• hemen her kitabını okumuş paul auster sever olarak, keyifle okuduğum bir roman oldu. yine gizem, beklenmeyen çıkışlar, gerilim, sürprizler, iyi bir kurgu, girift bağlantılar, sürükleyici bir tarz, karşımdaymış gibi canlı duran karakterler, gerçekle kurgunun sürekli yer değiştirmesi...

    buraya kadar tamam. imla ve yazımla ilgili hatalara da neyse diyelim. ama güzel başlayıp şahane sürdürürken, giriş ve gelişmede beklentiye tavan yaptırdığını ve küt diye bitirdiğini düşündüm. sonunu acele bağlamış sanki. ya da öylece bırakıp kaçmış, çok havada. auster'ın da w gibi kafası karışmış sanırım.

    kitap new york üçlemesi, brooklyn çılgınlıkları, yanılsamalar kitabı, ay sarayı ayarındaydı son kısma kadar... ama bölümlerin deneyselliği, sonda tıkanmış. son hızla giderken, görünmez bir el kapatma düğmesine basmış gibi...
  • üzerinden yazarına çıkışası olduğumun görünmeyeni...

    siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz bay auster ha?
    biz burada arkadaşlar, kendi aramızda bir kitabı ben diliyle mi, o diliyle mi yazmanın daha zor olduğuna kafa yorup, kendimizi pek bir önemserken, tutup, bölüm bölüm romanı "ben", "sen", "o", dilleri ile yazaraktan?
    alay mı ediyorsunuz bay auster bizlen, üç gramlık kurguyu, şurdan şuraya taşıyamazken, kurgulara burgular kataraktan? çıkmaz sokaklardan tuhaf kaçışlar bularaktan?
    biz yırtarken kendimizi bir hikayede son mu, trajik unsur mudur önemli olan diye, aynı hikayeye bir kaç son yazıp, bir kaç trajedi tırmandırıp, hikayeyi sonlandırmadan bırakırken, ne biçim alay etmiş oluyorsunuz bizle yine?
    bay auster,
    olmuyor. yazar olarak geldiğiniz noktada biz gençlerin hevesini kırıyorsunuz. onbeş yaşında beyaz bir kız basketbol sahasında michael jordan'la maç yapsa kendisini nasıl hissederse öyle hissettiriyorsunuz.
    o ne biçim top sürmedir, o nasıl smaçtır, o ne biçim kıvraklıktır, onlar nasıl sıçramalar, ne tuhaf reverseler, o ne hain bir çevikliktir. bay auster,
    hayranlığım öfkeye varıyor. kıskançlığım tarifsiz.
    siz ne yaptığınızı biliyor musunuz bilmem ama ben sizi hiç çekinmeden roman türünün michael jordan'ı ilan etmek zorundayım. lanet olsun bay auster, lanet olsun o ne biçim yetenektir bay auster!!!!ben bu basket topunu bir daha elime nasıl alırım hain bay auster!korkunç bay auster! biz ucundan kıyısından bir tabuya zor dokunurken ensesti bile zerre rahatsızlık uyandırmadan anlatmak nedir, yeter ağlayacağım bay auster!
  • kurgusu güzel olan paul auster romanı. hikayesi için de söyleyebileceğim tek bir şey var: tuhaf.

    sanki yarım kalmış gibi, üzerinde biraz daha çalışılsa bir klasik ne bileyim yüzyıla damgasını vurabilecek bir şaheserken neden bu kadar sade tuttu kısa bıraktı anlayamadım. nitekim hikayeyi cecile'in ağzından dinlediğimiz kadar gwyn ve margot'nun ağzından da dinleyebilsek hoş olurdu.
  • kıvamında bir paul auster romanı.

    "o, senin bu dünyanın tahmin edemeyeceği kadar iyi biri olduğuna, bu yüzden de dünyanın seni ezip geçeceğine inanıyor."
  • "ben, sen, o" numarası dışında yeni ya da değişik bir şey olmayan roman.

    akıcı olmasına akıcı ama bu amerikalıların (yazarından tut sokaktaki insanına) araya dereye devamlı 9/11 travması sokusturmasından bıkmış durumdayım. dünyaya yaşattıkları travmaların farkında olmayıp ota boka bunu serpmeleri beni sinir ediyor.
  • ilk yarısını bir çırpıda okudum, ki zaten paul auster bence biraz böyle okunuyor. kişilerin ruh hallerini tanıdığınızmış gibi hissetmenizi sağlayacak kadar aktarabilmesi, akıcı dili, şaşırtan ve bir türlü 'hah tamam şöyle gelişir bu mevzu' diyemediğiniz kurgusu, en acayibi ve ayıbı herhangi birşeymiş gibi aktarmasıyla sevdim ben bu kitabı.
    ama doğruya doğru ikinci yarı biraz daha ağır aksak ilerledim. çok tanımlayamasam da birşeyden rahatsız oldum, ya da birşey beni uzaklaştırdı kitaptan. sanırım kurgunun biraz zorlama olmaya başladığını hissettim. ama sevdim.
  • yarılarına gelmeme rağmen "new york üçlemesi ile boy ölçüşecek bir postmodern metin" yakıştırmalarına hak veremediğim roman. kuruluş olarak metinlerarasılık meselesine çok kafa yorulmamış, buna ihtiyaçta pek duyulmamış gibi geldi bana. bu konuda çok daha sıkı düşünülmüş auster romanları var. "ilk günlerdeki izleklere geri dönüyor vs." söylemleri bende daha deneysel bir şeyle karşılaşacağım duygusunu uyandırmıştı. ama kötü değil, sevdim.

    edit: romanları bitirmeden fikir beyan etmemek gerekiyormuş. kurgu sağlam. metafiction çabası iyi sonuçlar vermiş, salt kurgunun kendisi incelenmeye değer. yazın-gerçek hayat ilintisini öne çıkaran, metne bu ilintiyi de dahil eden bir kurgu. (hala romanı bitirmiş değilim)
  • esasen üç-dört saatte sıkılmadan okunabilecek ancak şahsım tarafından kısa metro yolculuğunda, metro merdivenlerinde okunduğundan bir haftadır elimde olan kitap... ayrıca çantamda git gel, elli kez el değiştirip okunmuş gibi eskidi... ama çok az kaldı bitti bitecek...

    kitap, anlatıcı dili nedeniyle birkaç farklı kitabı aynı anda okuyormuşsunuz hissini veriyor size... kitap değil tabi paul amca veriyor o hissi... kurgusu çok bi hoşuma gitti, inandırıcı ve akıcı bir dili var yazarımızın...

    ve bir not: en çok sayfayı sanayi mahallesi/itü durakları arasında okuyorum... malum gayet uzun sürüyor... ve yine bu duraklar arasında bir iki defa kitabı bırakıp özellikle ensestle ilgili derin düşüncelere daldım...
  • okurken chuck-ellie ilişkisini hatırlattı bana bu kitap. hatta bi' ara kitaptaki abla-kardeşi, chuck-ellie olarak canlandırmıştım zihnimde istemsiz bi şekilde. ve hatta şu an kitaptaki ve chuck'taki olaylar beynimde harmanlanmış efil efil geziyor.

    edit:elim değmişken kitabı nasıl bulduğumu da söyleyim, önceki auster kitaplarının yanından bile geçemez. olmadı paul'cuğum.
  • türkiye'de, 5 ocak 2010 'da 'görünmeyen' ismiyle çıkacak yeni paul auster romanı.
hesabın var mı? giriş yap