• pelin esmer ve barış bıçakçı'nın şahane bir iş çıkardıkları enfes film. bu iki güzel insandan beklentim zaten yüksek olmasına rağmen, bu kadar güçlü bir eserle karşılaşacağımı tahmin etmemiştim. senaryosuna, üslubuna ve görüntülere bayıldım.

    --- spoiler ---

    en çok da detayları sevdim sanırım. yemekli vagonda geçen sahnelerden kahvehaneye, mezunlar yemeğinden cortazar'a kadar filmi bu kadar değerli kılan o kadar çok detay var ki...

    --- spoiler ---

    görüntülerin de çok büyük payı var. görüntü yönetmenliğini yapan gökhan tiryaki'nin en son sarmaşık'ta ne harikalar yarattığını izlemiştim. gündelik hayatı estetize etmek gerçekten çok zevkli bir iş ve adam bu işten çok keyif alıyor. sadece yönetmen ve senarist değil, kendisi de adeta şiir yazmış. başak köklükaya'nın da öyle duru, öyle hüzünlü bir oyunculuğu var ki daha iyi oynayamazmış herhalde, harikuladeydi.

    not: anadolu yakasında sadece bir sinemanın tek bir seansında (o da suare) gösterilmek üzere vizyona girdi. tüccar sanattan anlamaz, karlılıktır tek gayesi. daha çok bilet satacağı filme daha fazla koltuk ayırır, eyvallah. izleyici de işletmeciyi bu öngörüsünde haklı çıkarmış ki salonda toplam 9 kişiydik. mavi trenin bilet parası bile çıkmadı, sebepsiz bi mahcubiyet hissettim salondan çıkarken :)
  • yarın pelin esmer ve yiğit özşener ile birlikte büyülü fener'de izleyeceğimiz film.

    bir yapıt onu meydana getiren elden çıktığı andan itibaren onu algılayan zihinde şekillenir, anlam düzeyinde filmin sahibi artık kendisi değil, onu seyredendir. yönetmen hangi amaçla çektiğini söylerse söylesin, seyirci, filmin aslında başka bir şey anlattığını iddia edebilir. işte yönetmenin de katıldığı bir filmi izlemenin güzelliği burada yatıyor. onu yaratan ve algılayan zihinlerin bir arada bulunduğu enfes bir ortam.

    eskiden türkçe derslerinde "bu şiirde şair ne anlatmak istemiştir?" biçiminde saçma sorular sorulurdu, cevap en yalın haliyle "bilmem" olmalıdır. o şair o an orada değilse hele ölmüşse bu sorunun bir cevabı yoktur. doğru soru "bu şiir size ne hissettirdi ya da ne düşündürdü?" olmalıdır. yarın ise şair de şiir de, şiiri okuyan da orada olacak. elbette sorulacak sorular, konuşulacak çok şey olacak.

    oyun, 11'e 10 kala ve gözetleme kulesi ile başarılı işlere imza atan pelin esmer'in elinden çıkan bu filmi de sabırsızlıkla bekliyorum.
  • yukarıda da bir yazar da tam benim hissettiklerimi yazmış. filmi cidden de sadece izlemiyor, okuyorsunuz.

    barış bıçakçı'nın kaleminin değdiği o kadar güzel belli oluyor ki, sanki pelin esmer ile birlikte yazdığı yeni bir kitabıymış gibi. (tabii ki yönetmen pelin esmer'i kenara atmıyorum.) iyi ki birlikte çalışmışlar.

    öte yandan o mavi trenle 15 saat yolculuk yapmanın nasıl bir his olduğunu bilince daha farklı bir gözle izliyor insan. o anda, o trende yolculuk yapanlardan biriymiş gibi.

    ayrıca belirtmeden geçmemek lazım. başak köklükaya gerçekten muazzam kadın. filmin dokusuna, hüznüne o kadar güzel uymuş ki. hani onu çıkarsak filmden yerine kimi koyabiliriz, bilemedim. başkası bu kadar oturamazdı bu senaryoya.

    kesinlikle gidin, yetmez bir daha gidin.
  • bazı insanlar içinde bulundukları, çelişkilerle dolu nizama direnç gösterecek güce sahiptir. parçası olmaları onlar için önemsiz olduğu gibi, imkanları dahilinde, tıpkı kendileri gibi hissettikleriyle dayatılanların çatışmasında ezilenlerin hayatını kolaylaştırmayı da şiar edinmişlerdir.

    işte bu film de insani gerçekleri önemsemeden baskıyla hükmeden düzene karşı şairane bir protestodur *.

