• ayhan yalçınkaya, teslis'teki dizelerinde bencil insan doğasıyla uyumuna değiniyor :

    "sonra birden, ben kimseyi istemedim.
    bulaşık kokuyordu her şey, elimde değil
    insan istemeyince kendi başına istemez sandım
    isterse yine kendi başına
    sevmek mutluluğu yeterdi nasıl olsa
    beni sevene"
  • insanın tüm karar ve hareketlerinin nedeni, bir şeyi istiyor olmaktan çok, bir başka şeyi istemiyor olmak. bu yüzden istemeye baskındır istememek. ama insan sadece istememiş olmak/olması/olmaları birçok şeyi basitçe açıklayabilecekken, sırf böylesi canını daha az yakacak diye başka hikâyeler yazmayı seçer. bir nevi hayatta ya da ayakta kalma içgüdüsü olsa gerek.
  • bazen, tek bir hücresini bile istememektir.

    "artık aramızdaki uzaklıktan şık bir matem giysisi diktirebilirsin kendine !! bir tek hücreni bile istemiyorum. televizyonumun çekmediği bir kanal gibisin çünkü. sen git, bambaşka hayatların yatak odalarında sıradan insanların tenlerini süsle..."

    küçük iskender
  • bazen çok istediğin halde istenmediğini bilmek nedeniyle ulaştığın sonuçtur. istemeyerek cezalandırmak istersin. çünkü istemeyen, sen onu istemeye devam et ister.
  • bir şeyin oluşunu önlemeye asla yetmeyen durum.

    halbuki istemiyorum demek pek çok şeyin gerçekleşmesini önlemeye yetmeli.
    istememek bir anahtar gibi olmalı,kapıları açmalı ya da kapatmalı. aksi halde istemeyen ruhlar istemedikleri şeylere maruz kaldıkça uzaklaşıyorlar hayattan ayaklarında cebir prangalariyla.
  • istememek de bir istektir aslında.
  • istemek fiilinin olumsuzu. birseye karsi hicbir arzu beslememek, verildigi zaman reddetmek, anlamindadir.
  • bazen her şeye karşı oluşur bu hal. yapmak istemez kişi yapılacakları, gidilecek yerlere gitmek istemez, organizasyonlar istenmez, en yakınla görüşmeler de... nereye varır o da bilinmez, bilmek istenir mi ki zaten?
  • insan bu ya, istemez bazen en istenecek şeyi bile. atar kalbinin en derinlerine, bir daha çıkarmamacasına. ya da üstünü külle bezer bu isteğinin içinde yaktığı ateşin. korları durur altında. sessiz ve derinden, içten içe yanmaktadır da etrafına sıcak bir huzur bırakır. işte o geçici huzura yanar, kül olur insan.

    oldu olası, huzuru arar insan. kimisi çevresinde, kimisi çevresinden bağımsız kendi hayatında. ama huzur, huzur, huzur. huzur kıymeti bilinmeyen en önemli hadisedir insan hayatında. buna rağmen, en huzurlu zamanlarını reddetmiştir insan hayatında. macera arayıp, başka bir sıcaklık aramıştır hayatında. işte öyle zamanlar var futbolda.

    oldum olası, futbolu 90 dakikalar içine sığdıran insanlardan olmadım. hayatı 10 dakikalar içine sığdıranlardan olmadığım gibi. gün 24 saatti, futbol da yaşayan bir organizma. taraftarlığım hayat çizgimi belirlese de, asla holigan olmadım. ama 24 saati taraftar olarak yaşadım.

    kendimi yazmaya hazır hissediyordum. yalnızdım. genellikle yalnız hissettiğimde yazardım. hayatım yalnız geçmişti. ilkokulda mahallenin en tıfıl çocuğuydum. işte o ablaların "ben seninle evlenicem" dediği, ama asla evlenmedikleri -en az 25 yaş büyüklerdi!!- çocuktum. zaten mahallede de kimse kaale almazdı. ancak bulaşmak istemezlerdi. sahi ya, söylemeyi unuttum, abim mahallenin en azılı serserisiydi. bir güvercin için 40 kişinin arasına tek başına dalardı. üstelik kendi güvercini bile değildi. zaten kendi güvercini olsa ne yazardı ki? sonuçta uçan, kaçan bir varlıktı güvercin. hapsedemezdin, yemini verirdin, gelirse gelirdi. gelmezse zaten senin olmamıştı ki..

