ismet özel sözlüğü
-
ismet özel beyefendinin şiirlerinde kullandığı, entelektüel çevrelerde dahi seyrek kullanılan, türkçe ve farsça yoğunluklu, yer yer fransızca ve kürtçe, sıradışı kelimelerin anlamlarının ve az bilinen kavramların açıklamalarının derlendiği amme hizmeti. atladığım, gözümden kaçan diğer kavramlar olabilir.
buyrun;
ağmak: 1- yükselmek. 2- aşağı inmek, sarkmak.
-duydum yağmurların gövdemden ağdığını
(bkz: içimden şu zalim şüpheyi kaldır)
-demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
(bkz: münacaat)
ağulanmak: zehirlenmek.
-herkes alışkın dölyatağı borsalarla ağulanmış bir dünyaya
(bkz: içimden şu zalim şüpheyi kaldır)
alesta: harekete hazır, tetikte.
-ki
ölüm
her yerde uyanıktır
alestadır korkunun yardakçıları
(bkz: mazot)
ansıtmak: anımsatmak.
-daha çok insanlara benzeyen ve onlara
hırçın çalgılar ansıtan
yüzüm
(bkz: waterloo'da bir dişi kedi)
arasta: çarşı.
-vay beni leylâk kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık
(bkz: münacaat)
ark: içinden su akıtmak için yapılan kanal.
-arklardan gece vakti sular
kaç zaman ayaklarıma
yaslı bir selam gibi dokundu
(bkz: yaşamak umrumdadır)
avanti popolo: kültür sahibi, ileri insanlar.
-güzdür ama
avanti popolo şarkısı değildir bir ağızdan
(bkz: muş'ta bir güz için prelüdler)
batman: 7,692 kilogram olan ağırlık ölçü birimi.
-ve çıkarılmış insan gözleri
kırk batman ağırlığında sahici insan gözleri
(bkz: sevgilime bir kefen)
bergüzar: anılmak için verilen armağan, kıymetli yadigâr.
-ben
bir tek benim
birdenbire her şey yerli
yerindeyken koynu boş kalan
şimşeği atlattığımı bile kimseler fark etmedi
boş koyun bir bergüzardı bana savaşın bittiğini anlatan
savaş bitti sular heraklitus ne derse desin
akmıyor
o bir ırmak ölüsüdür kükreyen
(bkz: savaş bitti)
berkitmek: sağlamlaştırmak.
-nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
(bkz: amentü)
biteviye: tekdüze, monoton.
-ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak
ne ellerin hırsla saban tutuşu
ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır
dev iştihasıyla bende kabaran aşkı
yetmez karşılamaya
(bkz: içimden şu zalim şüpheyi kaldır)
bezzaz: kumaş alıp satan kimse.
-zedelenmiş ıtır kokuları duyulur
ve kana karışan kaynar vakti gecenin
ve polisin ve bezzazların vakti
(bkz: çağdaş bir ürperti)
celadet: gözüpeklik.
-ne ki lokum diyorlar uygun adım attırıyor insanlığa
buluyor insanlık celadet sırasında peksimet
(bkz: john maynard keynes'ten nefretimin yirmi sebebi)
çakşır: erkek şalvarı.
-kan değildir dostlarımın çakşırına bulaşan
kan değil, mürekkep lekesi, ben bilirim
(bkz: sevgilime iftira)
çaşıt: casus, söz taşıyan kimse.
-uyur göğsümün bedenimin çaşıtları
bütün çaşıtları uyutur sabah
(bkz: sabah ayartması)
çavlan: şelale.
-onların çavlanını durdurmak için
suçlar, kocamış kuşlar bulundu
(bkz: çağdaş bir ürperti)
çeri: asker.
-bana ne çerçilerden, çerilerden, kullardan
(bkz: evet isyan)
çıvgın: yaşlı ağaçların budanan yerlerinden çıkan taze sürgün.
-geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
(bkz: amentü)
çevgen: bir tür cirit, değnek.
-vay beni leylâk kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık
(bkz: münacaat)
dalanmak: 1- araştırmak. 2- bir şeye bulaşmış olmak, rahatsız edici bir maddeye maruz kalmak, tenin acı çekmesi.
-benim harcım değil bir yar sevmek gizliden
her yanım bin türlü merakla dalanmakta
(bkz: sevgilime bir kefen)
delişmen: güçlü, hareketli, sağlam yapılı.
