• [8/9]
    istanbulun yagmasi biraz acayip. normalde dusman teslim olmadigi zaman 3 gunluk bir yagma izni veriliyor, teslim olursa dokunulmuyorlar. istanbul sonucta teslim olmamis ama sehrin bircok girisi ve farkli bolumleri var. 1 milyonluk sehir bir iki asirda 50 bine, kusatmadan sonra da allah bilir kac bine dusunce bu bolumlerin arasinda bosluklar olusmus ve her biri ayri bir mini sehir olmus. yani eger ayri bir “semt” isgalcilere kolaylik gostermisse, bunun haberi sultana gider, o da beraberinde ozel polislerini yollayarak o kismi korumaya alabilir. bazi yerlerdeki kiliselere ve evlere dokunulmamasi, diger bolgelerde ise yagmadan birak 3 gunu, ilk gunun sonunda bile birsey kalmamasi boyle aciklanabilirmis.

    dolayisiyla o kilise yagmalamalar, rahibeleri cikarip tecavuz etmeler filan belli bolgelerde ve ilk saatlerde yasanmis, ondan sonra yagmalanacak yerler iyice belli olmus, milleti gazi durulmus, fatihin adamlari yerlerini almis ve yaklasik 4000 cesetten sonra sivil oldurme bitmis. hayrina degil tabii, yagma yapilacak yerdeki her sivil kole sayiliyor, kole de para demek. bazi yerlerde yagmalanan evlerin kapisina isaret konulmus, bu ev bosaltildi coktan sansiniza kusun demek icin.

    fakat isin daha ilginc yani, askerlerin azittigi bolgelerde bile dokunulmamis bazi yapilar var. sehrin ikinci buyuk kilisesi bunlardan biri. bunun tek aciklamasi, fatih’in, onceden kurtarmak istedigi bazi yapilari secip, ilk anda oraya adamlarini gondermis olmasi. ornegin ayasofyayi cami yapacagina karar vermisse ve sehri ele gecirdikten sonra yunanlilari tumden katletmek veya kovmak yerine onlarin destegini ve ticari baglantilarini kullanmak istiyorsa, yapacagi ilk seyin ikinci buyuk kiliseyi onlara saklamak olmasi dogal. o da binayi korumakla yetinmemis, icerdeki hazineye de dokundurtmamis. [istanbulun hristiyanlarina fatihin tanidigi ayricaliklar ve verdigi kiliseler, sonraki sultanlar tarafindan yavas yavas geri alinmaya calisiliyor. mesela sultan selim hristiyanlarin zorla islami kabul etmeleri gerektigini ortaya atmis, vezir tarafindan sakinlestirilince bu sefer kiliselerinin alinmasini dusunmus. psikoposluk da 3 tane 100’une merdiven dayamis eski yeniceri bulup yeminli ifade verdirtmis mehmet’in politikalari hakkinda ve sultan selim bunu kabul etmis]

    fatih ilk gunun sonunda yagmayi durdurdugunda kimse sikayet etmeye luzum gormuyor. sehre aksama dogru girmeyi tercih ediyor, yani duzen saglandiktan ve ortalik temizlendikten sonra. sonucta istanbulun adina yakisir bir sekilde, film gibi bir sekilde sehre girmesi lazim, bunun sonuna kadar bilincinde. ayasofyaya giriyor ve hasarlari gorunce sinirlenip, yagmanin binalari kapsamadigini soyluyor. burada samimi mi, yani bunun kendi emrine ragmen pratikte mumkun olacagini sanmis mi yoksa sadece onemli binalari mi kastetmis bilmem, cok onemli de degil, tipki sehirde dolasirken gozlerinin sulanip, “ne bicim bir sehri yagmaya ve yikima verdik” diyerek ic gecirmesi anektodu gibi. ayasofya’da saklanan birkac rahibin guvenligini garanti ederek disari cikmalarina izin veriyor, ertesi gun de butun ganimetin paylasim icin toplanmasini emrediyor. tabii butun derken askerlerin caktirmadan asirdiklari disinda. bu ganimetten kendi payini ve taktik nedenlerden oturu yagmaya katilmalarina izin verilmeyen birliklerinin payini aliyor.

