• bir:kendine ev içinde minicik bir alan ayırarak ordan dışarı adım atmamaya sebep olan psikolojidir bir süre sonra.balkona çıkınca bile rahatladığını fark eden bünyeyi sürekli aynı odada tutarak kendine acı çektirir insan. dış uyaran eksikliği had safhadadır haliyle, ve en ufak bir şey sizin ruh halinizde tsunamiler yaratır.

    iki:her karşılaştığınızda "hala mı bulamadın? canım yaa, bu zamanda iş bulmak çok zor" diyen ve aklı sıra sizi anladığını sanan teyzeleri,amcaları ve hatta yaşıtınız insanları boğasınız gelir.

    üç:sizi motive edecek çok az şey vardır, zamanınız günün bitmesini beklemekle geçer.

    dört:sadece sizin istediğiniz şeylerle karşılaşırsınız, sadece istediğiniz insanlarla muhatap olursunuz (hep evdesiniz). bu yüzden toplum hayatını unutursunuz, dışarı çıktığınızda afallarsınız. misal, sokakta yürümeyi bilmeyen onlarca insan hafızanızdan çıkmış olduğundan sokağa her çıktığınızda sinir harbi yaşayıp eve seyirtirsiniz hemen.

    beş:kimden ne adaleti beklediğinizi bilmeden birilerine adil olmadıkları için kinlenip durursunuz.

    altı:aileye yük olmak düşüncesi belli aralıklarla beyninizden geçer, kovalarsınız düşünceyi*.
  • lisansı hatta yüksek lisansı bitirirsiniz kurs programlarına katılır kendinizi geliştirmeye çalışırsınız fakat ona rağmen iş güç bulamazsınız. işe başvurur görüşmelere sınavlara gidersiniz ve tekrar tekrar elenirsiniz. kimse sizi işe almaz. psikolojiniz bozulur. annenizin babanızın arkadaşları size bakıp o kadar okumuş ama iş bulamamış derler. bir iş bulsaydın iyiydi derler. arkadaşlarınızdan uzaklaşırsınız çünkü onların çevrelerinden yüksek veya orta mertebe insanlar vardır. işe güce girmelerine yardımcı olurlar. ama arkadaş diye tanımladığınız insanlar size zerre kadar faydaları yoktur. işe girmenize zerre kadar yardımcı olmadıkları gibi birde kösteklemeye çalışırlar.
    gece 4 de yatarsınız belki 5 belki sabah ezanıyla beraber. sonra akşama doğru kalkmaya çalışır bilgisayarınıza bakarsınız. aileniz bugün ne yaptın diye sorular sorarlar. rahatsız olursunuz. iş güç bulamamışsınızdır.çaresizsinizdir.
    bazen evde tek başına boş boş oturmayı kaldıramazsınız. dışarı çıkıp etrafa bakim dersiniz. tanıdık insanlara rastlamamak için büyük efor sarfedersiniz. çünkü onların soracakları sorular kısa ve nettir. nasılsın ve nasıl iş bulabildin mi?..bulamadım demek gücünüze gider. vah vah tüh tüh derler arkanızdan ama kafaya takmadıkları gibi bu soruyu unuturlar ve sizi tekrar gördüklerinde tekrar tekrar sorup sizi isteyerek veya istemeyerek gıcık etmeye çalışırlar.
    bu psikoloji ile beraber canınız sıkılır insanlara karşı sinirli hareketlerde bulunursunuz bu sizin dahada yalnız kalmanıza yardımcı olur. ekonomik olarak bağımsızlığınız yoktur. babanız ne kadar para verirse ona muhtaçsınızdır. onun kızmasına bağırmasına eleştirmesine mecburen başınızı eğersiniz.
    sık sık iş bulamamaktan mütevellit sistemi eleştirir bu sistemin böyle gidemeyeceği çökeceğini iddia edersiniz fakat bu hiç bir zaman gerçekleşmez. arada birde gereksizde olsa intiharı düşünür, ne bu ülkeye ne de kendinize faydanız olmayacağını düşünür nasıl gerçekleştirecem diye hayaller kurarsınız.