-o ferah ve delişmen gözüken birçok alınlarda
betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır
(bkz: içimden şu zalim şüpheyi kaldır)
dibek: taştan veya ağaçtan yapılmış büyük havan.
-şakırtılarla sürüklenir bazlama açan kadınlar
dibeklerinde inatlarını döven
(bkz: sevgilime bir kefen)
dinelmek: ayakta durmak, dik durmak.
-ve ben gövdemi denkleştirmek için doğaya
dineldim
dineldim
dineldim
(bkz: çağdaş bir ürperti)
-durup dineliyorum bütün taframla
(bkz: evet isyan)
domurmak: ağacı dallarından ve kabuklarından ayırmak.
-beni artık ne sıkıntı ne rahatlık haylamaz
çünkü ben ayaklanmanın domurmuş haliyim
(bkz: yaşamak umrumdadır)
dölek: ağırbaşlı, uslu.
-şehre neden
esmer ve dölek yüzümle döndüm dağlardan
(bkz: mazot)
dülger: yapıların kaba ağaç işini yapan kimse.
-çünkü bir gün gerçekten kan aktığında
ölüm çiçeklerinin yırtıcı dülgerliği sanılacaktır
(bkz: sevgilime iftira)
ehram: dokuma kumaş parçası.
-kendi ehramını tanımayan kadınlar
ansızın patlak verirdi baharda
(bkz: yaşamak umrumdadır)
esrime: sarhoş olma, kendinden geçme durumu.
-ama ne? ben miyim burada bir esrime mi
nedir bu kuşların uçuşunda gördüğüm
(bkz: gececil kuşların ürkmediği aydınlık)
esvap: elbisenin çoğulu.
-yankımız soyunup sevap rahatlığı alınan yataklarda
yürek elbet acıyor esvap değiştirirken
bizden artık akması beklenilen kan da katı
(bkz: tahrik)
fanya kaplan: vladimir lenin'in öldürmeye çalışan suikastçı.
-ama fanya kaplan
nasıl öldü diye sorarsak sanırım
işimiz fazlasıyla ciddileşir.
(bkz: üç firenk havası)
fayrap: ateşi güçlendirmek, bir işi hızlandırmak.
-vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
(bkz: münacaat)
fışkın: filiz, ağaç sürgünü.
-gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
(bkz: münacaat)
fokstrot: bir çeşit dans.
-ne yazıklanma duyuldu benden fokstrot günlerine yetişemediğime
ne de bir an olsun vaktimi mamboya itirazla
(bkz: john maynard keynes'ten nefretimin yirmi sebebi)
fücur: evlenmesi yasak olanlar arasındaki cinsel ilişki, ensest.
-biliyorum kolay anlaşılmayacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
(bkz: amentü)
geniza: ibranice, istenilmeyen fakat kutsal olduğu yok edilemeyen metin ve malzemelerin saklandığı yer.
-bilmem bilemem, yahudi değilim
gizli bir yerde genizam yok
bilemem insan nerenin yerlisidir
(bkz: of not being a jew)
gökçe sancı: gökle ilgili, göğe ait, semavi sancı.
-gökçe sancım zonkluyor bileklerimde
(bkz: sevgilime bir kefen)
gönenmek: mesut olmak, rahat bir hayat sürmek
-gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
bir yakış, bir yanış tasarımı beride
(bkz: münacaat)
görk: güzellik, gösteriş.
-hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
(bkz: amentü)
gövermek: yeşermek.
-bu gövermiş güz günleri çıldırtır
çileden ve kitaplardan çıkartır insanı
(bkz: sevgilime bir kefen)
-ham elmalar yemekten göveren dudaklarım
mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını
(bkz: üç frenk havası)
gümeç: bal peteğini oluşturan altı köşeli gözeneklerden her biri.
-bir yanım hiç aymamıştır, gümeçlerde saklıdır
ondan ki nefret içinde omzunu okşuyorum
(bkz: sevgilime iftira)
gümrah: 1- gür, sağlam. 2- sapmış ve yoldan çıkmış.
-önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah
sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu
(bkz: içimden şu zalim şüpheyi kaldır)
hacana: kadın pazarlayan kadın. yerel kullanımda çöpçatan anlamına da gelir.
