• bir adet avare içeren filmdir.
  • coen biraderler böyle fevri- siki taşağında yaşayanların hikayelerini anlatmaya bayılıyor. llewyn için bir dude vakası (bkz: the big lebowski) olduğunu söyleyebiliriz. folk müzik, bohem hayata övgü, güçlü diyaloglar, bolca ayrıntı mizah...

    ben filmde en çok llewyn davis'in ulysses isimli kediyle kurduğu bağı sevdim.
  • komedisi nokta kadar, daha çok dram temelli, müziği fazla, hoş bir film. coen biraderler filmi çok açıdan, uzman olmasa da izleyici (selam ben uzman olmayan izleyici) fark ediliyor bunlar yer yer. soğuk, mavi/yeşil arası tonlu çekimler olsun, karikatürize bazı karakterler olsun, keskin hareketler olsun...

    oscar isaac'ın çok güzel sesi olduğunu da gösteriyor bu arada film. hatta justin timberlake silik kalıyor, özellikledir tabii bu da, öne çıkarılmıyor yani. adamın sesini söylerken önce tınısından tanıyamadım da geri timberlake'in çok geniş ses aralığına yordum bunu. adam driver'ın da o çok bas sesini oldukça verimli kullanmışlar, komik bir kısım da burasıydı belki. komikten ziyade tatlı.

    --- spoiler ---

    folk müziğin çok hastası değilim ben fekat çok rahat söyleyebilirim ki filmin şarkıları çok güzel, en azından bence tabii. açılış ve kapanış şarkısı tek başına götürürken bir de ara şarkısı var hani chicago'daki, queen jane'in ölümü hakkında olan, o da çok güzel gel. çekim, ambiyans ve sonda sadece vokalli bitiriş özellikle sebep olabilir tabii.
    onun gidişinin verdiği umudun boş çıkışı da filmin tamamı zaten. olmuyor işte.

    bundan ayrı, tüm film (konusunu bile bilmeden izledim bu arada) bob dylan'ı çağrıştırdığı için (karakter değil, folk müziğin hası olduğundan yani), hatta pis bir dinleyici olarak bana bob dylan'ın sesinin pek güzel olmadığını düşündürüp sonunda bob dylan'a selam gibi, onun genç karakterini çıkarmaları mutlu etti resmen.

    tuvalet sahnesinde kubrick'i bana da hatırlattı, shining çok sevdiğim film olduğu için elbette ve trt 2'deki film arkası'nda da bunu belirttiler. onlar da başkası düşünmüş müdür demişler de ben düşündüm yani.

    karikatürize karakter dediğim de roland turner ve johnny five ikilisiydi.

    --- spoiler ---

    dağınık ve yarım anlattım, toparlayabilsem daha uzatırım da çok gerek yok sanki. kısacası bayağı detay barındıran, o yönden izlemesi memnun eden ama temelde üzücü bir film. konusu, ilerleyişi, hepsi. şarkıları da.
  • coen kardeşler'in 2013 yılında kendilerine cannes'da büyük ödülü kazandıran filmleri. film, kalacak bir evi, hatta bir paltosu bile olmayan, sadece bir gitarla orada burada sahne alarak günlük para kazanmaya çalışan, sürekli reddedilen, sürekli mücadele halindeki bir müzisyenin hikâyesini anlatıyor.

    --- spoiler ---

    eski partnerinin intihar ettiğini sonradan öğrendiğimiz llewyn, adeta hasbelkader yaşamakta. hepimiz böylelerine şahit olmuşuzdur. bir yandan helal olsun azmine desek de, bu kadar sürünmeye değer mi diye de düşünmeden edemeyiz. ne yazık ki llewyn işinde iyi olsa da öyle aman aman bir yeteneği de yok.
    --- spoiler ---