    --- spoiler ---

    hipokrat yeminli bir doktor, bir adamın ölüm iksirini hazırlar; güvendiği bir hemşire, bu zor görevi üstlenir; yasama temsilcilerinden hazzetmeyen bir adalet neferi de onlara yardım ve yataklık eder. çünkü bilirler ki ipe sürülecek aklı olmayan parlamenterler, insani gerçeklere ayak uyduramayan yasalarıyla, hiçbir derde derman olamazlar. hatta bir şarkıcı ya da dansöz gibi beyin kıvrımlarını zorlama gereği duymamışların bile, vicdanları doğrultusunda daha işe yarar kanunlar çıkarması muhtemeldir.

    izlerken sanki ölümcül kararı verecek olan bizmişiz gibi hırpalayarak sorgulatan konu için en doğru çözüm sona saklanmıştır. dostlar buluşmasında kamera masadakilere döndüğünde "yatana da zor, bakana da" diye düşündüren kısım, yavuz karakterinin güzelliği karşısında "böyle bir adam ölmemeli!" diyen iç sesi bile susturur. ama film icabı mevzu, çözüm olarak aklımızdan geçen ötenazi hakkıyla sınırlı görünse de tespitten tümevarımla genelleme yapılabilir: hiçbir yasa, insan ihtiyaçlarını baz alarak çözüm sunmaz.
    --- spoiler ---

    yakın zamanda hayal kırıklığının, tiksintiye yol açabileceğini yaşayarak öğrendim. gururla üstleneceğin, vasıtasıyla dünyayı daha iyisine dönüştürebileceğine inandığın, ne zaman ki içine girdiğinde çıkarcıların kontrolünde savrulduğunu fark edip kullanmaktan vazgeçtiğin bazı araçlar olur. mecburen amacına farklı bir araçla ulaşmayı denersin. tıpkı avukatlıkta umduğunu bulamayıp pasif anarşizmi benimsemiş leyla karakteri gibi.

    film bende mitolojik çağrışımlara da neden oldu. başından beri onlara yoldaşlık eden karga figürü, sanki şiir tanrısı apollon'dur ve özel insanlarından biri için, ona layık bir uğurlama tertiplemiştir. apollon, aynı zamanda tıbbın ve müziğin de tanrısıdır ve tüm neferlerini son kez yavuz'un hizmetine sunmuştur. hatta en uzağa ok fırlatabilen tanrı olma özelliğini de eklersek, saatlerce yol kateden hemşire de öldürücü oku ona ulaştırma fonksiyonu üstlenmiştir.

    bu benim ilk pelin esmer tecrübem. barış bıçakçı için de geçerli. dünyaya bakışlarını ve gördüklerini anlatma tarzlarını sevdim. en çok da bana düşündürdüklerini. umarım bursa'da da bir söyleşi gerçekleştirirler de kendilerini iyice tanımış oluruz.
  • son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden biri. bir barış bıçakçı öyküsü olarak da okunabilir, fakat senaryonun, hikayenin, karakterlerinin gücünün yanı sıra, yönetmenlikten de söz etmek gerekiyor.

    film o kadar iyi çekilmiş ki, izlerken bir yönetmen gözüyle duygulandım. birçok yerde filmin çok iyi olması dolayısıyla gözlerim doldu. nasıl bu kadar iyi çekilebilir, nasıl bu kadar harika fikirler bulunabilir diye diye izledim filmi.

    son zamanlarda izleyip de etkilendiğim sarmaşık ve kış uykusunun bile ilerisine koyuyorum şu anda filmi, ileride fikrim değişir mi bilmiyorum ama. çıkınca bir sigara yakıp 5 dk hiçbir şey yapmadan sigara içtiğim film uzun zamandır hatırlamıyorum.
  • dün beyoğlu sineması'nın yenilenmiş salonunda izlediğim ve son derece keyif aldığım film.

    bundan birkaç sene önce izmir mavi treni ile hem izmir'den ankara'ya, hem de ankara'dan izmir'e yolculuk yapmış biri olarak filmin tren yolculuğu sahneleri beni tekrardan o yolculuğa götürdü diyebilirim. filmi izlerken bu deneyimi yaşamış biri olarak olayın daha içinden bir gözle izledim filmi ve o duygunun gerek yönetmen gerekse oyuncular tarafından çok iyi yansıtıldığını söyleyebilirim. filmde ''leyla'' karakterinin şair olmasından da kaynaklı olarak çok sayıda şairane cümle vardı ve bu da filme bambaşka bir edebi hava katmış.

    oyunculuklara gelecek olursak ''zeki demirkubuz''un ''üçüncü sayfa'' ve ''itiraf'' adlı filmlerinde severek izlediğim ''başak köklükaya''yı uzun bir aradan sonra bir filmde izlemek gerçekten muhteşem bir deneyimdi. ayrıca ne yaptığını tam olarak bilmeyen ve adeta oradan oraya savrulan bir yaprağı andıran ''öykü karayel''in oyunculuğu da başarılıydı. hayattan beklentisi kalmayan bir yatalak hastayı canlandıran ''yiğit özşener'' de filme bir saat sonra dahil olmasına rağmen ''leyla'' ile girmiş olduğu güzel edebi sohbet ile kendini gösterdi ve o da başarılı bir oyunculuk deneyimi sundu bizlere.