    butun asillerin bulunmasini ve guvenliklerinin saglanarak serbest birakilmalarini emrediyor (bazi guzel asil kiz ve erkek cocuklar haric) fakat ilk gunlerdeki bu muhtemelen taktiksel olan tolerans kisa suruyor, fetihten 5 gun sonra bir duzine yunan asil idam ediliyor. italyan ve katalan asiller ise direkt olduruluyorlar

    savas sonrasi kole pazari kuruluyor ve esir alinanlar, peradaki veya istanbulun dokunulmamis bolumlerindeki tanidiklarina, fahis fiyatlardan satiliyor. toplanan erkek cocuklardan 400u misir ve tunustaki diger musluman liderlere hediye olarak yollaniyor. (ya da herbirine 400’er, unuttum simdi). zaten bu cocuk seviciligi gunun normu asiller icin herhalde, bir halt degismemis antik yunandan ve romadan beri.

    mesela fatih, fetihten 5 gun sonra bir ziyafet veriyor, sehrin ileri gelenleri de davetli. eglence sirasinda arzular selaleyken, birisi fatih’e cok guzel bir erkek cocuktan bahsediyor. bu, megadux lucas notarasin 14 yasindaki oglundan baskasi degil. gerci fatih dedigin de coluk cocuk sonucta, o yuzden bu olsa olsa homoseksuellik olur. neyse, adam vermiyor tabii cocugunu, zaten butun diger ogullarini savasta kaybetmis. boyle olunca kendisi, sozkonusu cocuk ve bir de uvey oglan sultanin huzuruna getiriliyor ve kendisi yine bu istegi reddedince hepsinin kafasinin orada kesilmesine karar veriliyor. adam son dilegi olarak, cocuklari babalarinin idamini gormesinler diye once onlarin oldurulmesini istiyor.

    tabii ise biraz daha pragmatik bakarsak, megadux, fatihin istanbul valiligi icin dusundugu adaylardan birisi. romayla ve venedikle kuvvetli baglantilari olan bu akilli adami basa getirmenin riskli olacagini dusunup, boyle bir bahaneyle ondan kurtulmus da olabilir.
  • [9/9] - oldu da bitti masallah

    savasin bitimini izleyen gunlerde baska bircok ilginc olay yasaniyor. mesela isgal anindaki hengamede kacan bir kardinal, kiyafetini bir dilenciye vermis. dilenciyi goren ve sehre yeni girmis gazli askerler onu oldurup kafasini kesmisler, kardinalse yagma bitene kadar saklanip hayatta kalmis ve sonra birinin kolesi olmus. peradan gelen bir tuccar da ertesi gun kole pazarinda adami taniyinca, onu dilenci sanan sahibinden yok pahasina satin aliyor domates alir gibi. tabii sonra serbest birakiyor kardinali, domatesi serbest birakamazsin. (ama birakmalisin, eger donerse zaten senin domatesindir, donmezse…)

    osmanlilara karsi savasan prens orhan da cok iyi yunanca konustugu icin bir ortodoks rahibi kiliginda pacayi kurtartmaya calisiyor ama yanindaki esirlerden biri gercek kimligini ispiyonlayinca oracikta kafasini kesiyorlar. kimse artik o ispiyoncu, tam bir pustmus. savasin ortasinda gogsunden yaralanip geri cekilmek isteyen guistiniani ise yakinlardaki bir adada, bir iki gun icinde yaralarindan oluyor. cenevizliler tarafindan bir kahraman olarak aniliyor, digerleri ise onu saygideger bir kumadan ama nihayetinde bir kacak olarak hatirliyorlar.

    sehirden kacan venedikliler, kayiplarini telafi etmek ve onceki yardimlarini finanse etmek icin gemilerindeki yunanlilarin mallarina el koyuyorlar ve sultana mesaj gondererek, aralarindaki ticaret anlasmalarinin bozulmasina gerek olmadigini bildiriyorlar. pera ise “gonullu” olarak sultanin kontrolune girmek suretiyle bir miktar ozerk kaliyor; hristiyan sehri oldugundan orada saray gorevlileri disinda muslumanlarin yasamalari yasaklaniyor. artik bogazlar osmanlinin kontrolunde oldugundan, 50 sene icinde de karadenizdeki diger ceneviz kolonileri de teker teker boyun egiyorlar. 1461’de de son yunan baskenti olan trabzon aliniyor.

    istanbulun dustugunun haberini ceneviz gemileri suratle yayiyorlar. hatta papaligin ve venedikin gecikmeli yolladiklari yardim filosu da, istanbula gitmek icin duzgun bir ruzgar bekledigi ege adalarindayken haberleri bu ceneviz gemilerinden aliyor.

    tahmin edeceginiz gibi kusatmaya hep karsi cikmis olan halil pasa daha sonralari gorevinden aliniyor ve agustosta idam ediliyor. mehmet zaten ona eskiden beri gicikti, babasinin ilk emekliligi sirasinda murat’in geri donmesini en cok savunanlardan biri oldugu icin. artik eski sayginligini da yitirdiginden, “bizans icin calisiyordu” suclamasiyla intikam almak kolay olmustur.