    hiç sıkmayan, çoğunlukla gülümseten, zaman zaman da hüzünlendiren bir film. ancak yan rollerde john goodman, justin timberlake, adam driver gibi oyuncuları görmesek ve bunların renkli karakterleri ile muhteşem oyunculukları olmasa film akıllarda asla böyle tatlı bir iz bırakmazdı diye düşünüyorum.
  • inside llewyn davis bu tür meselelerle yaşamın akışında özdeşlik kuramamış insanlar için genelde başarısız bir yaşamın, kaybedenlerin, avarelerin hikayesi gibi duruyor uzaklardan. oysa dramasındaki temel omurga sadece başarısız bir müzisyeninin hikayesi değil; genel manada hayatta başarılı olamamış ortak yığınların hikayesi. ayrıştırıcı nüans karakterin sanatla yani müzikle iştigal etmesi belki ama başarı ve başarısızlık arasındaki o ince çizgiyi araştırırken bunu varoluşçu bir şekilde bireyin yaşamın içinde kendini var etme çabası üzerinden, yani yaşamın temel nizamına ayak uydurup oradan toplumun genel kabullerine göre iş, aile, kariyer üçgeninde başarılı rozeti takan ortak yığınların hikayesine dolambaçlı bir yoldan gözcülük eden bir tavırla perdeye taşıyor.

    zira llewis yazıldığı kadar büyük bir kaybeden değil. sadece bildiği gibi yaşamak istiyor ve bunun için uğraşıyor fakat yeterince azimli (elbet genel ölçeklere göre) değil. genel ahlak ölçütlerine göre kötü biri değil mesele llewis ama fark edildiği üzere tüm film boyunca hiç sevilmeyen bir insanmış gibi muamele görüp, konuşuluyor hakkında. mesela ondan hamile kalan (ki o durum da kesin değil) kadın onu sürekli azarlayıp, hakaret ediyor. hatta onu başkalarının sevgilileriyle yatan bir alçak olarak tanımlıyor ama esas adama ihanet edenin kendisi olduğunu unutuyor. işte llewyn'in hikayesinin ve karakterinin esas özü tam olarak burada. oldukça kibar, ince ruhlu ve tutarlı bir adam llewyn. fakat yapmak istediği işteki başarısızlığı, yaşamı bildiği yerden anlamlandırma gayreti onu hep ukala, kibirli, düşüncesiz ve kötü bir adam gibi gösteriyor. çünkü genel manadaki başarısızlığı onu mahcup olmaya mahkum ediyor başkaları nezdinde. bu duyguyu ancak ve ancak llewyn gibi bir hayattan geçenler anlayıp görebilir bana kalırsa (bir arkadaşım ekolü). insanlar kendilerine göre başarısız, tutunamamış (yani net bir işi, mesleği, geliri olmayan ) insanlardan hep alçakgönüllü ve mütevazı olmalarını bekler genellikle. sanatçılar tam da bu beklentinin en büyük yıkıcılarıdır. işte llewyn'in tanımlan(a)mayan kötülüğünün anahtarı da burada yatar film boyunca.

    llewyn'in her defasında suçlu göründüğü patlamalarının hepsi haklı ve gerekli patlamalar. yaşamının başarısızlığını ( yine genel ölçütlere göre elbette) altın bir madalyon gibi boynunda ve omuzlarında taşıyan insanlardan daha mütevazı ve kanaatkar olmaları beklenir şaşmaz bir şekilde. genel manada da bu insanlar tam da yaşamın idamesi için bu gerekliliğe uyarlar bir yere kadar. işte o bir yer llewyn gibi insanların ortak kanaat aptallığına sesini yükseltip kötü insan oldukları yer. bir sanatçı olarak yaşamın anlamına başka bir gayret, çile ve çabayla bakıyor olmanın ağırlığı, yaratmanın sarsıcı, yorucu ve hatta öldürücü saldırganlığı altında önce kendini ikna edebilmenin savaşı dönüyor sürekli llewyn'in başında ve başarı denen şey çoğu zaman doğru bir zamanlamanın, doğru insanlarla doğru masaya oturmanın, gerekli gayret ve teşvikin ve dudaklardan dökülecek olumlu referansların etrafında vuku buluyor. llewyn birçok kaybeden sanatçı gibi buna isyan ediyor çoğu zaman. bunu uzun, yorucu tiratlarla yapmıyor. tek bir söz, bakış, ifade yeterli oluyor yılgınlığını anlamak için. insanlar sonsuz kabalıkları, düşüncesiz, dolaysız ifadeleri için sözde kazanan oldukları için herhangi bir bedel ödemezken kaybeden llewyn bu patavatsızlıklara patladığında kötü, uyumsuz, ukala bir adam oluyor. oysa tüm film boyunca özellikle kız arkadaş kanadından llewyn'e belirsiz kötücüllüğü (bencillik ya da umursamazlık daha doğru) üzerinden yapılan salvoların hiçbirinin gerekçe ve izahını göstermiyor cohen'ler bilerek bizlere. çünkü anlatmak, altını çizmek istedikleri şey bir sanatçının aşırılıkları, uçarılıklarıyla yükseliş ve çöküş öyküsü değil. bilakis yaşamı müesses nizamla zapturapt altına alınmış sözde kazanan yığınlardan çok daha cesur bir yaşamın, varoluşun savaşımı içinde llewyn. ve hatta bu ironinin altını çizmek için llewyn'in babasını eski gibi donanma subayı, llewyn'di babadan miras bir apoletin zoraki mirasçı kılıyor cohen'ler yine hınzırca.