    işsizlik işte böyle rezil bir durumdur.
  • çaresizliktir. kendine ait hiçbir şey elde edememek, arkadaşlarla gezmeye çıkamamak, telefona kontör bile alamamaktır. en önemlisi de hayatın çok anlamsız olduğunu anlamaktır.
    günler çabuk geçsin diye gecelerce yatmamak, sabahları erken kalkmamaktır. ne iş yapıyorsun sorusundan bıkmak, yolda tanıdıklardan kaçmaktır.
    kötü günlerde arayacak bir dost bulamamak, "hiç arayıp sormuyorsun bizi unuttun" diyenlere anlamsızca bakmak, "ama ben işsizim gelirim yok" diyememektir.
    parasız kalınca boş boş gezmek, bir yere oturup bir çay bile içememek, bazen babayla tartışmak, bazen de hayattan bıkmak ölmeyi istemektir işsizlik.
    eskiyen ayakkabılara bakmak, dizi yırtılmış pantolonu giymeye utanmak, bazen de her şeyi boş vermektir işsizlik.
    işin özü:
    en berbat iştir
    işsizlik...
  • sürekli olarak herhangi bir iş ile ilgili, "şu an şunları yapıyor olabilirdim" denilen; denilenlerin sürekli lafta kalması yüzünden, insanın kendini etkisiz eleman gibi hissetmesini sağlayan durum.

    işsizlik şu bakımdan gerçekten tuhaftır; hayatınızın ilk yıllarını agu gugu falan diyerek geçirirsiniz ve olan bitenden pek bir haberiniz olmaz. kreşte tek beklentiniz ise arkadaşınızın elinizden aldığı oyuncağı geri alıp onun kafasına fırlatmak ve anne-babanızın sizi almaya gelmesidir. ilkokulda, yeni ünite dergilerinin dağıtılmasını, yeni bir kokulu silgi almayı, eve dönünce ninja kaplumbağaları ve genki' yi izlemeyi (buradan yaşı ele verdiğim kanısındayım) beklersiniz. ortaokulda hoşunuza giden bir kıza açılmaya çalışırsınız (yıllar geçer ve bir halt diyemezsiniz ayrı; daha sonra kız liseli bir hödükle çıkmaya başlar.) , okuldan eve dönerken atari salonu kaçamağı yaparsınız. lisede işler değişir ve insanlar "ben büyüdüm" moduna girer. sigara içmeye özenenler olur, tesbihle gezenler olur, tarz olsun diye gufi pabucu ile okula gelenler olur.. üniversiteye hazırlanır, dersaneye gidersiniz; hayatınız elektromagnetizma, izotonlar, özdeşlikler olur. üniversite sınavında salak bir biyoloji sorusunu kaydıracağınızı düşünmeden geçer hayat. soruyu kaydırırsınız ve hayatınızın kaderi değişir; mühendis olacak adam gider "puanım tutuyor" diye işletme falan okur (en azından bende öyle oldu) ya da bir puanla uçak mühendisi olacağınız yerde jeolojiye falan girersiniz (yerin dibine girmek bu olsa gerek.). bir şekilde üniversiteyi okursunuz; liseli arkadaşlarınıza "vize, final, proje" dersiniz, "o da neymiş" derler. ki aslında bir halt da değildir, sadece sınav isimleri değişiktir. hele ki kötü bir üniversitede okuyorsanız, liseden tek fark sınav isimlerinin değişmiş olmasıdır. abuk subuk klüplere üye olursunuz. ben dağcılığa falan gitmiştim, uyku tulumuna sığamadım. neyse, kimin umrunda.. erkekseniz okul bitince evinize kağıt gelir ve askerlik için geri sayım başlar. kendi sürecimden bahsettiğim için ondan devam edeyim; kağıt gelir ve aynı günler içinde master' a kabul edilirsiniz, kağıt gidip 2 yıl sonra tekrar gelecektir. sevmediğiniz, kendinizi ait hissetmediğiniz bölümde bir de master yaparsınız. bu kez biraz benimsersiniz olayı, okulda derece falan yaparsınız, sınavlarda dereceleriniz sergei bubka nın rekorlarına benzemektedir; herkes 15-65 arası bişey alır, siz 95 alırsınız. yıllar geçer ve master biter, bu kez doktoraya başlarsınız, kağıt yine geri gider. master yıllarında aldığınız gazla başladığınız doktoradan, "ben sosyalbilimci değil, doğa bilimciyim" deyip ayrılırsınız. bu kez gelen kağıtla beraber siz gidersiniz askere. eğitiminizi soranlara "doktora terk" olduğunuzu anlatmaya çalışırken, doktor olduğunuzu sananlar çıkıp, koğuşta herkes, "şuram ağrıyor ne yapayım" gibi sorular sormaya başlar.. zor bir askerlik yaparsınız ve biter..

