin hepiniz diyesim var tüm dünyaya. suçu sadece kendimde bulamam elbet, fazla hoşgörülü olunca suistimal eden çok oluyor ve anlayışsız olmaya başlıyorsun. ayrıca haberleri okudukça tüm ülkeden ve ülke insanından nefret eder hale geliyorsun.
    yine de bu kadar sinir küpü halde dolaşmak istemezdim. hoşnutsuzum bu yeni kişiden.

    "canım insanlar, sonunda bana bunu da yaptınız".
  • benim gibi hayatını ergenlikten beri outcast olarak yaşamış insanların durumu. farklı olmak için uğraşmazlar, sadece kendileri olmak isterler ancak çevreleri tarafından tuhaf bulunup dışlanırlar, dalga geçlirler ve içlerine kapanırlar. sonrasında da kendilerini yetiştirip çevrelerindeki insan saysını sınırlı tutmaya bakarlar. çünkü diğer insanların kendilerini anlamadıklarnı veya onlar gibi olmadıkları için dışlanacaklarını bilirler.
    (bkz: based on a true story)
  • çünkü sakinliğimizi çalanlar tarafından deli olmakla suçlandık.
  • dostoyevski, karamazov kardeslerde bu duygu-durumu soyle betimlemistir:

    "genel anlamda insanligi ne kadar cok seversem, insanlari tek tek yani ayri ayri, munferit insanlar olarak o kadar az seviyorum. hayallerimde sik sik insanliga hizmet etmek konusunda atesli dusuncelere ulasiyorum, eger bir anda gerekli olsaydi insanlar icin belki de gercekten kendimi feda ederdim, ama bununla birlikte hic kimseyle ayni odada iki gun yasayacak durumda degilim. bir adam bana birazcik yakinlassa onun kisiligi benim onurumu eziyor ve ozgurlugumu kisitliyor. boylesi gunlerde ben cok iyi bir insana bile kin duyabilirim... "
  • kayıtsız kalabilme başarısını daha fazla gösterememe durumunda ortaya çıkabilecek bir ruh halidir. sonuçta, insanlara tahammül edebilme hali,bizim hoşgörü sınırlarımızın genişliğinden çok,insanlara ve onların söylediklerine ne denli kayıtsız kalabildiğimize bakar. sizi gerçekte rahatsız eden kimi davranışlara,örneğin annenizin sözlerine,babanızın ikazlarına,arkadaşlarınızın yorumlarına ya da herhangi başka birinin herhangi bir eylemine tahammül etmemizin ardındaki neden,bu kişilerin söylediklerine hoşgörüyle yaklaşmamız ama yine de kendi bildiğimizi okumamız değil, kendi bildiğimizi okumak için bu kişilerin söylediklerine kulaklarımızı tıkamaktır.halbuki böylesi bir kayıtsızlık hali,aslında biraz da zorlamadır; zira kendimizi rahat biri olarak görmek isteriz çoğunlukla,ufak meseleleri sorun yapmadığımız mesajını veririz çevremizdekilere.fakat her zorlama şey gibi bu zorlama kayıtsızlık da patlar bir yerde,aslında insanların söylediklerini/yaptıklarını ne çok önemsediğimizi,kendi bildiğimizi okurken dahi aklımızın bir köşesinde hep onların bulunduğunu itiraf ederiz sessizce. ve nefretle dolarız birden. bu, kendimize duyduğumuz nefrettir. öyle olmadığını bildiğimiz halde öyleymiş gibi davrandığımızı görmüş olmanın riyakarlığı yaralar içimizi. ama yine de kendimize duyduğumuz nefrete bir yerde son vermek gerekir;çünkü kendi gözümüzde kendimizi değersizleştirip güçsüzleştirmeye dayanacak gücümüz yoktur.ve nefretimizi,o "diğerleri"ne yansıtır;öfkemizi onlara daha fazla tahammül edemeyeceğimizi söyleyerek somutlaştırırız.
  • insanların da size tahammül edemeyeceği hale gelmektir..
    önce herşey sizin istediğiniz gibi olur..sessizlik istersiniz, yalnızlık istersiniz,kimse aramasın,kimseyi aramak zorunda olmıyım istersiniz..
    başa gelen her zamanki gibi isteklerimizin sonucuna katlanmaktır...öyle ya da böyle..
    birileri vardır çünkü, zayıflıklarımızın çarpıştığı, birbirinizi aldatabileceğiniz, kısa süreli de olsa mutlu olmak için sığınabileceğiniz..
    mesela zırvalarsınız benim gibi..buraya bişiler yazıp durursunuz...cevap veren yok,tanıyan yok..
    sonra ümitlenirsiniz, biri yazdığınızı beğenmiştir..dayanamayıp mesaj fln atar..
    gülümser ve konuşmaya başlarsınız..şartsız bir tahammül süreci başlar.. geçicektir..
    lanet olsun ki seversiniz bazen.. gözlerinizi kapatırsınız,sesi gelir kulağınıza.. bi insana ait olmasa bile tahammül sınırınızı genişleticektir..şans vermek istersiniz, en azından kendinizin bunu hakettiğini düşünerek...
    neyse..
    (bkz: ne seninle ne de sensiz)
hesabın var mı? giriş yap