-hüznün hacanası diye bildiğim akşam
bir tanım değil midir o kıyısız ellerimiz
(bkz: davun)
hançere: gırtlak, boğaz.
-hançeremde bu şehrin
o geçimsiz mushafı
(bkz: bir devrimcinin armonikası)
harmani: pelerin.
-beni artık kimse bulmasın
beyaz harmanilerin göklere açık sofrasında
(bkz: akdeniz'în ufka doğru mora çalan mavisi)
havsala: zihnin bir şeyi anlama ve kavrama yetisi.
-benimse dar
ve dargın havsalamın
gücü yok bazı şeyleri taşımaya
(bkz: içimden şu zalim şüpheyi kaldır)
hayıt: akdeniz çevresinde yetişen, mavi, beyaz renginde çiçekler açan, 1-2 metre boyunda bir ağaççık, ayıt.
-hiç hayıt ağacı görmemişim
görmeden ölürüm diye korkum da yok
(bkz: akla karşı tezler)
hayz: menstrüasyon, regl.
-yine bir geçitteyim, yeniden bir liman şehri bura.
eskilerin tayfası yine hep buradalar.
hep bilinen tecimenler, tanıdık yosmalar..
havada hayza benzeyen aynı koku.
(bkz: of not being a jew)
heyûla: korkunç hayal.
-sakın styks sularının heyulası sanmayın
er gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu
(bkz: içimden şu zalim şüpheyi kaldır)
hırlı: ilk anlamı doğru ve akıllı olan, ikinci anlamı ise kötü ve şımarık olan hırlı kelimesi kendi içinde tezat barındırır.
-hırlıyım, böylece büyüyor baldırlarım ve boynumun öpülen yeri
(bkz: geceleyin bir korku)
hırpanî: perişan, derbeder.
-hırpanî bir okşayışla akşam
yanaşınca çocuklara
(bkz: evet isyan)
hızar: tahta ve kereste biçmeye yarayan büyük bıçkı.
-hızar gürültüsü içinde türkülenir bir öteki
(bkz: aynı adam)
hurdahaş: onarılamayacak biçimde kırılıp parçalanmış.
-hurdahaş bir sancıyla geçiyorum badem çiçekleri altından
(bkz: aynı adam)
ıhtırmak: yere yatırmak, çökertmek.
-ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
(bkz: amentü)
ılgıt: yavaş.
-kanı ılgıt ılgıt akar, kanı kara
(bkz: yaşatan)
iğdiş: hadım.
-herkesin içinde iğdiş edilmiş bir bahar
bacakları eriyor memurların, evkızlarının
(bkz: kan kalesi)
ilm-i hilâf ü cedel: tartışma yollarını araştıran bilim.
-görüyorsunuz ilm-i hilâf ü cedel düzeniyle hayat
nasıl da sürüklüyor kendini
(bkz: akla karşı tezler)
inzâl: inme, indirilme.
-yüzüm suya davranıyor koşaraktan
ve inzâl
(bkz: sevgilim hayat)
iştiha: açlık, istek.
-ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak
ne ellerin hırsla saban tutuşu
ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır
dev iştihasıyla bende kabaran aşkı
yetmez karşılamaya
(bkz: içimden şu zalim şüpheyi kaldır)
kağşamak: eskimek.
-benim kağşayan umutlarım gövdeleşin
çünkü ben oraya gidiyorum: boğulmaya
(bkz: bir devrimcinin armonikası)
kakışlamak: itmek, itelemek.
-dizlerine yatırılmış olan sabah
senin kalbini kakışlardı
(bkz: sevgilim hayat)
kalebent: suçlu bulunan kişinin bir kaleye gönderilmesi ve oradan çıkamaması şeklinde verilen cezaya muhatap olan kişi.
-hiçbir dostumu kalebent saymam parmaklıkların ardında
(bkz: sevgilime iftira)
karavaş: savaşta tutsak edilen veya satın alınan kadın köle.
-köleler gördüm, karavaşlar
hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı
(bkz: propaganda)
kargış: beddua, lanet.
-ne kargış, ne infilak
yalnız
boynunda çaresiz, çıplak
isyan işaretleri taşıyan
bir ergen cesedi
(bkz: partizan)
-esenlemem, kargışlamam, irkitmem gerek niçin
niçin, niçin, niçin
(bkz: jazz)
kariha: düşünme gücü.