    istanbulun alinmasiyla macarlarla yapilan balkan savaslarinda iyice ustunluk saglaniyor, bu arada savas alanina donen sirbistan perisan oluyor tabii. rusya ise zaten bu kiliselerin birlesmesi kararina karsiydi ve bizans dusunce ortodokslugun gercek merkezi olduklarini iddia ettiler. halbuki fatih de unvanlari arasina rum kayserini, yani roman caesar’i eklemis, kendini bu kulturun devami olarak gormus. ama tabii muscovy kralligi o aralar bize uzak ve onemsiz oldugundan fatih onlari pek sallamiyor.

    fetihten kacan bizans alimlerinin italyaya yerlesip ronesansa neden olduklari anlayisi ise her onemli olaydan kendine pay cikarma hastaliginin bir belirtisi olsa gerek cunku zaten fetihten onceki yuzyili yunanli alimler ve sanatcilar italyaya yerleserek geciriyorlar. buna ek olarak ronesansi bizanslilara maletmek de ayrica yanlis.

    neyse, sultan mehmet megadux’un oldurulmesinden sonra biraz acele bicimde bir patriarch seciyor ve bu yunan milletinin basi oluyor, onlar icin bir de “anayasa” hazirlaniyor. kisa surede fatihin istedigi sekilde sehir canlaniyor; muslumanlara ek olarak trabzondan 5000 rum ailesi getiriliyor ve nufus 100 sene icinde 500 bine dayaniyor. ama tabii hicbir zaman bizansin zirvesindeki gibi bir etkinlige sahip olamiyor istanbul, kendi eski seviyesine ulassa bile avrupa karanlik cagdan coktan cikmisti.
  • stefan zweig'in yıldızın parladığı anlar'ında da ayrıntılı ve leziz bir şekilde anlatılmıştır.
  • bizanslılar'ın şehir düştüsü... şöyle bir şey rivayet olunur; fatih şehre gözünü dikmiş olmakla konstantin'e sakız valiliğini veriyim gel sana, sen de şehri bana bırak der. ve fakat kabul etmez konstantin... sonrası malüm; ölür savaş sırasında.
  • “bir ada yok olur, bir imparatorluk yıkılır…”

    istanbul’un fethi ile ilgili olarak ilginç bir volkanik hikaye de mevcuttur, anlatmazsak olmaz.

    şimdi öncelikle biliyoruz ki, bu volkanlar patladıklarında gökyüzüne tonlarca başta kükürtlü gazlar olmak üzere envai çeşit gaz, onunla birlikte de kül, toz filan yayarlar. bu gaz ve toz bulutları, günlerce atmosferde dolanır, kıtalar arası seyahatlere çıkar, güneş ışınlarını kırarak olmadık yerlerde gökyüzünü kızıla, mora boyar, yetmedi iklimi değiştirir, yağmurdu, doluydu, fırtınaydı, artık ne ararsan.. en son işte 1991’de pinatubo patladığında dünyanın çeşitli yerlerinde aylar boyunca acayip güneş batımları filan izlenmişti. dahası sadece volkanlardan çıkanlar değil, misal sahra çölü’nden çöl fırtınaları ile havalanan tozlar her yıl bizim buraları ziyaret ederler, yetmez, ta amerikalara gidip arıza çıkarırlar vs. vs… neticede dünya, pek affedersiniz, göt kadar yer, osursan sesi olmasa bile kokusu mutlaka her yerden duyuluyor.

    neyse, gelelim mevzuya. 1452 yılı sonunda, ya da 1453 yılı başlarında, şimdiki vanuatu sınırlarında bulunan kuwae yanardağı patlıyor, ama ne patlamak.. bu patlama bilinen en büyük patlamalarından biri, 2 milyon atom bombası gücünde, patlamada 32 km3’lü kül ve toz yığını atmosfere fırlıyor, bu 1881’deki meşhur krakatoa patlamasındakinin üç katından, 1991’deki pinatubo’dakinin altı katından daha fazla, belki tambora ayarında –ki çıkan kükürtlü gazlar bakımından ondan da büyük, hatta kimilerine göre santorini ya da mt mazama patlamalarıyla eşdeğer... patlama sonucu kuwae adası ikiye bölünüp şimdiki epi ve tongoa adaları oluşuyor, kuwae de iki ada arasında 72 km2’lik oval bir büyük denizaltı krateri haline geliyor. aha burada (http://en.wikipedia.org/…e:shepherdislandsmap.png).