    ..
    ..
    ..
    biten şey, "iş" sahibi olduğunuz dönemlerdir. bu dönemlerde bir amacınız, beklentiniz, umutlarınız vardır. hep gösterilen hedefe doğru yürürsünüz ve hedeflere ulaşırsınız. aslında hedef her zaman iş yaşamıyla ilgilidir, yani küçüklüğünüzden beri herkes "büyüyünce ne olacaksın" diye sormaktadır ki, bence küçük bir çocuğun bile iş yaşamına şartlanması bu dönemde başlar. yahu kime ne ki çocuğun ne olacağı; bırak oyuncağıyla oynayıp çizgifilmini falan izlesin.. hangi işe gireceğini de zamanı geldiğinde düşünsün..
    ..
    "zamanı geldiğinde" !!!

    yani şimdi..

    başa dönüyorum, " sürekli olarak herhangi bir iş ile ilgili, "şu an şunları yapıyor olabilirdim" denilen... "
    ..
    işte zaman bu zaman. hep beklediğiniz, hep bir şeyleri ona dayandırdığınız zaman; hep topu taca attığınız yer. iş arama sürecinin sonunda elinizde koca bir hiçin olduğunu gördüğünüzde ya da kısa süre çalışılan, size uygun olmayan bir işten ayrıldıktan sonra başınıza gelen şey. çocukluk hayallerinin kusursuzluğunu, korkunç ve sonu gelmez bir perdeyle örten karanlık.

    belki de en kötüsü, iş beğenmemek ve iş bulamamak değil, geleceğe dair umutlarınızı kaybetmek. yapılacak işin olmaması, yapılacak işlerde çalışan patronların size büyüklük taslaması, oluşan umutsuzluk sonucunda, hayattan bir beklentinin kalmaması; boktan üniversite dönemlerinde giyilen koyu yeşil depresyon hırkasının bulunup üste geçirilmesi..

    evde oturup "bizim evin halleri" nin ya da cnbc-e dizilerinin tüm bölümlerini baştan sona izlersiniz, hiçbir spor karşılaşmasını kaçırmazsınız, dilediğiniz kadar uyursunuz. "iş aranmadan geçen her gün, hayatından çaldığın bir gündür" diye düşünür diğerleri. sizse iş aramayı bırakın, hayattan umudunuzu kesmişsinizdir. hayal kurmazsınız artık, takım kurarsınız. bunu ciddi söylüyorum; internetteki futbol forumlarına girip takım kurarsınız tüm gün. millet evlenir, çoluk çocuğa karışır, siz olimpiyatın tek bir anını bile kaçırmadığınızı söylersiniz. düşünmeniz için yeterince fırsatınız vardır bu dönemde..

    yazımı buraya kadar okuyanlar muhtemelen bir sonuca varmamı da bekliyor olmalılar. sonuç yok; gerçekten neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmiyorum. phelps' in tüm rekorları kırışını canlı izlemiş olmakla ne kadar övünebilir ki bir insan.. öte yanda da sürekli dayatılan bir "meslek sahibi" olma kaygısı ama hayatın gerçekleri; işlerin hiç sanıldığı gibi olmaması, iş ortamındaki herkesin kendi çıkarını düşünmesi, mantığa ve ilahi adalete olan inancın; umudun kaybolup sönükleşmesi...

    böyle bir psikolojidir işsizlik psikolojisi. düşünüp durursunuz sürekli. (bu "devrik cümle kurma" durumunu da içinde bulunduğum ruh haline vermeliyim.) örneğin bu yazdıklarım; benim yalnızca bikaç dakika içinde düşündüğüm şeyleri yansıtıyor ve bu psikolojide insan başka şey düşünmüyor. herkes hayatın bir safhasını yaşıyor ve siz sanki onlara başka bir yerden bakıyorsunuz; yalnızca düşünebildiğiniz bir ortam bu; müdahil olamıyorsunuz ve bir şeyleri değiştiremiyorsunuz..

