• filme ismini verirken yönetmenin akıl tutulmasına yakalanmış olduğunu düşündüren film. aslında filmin ismi anamın çorbası olmalıydı.
  • saldıray abi üstadımızın "yemyeşil kırlarda neşe içinde sevişeceğin günler yakındır züleyha" ifadesini fiiliyata döken film.
  • aşkın sadece animalist seks olarak tasvir edildiği, bu aşkın da ölüm karşısında haksız yere yüceltilmesi dışında çok da rahatsız etmeyen, emma'nın ceren antonio'nunsa fikret'i oynadığı filmdir.

    (bkz: mustafa hakkında herşey)
  • filmin, digerlerinden farkli kilan en güzel özelligi, izleyiciye gercekten izleyici, gözlemci hissi vermesi.

    --- spoiler ---
    bir ailenin hayatina bir yerden daliyorsunuz ve size filmin basinda konu hakkinda gerekli tüm veriler verilmiyor, aksine filmin devaminda bircok seyi ögreniyorsunuz. örnegin basroldeki tilda swinton'un italyan olmadigini farkediyorsunuz ancak rus oldugunu filmin yarisina yaklasirken ögreniyorsunuz. yine ayni sekilde filmin basinda bahsi gecen ogul ile asci arasindaki yarisin ne yarisi oldugu detayi gözümüze sokulmuyor, bilakis konu öylece birakiliyor.
    --- spoiler ---

    özetle film izleyiciye sunulmuyor, sergilenmiyor. izleyici izliyor, gözlemliyor.
  • insana sinematografi orgazmı yaşatan film. uykuyla uyanıklık arasındaki his gibi, buğulanan, netleşen, küçük ayrıntılarda gezinen harika bir görselliği var. özellikle bu küçük ayrıntılara dikkat ettiğinizde filmin içindeymişsiniz hissi uyanıyor. betta aileye çektiği fotoğrafı göstermek için paketinden çıkardıktan sonra görüntü paket kurdelasını alıp eline hızlı hızlı dolayan emmaya odaklanıyor mesela. o masada oturuyormuşsunuz da bi an gözünüz o ele kaymış gibi.
    ve tilda swinton dünyalı olmayan güzelliği, hali tavrıyla filmin görselliğini başka bir boyuta taşıyor. filmle beraber ondaki küçük ayrıntılara, değişimlere, durgunluklara da dikkat etmeye başlıyorsunuz. yanında ingilizce konuşulurkenki yabancılaşmışlık ve dışlanmışlık ifadesi gibi anlık ama etkileyici mimiklerle tüm film boyunca arz-ı endam eyliyor. filmle bir bütün oluyor, onun içinde eriyip gözde harika bir tat bırakıyor. özellikle gecenin bi yarısı izlenmeli bu film. izleyip uyuyacaksın ki o tat kalıcı olsun.
  • --- spoiler ---
    çok güzel manzaralar, çok güzel evler, çok güçlü bir müzik ama konu çok klasik. bir italyan ailesi toplanıp yemek yiyince hemen akla gelen kimin come out edecegi. bu sefer yemekten sonra cıkıyor meydana ama yinede bir escinsellik ogesi var filmde. ana konu ise aldatma üzerine. evin kadını oğlunun arkadasına asık olur, ogul ogrenir ve salak sacma bi kazayla olur. sonrada evin kadını ben baskasını seviyorum der, valizini toplar ve evi terk eder. bütün bunlr oğlunun öldüğü gün olur biter. insansın bırak oğlu 15 senelik köpeği ölse yinede aynı gün evi terk edemezsin. sonrada yazılarda kadını sevgilisiyle mutlu sevisirken göstermek daha da sacmaydı. seyredilmezse bisey kacırılmayacak film!

