• koltuğunuza yaslanın, kemerlerinizi bağlayın çünkü az sonra hepinizi bu yazıyı okumaya başladığınıza pişman edeceğim.

    sevgili sözlük yazarı ve okurları ben kimseyi bir konuyu bilmediği için cahil kabul etmem, zaten bir kurgu olan bu filmde geçen konular anlayanı aydın anlamayını cahil ilan etmek için çok yetersizdir. sizler bu filmden ve anlattıklarından bağımsız olarak cahilsiniz. bu film ortaya çıkardıklarıyla bu veriyi desteklemekten başka bir önem arz etmemektedir.

    filmi izledikten sonra sözlüğe gelip hakkında konuşulanları dikkatle okudum. ne şaşırdım ne irkildim, sadece ölmeden önce tamamlamayı düşündüğüm köklü sınıflandırmanın ilkel girişimlerinden birini açıklamak için uygun bir ortam bulduğumu düşündüm. yazı tamamlandığında göreceksiniz ki yeryüzündeki şu an hayatta olan her bir insan az sonra yapacağım sınıflandırmada bir yerde durmaktadır. kendini cetvelde bul, potansiyelini değerlendir.

    her şeyden önce söylemeliyim ki dün gece yatağımda terleyerek uyumaya çalışırken oluşturduğum bu piramit bir nefretin değil "daha iyi olmak zorundayız" duygusunun motivasyonu ile oluşturulmuştur. arzuladığım sonuç insanların sırtına basarak yükselmek değil, güzel bir toplum içinde yaşamak için beraber aydınlanmamız gerektiğini anlamamızdır.

    yazdıklarımdan alının, rahatsız olun ama bu sizi umutsuzuğa sürüklemesin.

    her neyse piramite dönelim. dün gece maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidinden öykünerek ve onun iyi bir yapı olduğunu düşünerek şu şemayı oluşturdum. her insan bu piramitte bir yerdedir, yer değiştirebilir ama dışına çıkamaz;

    -----------------------/dahiler\
    ------------------/bilim marabaları\
    ---------------/faydacı bilim insanları\
    ---------/sürekli öğrenmeye çalışan aydınlar\
    -----/--------------------cahiller-------------------------\
    --/--------------------kara cahiller------------------------------\

    grafik facia için özür diliyorum ancak temel olarak ne anlatmak istediğim anlaşılmıştır. piramitin tepesindeki dahileri dahi yapan, çok bilmelerinden ziyade, yeni prensipler kuramlar üretebilme becerileridir, elbette bu çok fazla bilmeyi gerektirir ancak tek başına bilgi bir insanı dahi yapmaz. onun altındaki bilim marabaları dahilerin ürettiği kuramları ve prensipleri değişik uygulama alanlarında sınarlar. bilimin ilerlemesi ancak bu marabaların üstün emeği ile mümkündür. bir alt basamaktaki faydacı bilim insanlarından farkları, bilimsel veriden gerçeği anlamak dışında pratik bir fayda beklememeleridir. veriyi olduğu gibi analiz etmek ve insanlığa sunmak varlıklarına aradıkları anlamı sağlar.

    faydacı bilim insanlarına gelirsek bunla; mühendis kafalı, veriden pratik fayda arzulayan insanlardır. meta ile olan ilişkileri nedeniyle dünyamızı daha yaşanır kılmakta, bilgi ile hayat arasındaki en kuvvetli bağı sağlamaktadırlar. ayrıca bu katman, bir alt katman olan aydın kesimin eğitim sistemi ile ürettiği ve onayladığı insanlardan oluşur.

    piramite sığdırmak için saçma bir biçimde özetlediğim istiklarlı aydınlar bu yazıda değinmek istediğim önemli katmanlardan biri. bir insanın cahil yahut aydın olması arasındaki temel farkı iyi anlamanızı istiyorum. bilmek tek başına bir insanı cehaletten kurtarmaz. evren bir veri yumağıdır. insan bilincinin kolayca algılayamayacağı kadar detay içerir. dynein'in ne olduğu da bir bilgidir, ahtapotun kaç ekstremitesi olduğu da, 4 milyar yıl önce dünyaya çarpan gezegen theia'nın çapı da veridir, neandertal uyluk kemiğinin darbe dayanıklığı da.

    yani demek istiyorum ki evrendeki her veriyi bilmemiz mümkün değil. tüm hayatını bilmeye adayan bir insanın bildiklerinin evrendeki tüm veriye oranı cahil bir insanınkinden fazla değildir. yani tek başına evreni tamamen anlamak üzerinden sidik yarıştırırsak evrenin bakış açısıyla cahil de aydın da sınıfta kalır.

    ancak arada çok önemli bir fark var. aydın insan sürekli bir kavrama sorgulama anlama gayreti içindedir. çevresindeki her olguyu köküne kadar irdeler, bilgiyi arar, sınar, üretir. işte tek başına bu istikrarlı çaba bir insanı cehaletten çıkarır.

    kara cahil ile cahil arasındaki fark ise hareket yönüdür. cahil durağan ve nötr iken kara cahil gerçeğin zıddına hareket etmekten ve cehaletiyle övünmekten çekinmez. bilmemek bu kitle için utanılacak değil, vahşice övünülebilinecek bir negatif erdemdir.

    evren öylesine homojendir ki, zerreden bütüne, bütünden zerreye ince örümcek ağlarıyla takip edilebilir. aydın insan tekrarlanan bu bağlantılarla karşılaştıkça büyük resmi algılamaya zamanla öngörmeye başlar. insan ufkunun genişlemesini bilincinizin içinde hapsolduğu bir balonu nefes kullanmadan şişirmeye benzetebiliriz. neden nefes kullanmadan çünkü tek bir dolgunun bu balonu doldurması mümkün değildir. o balon genişleyecekse cımbızla her yönünden devamlı çekilerek genişletilmelidir.

    bu nedenle de aydın insan olmak zorlu zahmetli ve sürekli çaba gerektiren sıkıntılı bir süreçtir. üstelik bir sonu, duru durağı yoktur. ben yeterince öğrendim artık durabilirim diyebileceğiniz bir alana asla varamazsınız. evren bir insanın yeterince bilebileceği kadar iki boyutlu hiç olmamıştır.

    ancak bilmek de tek başına soyut bir kavram. üstelik insan ömrü de komik derecede kısa. bilmek lazım ama ne kadar, ne derinlikte, nereye kadar. işte bu soruların cevabı için de şöyle bir cetvel inşa ettim. gerçeğin kavranabilmesi için bilginin bu cetvele göre sınıflandırılması gerektiğini düşünüyorum.