    tüm bunların yanı sıra filmin görüntü yönetmeni ''gökhan tiryaki'' hakkında da birkaç kelam etmek istiyorum. filmde tren yolculuğu sırasında ''leyla''nın görüntüsünün trenin camına sık sık yansıması filme gerçekten bambaşka bir hava katmış ve karakterin yaşamış olduğu içsel duygusunu bize son derece güzel bir şekilde yansıtmış. tüm bunları değerlendirdiğimizde film beklentimin oldukça üstünde çıktı ve bana yaşamış olduğum bu tren yolculuğundan da olsa gerek benliğimde tam bir aidiyet duygusu yarattı.
  • uzun zamandır izlerken bu kadar keyif aldığım bir film hatırlamıyorum. okuyup bitirdiğimde tadı damağımda kalan bir öykü gibiydi. diyaloglar, karakterler o kadar güzel ve gerçekçi ki, ağlarken aynı anda gülebilmek gibi iki zıt duyguyu aynı anda yaşattı. şairin yaptığı gibi o anın akışına kapılıp zevk alarak izledim, sonunda bir şeyleri çözme isteğine ya da merak duygusuna ihtiyaç bile duymadan.
  • yarım bırakmış film, böyle tam doymadan sofradan kalkmış ya da derin nefes alamamış gibi.
    belki de yavuz'u daha çok tanımak istediğim için böyle hissettirdi. filmden sonra yavuz'la uzun uzun konuşmak istedim.

    bunların dışında diyaloglarında kayboldum, sahiden barış bıçakçı okumak gibiydi. izleyin.
  • evet bende de yarım kalmış bir his uyandırdı. devam etmeliydi diyorum ama nasıl devam etmesi gerekirdi tam olarak bilemiyorum. hani türk filmlerindeki mutlu sonla bitme olayına alıştık ya belki de o yüzden bekledim bi şeyler. ama yavuz'la biraz daha sohbet etmelerini isterdim. çünkü o üçlüden güzel muhabbetler çıkardı. yani barış bıçakçı güzel şeyler yazardı. biraz kadınlar hakkında, biraz neden ölmek istediği hakkında, biraz edebiyat, biraz aşk...vb. daha da güzel olurdu sanki. ama tabii ki genel anlamda güzel bir filmdi: trendeki yolculuk, arkadan gelen kemanın sesi, insan manzaraları, diyaloglar (bu arada barış bıçakçı yine yazmış yazacağını ve artık kendisinden suç ve ceza ayarında bir roman bekliyoruz ve kendisine üstat demek istiyorum) filan iyiydi. oyunculuklar da ise başak köklükaya muhteşemdi. melankolik bir şairi hakkıyla oynamış ama öykü karayel için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. neden mimiklerini kullanmaz anlamıyorum. ha bir de duvarları boyayan çocukla ve karga figürleriyle pelin hanım bir şeyler demek istemiş bize ama mitolojiyle pek aram olmadığı için anlayamadım sanırım. emeği geçen herkesin eline yüreğine sağlık. "kış uykusu" filminden sonra etkilendiğim film diyebilirim ve sinemadan çıkar çıkmaz bir sigara yaktırdığını..
  • film sonrasi akan jenerikte o kadar cok "ise yarar" kisi vardi ki filmin bu denli basarili olmamasi imkansiz olurdu sanirim.
    filmin goruntu yonetmeni isini fazlasiyla iyi yapmis, hikayeye bu kadar girebilmemizi kolaylastirdigi icin kendisine tesekkur ederim.

    filmin drami da komedisi de dozu dogru ayarlanmis sekildeydi ne ic baydi ne de niye bu kadar gulumsetti simdi diye durduk yere sorgulatti.

    baris bicakci'nin elinin degdigi ne cirkin olabilir ki bu film oyle olsun?

    ayrica yaklasik 1 ay boyunca buyulu fener'de basak koklukaya'yi gorecegiz diye beklerken gelmemesi, konu hakkinda ikinci seansta bir aciklama yapilmamasi da uzdu. biraz saygisizca buldum bu tavri.
    film sonrasi yonetmenin israrla "konusmak istemezseniz anlarim" dusturunu da sacma sorulariyla baltalayan siz degerli sinemaseverler size sesleniyorum; karga neyi temsil ediyor olabilir ve kadin neden sairlerin ic seslerini, kendi kendine konusmalarini arastirsin? oyuncu neden olum dosegindeki bir adami canlandirirken rolune hazirlanmak icin bir sey yapsin? ne yapsin yahu mesela, mezara falan mi yatsin?

    turk sinemasinin boyle filmlere ve yonetmenlere ihtiyaci var, bence pelin esmer disi zeki demirkubuz'dur der ve uzaklasirim.
    selametle.

    edit: imla.
hesabın var mı? giriş yap