-söktüler kariha yarımküresini yerinden
bir pusula koydular açtıkları boşluğa
(bkz: ils sont eux)
kavi: güçlü, sağlam.
-o zaman benim gözlerim işte
kavi bir mavzer olur halka
(bkz: yaşatan)
kayra: lütuf, ihsan.
-varoldum kayrasıyla varedenin
eşref-i mahlukat
nedir bildim
(bkz: münacaat)
kıtal: vuruşma, öldürüşme.
-bu dokunuş parlatınca beni,
benden biraz dünya isteyen ricacıları öldürdüm ve kıtal bitti
(bkz: of not being a jew)
kös: savaşlarda, at ya da araba gibi bir şeyin üzerine konulup çalınan büyük davul.
-vurulsun kösleri şu gâvur sevdamızın
vursun isyanın bacısı olan kanım karanlığa
(bkz: evet isyan)
kösnümek/kösnemek: (at, eşek gibi hayvanlar için) çiftleşme, eşleşme zamanı gelmek, eş istemek.
-yıldızlı gökten bana soracak olursanız
kösnüdüm ona karşı
onu hep altımda istedim.
(bkz: sebeb-i telif)
küheylân: asil arap atı.
-yaşamak debelenir içimde kıvrak ve küheylân
(bkz: yaşamak umrumdadır)
markut: yer yer anka kuşu ile özdeşleştirilen, türk mitolojisinde gök yolculuğuna çıkan kam ve şamanların kılavuzluğunu yapan efsanevi dişi kuş.
-çocukların düşlerinde bir markut
bir kurbağa zıplıyor yaşamamızdan
her gün zıplıyor, her gün eksiliyor, her gün
markuuuut! torbanı sarkıt
(bkz: acının omuzlanışı)
max stirner: asıl ismi johann kaspar schmidt olan, varoluşçu ve post-yapısalcı kuramın öncülerinden olan alman düşünür.
-gülünç bir ölümle öldü deniyor max stirner için
çünkü mahvına sebeb nihayet bir sinektir
(bkz: üç firenk havası)
mekkâre: yük hayvanı
-marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için
fotoğraflar çektirir
babam
seferberlikte mekkâredir
(bkz: amentü)
merd-i meydan: yiğit.
-ben merd-i meydan
yani toprağın ve kanın gürzü
(bkz: evet isyan)
merkep: eşek.
-oysa her gün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
forbes firmasına satan
babamdı
(bkz: amentü)
muğlak: belirsiz, muammalı.
-terli, muğlak adamların hevesleriyle
harman edilmiş tenim
(bkz: kalk düğüne gidelim)
muşta: bedensel saldırı silahı.
-bazı geceler çıkarken
uçarı bir gülümsemeyle takındığım muşta
gibi lükslerim burada kalacak
(bkz: mataramda tuzlu su)
muştu: sevindirici haber, müjde.
-tomarla muştuyu omuzlayarak genç adamlar
polisin sevmediği genç adamlar sokaklarda
patronları kudurtan gazteler satarlardı
(bkz: sevgilim hayat)
mutantan: görkemli, şatafatlı.
-ham elmalar yemekten göveren dudaklarım
mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını
(bkz: ölüm cantabile)
müheyya: hazır ve nazır olmak.
-oradaydık hepimiz, müheyyâ bekliyorduk
salaştı mukadderat, bozulmuş bir nişandı
(bkz: bir yusuf masalı)
nalça: ayakkabıların altına çakılan demir, küçük nal.
-var mıdır nalçaları sevincin
gün tene değince kanatları uzar mı
(bkz: ince sızı)
navlun: taşıyıcı tarafından gemisinde taşınacak yük için istenen ücret.
-açıklanacak, belletilecek olan belki
milat öncesi ve sonrası lâkırdıları
karışık banka hesapları, navlun
(bkz: kan kalesi)
neftî: siyaha yakın yeşil tonu.
-zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi neftî
(bkz: yıkılma sakın)
nesteren: güzel kokulu bir sarmaşık gülü.
-eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
(bkz: münacaat)
nirengi noktası: referans noktası, baz alınan yer.
-haritamda caddeyi ürpertiye açacak
bir kaç kaçıktan başka nirengi noktası yok
(bkz: of not being a jew)
oğunmak: bayılmak, ağlamaktan güçsüz kalmak.
-akşam vakitleriyle oğunup uzun zaman
kanaryalarla kesmişim uzayan tırnaklarımı
(bkz: ölü asker için ilk türkü)
ondurmak: onarmak, iyiye döndürmek.