    b -----herkesin bilmesi gereken kapsayıcı yüzeysel alan, öz
    i -----meraklısının bilmesi gereken nedensellik içeren katman
    l -----yan alan olarak kullanacak olanın bilmesi gereken orta katman
    g-----profesyonel amaçlı kullanım için derin katman
    i ---- bilgiyi yeni prensipler, kuramlar üretmede kullanacak otorite için en derin katman

    yani bu cetvel ne diyor özetle, her veri herkesçe, en düşük seviyede bile olsa, bilinmelidir. gereksiz bilgi diye bir kavram yoktur. o balonun genişlemesi için milyonlarca cımbız gerekiyorsa her veriye ihtiyacımız olduğunu kabul etmek zorundayız. derinlemesine kavrayacak zamanımız yoksa da özünde ne dediğini anlamak mecburiyetindeyiz.

    peki ben tüm bu sınıflandırmaları uyku uyuyamayarak neden yaptım ona gelelim şimdi. çünkü bir toplum tek başına bir kesimin kurtulması ile güzelleşmez. daha önce başka bir yazıda da değindiğim üzere matematikçi john forbes nash'in ekonomi üzerine ürettiği teorem sosyal hayatın da biyolojinin de temel direklerinden birine dayanır. bir canlı eğer kendi çıkarlarına göre hareket edecekse ekosisteminin çıkarlarına göre de hareket etmelidir.

    daha da özetle o piramitte aydın katmanı genişlemedikçe herkes kara cahillerin hayatını yaşamaya mecbur kalacaktır. bireysel kurtuluş çözüm değildir, olmayacaktır.

    çoğunuz okumayı bırakmışken artık filme gelebilirim sanırım. bu film nereden baksanız bilginin en yüzeysel haline göre konumlandırılmış, derinlikli gözüken kısımları bile sınırsızca hayal gücüne dayanan, temel fiziksel mantıksızlıklar dahi içeren basit bir film. en güzel tarafı cahil insanlara cahil olduklarını popüler kültürün tokatıyla anlatabiliyor olması.

    peki siz bu filmi neden anlamıyorsunuz.
    ilk neden çok basit, çünkü cahilsiniz.
    ikinci ve daha acıtıcı olanı sizi eğitmekle görevli insanlar da cahil
    üçüncüsü eğitim sistemini planlayanlar dahiler yahut marabalar değil faydacı bilim insanları
    dördüncüsü o faydacı bilim insanlarını besleyen halk cahil

    bu korkunç kısır döngü kırılamayacak kadar güçlü güzel insanlar. asıl güzelliği görenlerin size ayıracak zamanları yok, görmeyenler bilmenin ve anlamanın tadını tecrübe etmedikleri için önemsemiyorlar. arada olan hepimize oluyor.

    ben başka bir sosyal yapıda yaşamak istiyorum. gazetelerin güncel makaleleri manşetten duyurduğu, arkeologlarla röportaj yapılan, bilim insanlarının pop şarkıcıları gibi hayranları olduğu, konser alanlarında 50 bin kişinin transgenik tür görmek için tezahürat yaptığı, anlamaya adanmış bir evrende yaşamak istiyorum.

    sürekli ayaklarımıza bakarak manzaranın tadını çıkaramayız canına yandıklarım. ararsak bir çividen bile gerçeğe gidebiliriz. hem de öyle farazi, hayallere dayalı, kanıtlanamaz gerçeğe değil. elle tutulabilecek deneylendirilebilecek, ihtişamıyla bizi sarsacak gerçeğe ulaşabiliriz.

    bu çivi nasıl tutuyor tahtayı?
    çünkü sağlam, çünkü üstünde yivleri var. çünkü sürtünme.

    neden sağlam?
    çünkü demir. (aslında çelik ama o detay başka yazının konusu)

    demir neden sağlam?
    çünkü atom numarası 26 olan bir metal. hem de dünya kabuğunda en sık rastlanan 2. metal. hem de sadece bizim dünyamızda değil tüm tüm kaya gezegenlerde yüksek oranda bulunuyor. (temel neden metallerin kendilerine özel bir bağ kurabilmeleri aslında)

    neden?
    çünkü demir yüksek yoğunluklu yıldızların çekirdeğinde füzyon ile oluşuyor ve süpernova patlamalarıyla evrene yayılıyor.

    bizim dünyamıza nasıl gelmiş?
    çünkü güneş sistemimizin oluşmasını sağlayan gaz ve toz bulutu aslında bir başka yıldızın evrene savurduğu kalıntılar.

    neden çöküyor maddeler yanyana geldiklerinde?
    çünkü kütle çekimi.

    kütle çekimi neden var?
    çünkü kütle, uzay-zaman düzlemini büküyor. kütlesi olan her şey oluşan bu kavramsal çukurda buluşuyor.

    uzay-zaman bükülebilen bir şey mi?
    sadece bükülebilen değil katlanabilen ve ışık dahil tüm oluşları da beraberine şekillendirebilen bir gerçek.

    işte sevgili cahiller bu film bir çivi ile erişebileceğiniz derinlikte bilgiyi size bir senaryo içinde mama yapıp vermekten başka bir şey sunmuyor. bu nedenle de filmi anlamamanız aslında evrenin gerçekleriyle ilgili daha önce hiç düşünmemiş olduğunuz gerçeğini ortaya çıkarıyor. bu da yazının başında değindiğim konuyu daha net anlamanızı sağlayacak. sizler cahilsiniz. filmi anlamadığınız için değil, sürekli öğrenmek için çabalamadığınız için, sıradan şeyleri bile sorgulamaktan kaçındığınız için, soru sormadığınız için cahilsiniz.

    newton'un fizik yasalarını
    kuantum fiziğini
    kütle çekimini
    genel ve özel görelilik teorisini
    kuramsal fiziğin uzay-zaman öngörülerini (anlayışlarını) bu filmi anlayacak kadar öğrenmek bir insanın en fazla iki tam gününü alır. tüm hayatınız boyunca bu konuları merak etmenize neden olacak soruları sormadan yaşamış olmanız hoş görülebilecek bir davranış değil. gün bu gündür türk insanı.

    utan, silkin ve kendine gel.
    cehalet kaderin değil.
  • 2011 nobel fizik odulu sahibi astrofizikci adam guy riess filmi gercege gayet yakin bulmakla kalmamis verdigi derslerde de kullaniyormus

    bir diger unlu astrofizikci neil degrasse tyson filmin einstein'a ait izafiyet teorisini ve uzay-zaman egriligini en iyi anlatan film oldugunu soylemis

    stanford'da kuramsal fizik doktorasi yapmis adam filmi de efektleri de begenmis

    emekli astronot filmdeki uzay arac gereclerinin gercekte kullanilanlara ne kadar benzedigini farketmis

    eksi sozlukteki mal degnegi de "izafiyet nedir, kara delik nedir, hiç bilmeyen cahiller için güzel film" yazmis asdhsfkhjasgdajghdk

    bi filmi begenirsin begenmezsin o ayri bi olay da, bazi ukala dumbelegi arkadaslar hicbi fikirlerinin olmadigi boyle derya deniz konularda geniis genis ahkam kesiyolar ya ona bitiyorum.
    // burada ayarli birtakim agir sozler vardi, icime sinmedigi icin cikardim. kaciranlar icin genis ozet: 1. bilmediginiz topa girmeyin 2. sigarayi birakmak asabiyet yapiyor 3. filim =/= belgesel. herkese hayirli traslar. //
  • ya ne kadar kibirli, ne kadar götü kalkık adamlar var be şu sitede.

    filmi istediğin gibi eleştir, istediğini söyle, bence şöyle böyle de, beğenme eyvallah da. yok vizyonu dar insanların, cahillerin çok beğendiği filmmiş, yok normal zeka seviyesindeki insanların beğenmesi normalmiş.

    ilah mısınız aq? sen kimsin at yarağı, kendini nimetten sayıp da insanların zekasına paha biçiyor, entelektüel birikimine sallıyorsun? sanki bana otorite aq malı.