    hayat düzeninin çokça beşiktaş üzerine yoğunlaştığı, insanlardan olasıya uzak biriydim işte. hiç söz söylemeye ihtiyaç duymadım. dışarıdan dışarıdan yaşayan, farkettirmeden, varlığını göstermeden, "haaa o mu" denilen biriydim. bir kez konuştum. lisedeydim... yine sınıfın en tıfıl, en mırıldanan adamıydım. kız için çıkabilecek kavgada bile arka sıraya atılıyordum: "sen dur şurda bakiyim, ne diyosun lan sen bizim sınıfın çocuğuna!".. halbuki kadınım(!) için kavgamı ben vermeliydim, çıkmalıydım karşısına, "siktir lan ben seviyorum" demeliydim. diyemedim, dedirtmediler. dedirtseler de dermiydim? bilmiyorum.. ama bir gün çıktım bağırdım, "ben birşey söylüyorsam beni dinleyeceksiniz, önemseyeceksiniz" dedim. insan konuşursa dinlenirdi, en büyük korkum önemsenmemekti..

    korkaktım, çekingen, uysal. kimse en sevdiğime dokunmamıştı. en sevdiğime ben dokundum o dönem. çıktım bağırdım :"ahmet dursun, seba gitsin!". yanlış yapmıştım. ilk bağırışım ne denli kavga çıkardıysa olması gerektiği yönde ve sınıfın en tıfıllarını(benim gibi) vitrine çıkardıysa diğerleri gibi, ikinci bağırışım da kavga çıkardı, olmaması gereken. halen gözyaşlarını hatırlıyorum, ben bugün gözyaşı döktüm diye içimde beliren bir gözyaşı güzellemesi değil bu. hatırlama, geçmişimi, ne yaptığımı, nerelerden geçtiğimi anlama, biraz da anla çabası sadece..

    insan istemez bazen en istediğini ya, işte o derece istemez konuma geldim şu günlerde. o, kalbimin derinlerinde aşık olduğum olguya ayrı hareket ediyordu. o'na aşık olmamıştım ki.. o'na aşık olmuştum. duymazdı belki beni, tanımazdı ya da. ama orada olacağımı bilirdi. şimdi nerede olduğumu bilmesi gibi. istemez ya insan bazen en istediğini, istemiyorum en istediğimi. hayatımda oluşan büyük boşluğa rağmen istemiyorum. bir o'nun yokluğunu arıyorum, varlığını aramıyorken..

    kafa sikiyorum bir yandan, özür dilerim. beşiktaş değil mi? evet. hayat daha çok. hayat ne garip, en çok arzuladıkların en uzağında durmayı seçiyor. kapatıyor kendini sana. yine de, aslolan hayat.
  • köpeğimden öğrendim. ne zaman mutfağa gitsem fıtı fıtı peşimden geliyor. haliyle mutfağa hep poflayarak gidiyorum. halbuki benden istemese benim onsuz boğazımdan zaten lokma geçmez. hatta merhamet duygum kabarır, ona kendi ellerimle hoşuna gidecek bir şeyler veririm. kemirdiğim şeyin köşesinden değil, kendi sevdiği mamalarından.

    buhara'da bir emir varmış bir sadrı cihan. hangi dilenci bir şey istese o dilenciye bir şey vermezmiş. bilgili bir yoksul bunu unutup ondan bir şey istemiş, emir yüz çevirmiş. yoksul her gün başka bir hileye başvurmuş, yine de hiçbir şey alamamış. konuşmayanlara ise ihsanını eksik etmezmiş. eli açıkmış. yasası; "sizden kim susarsa, bir şey söylemezse kurtulur!" sözü imiş. onun sofrası da, kesesi de susanların, ondan ağızla bir şey istemeyenlerinmiş. yoksul hiçbir hilesi işe yaramayınca en sonunda bir kefenci ile anlaşmış. beni kefene sar yolun kenarına at belki ölümü görüp bir kefen parası atar yarı yarıya kırışırız, demiş. gerçekten de emir geçerken üstüne bir altın kesesi atmış. yoksul kafasını çıkarıp "gördün mü bak bana vermediğini senden nasıl aldım?" demiş. emir de "aldın aldın ama ölmeden bir şey alamadın"

    şimdi demeyin ki ölmemişti, buradaki ölmek mecaz. "ölmeden önce ölünüz" dedikleri, yani nefsi öldürmek. de, işte, idraki bu kadar meşakatli değilmiş gibi uygulaması daha zor. tam yahya kemal'in şiirinde dediği gibi

    (bkz: #3033650)
hesabın var mı? giriş yap