• dikkat edilirse bütün önemli düşünürleri arap yarım adası dışından çıkmıştır:
    el harezmi (özbekistan) ; el razi (tahran); gazzali (iran); el-tabari (taberistan); farabi (turkistan) ; biruni (özbekistan); ibni sina (buhara); ibn ruşd (cordoba, ispanya)
    http://www.faithfreedom.org/…y_house_your_house.htm
  • - alanınız nedir?
    + islâm felsefesi.
    - a, biz de geçen gün onu konuşuyorduk, islâm'ın felsefesi mi olur diye, eheh.
    + islâm'ın felsefesi değil zaten, islâm felsefesi.

    mesele bu kadar basit sevgili yazarlar. islâm felsefesi akademik bir terkib olup modern zamanların mahsûlüdür. yoksa bir fârâbî bir ibn bâcce bir ebû'l-berekât el-bağdâdî çıkıp da biz islâm filozofuyuz demiyorlardı. bu arada islâm felsefesi sadece müslümanların dâhil olduğu bir saha da değildir. hıristiyan, yahudi filozoflar da vardır.
    ilhan kutluer'in güzel ifâdesiyle islâm felsefesi "dâru'l-islâm'da yapılan felsefî faaliyetin adıdır." yoksa felsefe olmak bakımından en hâlisinden felsefedir.
  • el-kindi, el-maarri, er-ravendi, ibn sina, ibn haldun, ebubekir er-razi, farabi, ömer hayyam, ibn rüşd... onlar islam filozofu ve bilimcisi olarak adlandırılabilir mi? mesela ısaac newton, galileo galilei, giordano bruno, kepler, kopernik hristiyan filozofları ve bilimcileri diye tanımlanmazken bu isimleri islam'a izafe ve mâl etmekte neden böylesine iştahlı ve kolaycı davranılıyor!? hele bir de yaşadıkları dönem islam engizisyonu ve ulema takımınca onca zulme, takibata, soruşturmaya, sürgüne maruz bırakıldıklarını ne çabuk unuttuk!? ya da soruyu şu şekilde soralım: bütün bu parlak, müstesna ve muteber isimler, islam sayesinde mi var olabildiler, yoksa islam'a rağmen mi? onlar ilmihal dindarlığına, ritüelizme saplanmış islam'a, şekilperestliğe karşı olmanın bedelini fazlasıyla ödediler.

    islam'ın vahye ve nakle dayalı bilme biçimini gerek reddedip gerekse de dolaylı, taktik retoriklerle delerek, yırtarak, islam'ın bünyesinde çatlaklar açarak var olmadı mı onlar!? onlar vahiy ve nakil kaynaklı sözde bilme biçimine karşı akıl, gözlem, deney ve deneyim odaklı bir epistemolojiyi temsil etmiyorlar mı!? islamiyet'in aklı ile modern ve seküler akıl bambaşka manalara geliyorken, "akletmez misiniz!?" gibi retorik bir soruyu sanki islam bir "akıl diniymiş" gibi bir resim çizmekten murat edilen ne?

    gerçek şu ki şayet abbasi halifeleri memun beytül hikme'yi (hikmetler evi) kurmasaydı, yoğun bir tercüme faaliyetini finanse etmeseydi, sarayında forumlar düzenletmeseydi (ki memun döneminin bir alimi, 'biz memun'un huzurunda allah'ın var olup olmadığını bile tartışırdık,' der) ve onu takip eden birkaç halife mutezile ekolünü sarayda himaye etmeseydi kesinlikle bu parlak isimler doğmayacaktı. yani bu müstesna isimler islam sayesinde değil, toleranslı birkaç halife sayesinde var olabildiler. ayrıca islam uygarlığı kendinden önceki sümer, babil, mısır, mezopotamya ve hindistan'ın bilimsel mirasını devralmıştı.

    söylemlerimizi düzgünce kurmak zorundayız. bütün bu gelişmeler islam hanesine yazılamaz. bütün bu düşünür, bilimci ve şairlerden islam filozofu, bilimcisi ve şairi diye bahsetmek yerine islam uygarlık sahasında var olmuş şahsiyetler diye bahsetmek çok daha doğru olacaktır.
  • kuran, hadis, kelam ve yunan felsefesinin yanı sıra hindistan'dan gelen brahman ve buda dinleri, iran'dan gelen zerdüşt ve mazdaizm dinleri gibi çok çeşitli kaynaklardan sentezlenerek gelişmiş felsefedir.