    not: south park' ın tekrarı başlıyor, entry' mi sonlandırmak durumundayım..
  • kendi isteğinizle bir dönem işsiz kalmayı seçmişseniz* keyifli bir süreç olarak başlar, sonra zorunlu işsizlikle yollar kesişir ve aynı sorunları yaşamaya başlarsınız. iş görüşmelerine giderken her seferinde başka taktikler geliştirir ama hiçbirinden olumlu sonuç alamazsınız. kimisinde az para istemeyi düşünürsünüz ki işi kaçırmayasınız, kimisinde çok para istemelisinizdir ki sizi hafife almasınlar, kimisinde çok neşeli ve canlı görünürsünüz, kimisinde de cool takılıp kendinizi ağırdan satmak istersiniz. olduğunuz gibi davransanız sonuç olumsuzdur, olduğunuzdan farklı görünseniz sonuç yine olumsuzdur. bazen kapasitenizin altında çalışmaya razı olabileceğiniz işler çıkar karşınıza, yine olmaz yine olmaz; kendinizi değersiz hissetmenize yol açar bu psikoloji. özellikle çok iyi bilirsiniz ki siz çok değerlisinizdir ama nedense başkaları* bunun farkında değildir. hele ki işveren tarafında bulunan insanlar o kalede kendilerine sağlam cepheler kurmayı başardıkları için sizi öteki olarak görmede çok başarılıdırlar. bir sürü yere başvurursunuz, ses çıkmaz, ses çıkar gerisi gelmez, gerisi gelir sonuca varmaz, sonuca varır: hüsran, yine hüsran. bu böyle gider

    artık ne iş olsa yapacak hale gelir, abuk sabuk işlere de başvurursunuz, sizi görüşmeye çağıran salak* karşınızda kariyer planı diye birşeyden bahsederek ahkam keser.

    her ne olursa olsun vakti saati şaşırmamak gerekir, düzenli uykuyu bozmamak gerekir, gündüzleri uyuyarak tüketmemeli, bol bol kitap okumalı, uzun yürüyüşler yapmalı, dışarı çıkıp nefes alabilmenin bir yolunu aramalıdır. hayat sizinle dalgasını geçmeye devam edecektir ama siz de onunla dalganızı geçmenin bir yolunu illa ki bulmalısınız. sonuçta o kazanacak olsa bile...
  • en öz güven sahibi adamın bile, canına okuyan nalet bir psikolojidir.
    - gardrobu açıp uzun uzun bakarsınız, açıktan koyuya doğru sıralanmış gömlekler, altlarıyla takım asılmış ceketler, elbiseler, bir başka bölümde kutularının içinde bekleyen ayakkabılar, çantalar.. daha dün şu krem rengi yünlü elbiseyle perakende toplantısına katılmıştım anıları beyninizde uçuşur, geçmiş artık başka bir ülkedir, bir çekmeceden yoga pantolonu, üstüne de bir tshirt uydurup dolabın kapısını kapatırsınız.
    - sabah işe giden herkesten nefret edersiniz. onlar düzenin bir parçasıdır, bir işe yarayan, bir motoru hareket ettiren parçalardan biridir, işte şimdi işe gidiyor, çalışıyor, akşam bir yerlere dönüyor, para kazanıyor, harcıyordur.sizse oyun dışı kalmışsınızdır, iş hayatı sizsiz yürüyordur, kendi varoluşunuzu sorgulamaya başlarsınız. ekmek almak için sabahları çıkmaz olursunuz bir süre sonra.
    - tanımadığınız bütün numaraları büyük bir heyecanla açar, eğer bir iş görüşmesi daveti aldıysanız umut denizinde yelken açmaya başlarsınız. yanlış numuara çeviren herkes can düşmanınızdır.
    - girdiğiniz her mağazada ben olsaydım böyle olmazdı diyebileceğiniz bir eksik bulursunuz. o kız yaka kartı takmamış, istediğim kazak reyonda yoktu depodan geldi, iki satış danışmanı müşteriye bakmak yerine sohbet ediyor, ben yönetseydim böyle olmazdı, evet olmazdı canım ama seni istemiyorlar işte! aynı duyguları gazete okurken, tv izlerken gördüğünüz reklamlarda da yaşarsınız. ben olsaydım !
    - evden gönderilen para size batmaya başlar, bir kahve alırken bile. gece çıkmak falan bir başka bahara ertelenir. bir ev kuşu olarak kendinizi temizliğe verirsiniz, bari bir işe yarayayım!