-yaralarımı onduranımsın
(bkz: kan kalesi)
payanda: destek.
-artık bırakılmaktan yapılma bir adam sayılırım
böğrümde kambur çocuklardan bir payanda
(bkz: kan kalesi)
pazen: pamuklu kumaş çeşidi.
-çünkü biz savaşmasak
annemin giydiği pazen
sofrada böldüğümüz somun
yani ıscacık benekleri çocukluğumun
cılk yaralar halinde yayılırlar toprağa
etlerimiz kokar
gökyüzünü kokutur
(bkz: sevgilim hayat)
pekos bill: amerikan eski çizgi romanlardaki efsanevi kovboy.
-tanrım, pekos bil'im gözet beni
-tanrım, pekos bil'im üşüt beni
-tanrım, pekos bil'im uçur beni
(bkz: geceleyin bir korku)
potur: arka tarafında kırmaları çok, bacakları dar bir tür pantolon.
-boz şayaktan poturun dağlarda ne güzeldi
(bkz: mazot)
pusat: giysi ve giysilik kumaş.
-yukardan bakarım efendilerin pusatlarına
(bkz: evet isyan)
radde: derece.
-bizi bırakmıştın
acı güller salınırdı kanımın raddelerinde
(bkz: akdeniz'in ufka doğru mora çalan mavisi)
revnak-ı bahar: parlak, gözalıcı bahar.
-şehrin insanları yumruklarımda beyaz bulut
yolun çamurunda revnak-ı bahar bulacaklar
(bkz: of not being a jew)
revolver: tabanca, altıpatlar, piştov.
-hınçlar ve revolverler uçuşur
kabuklu yüreklerinden bazı adamların
(bkz: çağdaş bir ürperti)
sası: tatsız tuzsuz, kokuşmuş.
-benim bu sası karanlığa zorla, zorlayarak
tutuşmuş bir gül sıkıştırmak boynumun borcu
(bkz: sevgilime iftira)
satrap: pers krallığında eyalet yöneticilerine verilen isim, vali.
-çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine
(bkz: münacaat)
semender: 1- dört bacaklı, uzun gövdeli, kertenkeleye benzeyen, birkaç türü bulunan bir hayvan. 2- ateşte yanmadığına hatta ateşi söndürdüğüne inanılan efsanevi hayvan.
-değil mi ki albatrosu baudelaire'den
yves bonnefoy'dan semenderi öğrendim
(bkz: akla karşı tezler)
sertelmek: direnci artmak.
-ve o sertelmektedir yaralardan
kasıklarına boşalmaktadır nal sesleri
(bkz: evet isyan)
setre: düz yakalı, önü ilikli ceket.
-ve anamın kanserine alıştım
ve de bir simsar gibi asfalta ve otobüslere
bir vitrin gibi
bir bıçak, bir
setre
(bkz: bir devrimcinin armonikası)
sulb: sırtın üst kısmından kuyruk sokumuna doğru olan kısım, omurga kemiği. soy, sülale anlamı da mevcuttur.
-değil mi ki beni şımartan gökyüzüdür
ve ben o tanyerlerinin sulbünden gelmekteyim
(bkz: sevgilime iftira)
sütre: fiziki engel.
-atmak yok
uzaktan sahra topu
veya havan topu sütre gerisinden
ellerimle yakalayacağım hepsini
(bkz: john maynard keynes'ten nefretimin yirmi sebebi)
şarlamak: bağırıp çağırmak.
-gök
şarlayarak devrilse ardımdan
(bkz: partizan)
şavk: ışık.
-ve partizanca darbelerin dünyaya ilen şavkı
benim göğsüme göğsüme vurup durur
(bkz: aynı adam)
şayak: kaba dokunmuş, yün kumaş.
-şayaktan bir sabah örtüsü takılıyor aklıma
(bkz: muş'ta bir güz için prelüdler)
-boz şayaktan poturun dağlarda ne güzeldi
(bkz: mazot)
şehbender: konsolos.
-1300 tarihli şehbenderlere dair talimata
ve anamın kanserine alıştım
(bkz: bir devrimcinin armonikası)
şirpençe: karbonkül denilen hastalık, kan çıbanı, kızılyara.
-etimde şirpençe çıkar bu kızı alamazsam
(bkz: jazz)
taflan: hint kirazı.