    açıkçası felsefe okurken en fenalık geçirdiğim bölüm burası olduğu için hep biraz atlayarak okumuşumdur islam felsefesini. e bir de islam coğrafyasında yetişmek zorunda kalmış bir ateist olarak islam dinine antipatim var.** ancak önyargılarımı (ve de gazali'yi) bir kenara bırakarak okuduğumda beklediğimden daha renkli ve zengin bir felsefi birikimle karşılaştım. renkli ve zengin dedim diye beklentiniz çok yükselmesin tabi. neticede ana kaynağını kuran'dan alan ortaçağ islam felsefesinin en ileri görüşlü temsilcileri olan ibni sina ya da ibn rüşd bile kuran'da yazılanlara sıkı sıkıya bağlı kalmışlardır. her yeni düşünce kuran'da yazılanlarla bağdaştırılmaya çalışılmış ve haliyle de kuran'la sınırlı kalmıştır.

    öte yandan, müslümanlarca muhammed'in son peygamber olarak kabul edilmesi, tanrının vermek istediği her mesajı onun aracılığıyla yolladığına inanılmasını; artık yeni bir bilgi gerektiğinde, bu bilgiyi elde etmek için akıl kullanılması gerektiği, bunun için de var olan her kaynaktan yararlanılabileceği sonucuna ulaşılmasını sağlamıştır. bu nedenle aynı zaman diliminde hüküm süren ortaçağ hristiyan felsefesiyle kıyaslandığında yeni bilgiye karşı direnç daha sınırlı olmuştur. bu yolda, emevi hanedanından daha akılcı davranan abbasi sultanları yunan felsefesinin eserlerinin çevirilerinin yapılmasını mali olarak da desteklemişlerdir.

    üç dönem olarak (doğu'da felsefe dönemi, batı'da felsefe dönemi ve tasavvufi felsefe) ele alınan islam felsefesini elimde olmadan gazali ve diğerleri olarak ikiye ayırıyorum ben. gazali'nin fikirleri siyasi iktidarlar tarafından bu kadar benimsenmese ve islam'ın akla uygun yorumlamaları devam ettirilse bugün muhtemelen birçok bilimsel gelişmenin öncülüğünü müslümanlar yaparlardı.

    kindi (bkz: #79344122)
    farabi (bkz: #79366310)
    ibn rüşd (bkz: #79408729)
    gazali (bkz: #79434775)
    ibn-i sina (bkz: #79696136)
  • bir yanda farabi , ibni rüşt ve ibni sinagibi helenizan felasife, öte yanda gazali gibi bir temsilcilerinin şahsında yunan tarzındaki felsefeye en şiddetli saldırılarını yöneltmiş olan ve kelâmcılar, üçüncü ayağında ise tasavvuf bulunan, batı felsefesinin gelişmesinde önemli bir basamağı oluşturması bakımından evrensel kültür içinde önemli bir yer tutan islâm uygarlığı düşünce metodlarının tümüne verebileceğimiz ad.

    ilk guruba göre felsefe tanrısal bir kaynaktan çıkmış, madde alemine düşmüş ve yeniden ilkesine dönmek isteyen bir ruh anlayışına dayanır. gerçek felsefenin aynı zamanda gerçek dini de temsil ettiği anlayışına ulaşmayı amaçlayan felsefe ile islâm vahyi arasında bir uzlaştırma, daha doğrusu aslında onlar arasında var olduğuna içtenlikle inandıkları derin birliği açığa çıkarma çabası, akıl'la iman'ı birbiriyle telif etme sorunudur.