    işte cohen'lerin filmini büyük yapan ışıltı tam da burada yatıyor. bir travmanın durdurulamayan, gizlenemeyen, kaçılamayan varlığı ardında, etrafında, insanların dudaklarında, yaptığı her şeyde peşinden gelirken ve hatta belki de o intihara tam da yaptıkları işin bir ölçüt olarak başarı, başarısızlık prensibi sebep olmuşken hala o hayatı sürdürmeye çalışıyor llewyn. travmasını ona sürekli olarak hatırlatan ve bir bakıma vücudunun bir uzvuna dönüşmüş gitarını durmadan oradan oraya taşırken kaçacak, saklanacak bir yeri olmadığını biliyor. üşüyor, sığınacak bir yer arıyor, kötü olduğunu bildiği şarkılara vokal yapıyor, hoşlanmadığı insanlarla ahbaplık ediyor ve aslında ardından gelenin, ensesine yapışıp onu diplere çekecek olan o görünmez, yapışkan duygunun yani suçluluk hissinin dolusundan saklanmaya çalışırken yapması gereken şeye asla odaklanamıyor. yani bir başarı ya da başarısızlık müsameresi değil aslında cohen'lerin derdi. bir akış, bir varlık, bir sürme hali.

    bildiği yerden, zoraki dostlarının kedisine elinden geldiğince ahbaplık ederken, umursamaz halinin ardında tam da o kedi ve arabayla vurduğu kedi ya da rakun'un yarasında kendi geleceğini görmüşken vazgeçmeyi düşünüyor bir noktada. sonunu görüyor ardından korku dolu gözlerle baktığı yaralı hayvanın kaçışında . zaten cohen'ler de zekice bir hamleyle filmin ilk sahnesi ve son sahnesini birleştirerek anlamsız döngünün, saçmanın altını çiziyor. biz ilk sahneden sonra değişen, gelişen bir yaşamın tanıklığını yapacağımızı düşünürken finalde önümüze ilk sahneyi getirerek o sahneye kadar süren bir yaşamın tanıklığına çağrıldığımızı haykırıyorlar yine kendilerine has mizah anlayışlarıyla. tam o noktada llewyn için bir değişim olacağını düşündüğümüz o tanrısal, uhrevi, gerçeküstü tılsımı da böylelikle yok ederek yaşamın anlamı ve saçma kavramları üzerinden en varoluşçu dalgacılıklarını bizlerin önüne fırlatıyorlar. sonrası için kafamızda yanacak bir umut ışığı, moral değer ya da bir çıkış tabelası göstermiyorlar türdeşi oldukları birçok filmdeki gibi. ama tüm bu hınzırlıklarına rağmen inside llewyn davis'in dramatik dengesini eşsiz bir şekilde terazileyerek kendilerine has bir başyapıt daha armağan ediyorlar sinema severlere cohen'ler.

