• haberine yalanlama gelecek olsa marmara üniversitesi dekanlığı'ndan şu zamana kadar bin defa gelecek olan gazeteci.

    bahsi geçen entride "öğrenci bahsi edildiği gibi okul ya da bölüm birincisi de değil. aldığı notları da marmarada almamış zaten. dediğim gibi geçişi de şaibeli" deniyor.

    bu söylenenlerin, haberde "haber" değeri taşıyan kısımla hiçbir ilgisi yok. öğrenci okul sonuncusu da olsa okul birincisi de olsa fark etmez, öğrencinin yatay geçişi şaibeli olsa dekan bunu kişisel husumet haline getirmez, usulüne uygun olmayan geçiş iptal edilir.

    öğrencinin entrileri hakaret içermeyen yasal entrilerdir, buna rağmen öğrenci okuldan uzaklaştırılmıştır, haber budur, gerisi ayrıntıdır.
  • (bkz: lara gofret)

    hala bilmeyen var aranızda.
  • hiçbir orijinalligi olmayan haberiyle musa anter gazetecilik ödülü almışti vaktiyle. daha onceden kirk kere islenmis bir konuda, yeni bir soz soylemeyen bir habere bu odulun verilmesi saçmaligini geçelim. hadi verdiniz. bu hanimefendi de aldi bu odulu. peki bu atanamayan cezmi ersöz hallerini ne yapacagiz?

    "onu her gördüğümde...
    bana her dokunduğunda...
    her kahkahasında peri tozu gibi bir şey serpiliyordu hayata.
    içimdeki tüm enerji ona akıyordu"

    http://www.haberturk.com/…ryem-uzerli-gibi-kadinlar

    cidden çok kötü yaziyor. ayse özyilmazel ile tek farki babasinin ve annesinin daha entellektuel olmasi.
  • akademinin korkulu rüyası. bilgi üniversitesi'nde porno haberinden sonra marmara üniversite'sinde mikail boz'a yapılanları ortaya çıkarmıştır. bunun sonucunda üniversite yönetimi boz'a verilen cezayı geri çekmiş ve chp, dekan yusuf devran hakkında mecliste soru önergesi vermiştir.
  • sen benim babam değilsin yazısıyla bizi bizden almış güzel insan