    edit: geçmiş olsun dilekleri ileten herkese teşekkürler. işsizlik dönemimde yazmıştım, tam 14 ay sürmüştü ve iflahımı kesmişti.
  • paranız veya sağlam arkanız yoksa işsizlik=parasızlık koyar insana. iyi bir arkadaş çevreniz varsa kimse yüzünüze vurmaz bu parasızlığı ama onlarla aynı hayatı sürdürmeye kalktığınızda en kritik nokta da parasızlıktan sıkılır mahçup olursunuz. kafanıza göre takılamazsınız. bazen de hiç takılamazsınız. insanlar da sizi takmaz ve devam eder hayatına. daha az aranır daha az davet edilir olursunuz.

    bir ortamda birisi ile karşılaştığınızda ne iş yaptığınız sorulunca kafanız atar. karşınızdaki elbet sizi yaralamak veya kızdırmak için sormamıştır ama siz kendi ezikliğiniz ve sıkıntınız ile kötü hissedersiniz kendinizi.

    kadınlar -en azından bir kısmı- elbette ki paranız için sizle yatmazlar.ama paranız olmadığında onların yapmak istediklerini gerçekleştiremezsiniz. bu da onları size daha zor yakınlaştırır.

    aklı bir karış havada götü her daim helada takılan biri değilseniz elbette ki seks performansınız zarar görür. aklı geçim derdinde, hayatını rahatlatma derdinde olan kişinin libidosu normal çalışmaz.

    sadece türkiye'de değil dünyanın her yerinde geçerli kural kadının eşi erkeğin işi'dir. işsiz insanlar herkes aksini iddia etse de bir kademe düşük algılanırlar.

    tüm bunlara rağmen. gerçekten çalışmak isteyene ve kazanmak isteyene her zaman ekmek vardır dünyada. biraz dişinizi sıkarsınız. kafanızı toplar bir yerlerden başlamaya konsantre olabilirseniz hayalinizin işini değil ama sizi yürütecek imkanı her zaman bulabilirsiniz. ordan başka bir işe geçersiniz. ordan bir başkasına. düzenli olarak hata yapmayanlar için hayat her zaman fırsatlar doludur.

    bir süre sonra işleriniz tıkırına girdiğinde ne siz hatırlarsınız işsiz ve parasız günlerinizi ne de çevrenizdekiler..

    bunun tam dersi sürekli büyüme psikolojisidir. o zaman da farklı tepkiler alırsınız toplumdan. insanlar hiç bir zaman sizin onları geçemenizi hep onlar gibi veya ortam ortalamalarında kalmanızı isterler. ama o zaman sağlam bir işiniz ve paranız vardır kimseyi takmazsınız kafanıza.

    kimse işsizim diye bozmasın moralini. olayın özü budur.
  • ne iş yapıyorsun sorusuna "ev herifiyim" şeklinde cevap verdiren psikolojidir.
  • basta iyidir, ne guzel, butun planladiklarimi yaparim diye dusundurur. gelin gorun ki, o kadar cok bos gununuz vardir ki, her gun ben bunu yarin yapayim dersiniz ve o yarin hic gelmez. o yuzden harcayacak bol bol paraniz ve ic disiplininiz yoksa issizlik psikolojisi 3. aydan sonra bildigimiz bunalima doner.
  • yaklaşık bir aydır içinde bulunduğum durum.

    *bir aydır her gün elma yiyorum. kütür kütür. o elmayı ısırdıkça bir hafiflik çöküyor ki üzerime anlatılmaz.

    *sadece elmayla bitmiyor bu psikoloji. önüme çıkan her şeyi ağzıma atıyorum. kendimi orta çaplı bir hortum gibi hissediyorum. önüme çıkan her şeyi birbirine katıp yutuyorum löp diye.

    *sol kulağımda ağrılar peydahlanmaya başladı. günde on beş saat üzerine yatıyorum boru değil.

    *özellikle gündüz uykularında tuhaf rüyalar görüyorum. eski iş yerimdeki patronu sıklıkla görüp mide ağrılarıyla uyanıyorum. ama son on gündür rüyalar normal. geçenlerde ay savaşçısı çizgifilminde ki mamuro adlı yiğitle aşk yaşıyorduk. bugünse cumhuriyet baş savcısıydım. evet her şey normal.

    *makyaj yapmayı unuttum bu süre zarfında. geçenlerde makyaj yapıp dışarı çıkayım dedim, sanırım eyelineri sürerken elim titremiş maymundan hallice* olmuşum. arkadaşlar söyleyince fark ettim.

    tespitlerime ilerleyen zamanlarda eklemelerde bulunacağım vesselam.
hesabın var mı? giriş yap