• ben sabahları yapıyorum bunu uyandıktan sonra yatakta yorgana sarılma keyfi yaparken.
    türlü çeşidini düşünüyorum.

    yüksekten atlamak misal. ben uçurum kenarında oturan adam fotusu gördüğümde dizlerim boşalıyo endişeden. azğıma metal tadı geliyo yeminlen. boğaz köprüsüne çıksam intihardan önce şırıl şırıl işerim sanki altıma. istemeden yorganı sıkarım bunu düşündükçe.

    sonra bu luzır filmlerdeki, pastel renkli kıyafetlere bürünüp, perfect day açıp vermidon, optalidon, benical ne varsa içme sahnesi. hem mide bulantısı, baş dönmesi gibi konforsuz hislerle sağa sola kusa kusa bokunun içinde öldün hem de hem de şarkı bitip winamp shuffledaysa a be kaynana çalarken cesedin bulundu. namazı kılınmaz lan o adamın.
    gerçi hard diskinde a be kaynana olan adam da öle elit intihar etmez. etmemesi lazım.

    en komiği de şey. yine filmlerde olur ya (tabi filmlerde olucak sanki yüzlerce intihara tanık olduk) yavaş yavaş denize yürüyüp boğulurlar. türk filmlerinde de tecavüze uğrayan kızlar yapar bunu.
    olm bu ne lamelik, bu ne şovenistlik. ne o mağrur mağrur poker facele denize yürümek. foseydonsun sanki. nypmhe ler karşılıcak sanki cenazeni. süngerbobla patrick taşıcak sanki tabutunu. rezil herif.

    ya öyle taksimin yarısı benim gibi yürürken ayağna yumuşak bişe değse nolcak? anayskim vatoza bastım lan diye köpüklü köpüklü yüzerek kaçar lan insan.

    bilek kesme geyiği. bi de bileni atlar hemen. "aaa şekerim enine değil dikine kesiceksin bileği, oluk oluk akıyo o zaman." sanki jülyen havuç doğruyo pezevenk. fajita mı yapıyoruz olm. canıma kastetmişim burda, bitirmişim, mantığa oturtmuşum artık, sürmene bıçağı var elimde. ne biçim keser biliyo musun.
    o da konforsuz. bi yeri kesilince insanın ne biçim yanıyo. bi de derin derin bilek kesicen üf üf yandı la yandı diyerek. ya yarısını kesip de götün sıkmadı vazgeçtin. başarısız gibi acile koşucan.

    gerçi sonradan depresifliğin ekmeğini yemek var bu yöntemde. yıllar sonra yazdığın kıza anlatırsın yara izi görünende.

    "evet meral ben intihar etmiştim kendimi bi keresinde. hayat çok kötü, insanların çirkinliğine maskelerine dayanamadım intihar ettim. ama tanrı beni ceza olarak bu pisliğin içine mahkum etti. öpsene az geçsin :/"

    allah belayın versin pis herif.

    en güzeli ateşli silah yine. sıkıntısı yok. bir bach açıcan winamptan ama shuffle a dikkat. tek şarkı repeate al ki şanın yürüsün. 1001 olur 1004 olur bachtan. kemanlı hali mümkünse. seni bulduklarında "oy ne acıklı melodi çok üzülmüş çocuk zaar" desinler.

    aynanın karşısına geç. bi de sağlam bi emanet olmalı. kırıkkale falan değil. 9 mm den büyük mermili. kafanı karpuz gibi patlatsın yani. heh geç aynanın karşısına. emaneti kafanın arkasına daya ki beynin menemen gibi aynaya yapıştığında çok küçük bir an dahi olsa o sahneyi gör. ana fikir bu zate. o görme anı.
    heh yürü şimdi ışığa doğru.

    intihar etmeyin ama intihar kötü bişe. düşünün sahneleri, filmini falan çekin, roman yazın, tivitini atın ne bilim. snrm intihr edcm diye status güncelleyin. alın ilgiyi. götü sıkmayan ordan ekmek yesin.

    menemen diyince de acıktım ha. soğanlı yumurta yapim de yiyim.
  • hayatımda anlam veremediğim tek düşünce olduğunu sanırdım intiharı düşünmenin. intihar yüzünden hayatımda 2 kişi kaybettim ki açıkçası sadece tek bi tanesi benim için önemliydi. (bkz: #25682483) bilmiyorum önceden bunu planlamış mıydı yoksa bi an içerisinde mi oldu, aklına geldi de eyleme döktü bu düşünceyi. ama sonrasında bile asla hak vermedim bunu düşleyen, yapanlara. çok da katı davrandım. suçladım hep bu düşüncelerini dile getirdiklerinde. hayat bi kere yaşanır, ölümünü düşüneceğine paçayı nasıl kurtaracağını düşün dedim hep "çok derdim var, sıkıntıdayım, yaşamak istemiyorum" diyenlere. şu an hepsinden özür diliyorum. herkesin bunu düşüneceği bir sınırı varmış gerçekten de.
  • intiharın en çok acıtan yanı sevdiklerini üzmek olsa gerek. hayallerine ulaşması imkansız olanı, her daim önünde engeller olanı, daima hayattan kaçma peşinde olanı başka bir şey üzemez, yıpratamaz sanırım. o güzel insanların gözlerinden akan yaşın ağırlığı kadar olamaz herhalde hiç bir ölümün ağırlığı.
  • intihar edenleri anlamaya başlamanızı hissetmenizle başlar... her ne kadar hayat dolu olursanız olun, bi yerden sonra enerjiniz tükenir. bütün çabalarınıza rağmen hiç bir şeyin yolunda gitmemesi, ya da kendi ihmalkarlıklarınız yüzünden saçma sapan şeyler olması artık pes dedirtir, tabi anca teoride... intihat etmek cesaret mi ister yoksa tükenmişlik mi yoksa bencillik mi tam olarak çözebilmiş değilim. yani şimdi yok olsam bütün sorunlar kendiliğinden çözülmüş olmaz mı, bence olur, ama bende o göt var mı, yok.

    intiharı düşünmenin en acı kısmı, şu anki halinizle bundan 5-10 sene önceki halinizi kıyaslamak ve o süreçte her geçen gün kendinizden bi parçayı, benliğinizi oluşturan parçaların teker teker kaybolduğunu, yitip gittiğini görmek...

    yıllar sonra gelen edit : entry oylanınca tekrar açıp okudum bir sosyal sorumluluk olarak editlemem gerektiğini düşündüm. manyak mısınız lan, intiharı düşünmeyin! gerek yok her şey geçiyor, geçer...

    kötü hissedince depresyondayken hep her şeyin kötü tarafını görürüz, normal, ama olay bittikten sonra o olaylar yaşadığınız kocaman hayatta o kadar minik kalıyor ki. şu anda stresim çok olsa da moralim yüksek olduğu için böyle diyor olabilirim, bir sonraki intiharı düşünmemde bu edite bakıp "çüş hıyar gibi yazmışım" diyebilirim... o hakkımı saklı tutarak devam ediyorum...

    demişim ya "benliğinizi oluşturan parçaların teker teker kaybolduğunu, yitip gittiğini görmek..." aslında o parçalar yitip gitmemiştir, özü oradadır, geçirdiğiniz zor sürece adapte olmak için hafiften form değişmiştir. o süreç atlatılınca varlığını evrilmiş olarak sürdürecektir. olabilir yani, ne olamaz mı ?

    illa "sana ne lan düşünüyorum" derseniz, dertleşecek yazar veri tabanına yazmıyor olsam da çekinmeyin, mesaj atın çok pis dertleşirim.
  • hayatın sınır çizgisinde, son kontrol noktasıdır.

    şimdi adını hatırlayamadığım bir kitapta "asıl zor olan intihar etmek değil, buna karar verip her gün inadına yaşamaktı" diyordu.

    bense şu şekilde düşünüyorum. "asıl zor olan intihar etmek değil, buna karar verip yapacak cesareti bulamamaktı."
  • annem uzulur diye…
  • en başlarda çok fazla düşünüyordum. önümdeki direğe kendimi asmak, pencereden aşağı allah ne verdiyse atlamak, ne bileyim gazı açıp ölümü beklemek, hiçbir şey olmazsa bile sigara içerek yavaş yavaş kendimi öldürmek falan filan... kendimin kaç kere cinayetine azmettim allah bilir, sayısız kere hiç mutlu olmadığımı, hiçbir şeyin beni mutlu etmeyeceğini düşür dururdum. şimdi, geçmişteki benin o düşüncelerine bakıyorum da, çok haklıymış, hiç mutlu olmadım, bundan sonra da olacağımı zannetmiyorum. ama kabullendim, güler gibi yapmak mesela eskisi kadar koymuyor bana ya da mutluymuşum gibi gözümden ışık saçmalar filan evin kapısındaki çöp kutusuna üç günlük sineklenmiş muz kabuklarını atmak kadar olağan geliyor. alıştım ya da kabullendim bilmiyorum, ama intihar etme düşüncesi bile artık çok da kurtuluşa varma, yok olarak yitip gitme, sonsuzlukta pipo tüttürmek gibi anlamlara gelmemeye başladı. intihar edeceğim, ettikten sonra karanlıkta şöyle kleopatra gibi uzanıp, sağ elimi boynuma destek yapıp pipo tüttürmeyeceksem sikerim öyle yok olmayı diyorum kendi kendime hatta.

    neyse. intiharı düşünme hali, bir süre daha kendi cinayetimi tasarlama şeklinde devam ettiyse de, yavaş yavaş kendimi oyalayacak şeyler bulmaya başladım. önce şarkı dinledim, sonra bir kaç belgesel izlemeye başladım. sonuçta, ben “bak şu komşunun oğlu falanca puanla takdir almış, sen ise filanca puanla almışsın,” sözleriyle büyütülmüş bir attım. evet, yarış atıydım, başarılı olmam lazımdı, karşılaştırmalarda falanca benim filanca ise her kimin olursa olsundu. (bkz: anam sağolsun) belgesellerde acıları kendiminkiyle kıyaslamaya başladım. benim içimdeki fırtınanın acısı dertlerden, mutsuzluktan, hiçlikten, gayesizlikten gelirken bazılarının acısı öldürülmekten, ailesinden birinin öldürülmesinden geliyordu. benim acım acı değildi onların yanında, benimki afedersiniz götüme soktuğum dildoyu çıkarmaya üşenmek gibiydi. o süreçte, kendimi aşağılık bir şımarık olarak algıladım, maymun iştahlı dedim kendime defalarca, aşağıladıkça aşağıladım her şeyimi. hoş kime derdimi anlatsam, iyi hissetmiyorum desem, böyle böyle oluyor desem, “seninki de maymun iştahlılık” diyordu. “yediğin önünde yemediğin arkanda” cümlesini şamar gibi yapıştırıyordu. “normalini buldun da kıllısını arıyorsun,” diyordu da diyordu. aldım o cümleleri, bir bir o dönem kendime söyledim. nasıl bir büyük bir acı yarabbi! düşünüyorum da “intihar etmeyi” düşünürken, bir anda kendimi intihar etmeye bile değmeyecek kadar aşağılık, şımarık görüyordum. yine çıkış değildi bu, olmadı, vazgeçtim bu işten de yaklaşık bir yıl sonra. fark ettim ki acı kıyaslamak, karne notu kıyaslamaktan farklıymış.

    sonra dine kitaba sardım, hadis ezberlemeye, tefsirler okumaya, ayetler üzerinde tartışılan meclislere girdim. allah var çok iyi hissettirdi başlarda. namaz kılmak, dua etmek, bir şeyi senden daha kudretli olana söylemek, ondan yardım dilemek, istemek ve en önemlisi de ona iletilen sorunların çözüleceğinden emin olmak çok rahatlattı beni. arapça öğrenmeye başladım, bir yandan mühendislik okuyorum bir yandan da arapça öğreniyordum. tam anlamıyla öğrenemedim, yarım bıraktım, ama bir müddet sonra arabî alfabede yazar, okur hale geldim. ama ilk baştaki ayetler/hadisler tartışılan meclisler gün geçtikçe beni içlerinde eritmeye başladı. önceleri “allah kuluna inayet verir, o affedicidir, rahmandır, rahimdir,” sözleriyle başlayan meclis, bir anda döndü dolaştı, “bunu yaparsan şöyle olur, şöyle dersen böyle yanarsın, biz hepimiz günahkârız, bizler hep kendimize zulmediyoruz,” vesaire şeklinde ilerlemeye başladı. en sonunda da “kimsenin son andaki imanı bilinmez,” tehditleriyle ne yapıyorsan daha çok yapman gerektiği tembihlenir oldu. 300 mü allah diyorsun. bu hafta 800, önümüzdeki hafta 1500 yapacaksın. e, okul? mühendislik? onlar dünyevi şeyler. komm zu allah. bu sefer intiharı düşünen o oğlan, anksiyete sahibi oldu. affedilemeyeceğim. önünde sonunda cehennemliğim dedi durdu. eyüp sultanlarda sabahladı, ağzı kurudu, yok ağa, affedilemeyeceğim ben, günahkârım da, geçen de bir şişe bira içmek zorunda kalmıştım üniversiteden arkadaşlarla, allah belamı versin. saydırıyorum da saydırıyorum kendime. eh, kıvrak zekalı bir çocuğum, bu sefer de kendime beddua etmeye başladım: “allah’ım canımı al, daha fazla günah işlemeden canımı al,” dedim durdum. neden? intihar günah. ama dua ile allah canımı alırsa, o günah olmaz, tertemiz toplanır giderim buralardan. “iman eksikliğinden intihar etti,” de dedirtmem kendime arkamdan, öte taraftan nah çekerim diyenlere. almadı iyi mi... yaklaşık iki yıl böyle dua ettim her gece. almadı arkadaşlar. ben de küstüm tabii. tamam dedim döndüm başa.

    bir kaç şey daha oldu olmasına ama detaylandıracak değilim daha fazla. zaten canım da bir sıkkın. en neticede, dedim ki kendime, bak oğlan çocuğu, yedi milyar insan yaşıyor bi’ şekilde, senin psikolojin afedersin yarraa tutmuş doğduğundan beri, kalk bir psikiyatriye git. anlat dur derdini, bi’ ilaç versin rahatla. gittim. takma tırnaklı, sarkık memeli, pörtlek gözlü, sezen aksu dudaklı bir doktorun oturdum önüne. bakınız sayın hocam dedim titrek anadolu ağzıyla. ben ölmek istiyorum. şöyle böyle, öyle böyle. yarım saat dinledi, yazdı reçeteyi, gönderdi beni. hani diyor ya orhan pamuk abimiz, “bir kitap okudum hayatım değişti.” yok ağa, 1000’e yakın irili ufaklı kitap okudum. bir bok değişmedi. ama o sarkık memeli doktorumun verdiği ilaç ile her şey değişti. önce gözlerimin önündeki o karartı gitti. renkleri gördüm. inanabiliyor musunuz? hayatım boyunca ilk defa gökyüzünün masmavi olduğunu, bulutların bembeyaz olduğunu, dudakların kâh kıpkırmızı kâh soluk pembe olduğunu, ağaçların yemyeşil gördüm. her gün kıyısından geçtiğim istanbul boğazına atlamayı değil de ne kadar mavi olduğunu düşündüm. lan, renklerin üzerindeki o siyah perde kalktı, ortalık güneşli günde aydınlandı. mutlu mutsuz durumu değil bu, renkleri görme durumu, inanılmazdı.

    sonra hep stabil devam etti. ta ki bugüne kadar. bugün yine kendime beddua etmeye başladım. işin kötüsü anama babama da söylüyorum artık, “ölürsem bir gün, üzülmeyin, mutsuzdu zaten” deyin diyorum. nah üzülmezler. kafaya bak*.

