• evde ne kadar çiçek varsa kökünü onun bahçesinden aldığımız bir ipek teyze vardı. her bahar bahçesine yenilerini eker, her 73 yaşındaki teyze gibi de çiçekleriyle konuşurdu. yazları bahçesini görmek için heveslenirdim. yıl içinde nazik kadınların penceresini güzelleştiren ne kadar çiçek varsa hepsini önce ipek teyzede görürdüm. balkon çiçekçiliğine ipek teyze yön veriyordu desem yeridir.

    bugün ipek teyzenin kızı, annesinin vefatından haftalar önce tüm evde alyansını aradığını çekilmedik koltuk, aranmadık dolap bırakmadığını söyledi. vefatının üstünden neredeyse üç yıl geçti, geçen gün bahçedeki büyük saksıyı çekince altından çıkmış alyans.

    insan hayatta neyle ilgileniyorsa, neyin civarında dolaşıyorsa kendisini oraya bırakıyor. ipek teyzeler izlerini çiçek saksılarına bırakıyor. peki ben nereye bırakıyorum?
    ekşi sözlük?
  • sabah sabah kafamı kurcalayan içgüdü.

    herkes 'öldükten sonra'sını düşünüyor. neden bilmiyorum. koca insanlık tarihinde binlerce yıl evvelden bırakılan izler bile komik derecede yakın bir geçmiş aslında. o yüzden 'tarihte iz bırakmak' gibi bir şeyin mümkün olduğunu düşünmüyorum. ya da anlamsız geliyor, öyle söyleyeyim. benim derdim birlikte yaşadığım, hayatımdaki insanlarla. bu içgüdü daha masum görünmesine rağmen olayın yıpratıcılığı konusunda aşağı kalır bir tarafı olduğunu düşünmüyorum. sabah sabah yine kendimizi keşfediyoruz hadi bakalım.

    bir noktadan sonra beni tatmin etmeyen, uzun bir ilişkim oldu bir süre önce. karşındaki insan seni beslememeye başladığı zaman ve bu durağanlık dönemi uzadıkça ister istemez sıkılıyorsun. sevgi yetmiyor. biraz dürtüyorsun, biraz gaza getirmeye çalışıyorsun fakat ilişkinin size yetmediği ve açgözlülüğünüzün galip geldiği bir noktada zaten aylardır kafanızda bitmiş olan bir mevzuyu tereyağından kılçık çeker gibi bitiriveriyorsunuz, karşınızdaki muhtemelen şok olurken. ki böyle anlarda karşımdakinin şaşırmasına şaşırırım ben genelde. neyse işte mevzu bahis ilişki bitmeden evvel, henüz 'tatmin olmama' dönemindeyken şu an içeriğini asla hatırlamadığım bir rüya görmüştüm ve bu yine sebebini asla hatırlamadığım bir şekilde sevdicekle aramda bir sembole dönüşmüştü. minik salyangoz. emoji gibi düşünün. nedense biz bu sembolü çok sevmiş ve vücutlarımızın herhangi bir yerine minicik bir dövme olarak yaptırmak istemiştik. küçük, sembolik bir salyangoz. sırf 'hatırlamak' için. ve ben mevzunun ne olduğunu hatırlamıyorum şu an. dövmeyi yaptırmış olsak belki hatırlardım.

    ama sorun benim 'hatırlamam' değil, onun hatırlaması. yani birbirimiz üzerinde iz bıraktığımızı bilmek. bu fikir müthiş bencilce olmakla birlikte bir yandan karşısında savaşa dahi giremeyeceğim kadar insancıl. içgüdülerimizin ve beynimizin savaşı zaten medeniyet, binlerce yıllık hikaye bu, ben kimim ki bu savaşı kazanayım? yani esas olay, biteceğini bildiğin bir şeyde karşındaki insanda iz bırakma içgüdün aslında, anlatabildim mi bilemiyorum. millet ilişkisini kurtarmak için çocuk yapar, benim çözümüm 'dövme yaptıralım da birbirimizi unutmayalım'. çünkü biliyoruz ki her şey biter, hayat da, arkadaşlıklar da, aşklar da.

    bahsettiğim arkada şu an binlerce kilometre uzaklarda yeni sevdiceği ile mutlu bir hayat yaşıyor. sıkıcı bir çarşamba günü enstitüde bir anda bileğindeki salyangoz dövmesini görüp beni hatırlıyor olma ihtimali neden beni etkilesin? insan çok garip bir yaratık..

    cancağızım bir arkadaşım var mesela. yazarız birbirimize. mektup falan değil, defterlerce yazarız. lisede ikimizin de sırasının altında defterlerimiz dururdu, canımız bir şeye sıkkın olduğunda ya da keyifsiz olduğumuzda gider diğerinin sırasına oturur kulaklığı tarak alttan defteri çıkarır yazardık. onun dört senelik yazıları bende, benimkiler onda mesela. benim bir parçam onda, onun bir parçası bende. üç sene kadar önce çok kötü bir dönem geçiriyordu, bende olan birkaç şeyini yolladım ona. iyi geldi. ona da, bana da. çünkü o bende, ben onda.

    ve insan ilişkilerinde yaptığım çoğu büyük jestin 'iz bırakmak' içgüdüsüyle olduğunu görüyorum son günlerde. bu çok mantıksız geliyor. 'beni hatırla, beni unutma, bana değer ver' demek bu. evet keşke beni unutmasa, keşke beni unutmayacak kadar bana değer verse yakın çevremdeki herkes. ama bunu kontrol edemezsin ki. beyhude bir çaba, yazık. çok yazık.

    insanlar girip çıkıyor hayatlarımıza, bu çok normal bir akış. bu çok güzel bir akış. birbirine değip geçmek, dokunmak, o insanı farkında olarak ya da olmadan değiştirmek çok güzel. saçma bir romantizmi var bu işin, bilemiyorum. ama kontrol edilebilir bir şey değil bu. zorla güzellik mi derler, bilemiyorum.

    bu çabamın beni yorduğunu görüyorum. 'öldükten sonra hatırlanmak' istediğini söyleyen birini garipserken aslında aynı beyhude telaşa düşmüşüm. evet yaşarken hatırlanmak senin mevcut hayat deneyimini yükselten bir şey, kesinlikle öyle. ama bırak. bırak yani.

    bilemiyorum. eski bir dost seni hatırlayınca bir anda çevrende bir bildirim gelse mesela, 'ezgi, yasemin mori dinlerken seni hatırladı', 'berk çıralı'ya gidince seni hatırladı', 'devrim kars'a gidince seni hatırladı' filan gibi. beni hatırlamasını istediğim insanların varlığı beni yoruyor. iyi mi kötü mü bilemiyorum bu durum.
  • daha once belirlenmis yoldan gidilerek mumkun olmaz,
    iz birakmak icin, kendi yolunu acmalisin.
  • bal çalınan parmakları yalayarak değil, bal üreten olmakla başarılabilecek olandır.
  • "bir seferinde, tanıdığım birisinin ölüm ilânını görmüştüm. gazete ismini yanlış yazmıştı. evet siktiğimin ismini yanlış yazmışlardı. hepsi bu. bunun dönüşü yoktur. gelecek sefere öldüğünde, ismini doğru yazma şansları yok. hayır! gazetenin o sayısı arşivlere girecek ve tanıdığım bu adamın, muhtemelen ömründe en çok gururlandığı şey olan ismi sonsuza kadar yanlış hatırlanacak...

    eninde sonunda ölüm ilânında ne yazdığı çok da mühim değil, nasıl olsa okuyacak halin yok. gazete kâğıdı solar, kâğıt hamur haline gelir. arkanızda bırakacağınız iz daha derin olmalıdır.

    geride bırakacağınız iz, başka bir insanın ruhuna işlemelidir..."

    (bkz: augustus hill)
    (bkz: oz)
  • güzeldir, önemlidir.

    bugün bir arkadaşım aradı. can arkadaşım, iyi dostum.
    geçen sene bugün zor bir gün geçiriyordu, hem de öyle böyle değil.
    yaşamın kıyısında dakikaları yaşıyordu.
    şansı vardı, yüreği temizdi, güçlüydü, atlattı.
    bu sabah beni aradı bir sene oldu dedi.
    duygulandım, ne diyeceğimi bilemedim.
    bana "o gün sen olmasaydın olmazdım" dedi, omuzlarım çöktü.
    büyük bir sorumluluktu bu söylediği...
    oysa ben sadece o gün olması gerekeni yapmıştım.
    zaman, yer fark etmeksizin çevremdeki herkese karşı aynı bu samimiyetle, iyi ve güçlü şekilde yanında olmaya çalıştım.
    gönüllerde iyi bir iz bırakmak gerektiğine inandım.
    dün de tam bunu düşünüyordum yolda motosikletimle giderken...
    iyi iz bırakmak isterken aslında hiç iz kalmadığını gördüğüm şeyleri, bazen de iyi iz bırakayım derken zedelediğim, derinleştirdiğim izleri düşündüm.
    nadir de olsa istemediğim şeylere sebep olduğum zamanlar oldu.
    ya da çok çabalayıp her olumsuzluk bitince arkasını dönüp giden kimselerde de hiç iz bırakmadığını görmek te insanı acıttı.
    vefa ya da saygı.
    ne dersen de.
    iyi insan olmak için tüm çabamız, iyi izler bırakmalıyız ardımızda, kin ve nefret olmadan, ah almadan.
  • ben eskiden çok önem verirdim buna. insansal/hayvansal bir iç güdü en nihayetinde. hayvanlar çiş yapıyor, bizimkiler aya falan kaka yapıyorlarmış galiba. neyse, isterdim ki bazı şeyler ona beni hatırlatsın. fakat ciddi bir hata yapıyordum, mekanlar üzerinde yada olaylarla iz bırakmaya çalışıyordum. oysa yapmam gereken o değilmiş.

    en başta, sadece iz bırakmaya yoğunlaşmamak gerekiyormuş, yoksa hayatı, yaşayacaklarını ıskalıyorsun.

    onun kalbinde iz bırakmalıymış, her duygulandığında, kalbi her çarptığında seni ansın diye.

    kokunu bırakmak gerekiyormuş, her nefes alışında seni içine çekebilmesi için.

    gözlerinde iz bırakmalıymış, baktığı her yerde seni görsün.

    ruhunda iz bırakmalıymış en önemlisi, yaşadığı sürece unutmasın seni.

    buna bir örnek de vizontelede vardı, çocuk yarasının kabuğunu bırakıyordu kıza, fotoğraftan daha iyidir diyerek. insanın teninde, ruhunda, kendisinde iz bırakmak da daha iyiymiş etrafında bırakmaktan.
    bir taraftan çok bencilce duruyor bu durum, istek. sanırım farketmediğimiz şey, bıraktığımız izlerin kendimizden birer parça olduğu. yani iz bıraktıkça eksiliyoruz belki de.
    düşünüyorum mesela, hepimizin içinde tanrıdan bir parça varsa eğer, tanrı da bizde iz bırakmış demektir. peki ama tanrı nerede o zaman. kendini o kadar parçalamışki, artık sadece bizim birleşimimiz onu temsil ediyor. hadi o tanrı, diyelim ki parçalandı ama hala var kendisinden. bizler parçalandıkça eksilmeden kalabiliyor muyuz.

    demem o ki iz bıraktığı yere, kişiye dikkat etmeli insan. herkesin üzerinde değil, sadece bunun doğal bir şekilde geliştiği kişilerde izimiz kalmalı ve onların izi bizde. alırken de verirken de aynı şekilde kendimizden de eksiliyoruz çünkü.

    zamanın ötesinden gelen edit : piskopat mısınız lan?
  • bazen izin nedeni sahibi değildir.

    "bu kadar kirli olmasaydı çatılar
    iz bırakamazdı martılar."
  • bazen ait olmamakla da mümkündür.

    insanın aklı sahip olamadığında kalır çünkü, elde edebildiğinde değil!
hesabın var mı? giriş yap