• bizim neslin eski yeşilçam filmlerinde dalga geçtiği ağız, esas itibariyle has be has istanbul ağzı'dır efendim. zira, türkçe yazıldığı gibi okunan bir dil değildir.

    günümüzdeki türkçe'de, "yapacağım" diye yazarsınız, ancak "yapacağım" diye, o "ğ" harfini bastıra bastıra söylerseniz, diksiyon dersinden kalıverirsiniz. birinci tekil gelecek zaman için bugünkü makbul okunuşunu tam anlamıyla yazmaya çalışsak, "yapıcaım" diye ifade edebiliriz. ve fakat, orijinali itibariyle, bunun eski okunuşu "yapıciim"dir.

    burada, "yazılışta belli bir standardı tutturma" gayesiyle ortak bir yazım kuralları bütünü oluştuğunu görüyoruz. ama bu bile daimi değildir. her sahafta bulabileceğiniz varlık yayınları kitaplarına bakın mesela, bunlar ekseriyetle '70'li yıllarda basılmıştır ve her birindeki basım "... yapıcağımı biliyordu." gibi cümleler, kelimeler içerir. belli ki, o dönemlerde, konuşurken "inceltme" kuralı, henüz yazılı alanda da kullanılıyordu. çok değil, 20 sene içerisinde yazım dili değiştiği gibi, eski istanbul ağzı da daha yakın dönemde kullanılana evrilmiştir.

    benzer bir biçimde, yukarıda da ifade edilmiş olduğu gibi, birinci tekil-şimdiki zaman için "yapoorum, gidoorum" tarzında bir kullanımın istanbul'da yaygın olduğunu görüyoruz. adalet ağaoğlu, meşhur dar zamanlar üçlemesi'nde, eski istanbullu bir aileden gelen hanımı konuştururken, hep bu aksanı kullanmıştır misal.

    bir diğer özellik, açık e ve kapalı e, ince k ve kalın k ile ince l ve kalın l kullanımları arasındaki farka gösterilen dikkate değer ayırımdır. özellikle şu farklı e'lerin kullanımı, telaffuzu tamamen değiştirmektedir. ("renk" için "rank", "genç" için "ganç" diyen nice öğretmenler gördüm, conconları saymıyorum bile!)

    velhasıl-ı kelam, türkçe, konuşulması kolay bir dil değildir, eğer ki hakkını vererek konuşmak istiyorsanız...

    bu sebeple kimi sosyologlar, dilin güzel ve doğru kullanılmasıyla alay etmenin, dile hakim olamadığı için kendini kötü hisseden kitlelerle ilgili olduğunu söylüyorlar. özellikle aldığı göçlerle birlikte yapısı değişen istanbul'da, sadece diline bakarak bir kimsenin yerli mi yabancı mı olduğunu kestirmek kolay olduğundan olsa gerek, istanbul ağzı -bilinçli ve/veya bilmeden- bir elit kesim unsuru gibi gösterilmeye çalışılmış, edilen alaylara bakılırsa başarılı da olunmuştur. (yeşilçam filmlerini ve edilen alayları tekrar anımsayınız lütfen) fakat unutulmamalıdır ki, kibarlık derecesi belki farklı olsa bile, istanbul'un balıkçıları, manavları, simitçileri, fırıncıları, kasapları, çoluk çocuk ahalisi de bu şehre dahildi, bu şehrin halkıydı ve orada doğup büyüyen nesiller -belki 3 nesil evveli başka yere de dayansa- netice itibariyle istanbul ağzı konuşurlardı. kurtuluş insanı başka, fatih insanı başka, galata insanı başka argo, deyim ve sözler kullanırdı şüphesiz, fakat telaffuz itibariyle hepsi istanbul ağzına dahildi ve bu farklar, olsa olsa o ağzın içinde, sözcük zenginliği katan unsurlardı...
  • bu konuda, anadolu ve rumeli ağızları uzmanı prof zeynep korkmaz'ın görüşleri önemlidir...

    "standart türkçe belli bir ağza dayalıdır. bizim türkiye türkçe'si daha çok istanbul ağzına dayanır. ama eski istanbul ağzına, şimdikine değil. şimdiki istanbul ağzıyla yazı dilinin hiçbir ilgisi yok. belli esaslar tespit edilmiş o yazıya geçmiştir.

    ama telâffuzda dil her zaman değişebilir.

    bizim yazı dilimizin bir osmanlı türkçe’si vardır. osmanlı türkçe’sinde türklerin anadolu’ya gelip anadolu’yu türkleştirdikten sonra yazı dili kurmalarıyla başlayan dönem, bu kendi içinde alt bölümlere ayrılıyor, 13. yy.’dan 19. yy.’a kadar devam ediyor. eski anadolu türkçesi birinci aşaması, osmanlı türkçe’si ikinci aşaması, tanzimat’tan sonraki osmanlıca’ya da yeni osmanlıca demişlerdir bazı araştırmacılar veya yazarlar. osmanlı türkçe’si türkçe’yi çok ihmal ettiği için, üçüncü, dördüncü planda bıraktığı, kurallarıyla birlikte arapça ve farsça hâkim olduğu için tanzimat devri’nde de batıyla temastan sonra dilde sadeleşme başlamıştı. bu sadeleşme yeterli görülmedi, cumhuriyet devri’nde dil devrimi, yenileşme hareketi yapıldı. dili tazelemek, türkçeleştirmek gerekiyordu. bunun için anadolu’dan istifade edildi, ses değişmeleri açısından değil, ama kelimeler açısından. ama yazı dili bir kere tespit edildikten sonra, standart bir şekil aldıktan sonra ikide bir değiştirilmez. onun imlâ kuralları tespit edilir, yazılı olarak artık o sabittir. ama konuşmada değişebilir. mesela, bugün ‘geleceğim’ yerine ‘gelicem’ ya da ‘gelicim’ diyenler var

    madem ki bir standart dil vardır. tüm dillerde böyledir. ingilizce oxford lehçesitemelinde, almanca berlin lehçesi temelinde gelişmiştir. mutlak dayandığı bir ağız vardır. o ağız temelinde şeklini, kıvamını bulmuştur ve bu kıvamda yazıya geçirilmiştir. o yazıda esastır, konuşmada az çok değişiklik olabilir. ama doğrudan doğruya ağız özelliklerini veren söyleyişler dili standart özelliklerinden kopartmak tehlikesi doğurur. onun için doğru değildir. belki eğitim yetersizliğinden kaynaklanan bir sonuç olarak görüyoruz. bir gün radyodan bir üniversite öğrencisinin, “ben hukuk fakültesi’ne gidiyom, hukuk okuyom,” dediğini duydum. şimdi standart türkçe’deki ‘gidiyorum’ şeklindeki bir telâffuzu bir üniversite öğrencimiz böyle söylerse bu hoş karşılanmaz. standart türkçe’yi, yazı dilinin oturmuşluğunu zedeleyen bir hâle götürür. ondan sonra da yazı dilini ağızlara dönüştürür.

    ağız özelliklerinin kaybedilmesi bence kötü. çünkü nasıl olsa bizim bir yazı dilimiz, standart türkçe’miz var. eğitim yoluyla bunu çok rahat kurabiliyoruz. ağızlar bizim en zengin kültür hazinelerimizdir. yeni teknik gelişmelerle bunun kaybedilmeden derlenmesi lâzım. neden önemli olduğuna gelince, bir arkadaş sordu, ”bakıyorsunuz bir adanalı ile bir taşkentli anlaşabiliyor. bunun temelinde ne var?” diye. bunun temelinde ağızların çok eski devirlerden gelen şekilleri devam ettirmeleri var: bunlar yazı diline bağlı olmadıkları için, serbest kaldıkları için türkçe’nin en eski şekli zaman içindeki gelişmelerle, birtakım ses değişmeleriyle devam edip geliyor. onun için, biz köktürkçedeki bazı şekilleri bu gün anadolu ağızlarında bulabiliyoruz. malatya’nın bir yerinde ‘evde ayrıldım’ deniyor. bulunma hâlinin eki ayrılma hâli eki yerine kullanılıyor. köktürkçenin bir özelliğidir bu. eski türkçe’deki ünlü uzunluklarına aslî uzunluklar diyoruz. bu var mı yok mu? bu başka bir mesele. bizim bilemediğimiz devirlerde bir ses değişmesiyle mi uzadı? onu bilemiyoruz. ama bu türlü söyleyişler anadolu ağızlarında var. balıkesir’in bir ilçesinde ‘üç’ derken ‘ü’ sesi iyice uzatılır. bu gün türkmen lehçelerinde de bu karakteristiği görüyoruz.
    eski devirlere ait özellikleri aynen devam ettiriyor ağızlar.
    standart dil gelişmeye bağlı ama bir ağzı esas alıyor. diyelim ki, azerbaycantürkçe’si baku ağzını esas alıyor.

    türkiye türkçe’si istanbul ağzını esas alıyor. bu ağız çerçevesindeki gelişmeyi takip ederek bunu donduruyor ve devam ettiriyor. daha küçük yerleşim bölgelerindeki konuşmalar serbesttir, yazı dilinden uzaktır. hele bizim türkiye’nin şartlarında diğer türk lehçeleri için de öyle. modern teknik imkânlar bulunmadığı için bunlar çok daha saf olarak devam ettirilmiştir. türkülerinden, manilerinden destanlarına varıncaya kadar çok çeşitli kültür değerleri var. fakat, biz konuya dil bakımından baktığımızda da aynı şeyi görüyoruz. biz ‘deniz’ derken geniz sesi kaybolmuştur. ama anadolu’nun pek çok yerinde ‘deniz’ derken geniz sesi verilir. bu, eski 8. yy. metinlerinde varolan özellikler bu güne kadar devam edegelmiş. mesela, biz ‘yiğit’ diyoruz /y/’siz şekli var, ‘yürek’ yerine ‘ürek’ şekli var. bunlar bilimsel ölçülerle tahlil gerektiren bir takım unsurlardır. ama, sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, anadolu ağızları çok zengin kültür hazinesine sahiptir. bunlar askerlik, ticaret yoluyla değişebiliyor, diğer ağızlarla karışınca, eğitim yoluyla değişebiliyor. bunların kaybolmadan önce derlenip toparlanması lâzım.
    isterseniz çalışmalardan kısaca bahsedeyim.

    bizde türkiye türkçe’siyle ilgili ağız çalışmaları çok eski sayılmaz. türklük bilimi araştırmalarına paralel bir seyir izlemiştir. 1860’ların ortalarında başlamıştır. o zaman ruslardan maksimov, hüdavendigâr ağızları ile ilgili bir eser yazmıştır. ondan sonra başkaları gelmiştir. túry’nin, i. kúnos’un, m. hartmann’ın, karl foy’un, necip hasan balhasanoğlu’nun, f. giese’in, f. kowalski’nin, jean dény’nin, martti räsänen’in çalışmaları vardır. 1860’la 1940 arasına giren çalışmalardır bunlar. fakat, bunlar içerisinde kowalski ve räsänen’i istisna edersek, diğerleri çok küçük çaplı araştırmalardır. doğu bilimciler çerçevesinde yapılan ilk çalışmalardır. ben 1945’te başladığım zaman karl foy’un aydın ağzıyla ilgili bir çalışmasını aldım. hiç tatmin olmadım. bunların tarihî değeri var. ama bu gün artık bunlardan istifade edilemez. bu çalışmalar önümüzü açmışlardır, bize öncülük etmişlerdir. türkiye‘deki ağız araştırmalarında birinci devre 1860-1940 arasındaki devredir. martti räsänen değerli bir araştırmacıdır. orta anadolu’nun birçok yerinde konya, yozgat, sivas ve afyon’a ait metinler toplamıştır. trabzon’daki manileri, bilmeceleri toplamıştır. çok ayrıntılı bir transkripsiyon sistemi kullanmıştır. bu bir geçiş devresini temsil ediyor. sonra kowalski de o zamana kadar yapılan derlemelere dayanarak anadolu ağızlarını “islâm ansiklopedisi”’nin dördüncü cildinde yazmıştır. osmanlı türkçe’si diyalektleri diye. 1940-42 arasında dördüncü cilt ingilizce, fransa ve almanca olarak yayınlanmıştır. daha verimli dönem 1940’tan sonra başlar. räsänen’le geçiş devresi ve yerli araştırıcılar dönemidir. caferoğlu’yla başlar. caferoğlu’nun elimizde on ciltlik bir külliyatı vardır. türk dil kurumu bunu yeniden basmıştır. tarihî değeri çok büyüktür. bir kısmında ağız özellikleri bakımından fazla ayrıntıya inmemiştir. çünkü çok az transkripsiyon işareti kullanmıştır. ama bununla beraber birbirleriyle kıyaslanırsa, içlerinde çok değerli olanları vardır. ondan sonra benimle başlayan bir devir geliyor. benimki transkripsiyon işaretleri verilmiş ve titizlikle üzerinde durulmuş bir metin derlemesidir ve buna dayanarak da grameri işlenmiştir o bölgenin. daha sonra yeni çalışmalar gelmiştir. yalnız burada bir şeyi belirtmek istiyorum. tabi ağız araştırmaları derken, bunların yalnız metin derlemesi değil bir de sözlükleri var. dil inkılâbından sonra ağızlardan yazı diline kelime aktarabilmek için “derleme dergisi” çıkarıldı. bu da sonra geliştirildi, derleme sözlüğüne çevrildi. “derleme dergisi” yetersizdi. fakat tdk büyük bir emek sarf ederek doğrudan doğruya gönüllülerin yaptığı derlemelerin yer aldığı iki ciltlik kitap bastı. fakat, bu “derleme sözlüğü”ne çevrildiği zaman yeni yeni metinler geldi ve on iki ciltlik bir eser meydana geldi. tdk bunu “derleme sözlüğü” adıyla basmıştır. "
  • (bkz: gökdemir ihsan) ne de güzel eleştirmiş (bkz: afilifilintalar)'da.

    bu da linki:http://www.afilifilintalar.com/…ayan-hayvanlar-icin

    "türkiye türkçesinin yazı dili daha ziyade istanbul ağzına dayanır. bu yüzden telaffuzda da temel alınan istanbul ağzıdır. okulda, sesli medyada hem kullanılan hem de “başöğretmen” tavrıyla başımıza kakılan ağız da istanbul ağzıdır. istanbul ağzı dışında kalan ?gerek rumeli’de gerekse anadolu’nun farklı yörelerinde kullanılan? diğer ağızlara karşı merkezde süregelen istihza ve tahkir ise hepimizin malumu. ana-babası da istanbul ağzından başka ağızlarla konuşan “okumuşlar” olarak, yıllardır, “halkçı” mizah “ustalarımızın” ağız farkına yaslanan ucuz esprileriyle eğlenmekte bir beis görmedik. kapıcıların, köylülerin, amelelerin o ağızlarla konuşmalarından daha doğal ne olabilirdi ki? bu yolla çalışan sınıfın, emekçilerin tahkir edildiğini zinhar aklımıza getirmedik.

    reklamcılar da bu sünepeliğimizden cesaret almış olmalılar ki, işi ilerletip “hayvanlı”ya vardırmışlar. bu hafta izlediğim iki reklam filminde de hayvanlar türkçeyi farklı anadolu ağızlarıyla konuşuyor. birincisi bremen mızıkacılarının eline düşesice bir bankaya ait; ikincisi ise kutup ayısı kovalayasıca bir meşrubat markasına.

    bu reklamları hazırlayanlara, onaylayıp yayınlayanlara sormak istiyorum: o hayvanlar neden istanbul ağzıyla konuşmuyor? “sevimlilik” falan gibi bahanelerin ardına sığınmadan cevap verin."

    zorunlu edit: yazar, alıntı yaptığım sitede (bkz: afilifilintalar) 'da şöyle bir düzeltme yapmış:

    "düzeltme notu: bir de diyorsunuz ki “neden televizyon seyretmiyorsun”. bir pazar gecesi “behzat ç.” seyretmenin nelere mal olduğunu görmüyor musunuz? yazıdaki “sert” ifadeleri sildim. yazdığım günden beri kafamı meşgul ediyordu. orantısız bir sertlik olmuş. alıntılayan arkadaşlar da o kısımları silerse memnun olurum. ne de olsa ölmeyi tasarlayan insanlarız; böyle anılmayı istemem."

    beni uyaran (bkz: yemdihan ucak)'a teşekkürler.
  • önce yerine evvel, araba yerine otomobil denilen türkiye türkçesi ağızlarındandır.
  • konuşulan ama ağzı yakalanamayan lehçedir.
  • göte yakın yerden et yer.
  • lisan

    güzel dil türkçe bize,
    başka dil, gece bize.
    istanbul konuşması
    en sâf, en ince bize.

    lisanda sayılır öz
    herkesin bildiği söz;
    manâsı anlaşılan
    lügate atmadan göz.

    uydurma söz yapmayız,
    yapma yola sapmayız,
    türkçeleşmiş, türkçe’dir;
    eski köke tapmayız.

    açık sözle kalmalı,
    fikre ışık salmalı;
    müterâdif sözlerden
    türkçesini almalı.

    yeni sözler gerekse,
    bunda da uy herkese,
    halkın söz yaratmada
    yollarını benimse.

    yap yaşayan türkçeden,
    kimseyi incitmeden.
    istanbul’un türkçesi
    zevkini, olsun yeden.

    arapçaya meyletme,
    iran’a da hiç gitme;
    tecvidi halktan öğren,
    fasihlerden işitme.

    "gayn"lı sözler emmeyiz,
    çocuk değil, memeyiz!
    birkaç dil yok turan'da,
    tek dilli bir kümeyiz.

    turan’ın bir ili var
    ve yalnız bir dili var.
    "başka dil var." diyenin,
    başka bir emeli var.

    türklüğün vicdanı bir,
    dini bir, vatanı bir;
    fakat hepsi ayrılır
    olmazsa lisanı bir.

    ziya gökalp
hesabın var mı? giriş yap