    şahsen beğendiğim film, beynim bu kadar ne yapayım.
  • "alfonso cuaron'un gravity filmiyle bana meydan okumasını kabul ediyorum. ben de bu filmle darren aronofsky,david fincher ve streven spielberg'e meydan okuyorum. dök suyu dök. abouuuuuuww" -chris nolan
  • --- spoiler ---

    bilim-kurgu diye oturdum izledim. yemin ederim en son babam ve oğlum'da bu kadar duygulanmistim.
    --- spoiler ---
    (bkz: atom fiziğine de profesörlüğe de lanet olsun)
  • 7 kasım 2014 tarihinde vizyona giren yıldızlararası (ınterstellar) filmi, senenin en çok beklenen filmi olarak büyük ses getirdi. belki gişelere beklediği hızlı girişi yapamadı ve abd'de disney tarafından yapılan büyük kahraman 6 (big hero 6) isimli filmin gerisinde kaldı ama yine de gerek içeriği, gerek kurgusu, gerek görsel yapısı, gerekse de evrim ağacı olarak burada işlediğimiz gibi bilime olan katkılarıyla önemli miktarda ses getirmeyi başardı. öyle ki, kolay kolay bilimkurgu filmlerini beğenmeyen, dünyaca ünlü astrofizikçi neil degrasse tyson'dan bile, buradan okuyabileceğiniz gibi bol miktarda övgü aldı. filme yöneltilen ve hem destekleyen, hem de karşı olan sayısız eleştirinin yarattığı toz fırtınası yavaş yavaş dinerken, biz de filmin bilimsel olarak bir analizini sizler için yapmak istedik. ayrıca filmin sonunda, karadeliğin içerisine girildiğinde ne olduğunu ve neler anlatılmaya çalışıldığını da, anlamayanlar için açıklayacağız. umuyoruz ki faydalı olacaktır.

    ilk olarak şunu söyleyerek başlayalım: konuyla ilgili daha önceki yazılarımızda da işlediğimiz gibi, filmin baş yapımcılarından olan kip thorne, kütleçekim fiziği ve astrofizik konularında araştırmalar yürüten, stephen hawking ve carl sagan gibi büyük bilim insanlarıyla uzun zaman arkadaşlıkları ve ortaklıkları bulunan (sagan'ın contact kitabına katkılarda bulunmuştur), dünya'nın en önde gelen üniversitelerinden kaliforniya teknoloji enstitüsü'nde (caltech) 2009 yılına kadar feynman teorik fizik profesörlüğü unvanını taşımış, einstein'ın genel görelilik teorisi'nin astrofiziksel çıkarımları konusunda dünya'nın en önde gelen araştırmacılarından biri olan kişidir. araştırmaları kütleçekim dalgaları, karadelik kozmolojisi, solucan delikleri ve zaman yolculuğu, göreli yıldızlar, çok kutuplu momentler ve benzeri konular üzerine odaklanmaktadır. hatta thorne, "solucan deliği" konseptinin günümüzdeki en önemli araştırmacılarından biri olarak bilinmektedir. akademik hayatı boyunca 150'den fazla makale yayınlamış, karadelikler ve zaman bükümleri: einstein'ın muhteşem efsanesi başlıklı popüler bilim kitabıyla halka bilimi sunma konusunda önemli çalışmalar yürütmüştür. halen bilimsel araştırmalarını sürdürmekle birlikte, bilimi ve kendi sahasını ilgilendiren bazı konularda da danışmanlık yapmaktadır. yıldızlararası ise bu konudaki kariyerinin şimdilik doruk noktasıdır. hatta yukarıda verdiğimiz yazılardan da okuyabileceğiniz gibi, sadece bu film için yıldızlararasının bilimi (the science of ınterstellar) isimli bir kitap yazmıştır. amerikan sanat ve bilimler akademisi, ulusal bilimler akademisi, rus bilimler akademisi, amerikan felsefe cemiyeti gibi en önde gelen bilim ve felsefe gruplarına üyeliği bulunmaktadır. bugüne kadar birçok ödüle layık görülmüştür; bunlardan birisi de 2009 yılında aldığı albert einstein madalyası'dır.

    kip thorne

    genel olarak film

    burada yaptıklarımız, elbette çok teknik olan detaylardır ve birçok normal izleyiciyi en ufak derecede etkilemeyecektir.yıldızlararası, burada saydığımız bütün eleştirilere rağmen, bilimsel birçok konuyu oldukça isabetli (en azından bugüne kadar yapılmamış bir şekilde isabetli) işlemektedir. bu açıdan, film sektöründe önemli bir köşebaşı olacağı kanaatindeyiz. fakat eğer ki filmi izledikten sonra, detaylarıyla ilgili daha fazla bilgi almak isterseniz, bu yazımız faydalı olacaktır. burada filmi övmekten ziyade (zira bu yeterince yapıldı) olumsuz eleştirilere odaklanarak bilim boyutunu irdeleyeceğiz. kip thorne gibi muhteşem bilim insanını tanıdıktan sonra, filme odaklanabiliriz. bu noktadan sonra bol miktarda içerik bilgisi (spoiler) verilecektir, kendi tercihinizle okumaya devam ediniz.

    filmin konusu tekrar etmeyeceğiz; zaten artık birçok kişi tarafından biliniyor. çok çok kısaca toparlamak gerekirse: fim, yakın gelecekte geçiyor. çeşitli sebeplerle insan popülasyonu büyük oranda kırılıyor ve dünya yaşanılmaz bir hale geliyor. bunun üzerine nasa'dan arta kalan bir grup bilim insanı, uzun soluklu bir projeye imza atarak yeni bir yaşanabilir gezegen bulmaya çalışıyorlar. ancak elde yeterince veri olmadığı için, birçok gezegene öncül astronotlar gönderiyorlar. film de, bu önden gönderilen astronotların dünya'ya gönderdikleri verilerden yola çıkarak en iyi koşullara sahip olan gezegene gidip kolonileştirmeyi hedefliyor. bu sırada birçok olay yaşanıyor elbette...