    bu vanuatu da, hani en son araştırmalarda dünyanın en mutlu ülkesi mi ne çıktı ya, orası.. kurban olduğum rabbim, zamanında adamlara ne felaketler vermiş meğersem, şimdi adamlar mutluluktan kırılıyorlar. bu işler böyledir zaten, her milletin şu fani dünyada mutlu olduğu, hayatın kralını yaşadığı bir dönem illa ki vardır, ama işte hayatı o zamana çattırmak mesele, yoksa mutluluk sırasındaki uzun kuyrukta geçiyor hayat sıra gelmeden, o kötü işte. umarım tanrı öbür dünyada böyle ultra her şey dahil konseptinde bir program yapıyordur böylelerine, yoksa topluca ziki tutmuşuz demektir, ayrı mesele.

    işte 1453 yılının kısfmetsizleri bir tek vanuatu’daki yerliler değildi ne yazık ki, yarım dünya ötede, istanbul’da, her taraftan osmanlı tarafından kuşatılmış, surlar arasında sıkışmış, batıdan bekledikleri yardım gelmemiş, moral bozukluğu içinde kaderleriyle baş başa kalmış bizanslıların durumu da pek iç açıcı değil. işleri allah’a kalmış, ama mecazi anlamda değil, gerçek anlamda, ancak tanrının bir mucizesi kurtarabilir onları, ki onlar da bu mucizeyi bekliyorlar, bu mucize için dua ediyorlar, haliyle ellerini, gözlerini sıklıkla yukarıya, yani göğe, yani tanrıya çeviriyorlar.

    ve fakat heyhat, ne görüyorlar gökyüzünde? nisan-mayıs sıcağında istanbul’da acayip fırtınalar kopuyor, yağmurlar, karlar, hatta ceviz büyüklüğünde dolular yağıyor, ortalığı seller götürüyor… dahası gökyüzü kızıla boyanıyor, şehrin üstüne kırmızı ve yoğun sisler çöküyor, yetmiyor, geceleri ay kan kırmızısı parlıyor, hayra alamet bir şey yok… tabii tüm bunları bizanslılar bir tür kıyamet alameti, ya da imparatorluklarının sonunun geldiğini gösteren ilahi işaretler olarak görüyorlar, iyiden iyiye moralleri bozuluyor.

    nisan başlarında osmanlılar hücuma başlıyorlar. 22 mayıs’ta gökte ay tutuluyor, ayın tutulmayan küçük bir kısmı bir hilal, yani osmanlı hilali gibi parlarken kalan kısmı kan kırmızısına boyanıyor, yani içi kan dolu bir hilal görüntüsü; şöyle (http://militaryhistory.about.com/…constantino_2.htm), ki zaten kendilerinden kat kat güçlü osmanlı’yla savaşmaktan yılmış bizanslıların bunu görünce moralleri bozulduğunu söylemeye gerek yok. bundan birkaç gün sonra ise tanrıdan yardım dilemek için kutsal bir tören alayı düzenlemeye kalkıyorlar, sen misin bunu yapan? bir fırtına kopuyor, şiddetli bir dolu yağıyor, ortalığı seller sular götürüyor, tören de haliyle yapılamıyor. böylece ikinci ilahi işaret de gelmiş oluyor, tanrıdan beklenen son umut da sizlere ömür… yetmiyor, ertesi gün de kırmızı bir sis kentin üzerine iniyor, öyle ki görenler ayasofya’nın bakır damının alev alev yandığına yemin ediyorlar, o da şöyle bir şey (http://www.wilsonsalmanac.com/constantinople.html), bu son işaretle bizanslılar da iyice emin oluyorlar ki “hakkımızda tanrı katında da hüküm verilmiş, kalem kırılmış, kıçımızı da yırtsak –ki zaten yırtmaktayız ne zamandan beri, hem de kaç yerden, sonuç değişmeyecek, bu iş bitti..” böylece moralleri dibe vuruyor, fatih de bunu görüyor ve birkaç gün sonra osmanlı son bir kez hücuma geçip kenti ele geçiriyor.