    akıl kavramının yorumuna dayanan bilgi probleminin, iskender afrodisî 'den itibaren ibn rüşd'e kadar nasıl bir gelişim gösterdiğini ve ibn rüşd'ün konuya nasıl farklı bir yorum getirdiğini ortaya koymaya çalışan.
    kapsamlı bir kaynak için:

    http://www.felsefeekibi.com/
  • klasik tasavvuf ehli seyr-i sülukunu(manevi yolculuğunu) akıl ile değil kalp ile yapar. dolayısıyla tasavvuf ehlinin çoğu akli meseleler ile uğraşmamışlar veya uğraşmaya fırsat bulamamışlardır. felsefe ise sadece aklı esas alır. kuru akıl, gayet haklı olarak, islam dünyasında pek kabul görmemiştir. zira aslolan insan davranışlarının ıslahıdır. kuru bilgi davranışlarda değişikliğe yol açmaz. düşünün! içki veya sigaranın zararlarını en iyi bilen bir hekim bile bunları kullanmaktan kendini alıkoyamamaktadır.

    "manevi yolculuğu kalp ile yaparlar" ifadesini siz alt beyni terbiye ederler diye de anlayabilirsniz. malum olduğu üzere, bizde günlük bilinci üst beyin yani korteks temsil eder. felsefi manada akıl dahi bu bölgenin işlevidir. korteksin altında ise bir memeli beyni, bir de sürüngen beyni vardır. davranışlarımızın çok büyük bir kısmı, işte beynin bu ilkel kısımlarından kaynaklanır. dolayısıyla terbiye olmamış bir alt beyne sahip olan insan, gerçekte insan değil bir tür hayvandır; hem de en yırtıcısından. tabiat belgeseli seyrederken aslında kendi iç dünyamızı müşahade ettiğimizi bilmeliyiz.

    "yoksa sen onların çoğunun söz dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar."(furkan 44)

    geçmiş dönemlerde aklı ve kalbi birleştiren bir ekolün vaz edilmesi tarihi şartlar gereği mümkün olamamıştır. insanlığın tarih içindeki seyri esnasında bulunduğu gelişim basamağı aynı anda hem aklı hem de kalbi istihdam etmeye imkan vermemiştir. evet batı dünyası akıl boyutunda büyük açılımlar yapmış ve maddeye hakimiyet kurmuştur; ancak maddenin de ötesine geçememiştir. klasik tasavvuf ehli ise ruh boyutunu fethetmiş ancak madde boyutuna inememiştir. bunlar hep kısmi kemalatlar ve parça kavrayışlardır.

    devrimizde ise durum artık farklıdır. insanlığın geldiği seviye itibariyle bundan sonra aklı ve kalbi birleştirecek; hem madde hem de mana boyutlarının fethini sağlayacak birleşik ve kapsayıcı bir ekolün ortaya çıkması kuvvetle muhtemeldir. bu zuhurun doğunun ve batının(iki denizin) birbirine karıştığı türkiye gibi bir ara bölgede gerçekleşmesi de daha büyük bir ihtimaldir.
  • sanıldığının aksine düşünce tarihinde çok büyük etkisi olan, arapça ve farsça dilinde icra edilen, felsefenin akdeniz kökenli bir faaliyet olduğunu hatırlatan mantık ve metafiziğe çok bağlı bir gelenek...
  • islam felsefesinde önemli bir çizgi, arap ve yunancadan yapılmış arapça tercümelerden gelişmiştir. ama buna rağmen bu çizgi bir sütundur. büyük çoğunluk ise arapça dışındaki dillerde, arap olmayanlar tarafından kaleme alınmıştır. bu yüzden islam felsefesi'ni tartışırken ve incelerken, bunun arap felsefesi olmadığı her daim göz önünde bulundurulmalıdır. islam dünyasında felsefenin olmadığı fikri de arap felsefesi'ni tüm islam felsefesini kuşattığı önyargısıyla, arap felsefesini de bir felsefe olmaktan uzak görme yanılgısıyla ortaya çıkmıştır. kaldı ki islam felsefesini, sadece müslümanlar tarafından oluşturulmuş bir felsefe olarak görmek çok dar bir bakış açısıdır. islam felsefesi geleneğinde felsefe anlayışını benimsemiş olan ya da bu tarzı kullanan bir çok musevi ve hıristiyan filozof vardır, ki bunların bir kısmı kelime anlamı itibariyle filozof değillerdir. yani islam dünyasında felsefe yoktur demeden önce islam felsefesinin etkileşimde bulunduğu kültürler, hatta bizzat onun önemli bir kısmını yaratmış olan gayri müslim mütefekkirlerin bu sürece katkılarını göz önünde bulundurmanız gerekir. yoksa türkiye'de tarla domatesi yoktur gibi bir açıklama yapmış olmaktan öteye gidemezsiniz.
  • onüçüncü yüzyılda ciddi bir dönüşüm geçirmiştir. hayır herkesin o yüzyıllar deyince örnek olarak gösterdiği endülüs'te değil , doğu tarafta.