    yazı da aha burada

    sevgili devlet,
    aslında sana hiç yazmayacaktım. ama son zamanlarda bana koymaya çalıştığın yasaklar babamınkileri aştı. o yüzden tanışmamız gerektiğini düşündüm.
    zor bir çocuktum. 12-17 yaş arasında en sık kurduğum cümle, ‘hayır’dı. sloganım, “ne diyorlarsa tersini yap”tı. lanettim. senin, şu muzır kurulu’nun önüne atacağın kadar muzırdım. hem senin, hem çevredeki büyüklerin yasakladığı şeylerin listesini tutardım. onların içinde benim de yanlış bulduklarımı eler, gerisini, yani sizin ‘yapma’ dediklerinizin çoğunu, itinayla yapardım. bu arada tahmin edersin, bir ton hata yaptım. kafam karışıktı. düştüm, canım acıdı, ağladım, kalktım. her ‘hayır’ bana bir şey öğretti. çünkü neyin, neden ‘evet’ olduğunu kendi başıma bulmam gerekti. bu da sorumluluk almak demekti.
    hayat tecrübesi
    bu arada ne oldu biliyor musun? büyüdüm. hayat tecrübesinin ancak hayatla oluştuğunu öğrendim. yaşamazsan olmaz. aktarılamaz. kimse dinlemez. beni, ‘halkım, vatandaşım’ gibi sıfatlarla tanımladın. ‘halkına’ karşı takındığın o buyurgan ses tonunun içindeki tüm büyük sözleri hep tek bir cümleyle özetledim: “ben senin babanım.” asker de olsan, polis de olsan, başbakan da olsan, ses tonun hiç değişmiyordu.
    “kim olduğuna ben karar vereceğim” dedin. “uygun bulduğum dili konuşacaksın” dedin. hangi dine inanacağımı daha doğar doğmaz bir kâğıda yazdın. değiştirmeye çalışırsam, kötü kötü baktın.
    kadınsam, nasıl bir kadın olacağımı dikte ettin. aslında kadın hariç her şeyi olmamı bekledin: eş, anne, hizmetkâr... benimle ilgili en büyük problemlerin kıyafetlerim ve bekâretimdi, senden habersiz kaybettiğimde başıma kötü şeyler gelirdi. şunu sahiden anlayamadım, nasıl oluyordu da benim bekâretimi, kendi namusun sanıyordun?
    erkeksem omuzlarıma tonla yük bindirdin. olmaya çalıştığım erkeğin altında ezildim; bir türlü sağlıklı bir adam olamadım. iç ve dış düşmanlarımı okulda öğrettin. “gerekirse benim için öleceksin” dedin. “ne münasebet?” dediğimde, hapishaneye tıktın. öldüm, yetmedi. bir de annemden “vatan sağ olsun” bekledin. bir formadan çıktım, öteki formaya tıkmaya uğraştın. hep zorladın. beni sen kimsen o yapmaya çalıştın. yapamadın.
    senin soyut bir kavram olmadığını anlamam vaktimi aldı. ‘ezeli ve ebedi’ oyunu oynadığını görmem kolay olmadı. insanlardan oluştuğunu, tek doğru gibi sunduğun doğruların insan eliyle yaratıldığını anlamam için zaman gerekti. “ben senden daha iyi bilirim” derken, “sen kimsin”in cevabını saklamak için çok uğraştın. iktidarının, ancak benim rızam doğrultusunda var olabileceğini unutturmak için elinden geleni yaptın. ‘başkasının sınırını ihlal etmedikçe’ diye tanımlanan kavramda ihlal edilen sınırın hep benimki olduğunu da...
    o kasetler zaten biziz
    zor oldu ama sonunda senden biraz kurtuldum. önümde uzanan koskocaman dünyaya baktım. bir sürü insanın benimkinden çok farklı hayatlar yaşadığını gördüm. seninkilere hiç benzemeyen doğrularla neler yaratılabileceğini fark ettim. bu coğrafyayı nasıl sistemli olarak kuraklaştırdığını anladım. sen benim internette hangi siteye girdiğimle, hangi kitabı okuduğumla, kaç yaşında içtiğimle, kaç kere âşık olup kiminle seks yaptığımla uğraşırken ben çoktan, dünyayı bu yüzyılda yaşayanların arasına dahil olmuştum.
    biliyorum ki, kimse kimseden daha özgür yaşamayı istemesini talep edemez. ama bil ki, aksi de olmaz. kurduğun panoptikonun ihanet üretmekten başka bir işlevi yok; çünkü katı kurallar katı ihanetler doğurur. hepimizin bir ‘kaset’i var. istediğimiz ama belli referanslara göre doğru bulunmayacağını bildiğimiz için saklamak zorunda olduğumuz her şey, ‘kaset’tir. referans noktaları katılaştıkça insan ahlaki ikiyüzlülüğe zorlanır. oysa önemli olan, yüksek sesle söylediklerimizle kasetlerimizin mümkün olduğunca az çelişmesidir. bunun da yegâne yolu, hayatlarımızın arkasında duracak cesarete ve özgürlük temennisine sahip olmak. çünkü o kasetler zaten biziz. ve her kim olursak olalım, kendimiz gibi yaşamaya hakkımız var.
    kafaca büyümek istemeyen, bunu dert etmeyen çocukların olduğunu biliyorum. onları seviyorsun. ben senin sevmediğin çocuklardanım. babam sen değilsin. benim babam hiç kimse değil. benim babam, benim. idealize ettiğin siyah-beyaz türkiye, siyah-beyaz filmlerin