    evrende yolculuk ve solucan delikleri

    filmle ilgili en temel sıkıntı, birçok filmin düşmek zorunda kaldığı hata: mesafe sorunu. yıldızlararası, bu konuda birçok filme göre başarılı bir iş yapıyor. çünkü diğer bilimkurgu filmlerinde, diğer galaksilere gitmek gibi uçuk fikirler kolayca alt edilirken, bu filmde amaç en yakınımızdaki yıldızlara ve çevresindeki gezegenlere ulaşmak. ancak yine de bu çok zor bir iş. çünkü şu anda bildiğimiz en yakın yıldız 4.4 ışık yılı uzakta ve eldeki en iyi teknolojilerle bile oraya ulaşmamız 100.000 yıl civarında sürerdi. kütleli hiçbir cismin ışık hızına ulaşması mümkün değil; ancak olsaydı bile yolculuk 4.4 yıl sürerdi. filmde, nasa'nın en iyi pilotu olarak tanıtılan cooper isimli karakter (matthew mcconaughey tarafından oynanıyordu), bunun sadece 1.000 yıl süreceğini iddia ederek hata yapmış oluyor. çünkü film uzak gelecekte değil, günümüze yakın bir gelecekte geçiyor. bu kadar yakın bir gelecekte, süreyi 100 kat kısaltacak bir teknoloji geliştirmek ne yazık ki mümkün gözükmüyor.

    film, bu sorunu şu anda gerçekten de evren içerisinde aşırı hızlı seyahat için tek umudumuz gibi gözüken solucan delikleriyle çözüyor. bir solucan deliğinin, uzay-zaman düzleminin bir noktasını tamamen ayrı bir bölgedeki bir diğer noktasına doğrudan bağlayan kanallar olduğu düşünülüyor. ancak şu ana kadar varlıkları doğrudan gözlenemedi; sadece teorik bir bilgi halinde pratik doğrulanmayı bekleyen bir fikir. fakat eğer ki solucan delikleri varsa, eğer ki bir cismi içine sokabileceğimiz kadar geniş bir açıklığa sahiplerse ve eğer ki onlarla etkileşime geçildiği anda bazı hesaplamaların gösterdiği gibi kendi üzerlerine çökmüyorlarsa (ki bunlar çok büyük ama imkansız olmayan "eğer"lerdir); gerçekten de milyonlarca ışık yılı uzaktaki mesafeleri, buradan bakkala gitmek kadar basit bir şekilde almamız mümkün olabilir. dolayısıyla solucan deliklerinin varlığı, her şeyi değiştirir. ancak şu ana kadar buna dair doğrudan bir veri bulunmuyor.

    filmde solucan delikleri, bir kağıdı elinize alıp, iki kenarını birbirine değecek şekilde katladığınızda, birbirine değen uçlar arasında seyahat edebilmeniz şeklinde anlatılmaktadır. normalde kağıt açıkken, bir kenardan karşıt kenara kadar çizeceğiniz bir çizgi uzun bir yol oluşturacaktır. ancak kağıt kendi üzerine katlanırsa, aynı yol bir anda kısacık bir sıçramayla alınabilir hale gelir.

    washington dc'deki kongre kütüphanesi'nin astrobiyoloji başkanı olan dr. david grinspoon, bunun anlatıldığı sahneyle ilgili şunları söylüyor:

    "o sahneye bayıldım. bu, bir fizikçinin bir solucan deliğini tam olarak nasıl anlatacağıdır! kip thorne, bir solucan deliğini tam olarak böyle izah ederdi. ki zaten solucan deliği fikrini çıkaran da odur. bilimsel açıdan bu sahne muhteşemdi. bir fizikçi aynen böyle anlatırdı."

    görelilik teorisi açısından yıldızlararası ve karadelikler

    solucan delikleri, einstein'ın görelilik teorisi'nin çıkarımlarından sadece birisi. ancak bunun etrafında birçok diğer konu da bulunuyor ve film de bunların birçoğuna başarıyla değiniyor. tabii ki bunların başlıcası, karadelikler ve bu gök cisimlerinin yakın çevresindeki tuhaf fizik yasaları...

    filmin büyük bir kısmı, kip thorne tarafından yaratılan denklemlerle ekrana taşınan dev bir karadelik etrafında geçiyor. thorne, bu yazımızın başında verdiğimiz diğer yazılarımızda görebileceğiniz gibi, bu karadelik için özel bir denklem seti geliştirdi.

    bir karadeliğin yaratacağı temel etkiler filmde isabetli bir şekilde veriliyor. devasa kütleli olan karadelikler, etraflarındaki uzay-zaman düzlemini müthiş derecede bükerler. bu da, yakın çevresinde bulunan her şeyin karmaşık geometrik şekillerde gözükmesine ve kütleçekim lensleme gibi çeşitli olgulara neden olur. bir karadeliğin çekim kuvvet öylesine büyüktür ki, ışık bile ondan kaçamaz. bu nedenle karadelikler, x-ışını taraması haricinde hiçbir dalga boyunda gözlenemezler, dolayısıyla gözümüze de görünmezdirler. ancak etraflarındaki cisimler üzerindeki etkilerine bakarak, varlıklarını anlayabilir ve analiz edebiliriz. thorne, filmdeki karadeliği şöyle anlatıyor:

    "ne karadelikler, ne de solucan delikleri bugüne kadar çekilen hiçbir filmde gerçekten olacakları şekilde gösterilmedi. einstein'ın görelilik teorisi'nin ortaya konmasından bu yana, gerçeğe yakın bir gösterim ilk defa bu filmde yapılıyor."

    filmdeki karadelik "gargantua" ve yörüngesindeki gezegen...

    ancak filmde bu konuda bazı hatalar bulunuyor. karakterler, bir karadeliğe rahatlıkla girebiliyormuş gibi gösteriliyor. ancak bir karadelik söz konusu olduğunda, sadece "yüksek bir kütleçekimi"nden bahsetmeyiz. dolayısıyla sadece panellerin titrediği, "aaargh" diye bağırarak direnebileceğiniz bir kütleçekiminden de bahsetmeyiz. "muazzam şiddette ve 1 santimetrelik bir mesafede bile pratik olarak sonsuza yakın bir kütleçekimi farkından" bahsediyoruz. bir karadeliğe girerken, ayaklarınıza etki eden çekim kuvveti, başınıza etki edenden binlerce kat fazla olacaktır. bu nedenle, bir karadeliğin olay ufkuna giren herhangi bir cisim, sadece birkaç milisaniyede "spagetti" gibi uzayarak atomlarına ayrılacaktır. dolayısıyla bir "karadeliğin içine girmek" ve bunun hala farkında olabileceğiniz şekilde bilincinizi (ve vücudunuzun bütünlüğünü) korumak muhtemelen imkansızdır.