    oysa savaş olmasa, bizanslı bilim adamları da tüm enerjilerini savaşta osmanlı’ya karşı strateji ve teknoloji geliştirmeye harcamak zorunda kalmasalar, bu doğa olayını ölçecekler, biçecekler, inceleyecekler ve muhtemelen “paniğe gerek yok, bunlar kuwae’den kalkan gazlar, al yeşilli beyaz tozlar” diyecekler, belki de “küresel ısınma, iklim değişikliği” geyiklerine ta o zamandan girecekler, ama işte, yanlış zaman, yanlış mekan. dahası bu kızıl gökyüzü olayı, fetihten 3 yıl sonraki 1456 halley geçişinde bile devam etmiş, kuyrukluyıldız dünyadan altın kuyruklu kızıl bir yıldız gibi görünmüş, ki artık buna “istanbul düştü diye tanrı geçiyor” diyen mi istersiniz, şimdi de belgrad’ı kuşatmış olan fatih’e bakıp “türklerden gelecek yeni belaların işareti” deyip tırsan mı istersiniz, “ne tanrısı kardeşim, o kızıl şey şeytanın temsilcisi, tanrı bizi şeytandan, türklerden ve kuyrukluyıldızdan korusun” diye vaaz veren mi istersiniz…

    hikayenin sonunu biliyoruz. ancak hikayenin böyle bitmesinde kuwae’nin küllerinin, bu kadar doğrudan, hele hele “bir ada yok olur, bir imparatorluk yıkılır” dedirtecek kadar büyük bir etkisi gerçekten olmuş mudur, yoksa olaylar birilerinin kaos teorilerine ilginç bir katkı olsun diye abartılmış mıdır, bilemiyoruz, muhtemelen bilemeyeceğiz de. zira tarihin çivisinin çıktığı böylesi civcivli dönemlerde yaprak kımıldasa tanrının işareti sayıldığı, olayların kulaktan kulağa bire bin katılarak aktarıldığı, gerçeğin nerede bitip söylencenin nerede başladığının belli olmadığı malum… en son 17 ağustos depreminde bu türden zilyon tane hikaye dinlemedik mi, 20. yy.ın sonunda bile böyle oluyorsa 15. yy.’ın ortalarını düşünün artık… ama, eğer bütün bunlar doğruysa, saha ve seyirci avantajının yanı sıra bütün hakemleri, fifa ve uefa gözlemcilerini de yanına alıp var gücüyle yüklenen osmanlı’ya karşı, kalelerini, umarsızca, ölümüne savunmaya çalışan bir avuç bizanslıya, üstelik adamların yegane umudu da kendisiyken, böyle acımasız göksel şakalar yapmayı tanrıya hiç yakıştıramadım, onu da söyleyeyim…

    işbu yazıda yukarıda verilenlere ek olarak şu adreslerden de yararlanıldı:

    http://www.tughranet.f2s.com/kuwae.htm
    http://www.findarticles.co/…1/is_n4_v15/ai_14935032
  • bu fethin sonrasında yapılan 3 günlük yağma hep arka plana atılmı$tır.

    fatih büyük bir komutandır tamam. ama 40-50 gündür $ehri ablukaya alan yeniçerilere "hizmetleriniz için te$ekkür ederiz, portakal suyu ve kekiniz birazdan dağıtılacaktır" diyebilmek bırakın fatih'i timurlenk'in bile yapabileceği bir $ey değildi. hele "yeniçeriler yağma yapmadı, haçlılar kendi dinda$larını yağmaladı" demek cidden komiktir. bir milleti hatasıyla sevabıyla sevmeyi öğrenin be karde$im.
  • haliçe gerilen zincirin "onlarca hurda gemiden oluşan bir set" olduğu tarihi olay.
  • fetih, fetaha (açmak, açtı) kelimesinin mastarıdır. (bkz: miftah). fatiha suresinin ismi de kur'ân-ı kerîm'in açılış suresi olmaklığından gelmektedir.

    fetih'lerdeki açılış ile kasdedilen asıl mânâ da fethedilen toprakların islâm ile buluşması, o toprakların islâm'a açılmasıdır. hz. muhammed s.a.v.'in "onu fetheden komutan ne güzel komutan, onun askeri de ne güzel askerdir" sözü ile istanbul'un gayrimüslimler arasındaki el değiştirmelerine sebep olan savaşları, bunların kumandanlarını ve askerlerini kasdettiğini söyleyemeyiz gibi geliyor. zaten bu sebeple "istanbul defalarca kuşatıldı ama alınamadı" denirken hep islam ordularının kuşatmalarından, başarısızlıklarından bahsediliyor olsa gerektir. en azından bu konuda zaman gazetesi'ni gayri-objektiflikle suçlamak haksızlık olur; belki fatih sultan mehmed istanbul'u alan ilk kumandan değildi ama onu fetheden ilk kişiydi. ondan öncekilerinde şehir gayrimüslimliğin bir cebinden çıkıp diğerine giriyordu.
hesabın var mı? giriş yap