    döneminde kaldı. benim dünyamda öyle bir ülke yok. ve benim dünyamda en zararlı şey, yasaklar. bunu kabul etmen ve beni rahat bırakman için her zaman mücadele edeceğim. seni hiç rahat bırakmayacağım devlet efendi. (*gazeteci)
  • bilgi' de porno mevzularının basında olmasını sağlayan kişiymiş. televizyon' a bağlanınca öğrenmiş oldum. tempo yazarıymış, söyleşiler yaparmış. bu porno çeken öğrencilerle de söyleşi yapmış. sanırım bilgi' nin en sevmediği insan olmalı bu sıralar "bu sardı bütün bu işleri başımıza" diyorlardır...
    yazılarına falan rastlar isem okuyacağım bundan sonra hatta newyork üzerine bir de kitap yazmış onu da bulursam okuyacağım..izliyoruz kendisini...
  • şu yazısında çok haklı sorular sormuş gazetecidir. ilk soru:
    bombalar mı özür dilesin?
    http://bianet.org/…/135196-bombalar-mi-ozur-dilesin
  • "içki yasağı mı geliyor" başlıklı yazısıyla tıklanma aşkına tutulmuş gazeteci. başlığı sallantı koy, ucu açık koy. 100 kuruşluk editör atmıyor elbette o başlıkları. neyse... önemli değil.başlığa kapıldığımdan değil tamamen merak ettiğimden okudum. yani elbette içki yasağı falan geldiği yok ancak acaba sayın gazeteci ne yazmıştır ve bir şekilde başbakanın atarlarını yerinde göstermiştir diye bir merakım vardı. önyargı çok kötü bir şey. benim suçum mu? hayır. habertürk'ün misyonu belli. yapılabilecekler belli. neyse başladım okumaya...
    olaylara bu kadar global bakmaya çalışıyorken türkiye'nin başına musallat olmuş, çığ gibi yükselen otokrasi çılgınlığını bir kenara bırakmayı nasıl başarabiliyor bu yazarlar? anlayabilen var mı? amcaoğlum olsa anlamam bundan bir bok. kimse kusura bakmasın. rusya'da böyle, new york'ta şöyle, almanya'da zam zum?
    bir çok boyutu var bu son olayların. bir çoğuna dokunulmaz. basit olanlara bakarsak: gümbür gümbür cezalar kesiliyor, içerde sigara içilmiyor, vergilere abanılıyor vs. adamlar dışarda içki içiyorlar (daha doğrusu ses ve huzursuzluk oluşuyor) diye kadıköy belediyesi'de kendince çözüm üretmeye çalışıyor. ör: izmir'de sahilde 2 karışlık alanda çukur var diye izmir belediyesi başına adam dikiyor ki biri düşmesin diye. neden? çünkü insanlar sahili gönüllerince kullanıyorlar. çocuklar var ve başbakanın örnek verdiği gibi yanlarında içki içenler insanlar da var. düşmesinler falan diye adamlar önlem alıyor. istanbul'da sahilde içki içen (özellikle avrupa) sağdan soldan salça olan bin tane başbakan sıfatlı adamla muhatap olmak zorunda kalıyor. belediye bu kez adamları "kız arkadaşını elleme" diye salıyor dışarı. bilmiyorum new york tarafında durum nedir ancak açıkçası beni hiç ilgilendirmiyor. bu ülke giderek artan baskıyı sonuna kadar hissediyor. tamamen dayatmalar, emirler hatta ayılıklarla yönetilen bir padişahlık halini almış durumda akp'nin olduğu her köşe. şimdi bütün bunları görmezden gelip, yeşil ay propagandası yapanlara "ah canım çok güzel düşünüyorsunuz teşekkür ederim" mi diyeceğiz? ayran mevzusu kadar gerizekalı bir mevzu olabilir mi? yani bir ülkenin başbakanı elinin uzandığı her bok konusunda yorum yapıyor ve bu olay yazarlara, gazetecilere hiç rahatsızlık vermiyor... güzel...
    ne diyordunuz efendim?
    new york? moscow?
    new york da gece dışarı çıktığınızda sadece kadın olduğunuz için orospu muhamelesi gördüğünüz oluyor mu? almanya? fransa? acaba gençlik dernekleri afişler asıyor mu "zina fakirleştirir".
    bunlara hiç değinmeyelim. sanki herhangi bir klasmanda önde olduğumuz bir olay varmış gibi konuyu "içki içme özgürlüğü" bağlamında değerlendirip, "oralar özgür ama bakın böyle böyle yaaaağğğğ" demekse tüm mevzu o kadarını 15 dakika vikipedia'da gezip bir şekilde orta yoldan viraj dönerek herkes yapar. varsa şayet bir bokluk biraz kelimeleri net seçmek gerekiyor. bir şey yoksa da o zaman herkes bu mükemmel akp'li huzur ortamına adapte olsun ve ayran falan içsin.
    son zamanların en feci modası: yazı yaz, eleştir, ama eleştirdiğin yer 1 satır, yağlıyormuş gibi göründüğün yerse 5 paragraf gibi görünsün. çok moda. orta ve ağrısız yol.
  • bianetteki editörlük görevinden ayrılıp çine doğru yola çıkacağını duyurmuş, yoldan haber geçecekmiş..

    (bkz: http://bianet.org/biamag/diger/139442-veda-yazisi)
hesabın var mı? giriş yap