-hepimiz, yani taflan çiğnemekle güzelleşen çocuklar
(bkz: akdeniz'in ufka doğru mora çalan mavisi)
tarazlanmak: derinin pütürlenmesi.
-benim gövdem yıllar boyu sevmekle tarazlandı
(bkz: karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak)
tavsamak: bir durum karşısında hızını kaybetmek, yavaşlamak.
-zaten bir tanım değil midir
tavsayan düşüp kalkmalara
(bkz: davun)
tebelleş: istendiği halde gitmeyen, musallat olan.
-bir bazı şeyler bulmalı yüzümüze tebelleş olan bu korkuya
(bkz: kan kalesi)
tecimevi: ticarethane.
-yırtarak açtığımız zarflarda
büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda
(bkz: partizan)
telefat: ziyan, heba olmuş.
-hayır seni asla bunların hepsi
telefat dünya gözüyle
bir kez bile görmek istemiyorum acıdım ömrümce
beler vermezdim seni görmek için gibisinden cümle kuranların haline
uğruna dağları delmem ummana dalmam atmam ateşe naçiz bedenimi
(bkz: john maynard keynes'ten nefretimin yirmi sebebi)
teneşir: üzerinde ölü yıkanan ayaklı tahta, salacak.
-bir gün bakarsınız
şu güzelim bilgiç beynimi kırıp
teneşir tahtası olarak kullanabilirim
(bkz: akla karşı tezler)
tüze: hukuk, adalet.
-sonra ordan fırtınalı bir tüzeyle halka bakınca
yeniden yaralandım dünya ırmaklarından
(bkz: yaşatan)
üstüpü: en hassas dokulara temas edebilen, temizlik işi için kullanılan ince ip.
-günler ellerimi sildiğim birer üstüpüdür buralarda
(bkz: muş'ta bir güz için prelüdler)
valentina tereşkova: uzaya çıkan ilk kadın.
-valentina tereşkova
ve çekik gözlü kadın komandolar
çünkü üç gün beslendiler senin gözyaşlarında
(bkz: kalk düğüne gidelim)
vüsat: genişlik.
-vüsatini kazanır kazanmaz bir alandan
bir oylumdan kazanır kazanmaz künhünü
döndü gerisin geri
(bkz: john maynard keynes'ten nefretimin yirmi sebebi)
yalgın: serap.
-gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
(bkz: münacaat)
yengi: birçok emek ve tehlikeli uğraşı sonucu elde edilen zafer.
-benliğim kurtlaşmış bir çocuğu
sıkıştıradursun beynimde
yengiyi yabanca söken
(bkz: çağdaş bir ürperti)
yılgı: bir takım nesneler karşısında duyulan müthiş korku.
-indir koynumun yılgısını mor bulutların ordan
(bkz: davun)
-yılgı yanımıza yanaşamazken
bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
yıkılmak elinde mi?
(bkz: yıkılma sakın)
yırtlaz: küstah, edepsiz.
-dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar!
falları grafiklerde bakılanlar siz de işitin!
külden martı doğuran odalıklar
ve kâhyalar
kara pıhtıyla damgalanmış veznelerde dili
şehvetsiz çilingirler, yaltak çerçiler
celepler ki sıvışık, natırlar ki nadan
ey hayat rengini sazendelik sanan
yırtlaz kalabalık!
dinleyin bendeki kırgın ikindiyi
hepiniz kulak verin!
(bkz: naat)
yu(n)mak: 1- yıkanmak. 2- olmamış saymak, geçmişi anmamak.
-yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum
(bkz: partizan)
-bu şaşkınlığı çünkü gece yuyamaz
sanki ne kalmıştır çocuklara isa'dan
(bkz: yorgun)
ve erbain: hicrî takvime göre 22 aralık ve 31 ocak tarihleri arasındaki, zemheri ayı diye de bilinen, kışın en çetin zamanlarından biri olan "kırk gün" gün anlamına gelmektedir.
edit: cem tarh zarp taksimve remembrance uyardılar, ağmak kelimesinin diğer anlamının şiirlerde geçen anlama daha yakın olduğunu söylediler ve o anlamı da ekledim.
edit 2: usuduysen donelim isimli arkadaşın tavsiyesiyle fanya kaplan, max stirner, hayıt, semender ve teneşir maddeleri ile ilgili şiirleri eklendi.
