• benim için en etkileyici kısmının, angie'den paralarını almak için çocuğunu bir süre alıkoyup evini basan göçmen işçilerin, küçük oğlana hiçbir şey sezdirmemeleri, onu korkutmamaları, annesinin yaptıklarının hesabını ondan sormamaları olduğu film. oğlan eve döndüğünde, yaşananlardan habersiz, "polis gizli bir soruşturma gibi bir şey için benimle konuştu" der annesine.
    ken loach abimizin mesajı net: işçi sınıfı muhatabını bilir.
  • filmin en akılda kalan sahnesi sanırım, angie'nin rose'a "eğer onlara ödeme yapmak istiyorsan kendi payından yap. burası özgür bir dünya." dediği sahneydi. onlar dediği de hayvan gibi çalıştırılıp parası ödenmeyen, aileleriyle birlikte bok gibi şartlar içinde yaşayan göçmen işçiler.

    neyse, işte bu sahne aklıma can yücel'in bir lafını getirdi: "küfür, burjuvazinin ağzında bir lağım çukurudur; küfür, işçi sınıfının ağzında bir çiçektir."

    koy "özgürlük" lafını "küfür"ün yerine cuk oturuyor. adamların "özgürlük"ten anladığı zaten; ailelerini geçindirmek, karınlarını doyurmak için çalışanları sömürerek, yeni bir 4 x 4 parası kazanma özgürlüğü.

    sokayım böyle özgürlüğe.
  • ... sömürüye baktığı yer açısından o kadar müstesna ki bu film. bizden habersiz başlamış ve aynen öyle yaşanıp bitecek olan hayatları ters taraftan izlemeye başlıyoruz. ya da ortasından, "özgür bir dünya"da göçmenlere göçmenliklerinden kendilerinin suçlu olduğunu (tıpkı fırsat eşitliği ve seçme özgürlüğüne rağmen -!- yoksul kalabilenler gibi) kısa ve kesin cümlelerle buyuran, her şeyin ikamesinin mümkün olduğu bu sistemde insana(/ı) her zaman dilsizliği(/e), evsizliği(/e), yoksulluğu(/a) yakış(/yaklaş)tıran bir düzenin aracılarının gözünden, kesinlikle alışık olmadığımız muğlak bir noktadan.
    işinde terfi alıp istediği hayatı yaşama umuduyla harıl harıl çalışan bir kadın bir gece eğlencesinde patronu tarafından tacize uğruyor. tacize tepki verip (susup, olmamış gibi yapmak, unutmak varken hemde..) patronunu küçük düşürme gafletinde bulunuyor. ve haftabaşında derhal işten çıkarılıyor. iki kere mağdur ve hırs küpüne dönmüş şekilde.. hem o iş yerinde kadın olduğu için zaten daha fazla yükselemeyeceğini, hem de rahatlıkla taciz edilemeyecek yahut basit bir bedensel tacizi kaldıramayacak bir kadının ipinin nasıl çekiliverdiğini görüyoruz. ama asıl konu bu değil. asıl konu, filmin devamında bizi bekleyen ve tatmin edici bir kategorizasyon yapmamızı neredeyse imkansız kılan, ana karakerin halihazırda deneyimlemiş olduklarına rağmen seçtiği mücadele biçimi, cevap arayışlarımızı mecburen baltalayan vicdan, mazlum ve zalim üstüne sorular... ken loach bunu ustalıkla sunuyor ve biz gene bütün hassasiyetleriyle bir dehşet filmi, bütün denge-sizlik-leriyle bir güç mücadelesine tanık oluyoruz.
    ana karakter mağdur ve bir o kadar zalim (zaten, belirtmiş olduğum gibi bu kategoriler yetersiz ve yersiz kalıyor). zalimliğiyle kendi mağduriyetini alt edememekle birlikte, bu mağduriyeti besleyen koşulları iyice semirtiyor, bizzat kendi elleriyle ve bizzat kendisiyle. kendisini her şeyden ama her şeyden soyutlayıp sadece kendisi ve (belki) oğlu için düşler büyütüyor. ancak, başka insanlar ve o insanların başka çocukları pahasına!.. üstelik motivasyon kaynağı olan düşünün içine giremeyecek denli değişiyor şekli. çok iyi işlenmiş binbir ayrıntı ile dolu bir film, ve yüzyılın sorusu: insan nedir ki??
  • "... angie'ye sadece kendi gözünden değil, birçok gözden bakarız, film angie'nin değil, onun ilişkilerinin içinden geçer. hikâyesi anlatılan angie'yi neredeyse hiç yalnız görmeyiz, onun yalnızlığının bizim açımızdan önemi de yoktur. angie sürekli birileriyle ilişki halindedir. onun bencilliği bir yalnızlık anında belirmez, bu ilişkilerin içinde yeşerir. bencilliğin açmazı, onun için başkalarına muhtaç olunmasıdır. bencillik başkalarıyla ilişki kurmamaktan değil, bütün ilişkileri kendi hesabına kâra çevirmekten geçer.
    ...
    bizi angie'ye bir yaklaştırıp bir uzaklaştıran şey, onun bir mazlum bir zalim olmasıdır. patronu tarafından tacize uğrayan kadın kendi ajansını kurar, oğluna iyi bir hayat vermek için çalışır. işverenden işçilerin parasını alamaz ve işçilere de veremez; ama bu işçiler üzerinden gayet iyi para kazandığını görürüz. bunun üstüne bir işçiden dayak yer. kendi çağıracağı göçmenlere yer açmak için gidecek yerleri olmayan diğer göçmenlerin yaşadığı kampı polise ihbar eder. ertesinde para vermediği işçiler evini basar ve oğlunu rehin alır. bütün bunlara rağmen filmin sonunda işine aynı şekilde devam ettiğini görürüz. kimin mazlum kimin zalim olduğu gösterilmez, mazlumlar ve zalimler yer değiştirir. angie, mazlum pozisyonundan zalim pozisyonuna kişiliğinde bir değişme olmaksızın geçer. *bugün mazlum olmak, yarın zalim olmamanın bir garantisi değildir. bu yer değiştirmeler sayesinde mazlumla-mağdurla özdeşleşme eğiliminin önüne geçilir filmde. bu gereklidir çünkü mağdurla özdeşleşme isteği, güç dengelerinde hiçbir değişim yaşanmaksızın gücün olumsuzlanması anlamına gelir; bu da dünyayı değiştirebilecek kudretin soğurulmasına yol açar. mazlumluk-mağduriyet, olumsuz bir uğrak, sınıfsa olumlu bir uğraktır. mazlumluk güçsüzlüğe, sınıfsa kurucu güce gönderme yapar. sınıfı belirleyen ayrım mazlumlarla zalimler arasından değil, dünyaya sahip olanlarla onu değiştirmeye muktedir olanlar arasından geçer. loach bu filmiyle siyasetin aslına, yani çoktandır farklılıkların ifadesi olarak anlaşılan siyaset anlayışından, güç/iktidar mücadelesine rücu etmektedir.*

    mert tokur, "bulaşmayan özgürlük", doğudan/6. sayı: "neo-liberalizm ve ideolojiler"
    http://dogudandergisi.blogspot.com/…ayan-zgrlk.html
  • istanbul'da afrikali bir işportacının dükkanını kapatır gibi mahzun bir şekilde tezgahını toplamasına tanık olmamdan sadece birkaç saat sonra izlemiş olmamdan dolayı ayrı bir dokunmuş, ayrı bir acıtmış ken loach filmi. birçok yönetmende olduğu gibi loach da kendi coğrafyasından hikayeleri daha bir ustalıkla anlatıyor.
  • ingiltere’deki göçmen isçilerin çalışma ve yaşama koşullarını işçilerin degil, işverenlerin gözünden anlatan, dolayısıyla sömüren ve sömürülen tarafa objektif bir şekilde yaklaşarak bu iki tarafı yaratan sistemin ve sürecin geldigi son durumu anlatmaya çalışan ingiliz yönetmen ken loach’un son filmi.
  • yönetmeninin ken loach olduğunu öğrendiğimde filmi izlemek için bu başlı başına bir sebepti benim için. önemli olanın para kazanmak ve hayat standardını yükseltmek olduğunu, dünyadaki sistemin her alanda temelde sömürüye dayandığını ve zamanla sadece rol alan bireylerin değiştiği, yasaların ve devletlerin ise bu düzenin önünde sadece bir engel olduğu imajı yaratan film. hatta bundan da öte, dünyada salt ayakta kalmak için bile yasa dışı işler yapmak gerektiği de son derece gerçekçi biçimde işlenmiş.
  • en gelişmiş muasır medeniyet seviyesinde bir ülkede bile olsa kapitalist üretimin sürecinin sömüren ve sömürülenden oluştuğunu tokat gibi insanın yüzüne vuran ken loach filmi. angie'nin işinden kovulduktan sonra en başta kendi çocuğuna daha iyi bir hayat sunmak amacı ile giriştiği işte gitgide nasıl canavarlaştığını, para hırsının insanı nasıl insanlıktan çıkardığını gösterir. izlenesi, ders alınasıdır.
  • işaret ettiği "özgurluk" bahsinin en rahatsız edici biçimde sömuru duzeni uzerinden mideye taş koyması şeklinde açığa çıktığı film. bread and roses'tan birkaç vakit sonra izledim ve daha çok beğendim. duru, sade, hayatın acı acı koyan yönlerini abartısız ama sertçe, yuze çarpa çarpa gösteriyor ken loach. onun filmlerini izlerken sıkılmak değil ama tarafsız kalmak mumkun değilken bu biraz farklı bir film olmuş. ezilen-kovulan kadın patron olunca zalimliğin en iğrenç sıfatlarını hak edecek şeyler yapıyor ama zaten çok çaresiz, ayakta durmanın tek çaresinin ne olduğuna karar vermek zor. çıkmazları olan ezen ve ezilenin bazen aynı safta mucadele edebildiğini de gösteriyor.

    angela rolundeki kadın juliette binoche' a muthiş benziyor.
hesabın var mı? giriş yap