    llewyn davis ahmet kaya'nın yalan da olsa şarkısındaki gece yarısı evine beş parasız dönen bir müzisyenin evrensel hikayesini başka çağrışım, özdeşlik ve referanslarla huzura çağırırken (benim için) izleyicinin belleğine hiç kapanmayacak, çok fiyakalı bir faça atıyor. tek kelimeyle harikulade bir film.
  • llewyn davis karakteri bu zamana kadar izlediğim ve okuduğum tüm şeyler içinde,bana en çok benzeyen şeyi temsil ediyor gibi hissettim film bittikten sonra.
    filmi çok çok sevdim müziklerini de öyle.
  • mehmet açar ve alin taşçıyan - film arkası 45. bölüm
  • türkçe adı çok daha yoğun hislerin üzerinden bir çizgi çizen (bkz: sen şarkılarını söyle) olan, çoğu kişinin drama olarak tanımladığı ama bana kalırsa komedi yönü daha yüksek olan coen biraderler filmi.

    çoğu kişi başarısızlık üzerine bir profil çizmiş ama gündeliğin tam ortasında fazlasıyla normal bir hikaye. sokak kapısının dışında belki hareketli insanlarız ama hareketsizliğin altında kalmayı da çok iyi seviyor insan. sadece, bizim gördüğümüz gibi saklanıyor değil, saklamayı seviyor, kendini de.

    jean ile kariyer üzerine yaptıkları kısa, klişenin hazzı kıvamındaki diyalog ise oldukça güzel ve tekrar tekrar izlemelik.

    bu filmin yer aldığı kategori renkli diye geçiyor. ama aslında siyah-beyaz bir yapım. tıpkı bütün hesaplaşmalarımız gibi.içten içe, gizlice, bu yavaş tempolu filmi izlerken "halil sezai bu ya" esprisi yapmamak da pek mümkün değil, bol bol yapınız. *

    bu arada şu sıralar bazı salonlarda filmi tekrar gösterime sokuyorlar.

    7.42/10
  • düşük ritimde çok hareketli işliyor.
    50lerde, 60larda underground sanat amerika'da hep karanlık geçer; kitaplarda, fotoğraflarda, tıpkı llweyn davis'in iç dünyası gibi…
    yolculukları hep severim, yolculuk etmeyi de, izlemeyi de. bu açıdan izlemek de mutlu etti beni.
    esas oğlan tozu alınmış bi' eşya gibi parlatılmıyor, bir yıldız yapılmıyor dolayısıyla içinde bulunan ve çoğunluğumuzun içinde bulunduğu hayata çok daha yakın bir film.
    'coen biraderlerin ayrıksı filmi' yorumlarına bu düşünce nedeniyle katılmıyorum.
    iç dünyamızda hep yolculuk vardır. karar verdiğimizde, kararını veremediğimizde de; bunlar hep yol ayrımı. film daima bir yolculukta karşı karşıya kalınan yol ayrımlarını işliyor.
    seçilen ve izlenen yol bir ağaç hiyerarşisinde başka başka yollarla dallanıp budaklanıyor.
    film kışın ayazında geçiyor bundandır ki güneşsizlik ağacı yeşertmiyor.
    göğün 7 basamaklı katının bodrumunu seyrediyoruz.
    bodrum ve havasızlıktan olsa gerek ki beat generation müritlerini görmek de sürpriz olmazdı hani. jack kerouac,neal cassady,allen ginsberg son sahnede bob dylan'ı dinleyen bir grup olabilirlerdi.

    kestirmeden öz; umut korkudan öc alamıyor. iyi bir gece uykusu yorgunluğu bitirmiyor.
  • izlerken halil cibran' ın yenilgi şiirinden dizeler aklıma geldi hep;

    "yenilgi, yenilgim, benim ölmez cesaretim
    sen ve ben fırtınada birlikte güleceğiz;
    ve biz ikimiz, derin mezarlar kazacağız
    içimizde ölmekte olanlara;
    ve tutunacağız, tüm gücümüzle,
    güneşin karşısında;
    ve de tehlikeli olacağız."

    kahramanımızın çıktığı garip yolculuktaki sürekli uyuyan şişko adam, ağzında sigarayla suskun takılıp arada bir iki dize şiir okuyan karizmatik şoför, her ikisine tıpkı kahramanımız gibi hayretle bakan kedi ve karlı puslu yol sahneleri mükemmeldi.

    bir de kahramanımızın, babasının karşısına geçip ona gitar çalması ve şarkı söylemesi!
hesabın var mı? giriş yap