    filmdeki bir diğer sorun, yine karadeliklerin etrafında gözlenen "zaman süzülmesi" adı verilen bir olay. yüksek kütleli cisimlerin etrafında zaman, küçük kütlelilere göre çok daha yavaş akmaktadır. filmin iddiasına göre, gargantua isimli karadeliğin etrafındaki bir gezegendeki 1 saat, dünya'daki 7 yıla eşittir. ancak ımperial college london'da astrofizikçi olan prof. dr. roberto trotta, bu kadar muazzam bir farkın mümkün olmayacağını iddia ediyor. en azından karadeliğine "etrafında" bulunan bir gezegen üzerinde... şöyle anlatıyor:

    "böylesine büyük bir zaman farkının oluşabilmesi için, schwarzschild yarıçapı denen bir mesafede olmanız gerekir. bu, filmde gösterilenden çok daha yakın bir mesafedir. böylesi bir kütleçekimine dayanabilecek hiçbir gezegen bulunmamaktadır. karadeliğin yaratacağı gel-git kuvvetleri, gezegeni paramparça ederdi. eğer ki bu kütleçekimi altında bir kütlenin üzerine iniş yapmaya çalışacak olsaydınız, o kadar hızlı çakılırdınız ki, hayatta kalmanız mümkün olmazdı. basitçe, sayılar hatalı!"

    karadelikle ilgili bir diğer sorunsa, ışıklandırma sorunu... karadeliğin etrafında bir gezegenin bulunma ihtimali olması bir yana, filmde bu gezegene indiklerinde bariz bir şekilde gün ışığı ve aydınlık gözüküyor. ancak karadeliğin makul miktardaki çevresinde bir ışık kaynağının bulunması neredeyse imkansız (ki filmde de gösterilmiyor). üstelik karadelikler, az önce de izah ettiğimiz gibi, ışık yaymıyor, ışığı tamamen emiyor. bu durumda, gezegeni o kadar aydınlatan ışık nereden geliyor? bu, filmin bariz hatalarından bir diğeri...

    ekoloji, evrim ve fizyoloji açısından yıldızlararası

    filmle ilgili sorunlardan birisi, astrofiziğe çok yoğun bir şekilde eğilirken, filmin asıl çıkış noktasındaki problemin bilimle tamamen uyumsuz bir iddiayı barındırıyor olması. filmde anlatılana göre müthiş salgın bir bitki hastalığı, insanlığın bütün tarım ürünlerini yok ediyor. bu nedenle atmosferde yoğun miktarda azot birikiyor ve bu da, oksijen seviyelerini hızla düşürüyor. dr. grinspoon, bu konuyu şöyle eleştiriyor:

    "dünya üzerindeki ekolojik bir felaket tanımlanıyor. bundan bahsetmeleri ve bilinç kazandırmaları güzel. iklim değişimi ve gezegenimizin giderek berbat bir hal alması bariz gerçekler. dolayısıyla bu iyi bir tema. ancak bunu temellendirmek için ileri sürdükleri azot birikimi ve oksijen azalması çok hatalı. gezegensel atmosfer bilimlerinden birazcık anlayan biri, bu zincirleme sürecin tam bir saçmalık olduğunu bilecektir. bu elbette, işin bilimini bilmeyenler için filmin etkisini azaltmayacaktır. ancak bunu neden bilen birine sorarak çekmemişler? kurguyu değiştirmezdi bile; ancak doğru bilgi verilmiş olurdu."

    filmin evrimle ilgili sorunlarından birisi, daha derin bir sorun. hem de filmin spot cümlelerinden birinde yatıyor: "dünya'nın sonu, bizim sonumuz olmayacak." bu, çok tehlikeli ve hatalı bir mesaj. çünkü her ne kadar dünya'nın dengeleri giderek bizim yüzümüzden alt üst oluyor olsa da, halen gezegenin direnç esnekliği, bizimkinden kat kat fazladır. yani gezegenimizi etkileyebilecek çok az sayıda doğal olay, tüm yaşamı bir anda silip atabilir. bunun haricinde bizi yok edebilecek milyonlarca olasılık, dünya'daki tüm yaşamı silmekten aciz olacaktır. bu nedenle, spotun önerdiğinin aksine, dünya'nın bırakın sonunu, dengelerinin bundan birazcık daha fazla bozulması bile, türümüzün sonunu kolaylıkla getirebilir. bu nedenle, "nasılsa başka gezegenler var, bize bir şey olmaz." mesajını vermek büyük bir hatadır. türümüz yok olacak olsa bile, evrim bir yolunu bulacak ve yaşamı yeni ortam koşullarına göre şekillendirerek adaptasyonu sağlayacaktır.

    bunun haricinde bir diğer sorun, buzdan bulutlar olan (katı halde bulutların bulunduğu) bir gezegen kurgusu. bugüne kadar ne teorik, ne de pratik olarak böyle bir şeyin olabileceği tespit edildi. eğer üzerinde rahatça yürüyebilecekleri kadar (ki filmde böyle gösterilmektedir) kütleçekimi varsa, o bulutların da yere düşmesi gerekirdi. aksi takdirde gezegende rahat rahat yürüyememeleri gerekirdi. gezegen atmosferlerinde bulunan gazların hiçbirinin katısı, öylece havada asılı kalabilecek kadar hafif değildir.

    bir diğer sorun ise, neil degrasse tyson tarafından alay konusu edilen, filmdeki yumruk yumruğa dövüş sahnesi... böyle bir sahnenin gerçekte yaşanması pek muhtemel gözükmese de, sorunlardan bir diğeri, cooper karakterinin maskesinin kırılmasına rağmen dövüşmeye devam edebilmesi. sadece içinizde tuttuğunuz nefesle biriyle dövüşemezsiniz, birkaç saniyede tükenirsiniz. ancak dövüş, dakikalarca sürmektedir. bu durumda o gezegenin atmosferinin iddia edildiği kadar olumsuz olması mümkün değildir.

    zaman yolculuğu açısından yıldızlararası

    filmin sonunda, aslında her şeyi başlatanın yine kendimiz olduğuna gönderme olarak, karadelik kullanılarak yapılan bir zaman yolculuğu gösterilmektedir. bu, teorik olarak mümkün gözükmektedir; ancak sayısız sıkıntıyı da beraberinde getirmektedir. film ise, bunların hepsinden kaçınmayı tercih etmektedir.