    --- spoiler ---
  • rus bir kadının italyan bir erkekle evlenerek, adını bile unutacak kadar yeni hayatına ayak uydurmasının ardından, adını unutturan hayatının kurallarla bezenmiş eskiliğinden sıyrılıp, ayak uyduracağı ikinci yeni hayatının başlangıç öyküsünü anlatıyor film. ve tabi aşkın devrimci yanını. yavaş yavaş anlatıyor diye düşünürsem sıkıldığımı, usul usul anlatıyor diye düşünürsem beğendimi söylerim. sanatsal bakış burada devreye giriyor olabilir. ben ikisini de söyleyen biri olduğuma göre o bakış bende yok galiba. bir yandan da bizim köydeki hikayeleri düşünüyorum, kendisinden yaşlı biriyle evlendirilen kadının sevdiği adamla köy yerindeki yasak ilişkisini, onlar ahırda sevişirken tepişen inekleri, bu hikayenin köylüler ve köylü hayatlarını entelektüel bakışlarıyla kesen şehirliler tarafından anlatılırken kullanılan estetize olmaktan uzak pornografik dili düşünüyorum. emma ile gülbahar arasında, kendilerine yönelen bakışlar dışında bir fark göremiyorum. hangi öykü, hangi anlatım gerçek düşünün istiyorum. gerçeğe ulaşın diye değil. filmi izleyip "eeee, yani" diyin diye, köydeki öyküyü dinleyip aynı bu filmdeki gibi anlatın diye.
  • ellilerde douglas sirk'ün yaptığı, sonrasında fassbinder'ın müthiş modernize ettiği malum trajedilerin son dönem başarılı örneklerinden. style over substance yönetim izleyeni kekreyebilir; ancak shallow focus'ların daralttığı, bir kavanozun içinde kalmış böceğe bakarcasına konumlanmış üst açılardan başka, bu 'sıkışma' hikayesi görsel olarak daha stilize nasıl anlatılır bilmiyorum.

    bu tarz hikayelerde elbise önemlidir. film boyunca tilda swinton'ı giydiren ve soyan insanlar var; giyinirken hep bir acele içinde, ancak soyunurken adeta bir ritüel zuhur ediyor, şefle kadının ilk seviştiği sahneyi aklınıza getirin. zaten filmin sonunda da unutulmuş, bastırılmış yemek tarifleri su yüzüne çıkıyor. ve kocası kadını terk ederken ceketini üzerinden alıyor, onu kuş gibi serbest de bırakmış oluyor.

    ayrıca filmin ahlaki tarafı kafa kurcalayıcı olabilir. ancak yaşadığımız dünyada da aldatan kadının, erkeklerin aksine, cezası eksiksiz bir görev bilinciyle kesildiğinden o trajik son çok da abes durmuyor. kaldı ki film boyunca çiftin buluşması, sevişmesi hiçbir zaman suç teşekkülü şeklinde yansıtılmıyor, bilakis sadece birbirini isteyen (sevişme sahnelerinde bolca vurgulandığı üzere) iki 'et' parçasının birleşmesini görüyoruz. elbette hitchcockesk gerilim numaraları mevcut, ancak bunlar hikayeye yön vermekten öte kathartik numaralar olarak gözüküyor.

    onun ötesinde zaten tilda swinton nefis oyunculuğunun yanında iyi de bir müzik kullanımı var bence, olmadı o nefis vertigo göndermesi için bile izlenir.
  • --- spoiler ---

    filmin bir keyword’ü var, kayınvalide söylüyor başlarda bir yerde: “evlilik, lotodaki 36 sayısı gibidir, gerçekleşmesi için fazlaca şans gerekir”.

    günümüzde “gönlümüzün istediğine varmak” aslında hala bir yanılsamadan ibaret; “evlilik çağına” geldiğimizde etrafımıza bakmaya başlıyor, ilk rastladığımızı “sevmeye çalışıyor” ve piyangoyu çekip imzayı atıyoruz. evlendiğimiz kişi aslında daha çok, kendisine eş ve aşık sıfatlarını giydirdiğimiz, evlenmek istediğimiz/gerektiği zamanda karşımıza çıkmış insandan fazlası değil.

    emma recchi, recchi ailesinin gelini olmaktan fazlası olamamış aslında, aile içindeki tek ayrıklığı rus olmasından kaynaklanmıyor: ailedeki bütün o şaşaya, asilliğe ve zenginliğe rağmen emma, oldukça mütevazı bir ev kadını; hediye paketinin ipi boşa çıktığında gayriihtiyari onu toplamak için parmaklarına dolayan, büyükbabanın doğum günü partisinde masada eğlenen değil de hizmetlileri ufak kaş göz işaretleriyle uyarıp durumu kontrol altında tutmaya çalışan ve fark edilirse en yakın arkadaşı kahya olan bir kadın.

    işte bu kadın, bir gün genç bir adama aşık oluyor.

    --- spoiler ---

    konu ne kadar klasik gibi görünse de, tekniği de bir o kadar farklı ve keyifli, bazen bilinç akışına kapılmış gibi hissediyorsunuz hatta. ve sizi bir şeye ikna etmeye çalışmıyor, bir şey anlatıyor, isterseniz alırsınız.
  • --- spoiler ---

    bettanın yediği macaronlar ladurée idi.evet gözümden kaçmadı.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap