• 1994 yilinda amiga'da cikacagi scene dahilinde kulaktan kulaga dola$maya ba$ladiginda "oyunda maganda olur, amina kor" denmi$ti.. gercek cikti.

    lale sava$cilari yerli frpdir, basket topu otoparka kacan bir grup gencin istanbul'u yobazlardan kurtarmasini konu alur. megadeth ti$ortu gibi armorlar, ogrenci karakterin kullanabilecegi t cetveli gibi silahlar vardir.

    eglencelidir ancak eski ssi frp'lerinde oldugu gibi belirli bir noktadan sonra a$iri tekrar insani uzer.. olsun.. ssi frpleriyle kar$ila$tirilmasi bile kim ne derse desin guzel.

    daha sonradan dos release'i cikmi$ti, icine bir 3d engine implement edilmi$ olarak. dogru hatirliyorsam o engine'i gokhan san kodmu$tu.
  • vecize ornekleri:

    pis (standart vecize, bir nevi magic missile)
    sen bir ceviz agacisin* (power word stun)
    dokunmayin sabanima (dmg reflection)
    bi korsun bi de yer kor (2x dmg)
    sena ol (power word kill)
    kosun lan kosun (mass haste)
    gel babana (dominate person)
    uyu da buyu hirbo (power word sleep)
    anten (magical damage veren bi buyu)
    lale (bu damagical damageveren bibuyu`)
    ...

    bi de pisten sonraki ilk vecizemi besiktasta bi sarapcidan ogrenmistim, adam sarap mahzeninin uzerine belediye binasi yapan tiplere kufrediyodu, sonra sana donup ne bakiyon hic mi kufreden insan gormedin diyodu.
  • silikon baba tarafından dillendirilen prolog:

    " bosfor savaşından elli billah kadar önceydi.. o zamanlar istanbul böyle korkak bir şehir değildi. en kahraman rıdvan ve arkadaşları, istanbul'a kol kanat gerer, onu her türlü tehlikeden korurlardı. tüccarı, sanatçısı, insanı, lavuğu hep bir arada huzur içinde yaşardı.

    bizler çocukluğumuzu böyle yaşadık. taa ki yabgu adında bir dağlı, binlerce adamıyla altaylar'dan gelip üsküdar yakasını işgal edene kadar.

    bu sırada rıdvan edirne'de olduğu için, elimiz kolumuz bağlı kalmıştı. yöre insanları rıdvan dönene kadar çok acıklar çektiler. yabgu'nun adamlarından hamile kalan insan kadınları sizin şimdi ülkücü dediğiniz mutantik ırkı oluşturdular. yabgu'nun adamları eli ayağı tutan erkekleri askere alıp sakatları da kımız yapmakta kullandılar. tüm bunlar bir günde olup bittiğinden rıdvan'ın şehirde kalan askerleri de bir şey yapamamışlardı.

    ertesi sabah kuşluk vakti, yabgu ve adamları gemilerle beşiktaş'a çıkıp evleri yağmalamaya başladığında, rıdvan'ın beşiktaş'ı koruyan bir avuç gönüllüsü, halkı mecidiyeköy'e çekmiş ve savunma hazırlığını yapmıştı.

    gel gör ki, yabgu'nun adamları bizden kat kat kalabalık, üstelik de iyi silahlıydı. biz ise bir avuç gönüllü, üç beş kadın, bir kaç çocuk, yarım düzine köpek, altı yedi de eşek arısıyla savunma yapmaya çalışıyorduk..

    gönüllülerin hepsi, bir adım bile gerilemeden yerlerinde öldüler. tam, son çare olarak, eşşek arıları cansiparane bir şekilde düşmanın üzerine atılmışlardı ki en kahraman rıdvan, ordusuyla birlikte yetişip, "kukurikuu!" naralarıyla yabgu ve adamlarını geri püskürttü.

    yabgu, geri çekilme emrini vermek için, ağzını açtığında, barbaros adında bir eşşek arısı kahramanca öne atıldı ve yabgu'nun dilini soktu. dilini eşşek arısı sokan yabgu emir veremeyince, ordusu tümüyle bozguna uğradı. emrindeki muhafızlarla birlikte denize doğru kaçmaya başlayan yabgu'yu, ordumuz öyle bir kovaladı ki, altlarındaki toprak düzleşip yol oldu. bu yolun adını da kahraman arımızın anısına 'barbaros bulvarı' koyduk.

    ama yabgu denize ulaştığında birden herşey değişti.

    hayatı boyunca en kahraman olamayan, ve rıdvan yüzünden hep gölgede kalan 'daha az kahraman hüsnü' en yakın dostu ve silah arkadaşı rıdvan'ı arkadan bıçakladı ve emrindeki adamlarını, kendi arkadaşlarının üzerine sürdü. yabgu'nun kalan adamları da bunun üzerine toparlandı ve saatler süren savaş sonunda iki taraf da neredeyse tümüyle yok oldu.

    düşmanın sağlam kalan güçleriyle hüsnü, halka saldırmak üzereydiler ki ayakta kalan ve farkedilmeyen tek askerimiz olan barbaros, yabgu'ya doğru atılınca, yabgu ve adamları çığlık çığlığa denize atlayıp, gerisin geriye yüzmeye başladılar.

    bizim bundan sonraki günlerimiz, barbaros liderliğinde toparlanma çabası içinde geçti. ancak bu kez rıdvan'ın yokluğunu fırsat bilen eski düşmanlar ortaya çıktı. bunların başında da cehalet yaymaya çalıştığı için, en kahraman rıdvan tarafından fatih civarına sürülen gavur imam vardı. bu dinsiz imansız yobaz, topladığı orduyla, eminönü'ne kadar ilerledi ve kısa zamanda zorla çalıştırdığı insanların yardımı ile kendine bir donanma yaptı.

    bu arada yabgu da sağ kolu yaptığı 'daha az aşağılık hüsnü'yle birlikte boş durmayıp, kendine bir ordu kurmuş ve gavur imam'ın güçlenmesinden korkup, bir baskın yapmaya karar vermişti. tam bu anda gavur imam da donanmasını tamamlamıştı ve saldırıya hazırdı.

    böylece hamsi ve palamut sesleriyle aydınlanan ılık bir aralık sabahı, iki donanma birbirinden habersiz yola çıktı.

    boğaz'ın ortasında karşılaşan iki donanma, önce paldır, ardından küldür sesleri arasında birbirine girdi. ne gavur imam ne de yabgu denizcilikten anlamadığı için kısa süren savaş, sancak gemileri dışında bütün gemilerin batmasıyla sonuçlandı.

    'daha az aşağılık hüsnü', en aşağılık olma hayallerine kapılıp kendi gemisini batırdı ve yabgu da dahil olmak üzere, altaylar'dan gelen tüm yiğitlerin de sonu gelmiş oldu. gavur imam ise ordusunu kaybettiği için geri çekildi ve yeni bir kuluçka dönemine başladı..

    bundan sonraki yıllar daha rahat geçti. hele gavur imam da yaptığı deneyler sırasında ölünce.

    taa ki barbaros, dün akşam yemeğinde hainin biri tarafından zehirlenene kadar...

    çocuklarım. önümüzde zor günler var... karanlık günler... yeni rıdvanlara, yeni barbaroslara ihtiyacımız var. sizde bu gücü hissediyorum. iyiliği koruyun ve kötülükle savaşın. işte o zaman vecd ile bin secde eder, varsa taşım.

    işte böyle çocuklar. şimdi gidin ve kurtarın istanbul'u bakalım. gidip barbaros'un karısını bulun, o size yarıdm eder.

    benim gitmem lazım.
    eyvallah!

    ve sakın unutmayın:

    verecek ışığı olmayan karanlığı sever! "
  • oyunda yöenetebileceğimiz ırklar başlıca şunlardır.

    insan: hepimiz insan değil miyiz? diye sormayın. oyunun hikayesine göre insanlar bosfor savaşından yaklaşık 50 billah kadar önce alt-ırklara ayrılmışlardır. fakat bu ırklara ayrılma sırasında benliğinden ödün vermeyen insan kalmış insanlar da bulunmaktadır. ortalama bi ırktır.
    öğrenci: oyunda bunlar karşımıza genelde dellenmiş olarak çıkarlar. en çok bulundukları yer beyazıt.
    öğretmen: yine dellenmiş olarak çıkan bir ırk daha. beyazıt'da bol bol vardır bunlardan.
    siliconian : böyle bilimden, ilimden, teknolojiden anlayan ve bunlara hakim, aynı zamanda cesareti yüksek ve neredeyse allah'a inanmayacak kadar batıl yönleri zayıf olan oyunun en kilit ırkı. karşımıza hiç çıkmaz fakat takımda bulunması zorunlu gibi bişeydir. yoksa oyunu bitiremezsiniz.
    lavuk : bu arkadaşlar daha çok beyoğlu çevresinde bulunurlar. entel lafının tam anlamı bu ırkı açıklamaya yeter de artar bile. herşeyi bildiklerini düşünürler ama bi bok bilmezler. çoğunlukla zengin konaklarında büyüdükleri ve altlarında arabaları olduğu için istanbul'un hemen hemen heryerini bilirler. takımınızda olamsı yararlı olabilir.
    maganda : tam olarak ne zaman türedikleri bilinmemekle beraber istanbul'un vazgeçilmez ırklarından biridirler. özellikle geniş keilme dağarcıklarıyla ölümcül olabilirler. fakat yapıları gereği kolay hedeflerdir. birkaç tanesi hariç genelde magic immunity'leri (istanbul efsanelerinde bu özellik yüzsüzlük diye geçer) yuksektir. takımda bulunası bir karakterdir. hemen hemen heryerde karşınıza çıkarlar ama esas takıldıkları yerler ortaköy, bayezit ve eminönü'dür.
    memur : adı üstünde memur. zor hayat şartları altında yaşamaya alışık olduklarında öküz gibi dayanıklıdırlar. bi nevi cüce ırkını temsil edebilirler. fakat yeterli beslenemedikleri için güçleri düşüktür ve sağlam vuruşlarda direk yatarlar. ben olsam almazdım takımıma.
    irospa: oyunda genelde belli bir saatten sonra çıkar karşımıza bunlar. e adı üstünde yani. zor hayat şartları onlarında darbe ve vecizeye karşı bağışıklık geliştirmelerini sağlamıştır ama çok medet ummayın. yalnız köşeye sıkıştıklarında deli gibi dövüşürler eğer diğer adamlarınızn yaşam puanları düşükse grupta bulundurmakta yarar var.

    enem bu kadarmış. oyun hakkında bilgisi olup da bana şunu yazmamışsın diyen yazarı tez zamanda yobaz beşameller kovalasın.
  • çocukluğumdan beri hep merak etmişimdir; insanoğlu kendi kendine en çok ne kadar zarar verebilir diye. çoğumuz televizyonda kafasıyla vurarak garaj kapıları açan, gırtlağına yanan çubuklar sokan ya da üzerinden motorsiklet geçirenleri "çık çık çık" şeklinde yorumlayarak ve "yaa, insan bunu kendine nasıl yapar" diye şaşırarak izleriz..

    peki, gelin o zaman düşünelim: acaba insanoğlu kendine en çok ne kadar ve nasıl zarar verebilir? örneğin ikinci dünya savaşı'nı düşünelim... gaz odalarında boğulan ve kemikleri eritilerek sabun yapılan insanlar, yerle bir olan şehirler; ve ingiliz soyluları çevrelerine hava atacak, amerikan sanayii 3-5 silah daha satacak, ya da deli alman'ın teki kendini tatmin edecek diye donarak ölen yüzbinlerce alman, milyonlarca rus askeri. bir arada ölen milyonlarca insan! ortaçağ avrupa'sına bakalım: cadı olduğu söylenerek direklere bağlanıp, gözleri oyulan ve diri diri yakılan bilim aşıkları, papa hazretleri biraz daha bağış toplasın diye ne olduğunun bile farkında olmadan anadolu'ya saldıran haçlı orduları, dünyanın döndüğünü söylediği için ölüm cezası verilen bilim adamları ve açlık, sefalet, pislik içinde yüzlerce yıl yaşayan insanlar!

    hadi biraz da bir tek kese altın için yerle bir edilen koca aztek kentlerini düşünelim... soyluların şölenler düzenlediği sarayların ön bahçesinde açlıktan ölen insanları, derileri yüzülerek dövmelerinden gece lambası yapılan denizcileri, yaşadıkları yerlerden vahşi hayvanlar gibi sürülerek sonunda toplu olarak yokedilen amerika kızılderililerini, kilisenin dediklerini yapmadığı için işkence edilen insanları, daha bebekken hristiyan ailelerinden alınıp en fanatik islamiyet koruyucusu olarak beyinleri yıkanarak tekrar kendi ailelerine saldırtılan osmanlı yeniçerilerini, zincirlenmiş insanları sürek avları ile yakalayıp canlı canlı köpeklere yediren rus soylularını, sivas'a dalıp kestirdiği insan kafalarıyla polo oynayan cengiz han'ı ve hamile kadınların karınlarını yarıp bebeğin cinsiyeti üzerine bahse giren yunan askerlerini düşünelim..

    ...ve utanalım...
    insan olarak, bunları yapanlarla, din savaşlarını çıkaran, sömürgelerde kölelere işkence eden ve milyonlarca insanı kendi kişisel çıkarı için ölüme gönderen yaratıklarla aynı ırktan olduğumuz için utanalım... neyse ki insanlık olarak, büyük utançlarla dolu tarihimiz, yöneticilerimize ve tarih kitaplarımıza göre artık çok gerilerde kalmıştır... artık dünyada insanlar barış, huzur, eşitlik ve özgürlük içinde istedikleri şekilde rahatça davranmaktadırlar... artık din savaşı yoktur. saraybosna'yı savaşan hristiyanlar ile müslümanlar değil; güveler bu hale getirmiş, körfez savaşı'nı fasulyeler başlatmıştır. artık ekmek bulamayanlar pasta yememektedir; herkes ekmek bulmakta ve özellikle etiyopya'da insanlar bolluk bir taraflarına battığı için yemek yemekten bıkmış ve artık yemekten vazgeçmişlerdir. sınıf farkları ortadan kalkmıştır; halktan toplanan paralarla köşklere 45 milyar liralık avizeler, yedek özel uçaklar ve sayısı belli olmayan bmw'ler alınmamaktadır. o, derebeylik zamanında herkesin birbirine düşman olduğu düzen yoktur artık dünyamızda. sonuçta hepimizin insan olduğumuzu, dolayısıyla birbirinden ayrı 200 tane devlet kurmanın anlamsızlığını farkeden insanlık, felanca ırkistan, filanca fikiriya, şu renk insanların ülkesi, böyle diyenlerin bölgesi şeklinde bölünmemiştir... hem, insanoğlu savaşmaktan da vazgeçmiştir zaten... artık dünyanın en çok uğraşılan, en önem verilen ve en çok para harcanan konusu silah değil, şekerleme endüstrisidir. bilim adamları kendilerini en büyük ve kalıcı hasarı verecek, bir seferde en çok çocuğu öldürecek nükleer, biyolojik ve kimyasal silahları geli tirmeye değil, kıl ve tüy araştırmalarına vermişlerdir. kölelik tamamıyla ortadan kalkmıştır; erkekler 4 kadınla evlenip istediği kadını istediği zaman bırakma hakkına sahip değildir... ayrıca hak ve adalet anlayışı da son derece gelişmiştir günümüzün modern dünyasında... artık insanlar kendilerinden farklı düşünenleri otellere doldurup yakmaya kalkışmamakta, kadınları yüzlerini ve bedenlerini örtmeye zorlamamaktadır...

    evet, bu modern ve uygar gezegenin, bu modern ve uygar köşesinde, bizler de aynı uygarlık anlayışı içinde yaşayıp gidiyoruz... buralarda kimse kimsenin inançlarına karışmıyor, inanmadığı şeyleri yapmaya zorlamıyor. yasalarımız son derece modern... 1000 yıl öncesinin bedevi arap gelenekleriyle değil, uygar bir adalet düzeni içinde yaşıyoruz... din, hiç bir şekilde zorlama amacıyla kullanılmıyor. herkes istediğine inanıp istediğine inanmamakta serbest. kimse kimseyi bu sebeple yakmıyor ya da taşlamıyor. kadın-erkek eşitliği had safhada... yüzyıllarca çok çektiğimiz ve gelişmemize engel olan kadının köleliği fikrinden kurtulduk.. çocuklarımız son derece bilimsel şekillerde, uygar görüşlü okullarda eğitiliyor. yasalarımız son derece modern. hırsızlık yapanın kolunu kesmiyor, doğanın sırlarını araştıran bilim adamlarını büyücü diye yakmıyor, heykellerden tahrik olup yasaklamıyor, kocasından başkasıyla birlikte olan kadını taşlamıyoruz. en önem verdiğimiz şey düşünce özgürlüğü ama kimse bundan yararlanmıyor. bu özgürlüğü kullanarak, bu özgürlüğü ortadan kaldırmaya çalış an hiç kimse yok. tanrı inancı herkesin kendi içinde ve kesinlikle günlük hayatı etkilemiyor, yasaları engellemiyor, sanata, düşünceye ve gelişmeye karşı çıkmıyor. din, inanan insanlar için yalnızca bir iç huzur ve rahatlama kaynağı. kimse dine karışmıyor. din de kimseyi zorlamıyor, sanat kollarını yasaklamıyor, insanlar kendileriyle aynı dinden olmayanları yakmıyorlar, yasalarımız ilkel din kurallarına çevrilmeye çalışılmıyor ve düşünce gücü her zaman en önemli kavram. yeni doğan çocuklarımız cehennem korkusu ya da din baskısı ile büyümüyor, komşularımız din konusunda bizimle aynı şeyi düşünmüyor diye milyonlarca kişiyi silah altında tutmuyoruz ve belki de en önemlisi; dine inanmayanlar, inananları "ilkel" olarak görüp dışlamıyorlar ve inananlar da inanmayanlara "kafir" deyip, yakaladıklarını sopalarla dövmüyor... işte böyle bizim yaşadığımız dünya... uygar ve ilerici. düşünceye saygılı ve insan sevgisiyle dolu. yeni fikirlere açık ve içten. ne güzel değil mi?
    . . .
    efendim? nerede mi yaşıyoruz ? vallahi, şöyle söyleyeyim size:
    "çok uzun zaman önce, çok, çok uzak bir galakside..."

    -------------------------------------------------------------------------------------

    "istanbul efsaneleri: lale savaşçıları" kitapçığından alıntıdır.
  • dunyanin en eglenceli oyunu olup tabii ki turkiye'de uretilen her guzel $ey gibi hakettigi ilgiyi gormemi$tir. her karesi guldurur, yarar. cizimleri muthi$tir. silikon baba tek ba$ina yeter zaten.
  • bir de tamamen kötü olan ırklara bakalım.

    yobaz : aslında karşımıza çıkanların %90'lık bir kısmı yobazdır ama nedir ne değildir bu yobazlar bir bakalım.

    yobaz (buraya sos adı gelecek) : tamamen el yapımı olan yobazlardır. yeşil renkte olup öldüklerinde isimlerini aldıkları soslar kalır kendilerinden geriye.
    güçlü büyüler yapabilirler ama damak puanları düşüktür. en etkili kullandıklar büyü laledir. sos adları arasında ise, ograten, beşamel, napoliten gibi genelde spagettiyle beraber servise sunulan soslar vardır. zaten en çok bu üçü çıkar karşımıza.
    karafatma : adında belli gerçi ne olduları ama yine de yazalım. yanlış hatırlamıyorsam bunların isimlerinin %90'ı fatma oluyormuş, yani oyun kitapçığında öyle yazıyordu. efendim yaklaşım 1,50 boylarında, hafiften götlü göbekli, kara çarşafa bürünmüş hanımlardır. çerez niyetine öldürebilirsiniz. bi nevi goblin veya murloc gibi bir ırktır.
    çembersakal : çok tehlikeli sayılmazlar ancak sayıları çoksa o zman dikkat edin. çok kolay şekilde adamlarınızı saf dışı bırakabilirler. cami hocası tipinde gözükürler. kafada sarığımsı bişey, elde tesbih, ayaklarda takunya, bide türbe yeşili cübbe. içinde de muhtemelen yün gömlek vardır.
    fanatik: çembersakalların müritleri diyebiliriz. kafalarında namaz takkesi elde haydar dolaşırlar ortalıkta. bi nevi abi' dir bunlar. hani bazı dersanelerden üniversiteyi kazanınca gittiğimiz şehirde bize abilik yapan abilerden. daha fazla yazmayayımda götümüze girmesin.
    kelp : valla bu amcalar çok taşşaklı yobazlardır. deli gibi yüksektir hpleri. artı tek başına 3 kişiyi oyalayabilirler. e zaten takım 4 kişi ne bok yicez. bunları yenebilmek için illa ki uzun menzilli silahlarla uzaktan uzaktan işlemek, yanınıza geldiğindeyse hareket ettirmeden öldürmek en güzel tatiktir. sadece bir kaç yerde karşınıza çıkar ama eğer yakında save almadıysaınz lanet edersiniz oynadığınız oyuna.
    yobazlar dışında bizi amacımızdan uzak tutmaya çalışan diğer varlıklar ise;``

    bilimum hayvanat : valla oyunda sadece yobazlarla değil doğayla da savaşıyorsunuz bi bakıma. o kadar çok hayvanat çıkıyor ki karşınıza "ulan istanbul mu burası yoska başka biyer mi diye düşünesiniz" geliyor. bu hyavanlara örnek vermek gerkirse; güvercin (guş), leş kargası, örümcek (örümcek böcüğü), dev örümcek (ölümcüldür söyleyeyim eğer bitşik karedeyse uzaklaşmaya çalışmayın yoksa ancak havalı mehtap paklar sizi), fare, yarasa, köpek, ayı (evet ayı. hayvan olanı ama), balgam (hareket ettikleri için hayvan kategorisine aldım, korkmayın kadıköy dışında biyerde yoklar), afakan (şimdi bu ne ola diye sormayın uzun bi hikayesi var fakat dinlenirken adamlarınız sıkılırsa afakanlar basar ve savaşırsınız onlarla(ne dedim şimdi ben?)) ve sıkı durun ejderha. hem de belediye ejderi.

    hırgız : bidiğin hırsız. sarıyerde bol bol var aman dikkat. çok çetin değiller.

    dadaş : kadıköyde haşmet maapın hizmetkarları. ellerinde mınçıka var. komik gözüküyolar.

    maganda, lavuk, irospa, öğretmen, öğrenci : bi zahmet üstteki entry'e bakıverin.

    lale savaşçıları : evet maalesef lale savaşçılarıyla da karşılaşabiliyoruz oyunda. düzenli laleler. ellerinde de lale tutuyorlar. şövalye gibi baştan aşağı da zırhlılar. bi nevi solmaniya şövalyesi.

    ve geldik oyundaki en orijinal karakterlere. bence yani

    sarıyer yaratıkları: oyunda sarıyer'e hiç bi aksiyon bulamadık ne yapsak ki diye düşünen yapımcılar buraya en esprili karakterleri koymuşlar. lord zot'un askerleri. bunlar esesay faytırı, meycik yuzır ve kıleriklerdir... kolay yaratıklar ancak sadece fiziksel hasar alıyorlar. bunun nedeni de yapay zekaya sahip olmaları diye düşünüyorum ben.

    oyunun fanatikleri size sesleniyorum. eğer gözünüze bir eksik çarparsa hemen bildirin ki bu güzide oyun hakkında aynlış ve eksik bilgisi olan kimse kalmasın.
  • benim icin bu kadar ozel, derin anilari olan, gecmisimde onemli yer kaplayan bu oyun hakkinda neden hicbirsey yazmadigimi dusunuyordum da, farkettim ki;

    savaş çoktan bitti ve biz kaybettik.
  • oyunu hala oynamak isteyip de bulamayan varsa buyurun;

    https://archive.org/details/lale_istanbul

    sayfanin sagindaki download options'tan zip secenegine tiklayin indirin, dosbox kurup doyasiya oynayin(veya winuae ile aniga versiyonunu da oynayabilirsiniz tabii, orasi size kalmis).

    bu oyun ve umut tarlalarinin yaraticisi mosyo olarak hala oyun dunyasinin icinde. artik oyun oynayarak kahkaha attiriyor. lale savascilari'nin mizahini sevenlerdenseniz kendisi mizahindan bir sey kaybetmeden guldurmeye devam ediyor, isterseniz bir bakin;

    https://www.youtube.com/c/mösyö/videos

    https://www.instagram.com/mosyokanali/

    https://twitter.com/mosyokanali

    https://www.facebook.com/mosyokanali

    hem firsatini bulmusken "nerde lan bu oyunun ikinci bolumu? 30 yil oldu hala bekliyoruz!" diye tebelles olabilirsiniz kendisine. saka maka nerdeyse 30 yil oldu su oyun cikali, vay anasini omrumuz goz acip kapayana kadar nasil gecivermis be.
  • piyasaya çıkışından 20 yıl sonra, aptal bir propaganda parçasını savunmak uğruna sözlükte 'saçma sapan' ilan edilen oyun. ne kazmaları gördü bu gözler, daha da görecek demek ki;

    -ibret vesikası-
    #37266396
    -ibret vesikası-
hesabın var mı? giriş yap