    örneğin cooper karakteri, tüm bu uzay yolculuğunu başlatacak olan "tuhaf kütleçekim alanını" ve kızının "hayalet" olarak tanımladığı, odalarındaki kitapların zırt pırt, durup dururken düşmesine nedeninin, cooper'ın kendisinin geleceğinde, karadeliğin içerisinde 5. boyuta çıkarak yaptığı bir zaman yolculuğunun sonucunda, cooper'ın ta kendisi olduğu gösterilmektedir. yani biz filmi "bugün" içerisinde izlerken, "bugün" yaşanan olaylar, aslında cooper'ın filmin ta en sonunda zaman yolculuğu yaparak geleceğe dönmesi sonucunda "bugün"e etki etmesinden kaynaklandığını görmekteyiz. fakat bu, birçok paradoksu doğurmaktadır. bunun en bilineni, "büyükanne paradoksu"dur.

    eğer ki gelecekten bugüne gelip doğrudan müdahale edebilme şansımız olsaydı, büyükannemizi daha gençken öldürmemiz mümkün olabilirdi. büyükannemiz ölecek olursa, annemiz veya babamızın doğması mümkün olmazdı. dolayısıyla büyükannemizi geçmişe seyahat ederek öldüren bizim de doğmamız mümkün olmazdı. ancak biz doğmamışsak, o zaman geçmişe dönüp büyükannemizi öldürecek kişinin de doğmamış olması gerekiyordu. bu durumda büyükanne ölemezdi ve her şey normal seyrinde devam ederdi. ancak her şeyin normal seyri, bizim geçmişe giderek büyükannemizi öldürmemizle sonuçlanmaktadır. bu, döngüsel bir paradoks yaratmaktadır. paradoksa birkaç teorik çözüm önerilmiş olsa da, henüz zaman yolculuğu ispatlanmadığı için, bu sorunun çözümlerinin doğrulanmasına geçmemiz de mümkün olmamaktadır.

    filmin kitapların düşmesi ve bu şekilde cooper'ın geçmişteki kızıyla iletişim kurabilmesi noktasıyla ilgili neil degrasse tyson, yine esprili bir eleştiri getirmektedir:

    "bu evren içerisinde hangi insan kitaplarının yerlerini ve isimlerini, kitaplığın arkasından bakarak sayabilecek kadar ezbere bilir ki?"

    sorunların en büyüğü: sahtebilim

    ne yazık ki, filmin tek yapımcısı kip thorne gibi bir bilim insanı değil. asıl yapımcı christopher nolan'ın hayal gücü de, filmde büyük bir etkiye sahip ve ne yazık ki bu hayal gücü, sahtebilimi de beraberinde getiriyor. film en sonlara doğru, bilimden tamamen koparak sahtebilimin sınırlarına giriyor. en basitinden "sevgi", fiziksel bir kuvvetmiş gibi tanımlanarak fiziğe dahil ediliyor. fakat bu, muhteşem bir saçmalık. duygular, fiziksel kuvvetler değildir. elektrobiyokimyasal etkileşimler sonucunda oluşan algılardır. istediğiniz kadar aşık olun, hiçbir kütleçekim alanına etki edemez, hiçbir elektromanyetik alanı değiştiremezsiniz. bu sadece sizin hissettiğiniz (ve belki görünümünüz/davranışlarınız sayesinde dışarı yansıttığınız) bir algıdır. ancak filme göre sevgi, bir kuvvet olarak kullanılarak fiziksel dünyaya etki edebilen bir araç olarak gösterilmiştir. hatta 5. boyutu kontrol ederek alt boyutları yönetmenin "sevgi" ile yapabileceği ileri sürülmektedir. gerçekten mi? başka hiçbir şey bulamadınız mı?

    bu durum, bilim ile sahtebilimin, dolayısıyla fizik ile metafiziğin birbirine karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. tıpkı 5. element filminin iddia ettiği gibi, "5. boyutta" sevgi, bir kuvvet olarak görülebilmektedir. fakat bunu uzaktan veya yakından öneren hiçbir bilimsel veri bulunmamaktadır. bu tıpkı, what the bleep do we know? gibi sahtebilim "belgesellerinde" iddia edildiği gibi, kuantum mekaniğinin aslında "evrenden talep ettiğimiz şeylerin gerçek olabileceğini" ispatladığı iddiası gibi saçma bir iddiadır. hiçbir bilimsel temeli yoktur ve böyle bir temel olmaksızın, bu kadar sıradan bir şeymiş gibi, onca bilimsel anlatımın içerisine gizlenerek verilemez. sevginin toplumsal ilişkilerde önemli bir araç olduğu aşikardır; ancak toplumsal dinamiklerle fiziksel dinamikleri birbirine karıştırmak, bir insanın yapabileceği büyük hatalardan birisidir. en azından buna yönelik sağlam temelli bilimsel araştırmalar yürütülene kadar...

    stanley kubrick'in "2001: a space odyssey" filmindeki sahtebilim unsurlarından bir örnek...

    filmin sahtebilimle ilgili bir diğer konusu ise, adeta "bağlayacak bir şey bulamamaktan" kaynaklı "5. boyutta yaşayan varlıklar" kavramıdır. bu konu, tamamen sahtebilim olarak sayılamaz belki ama filmin en kritik noktaları bu "üst boyutlardaki yaşam"a bağlandığı için, sorunlar doğmaktadır. örneğin filmde sıklıkla satürn civarındaki solucan deliği kapısının bu üst boyuttan canlılar tarafından, bilinçli bir şekilde açıldığı iddia edilmektedir. bu varlıkların bizlerle irtibata geçmek istedikleri, bunu bu şekilde yaptıkları iddia edilmektedir. elbette sorun, bizimle irtibata geçmek isteyen bu kadar üstün varlıkların neden bu kadar zahmete girdiğidir. zira tıpkı bizim 2. boyuta kolaylıkla hükmedebilmemiz gibi, onlar da 3. ve 4. boyuta kolaylıkla hükmedebilmeli ve sorunsuz bir şekilde iletişim kurabilmelidir. ancak hayal gücüyle bunu çözmek yerine, sahtebilim kıvamında bırakılması tercih edilmiştir. neil degrasse tyson, bununla şöyle alay etmektedir:

    "eğer ki gezegenler arasında solucan delikleri açılabiliyorsa ve bu, üst bilince sahip varlıklarca kontrol ediliyorsa, neden dünya'nın yanıbaşında bir tane açılmamış ki? size diyeyim: hemen kapı komşumuz mars, filmde gösterilen o gezegenlerden çooook ama çok daha güvenli gözüküyor."

    bilimdışı olumsuz eleştiriler

    bu eleştirilerin detaylarına burada girmeyeceğiz; çünkü daha ziyade filmin sanatsal boyutuyla ilgili ve bizim bilgi alanımızı aşıyor. ancak salon.com sitesinde bunlar şu 7 madde olarak listelenmiş:

    1.hans zimmer, durdurulması gereken bir canavardır.
    2.birçok diyalog son derece gülünçtür.
    3.christopher nolan'ın yetişkin kadın karakteri yaratmak hakkında en ufak fikri yoktur.
    4.neredeyse tüm karakterler harcanmıştır.
    5.nasa'nın gelecekteki çalışma biçimi temelsizdir.
    6.christopher nolan, karakterlerine isim vermeyi hala becerememektedir.
    7.tarihte, senaryosunun ta kendisi koca bir karadelik olan ilk film olabilir.

    filmin sonunda ne oldu? karadeliğin içine girmek ve 5. boyutun etkisi

    filmin aşkı boyutlar arası iletişim için kullandığı safsatayı bir kenara bırakacak olursak, aslında filmin son kısmında harika bir şekilde boyutların evren içerisindeki etkisine değiniliyor. bizler, şu anda 4 boyut içerisinde yaşamaktayız. aslen 3 boyutta yaşarız: en, boy, yükseklik. evren içerisinde herhangi bir yeri tanımlamak için, bu 3 boyut yeterlidir. ancak 4. bir boyut da, zaman boyutundan gelir. örneğin bir arkadaşınızla buluşacağınız zaman, sadece en, boy, yükseklik boyutlarını vermezsiniz. yani, "konur sokak ile yüksel caddesi'nin kesişiminde, simit sarayı'nın 2. katında buluşalım." demekle yetinmezsiniz. "saat 4'te..." diye eklersiniz. tabii her zaman bu kadar spesifik olmak zorunda olmasak da, yine de içsel olarak uzay-zaman içerisinde bir yeri tanımlamak için 4 boyuta ihtiyacımız olduğunu biliriz. örneğin binanın hangi katında buluşulması gerektiği söylenmediği müddetçe, 0. katta, yani kapının önünde buluşmamız gerektiğini varsayarız. beynimiz, 4 boyutun tamamını otomatik olarak tanımlar.

    aslen 3 boyutta yaşıyoruz dedik ve 4. boyutu bir ek olarak verdik; çünkü bizler, 3 boyutta özgürüzdür, 4. boyutta ise hapis halindeyizdir. bu ne mi demek? 3 boyutta, imkan tanındığı sürece istediğiniz noktaya ulaşabilirsiniz. ileri-geri gidebilir, sağa-sola gidebilir, yukarı-aşağı zıplayabilirsiniz. bunu dilediğiniz kadar tekrar edebilirsiniz; fiziksel olarak hiçbir engeliniz bulunmamaktadır. ancak 4. boyut olan zaman içerisinde hapis halindeyizdir. zaman boyutunda ileri ya da geri gidemeyiz; sadece "şu an" içerisinde yaşamak zorundayız. an içerisine hapsolmuşuzdur.

    işte filmin "karadeliğin içerisine düşmek" üzerinden bağlandığı nokta da budur. aslen astrofizikte karadeliklerin böyle bir etkisi olacağına dair güvenilir bir bilgi yoktur. ancak orada karadelik, bir "portal/kapı" olarak kullanılmıştır, önemli değildir. aslolan, bu sayede cooper'ın 5. boyuta ulaşabilmesidir. tekrardan, sevgiyle ilgili safsata bir kenara bırakılacak olursa, ileri sürülen iddia oldukça geçerlidir: 5. boyutta, 4. boyutun hapsinden kurtulabiliriz. nasıl ki 3 boyutta istediğimiz noktaya erişebiliyorsak, 5. boyuta ulaştığımızda da, 4. boyutta, yani zaman içerisinde istediğimiz herhangi bir noktaya erişebiliriz! var oluştan yok oluşa kadar her şey, önümüze serilmiştir. serilmediyse bile, ona erişme imkanımız vardır. örneğin 3 boyutlu uzayda satürn'e kolay kolay erişemeyebilirsiniz; ancak bu, satürn'ün fiziksel olarak erişilemez olduğu anlamına gelmez. işte 5. boyuttaysanız, 4. boyut için de bu geçerli olabilir: zamanın tamamı, sıradan bir boyut haline gelir ve artık hapisten kurtulmuş olursunuz. işte filmin sonunda cooper'ın kızına mesaj göndererek tüm süreci kesme çabası sırasında içerisinde bulunduğu boyut, 5. boyutun muhteşem bir görsel şölene dönüştürülmüş halidir. film, bugüne kadar hiçbir filmin yapamadığı kadar harika bir şekilde bu noktaya değinmeyi başarmıştır.

    şu anda teorik fizikçiler, böyle bir şey mümkünse, zamanın herhangi bir noktasına müdahale edip edemeyeceğimizi ve bu müdahalenin ne sonuçlar doğuracağını bilmemektedirler. elbette konu hakkında birçok görüş vardır; ancak hangisinin geçerli olduğu henüz bilinmemektedir. önceden bahsettiğimiz "büyükanne paradoksu" gibi paradokslar, işi içinden çıkılmaz yapmaktadır. fakat ileride bir gün, bu sır perdesini de aralamamız çok muhtemeldir.

    sonuç

    evet, film yoğun miktarda olumlu eleştiriyle birlikte, bir o kadar olumsuz eleştiri de aldı. bu son derece beklenirdir; çünkü oldukça büyük bir yapım ve beklentiler çok yüksek tutuluyordu. eğer öznel fikrimizi soracak olursanız, filmi mutlaka sinemada, en azından 1 defa izlemenizi tavsiye ederiz. belki "hayatınızın filmi" olacak bir film değildir; ancak evde, küçük bir ekrana yakışacak bir film de değil, söyleyelim. bilimkurgu sektörünün, ne olursa olsun, önemli yapıtaşlarından birisi. eğer ki bilimkurguyu desteklemeyi sürdürürsek, ileride çok daha isabetli filmlerin yapılacağını düşünüyor ve umuyoruz. yıldızlararası filmini bu konuda önemli bir basamak olarak görüyoruz.

    hazırlayan: çmb (evrim ağacı)

    görsel: filmin zaman akışını gösteren, istanbul'dan frametale ajansının kurucusu doğan can gündoğdu tarafından yapılan bir infografik. firmasına buradan ulaşabilirsiniz.

    kaynaklar ve ileri okuma:

    1.space
    2.mother jones
    3.npr
    4.salon
    5.io9
    6.ıgn
    7.business ınsider
  • -s!-
    filmde en tav olduğum karakter sonda çıkan hemşireydi. cooper, istasyona kendi adının verildiğini düşününce o alaycı gülümsemesi ve ne diyo lan bu at siki der gibi tavırlarıyla sinirlerimi bozdu.
    lan adam karadeliğe çivileme atladı amk heralde kendi adı verilmiştir diye düşünmesi doğal. orospu ya. gülüyor orda amcık amcık.
    -s!-
  • (bkz: bilimsel demagoji)