    neyse. bağlayacağım nokta şurası: “intihar etmek” veya “intiharı düşünmek” bazı yarrak ağızlıların söylediği gibi “imansızlık belirtisi” yahut “şımarıklık” yahut diğer akla gelen “basitleştirilmiş” bir neden değil. sen intiharı düşünmüyorsan, ne mutlu sana, siktir git yaşa ötede, düşüneni de dışlayan, onu hakir gören, aşağılık gibi hissettiren akıllarını, cümlelerini mümkünse götüne sok. insan dediğin yaratık, senin basit bir kelimeyle anlayabileceğin ya da tanımlayacağın bir mefhum değil. insan, kendi içinde kavga eden, kendi kendine kendi kuyusunu kazabilen, bence dünyanın en gereksiz, en bencil, en en en en bir türdür. yani karışık bir yapıdır. senin namazdan sonra ya da burnunu karıştırdıktan sonra sol elinde çükünü kurcalayıp sağ elinde yazmaya çalıştığın tavsiyelerden daha fazlasıdır.

    şimdi intiharı düşünen arkadaş, ne çektiğini biliyorum. bence biraz daha yaşa, ne olacak bi’ bak. olmuyorsa da devamını düşün, bir doktorla konuş, yine de olmuyorsa, allah o olmayanların belasını versin.
  • her gece uyumak ve hayatına son vermek arasında kalıp her seferinde uyumayı seçiyorsanız, artık intiharı düşünmekten vazgeçmek zorundasınız. insanın içini yorar, enerjisini emer, büzüştürüp yatağa bırakır. yapmayacaksanız vazgeçin ve yaşamı çekilir kılabilecek bir şeylere odaklanın. üretebilecek bir şeyler bulun, yapamıyorsanız üretilmiş olan şeyler içinde arayışa geçin. başka yol yok.
  • "çıkarlarımız olmasa kimse iyi, içgüdülerimiz olmasa kimse kötü olmazdı diye fısıldadı şeytan. üstelik iyiler... can sıkarlar."

    her ne kadar; yapacak hiçbir şey yok sözü canımızı sıksa da, boş boş bakmaktan kendimizi alamıyoruz hayata. "varlıklarına son vermeyi bizden daha önce hakeden o kadar çok insan var ki" diye düşünüyoruz. yalan. maneviyi bilmem ama maddi problemler olmasa kısa vadede böyle bir düşünce uğramazdı akşam vakitlerimize. sonuçta bizden çok daha deneyimli atalarımız vardı. güneş battıktan sonra olumsuz düşüncelerden mümkün mertebe uzak kalmamızı öğütlüyorlardı ve "gündüz beyazdır, geceyse boyalı" diyerek olabildiğince kısa ifadelerle ışık tutuyorlardı bahtsız bünyelerimize. babasının; "bunu o kadar büyütmemelisin evlat, bütün ebeveynler yalan söyler" savunmasına; "ama beni yalnızca senin söylediğin yalanlar üzüyor baba" diyen ufaklık ince bir metaforla tercüman olabilir belki de hislerimize.*

    diyeceğim o'dur ki; karbonmonoksit zehirlenmesinin diğer adının sessiz katil olduğunu bilen her kayıp ruh, denk gelecektir bu konuya. kurtarıcımızsa dört kutsal dize;

    "dünya dediğin bir bakışımızdır bizim,
    ceyhun nehri kanlı göz yaşımızdır bizim.
    cehennem boşuna dert çektiğimiz günler,
    cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim."

    şerefe.
  • bazen insanlara lafta gibi geliyor. bakın türkiye sınırları içerisinde merkezler kursalar, hayatından vazgeçme özgürlüğü verseler ve insanlara ve bu merkezlerde gazla uyuyarak acısız ölüm imkanı sağlasınlar rekor ölüm olur. ben koşarak salise tereddüt etmeden giderim. intihar fikri zor değil yöntemleri zor.
hesabın var mı? giriş yap