    12. yy'ın ikinci yarısından sonra sühreverdi ve fahreddin razi'nin ibn-i sina felsefesini aşmalarıyla yeni felsefi yorumlar yapma imkanı ortaya çıkmıştır. 13. yy'dan itibaren ise özellikle razi'nin eleştirel felsefesiyle felsefi sistemler eleştiriye dayanıklılık açısından değerlendirilmeye başlanmış ve bu doktriner felsefeden perspektif felsefeye gidilmeye yol açmıştır. sürecin sonunda ise matematiksel nesneler ve yargılar yeniden tanımlandı; matematik ve doğa ilişkisi yeniden gözden geçirildi; yeni astronomik modeller üretildi; ancak ibn heysem'in anlayışına bağlı kalınarak, bu modellerin fiziksel mutekâbiliyetlerine dikkat edildi.

    bu yüzyılda doğu'da devrimsel gelişmeler yaşanırken endülüs'te hiçbiri yaşanmıyordu. ibn rüşd'e daha önce değinmiştik(bkz: ibn rüşd/@don drapper) buna ek olarak ibn tufeyl yeni eflatuncu kozmoloji, batlamyus astronomisi, galen tıbbı, aristoteles felsefesi ile sınırlıdır. yani batı kitabi felsefeyle sınırlıyken doğu tekvini felsefeyle uğraşıyordu.

    doğu islam dünyasında;

    cebir teorisi sayısal(numeric) hale getirildi(şerefeddin tûsi, esirüddin ebheri...)
    paraleller teorisi ayrıntılı bir biçimde ele alındı (nasreddin tusi, alemüddin kaysar, hüsameddin salar...)
    felsefi sorunların çözümünde matematik yeniden kullanılmaya başlandı (tusi'nin sudur'u kombinatör analizle temellendirmeye çalışması)
    ibn heysemci optik teorisi baştan üretilip kullanıma sokuldu (kutbuddin şirazi, kemaleddin farisi...)
    sayılar teorisi üzerinde duruldu(tusi, ibrahim zencani...)
    klasik anlayıştan farklı bir sayı tanımı geliştirilmeye başlandı(cemaleddin türkistani, ali garbi...)
    sayılar teorisi mistisizmden ve pitagorasçı ilahiyattan temizlenmeye çalışıldı (ibn fellus)
    mantık çalışmalar ivmelenmeye başladı (şemseddin semerkandi, necmeddin kazvini, siraceddin urmevi...)
    kelam gözden geçirildi (tusi, semerkandi ve kadı beydavi)
    işrakilik ihya edildi (şemseddin şehrezuri, ibn kemmune, kutbuddin şirazi...)

    13. yy içinde daha birçok örnek sayılabilir. mesela ibn nefis'in küçük kan dolaşımını bulmasının ardında yine ibn-i sinacılıktaki cismani haşr sorununu aşmak için galenci-ibni sinacı anatomiyi sorgulaması yatar.

    bir diğer not ibn-i arabi'nin de bu tarihsel bağlamda yeri vardır. büyük bir sistemin aşılması sonucu hakikatin elde edilmesine yönelik güvensizlik sonucu irfani yaklaşım güçlendi. sadreddin konevi ve nasreddin tusi arasındaki tartışmalar bu yönden değerlendirilebilir.

    sonuç olarak 13. yy özellikle incelenmeyi hakeden bir dönemdir. bir not daha: bu yazı olduğu gibi ihsan fazlıoğlu'nun 13. yy sempozyumundan özetlenmiştir.
hesabın var mı? giriş yap