    --- spoiler ---

    ulan o değil de herif 50 yıl sonra zibilyon ışık yılı uzaktan geldi "benim koç gibi bi oğlum vardı lan o nerde?" demedi ya ben ona bittim. kızıyla biraz aforizma parçalayıp direk manita peşine galaksilere yelken açtı hıyar. o çocuk bakar mı şimdi sana yaşlanınca?
    --- spoiler ---

    editto: spoiler ver dediler geldik.
  • zenci mühendis için yaşlandırma tekniği konusunda flash tv'den yardım alınmıştır.
  • bu pazar günü ben de izledim ve filmlerin tanıtımı yapılırken gazeteler, eleştirmenler ya da mühim kişiler "başyapıt", "sürükleyici", "nolan yine hayal gücünüzü sınırlarını keşfediyor" ,"yılın en iyi filmi", "ohaa bayağı iyi film" gibi yorum yapma hakkım olsaydı "yine düşe soktun kardeş" derdim nolan kardeşlerin 2014 yapımı bu taze filmleri için. izlerken bazı klişe hollywood replik, jest ve mimikleri dışında sıkmayan ve imdb'deki an itibariyle 8.7'lik puanı +- 0.2 ile hakeden bir film olmuş bence. ancak yine de bir bilim kurgu türü filme göre biraz fazla duygu, dram hatta romantizm içerdiğini düşünüyorum.

    --- spoiler ---

    öncelikle, öss türkiye birincilik haberini köyde orak, tırpan tarla sürerken alan başarılı öğrenciler gibi yıldızlar arası yolculuk için seçildiğini öğrenen cooper ve buna motivasyon kaynağı olarak, nasanın başındaki profesör brandt'ın "bunu kızın için yapmalısın. ona bir gezegen ver babası! gidecek bir yeri yok. bir gezegeni olsun" diye seçmesi ve
    cooper'ın insanlığın devamı adına, davası adına evini terkederkenki murph'ün "kal baba! gitme bizimle kal!" yakarışına diğer boyuttan açaydım kollarımı böyle getme deyeydim kendime diye gözyaşı içerisinde izlemesi, daha sonra kızın video gönderirken bugün benim doğum günüm, hem sarhoşum hem yastayım, bir nasa taburesi üstünde babamın gittiği yaştayım ağıdı ve oğul tom'un hiçbir uzay zaman düzleminde siklenmemesi üzerine filmin en azından türkiye gösterimi için adının "babam ve kızım" olması çok da sırıtmayacaktı.

    gerçekten de özellikle aile problemi yaşamış bünyeler üzerinde oyuncuların da katkısıyla etki bırakacak hüzünlü sahnelerin sayısı fazlaca idi. tüm bunların üstüne kızı uzaya giden bir baba, babası uzaya giden bir kız ve dünya'da kalan baba ile kızın ilişkisi ve uzayda yolculuk eden diğer baba ile diğer kızın ilişkisi ve plan a'yı çözemeden bu dünya'da ölen baba, plan a'yı çözerek dünya dışında ölen kız ve fakat plan b ile en başka dünyada yaşayacak olan baba ve kız ile senaryo'da simetrinin dibine vurulmuş sevgi ekseninde.

    onun dışında "yav karadeliğe nasil girilir kütle çekimi çoook fazla?", "ya kanka şimdi o solucan deliği pek tekin bir yer değil, bir insanın ordan sağ çıkması hiç mümkün değil" gibi eleştirileri bilim 'kurgu' filmler için yapmak gülünç. yani nolan kardeşlerini biri elbet düşünmüştür "abi şimdi biz bu filmi yaparken cooper'ı karadelikten sağ çıkarırsak bu mantık hatası olur ve ekşiciler bunu kesin kaçırmaz bize imdb'de 1 puan verirler o yüzden cooper'ı öldürelim" demiştir. abisi ise "yok olm bence cooper diğer boyutta kendisine 'stay' mesajı gönderince gerçekten de gitmekten vazgeçsin paradoks içinde paradoks yapalım bizim işimiz bu zaten xd" diye karşı çıkmıştır. ve en sonunda iki görüşün arası yani az mantık hataları içeren bir filmde mutabık olmuşlardır.

    bi kere kurgu filmlerinde mantık hatası aramak mantık hatasının ta kendisidir bence. yani kurgu lan işte. ne bekliyorsun ki. ha bana göre en olmayacak sahne matt'in cooper'ı birader iki dakka gelir misin diye cağırıp ıssız bi yerde (gerçi bütün gezegen ıssızdı amk ona da gerek yokmuş) kıstırıp kafa atması ve o kafa darbesiyle astronot başlığının kırılması. bu saçma idi abi. o öyle basit kırılmaz. kırılmamalı. polikarbonat üretimi camdır o. kafatasından bile sağlamdır o başlık. bu eleştirilebilir. yoksa adam bir gezegende bir saat geçirince dünyada 7 sene geçiyor lan. yani zaten değişik olayların, farklı kafaların yaşandığı bir senaryo, belli.

    --- --- spoilception --- ---

    işte bu senaryo ile ilgili birkaç yer ararken, zaman çizelgesi şeklinde özet geçildiği bir şema gördüm ve ben de onu türkçe olarak kendim yeniden düzenledim dün. filmin tamamının anlaşılması adına göz gezdirilmesi gereken güzel bir kaynak bence. (küçük kelime hataları içerebilir)
    http://i.imgur.com/p2j5oxs.jpg

    --- --- spoilception --- ---

    son olarak insan evladının yıllardır suyun mevcut olduğu bir gezegen arama derdine, adeta "derdini sikeyim" dercesine baştan aşağı su dolu bir troll gezegendeki o devasa dalganın olduğu sahne ile beraber en etkileyicisi cooper'in boyutta level atladığı yani tesseract'ın içinde beşinci boyuttan dünyanın görselleştirilmesi sahnesi idi bana göre. uzun zamandan beri var olan ve evrensel bir geyiğe dönüşmüş "ölürken hayatın gözlerinin önünden film şeridi gibi geçmesi" olayı da belki de aslında zamandan sıyrılmış zihnin boyut atlamasıdır tıpkı cooper'in yaşadıkları ve gördükleri gibi. hal böyle olunca, ey ruh geldiysen üç kere vur ile cooper'ın varlığını belli ettirmek için mors harflerini kullanması da aslında aynı düzlemde yer alıyor sanırım.

    --- spoiler ---

    yorumumu bitirirken daha önce de değinildiği gibi bir film için en hayati öğelerinden olan müziğin yani soundtrackların hans zimmer sayesinde belki filmin kendisinde daha başarılı, hele içinde saat tiktakının olduğu kısımların insanı tek başına düşlere götürmede yeterli olduğunu ekleyip bir sonraki nolanlar prodüksiyonun sinema filmi yorumuna kadar görüşmek üzere diyorum. buraya kadar okuyanlara da ayrıca teşekkür ediyorum.
hesabın var mı? giriş yap