edit 3: yepisyeniydi ve danavortil, dalanmak kelimesinin diğer anlamını ve o anlamın şiirde kullanılışa göre daha yakın olduğunu belirttiler. ilgili kelimeye ekledim.
edit 4: bir kereye mahsusdur isimli arkadaş, yumak fiilinin ikinci bir anlamını ve örneğini sundu, eklendi.
edit 5: xifedis isimli arkadaşın tavsiyesiyle menstrüasyon kelimesinin anlamı ve şiirde geçen kesiti eklendi.
edit 6: kerem dervis isimli arkadaşın tavsiyesiyle kösnümek kelimesinin anlamı ve şiirde geçen kesiti eklendi.
edit 7: corleone1316 isimli arkadaşın tavsiyesiyle bergüzar kelimesinin anlamı ve şiirde geçen kesiti eklendi. -
walter benjamin, kayıp zamanın izinde yazarı proust'u dilin nil'i olarak tanımlıyor. bu başlık ve başlığı açanın emeği karşısında bu imge belirginleşmişti. ismet özel mi? dilin nil'idir o.
-
(bkz: çıdam)
-
-
selahattin yusuf'un şule yayınlarından 2005 yılında çıkan ve ismet özel hakkında giriştiği inceleme kitabıdır. ismet özel'in nasıl bir insan olduğu gerçeğinden hareketle onun yaşantısına ışık tutumaya çalışmış ve okuyucusu ile arasındaki bağlarını sağlamlaştırmıştır selahattin yusuf.
türkiye'de az çok okumuş herkesin kafasında bir ''ismet özel masalı'' var.
bazı masallarda, ağzından alevler saçan ejderin kellelerini kılıcıyla koparan ismet özel'le karşılaşıyoruz. bazılarında ise ateşi ağzından bizzat ismet özel çıkarıyor!
ismet özel masalları öyle çok, öyle çeşitli ki. yaşayan bir entelektüelin kaf dağı'nda ikamete mecbur edilmesinin bir anlamı olmalı.
halbuki, ismet özel tam da kendi masalını yıkmak için müstakil bir kitap yazmıştır: waldo sen neden burada değilsin.
elinizdeki kitap, bir entelektüel olarak ismet özel'in düşüncesini hakiki nitelikleriyle kavrama çabasının ürünüdür.
bir masal ismet özel'i, yeni ya da eski bir ismet özel masalı değildir. -
bu sözlükte yer alan bir çok anadolu sözcüğünü hala anneannem ve dedemden duyarım. az önce göz gezdirirken, onları ne kadar özlediğimi farkettim.
-
abanmak: bir şeyin ya da bir kimsenin üzerine eğilerek kapanmak.
-avucunun
avucunun böğürtlenlerine abanmak istiyor canım
böyle geçiyor içimden.
(bkz: çağdaş bir ürperti) -
bir kısmını hala kullandığımız kelimelerden oluşan sözlüktür.
her devrim, bir şaire ihtiyaç duyar. bu devrim ileri yönlü de olabilir, geri yönlü de. özellikle rejim veya iktidar değişikliği istiyorsanız, tabanınızın heyecanını diri tutması için bir şaire ihtiyaç duyarsınız.
işte son 20 yıldaki 2 büyük (eski ortak) siyasal islamcı topluluk; kendi bünyesinde malesef şair üretememiştir. çünkü entelektüel birikime ve sanat zevkine sahip insan yetiştirmemiş, aksine sanatı ve münevverliği yeniden tanımlayarak içini boşaltmıştır.
onlar da hazır kendini yetiştirmiş isimleri sömürme yoluna gitmiştir. örneklendirecek olursak;
geçen onyılda sezai karakoç çok popülerdi. mona roza şiirinin tefsirlerini yapan tipler vardı. zannedersin peygamber kabul edecekler adamı. e tabi sonra ne oldu? sezai karakoç doğru bildiğini söylemek uğruna iki muhalif cümle kurdu, akabinde adını sanını unutturdular, anmaz oldular.
şimdi de ismet özel'e abanıyorlar ama oradan da ekmek çıkmaz. -
bazen gerekli olan sözlük.
kariha yarımküresi: beyin -
ismet bey sanıyorum şurayı çok önce keşfetmiş, ya da benzer bir çalışma yapmış kendisi, öyle olmalı
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap