• james g. stavridis olarak da bilinen 1955 doğumlu amerikalı emekli amiral ve şimdilerde akademisyen ve yazar. ailesi anadolu rumlarındandır. lakabı ise zorbas'tır. uzun yıllar nato kapsamında da görev yapmıştır. ayrıca demokratlara yakın bir isimdir ve hatta ismi hillary clinton'ın başkan yardımcılığı için bile geçmiştir.

    wikipedia - https://en.wikipedia.org/wiki/james_g._stavridis

    putin ve rusya ile müzakere etmek için bazı öneriler içeren bir yazısı; http://foreignpolicy.com/…thing-russia-obama-syria/

    foreign policy yazı arşivi - http://foreignpolicy.com/author/james-stavridis/
  • nato hakkında önemli bir yazısı için; http://foreignpolicy.com/…0/its-time-to-audit-nato/
  • dedesi demetrios stavridis türk ordusu izmir'e girdiğinde varını yoğunu geride bırakıp sandalla izmir'den kaçmış bir rumdur. sonra yokluktan amerikalara gidip iltica etmiştir. işte bu torunu james de büyüyüp amerikan donanmasına girip gemi kaptanı olunca 90'larda izmir'e ilk dönen aile bireyidir. kendi hatıralarında bu olayı hayatındaki en büyük dönüm noktalarından biri olarak sayar. bir nato deniz tatbikatında arleigh-burke sınıfı bir fırkateyn olan uss barry'nin komutanı olarak izmir'e girip limana demirlemesini "dedem burayı bir sandalla terketmişti, torunu olarak 70 yıl sonra milyar dolarlık fırkateynle geri döndüğümü görse herhalde çok şaşırırdı" diye anlatacaktır.

    babası da abd deniz piyadelerinde kore ve vietnam savaşında bulunmuş bir albaydır.

    benim bildiğim jim stavridis 1.65 boyunda gayet ufak tefek kompakt bir insandır. saçları da pek çıkmadığından bulunduğu ortam bir tür napoleon sendromuna ev sahipliği eder. ortamdaki en rütbeli ve en kısa kişi hep kendisi olduğundan brifing salonuna girişi çıkışı falan pek görülemez(di). etrafındaki izbandut gibi adamların hareketlerini izleyerek kendisinin varlığı ya da yokluğu konusunda hesaplama yapmak zorunda kalınırdı. ancak kürsüye çıktığında o ufacık adamdan (1.65 boylular alınmasın) inanılmaz bir iletişim performansı çıkardı. önce kasım kasım kasılan üst rütbeli general amiral herkesin içinde kendi boyuyla mutlaka dalga geçer, sonra da bir şekilde konuyu saçlarının olmayışına bağlar ve bu durumun bulunduğu mevkiye çok yakıştığını söylerdi. çünkü avrupa müttefik kuvvetler komutanı ve kel olan tarihte yalnızca iki kişi -kendisi ve ilk saceur olan general eisenhower vardı-. "o saç stili bu ofise geri döndü" diyince arka sıralarda kıkırdamalar falan başlardı. kendine tanrı gibi gören orgenerallerden sonra kürsüye çıkar çıkmaz kendisiyle dalga geçebilen hepsinin üstünde bir oramiral güzel bir değişiklikti. o sendrom etrafta uzun boylu kimsenin olamadığı, hiçbir kadının topuklu ayakkabı giyemediği bir napoleon kompleksine dönüşmüyordu.

    11 eylül saldırılarının olduğu gün pentagon'da olduğunu ve çarpan uçağın kendi ofisini iki büro farkla sıyırdığını söylerdi.

    brifingde falan bir subay muallakta kalan tek bir kelime söylemeye görsün -"böyle olduğu düşünülüyor, şöyle olduğu varsayılıyor, insanlar şu fikirde" - gibi, anında müdahele ederdi. kim öyle düşünenler, öyle varsayanlar, o fikirde olanlar diye sorarak herşeyi keserdi. bunun böyle olmasının sebebini de kendisinin donald rumsfeld ile çalışmış olmasına bağlardı. bu rumsfeld ekolünden gelen adamlara göre iletişim olabildiğince yalın, direkt ve fazlalıklardan arındırılmış olmalıydı. brifingde muallakta kalan ve hesabı verilemeyen, sonraya bırakılan her ayrıntı bu adamlara göre misleading/yanlış yönlendirme sayılıyordu. verilmek istenen mesaj mümkün olduğu kadar az kelimeyle, çok bilgi içererek dinleyiciyi sonuca kanalize etmeliydi. içinde öyle muallakta kalan bilmeceler bilinmezler falan varsa geçmiş olsun o brifing veren için hiç hoş bitmezdi.

    kendisi nato avrupa müttefik kuvvetler komutanı olunca o mevkiye tarihte ilk kez bir denizci gelmiş oluyordu. bizim silahlı kuvvetler de buna karşılık askeri temsilcilik sayılan nmr görevine ilk kez bir amiral atayarak hasan uşaklıoğlu'nu getirmişti. aralarında tabii nasıl bir ilişki vardı ben bilemem, bilsem de anlatamam ama o dönem bu stavridis sayesinde bizimle alakalı çok da ilginç bir olay vukua gelmişti.

    olayı anlatmadan arka plandan biraz bahsedersem, şimdi nato'daki üye ülkelerin askeri temsilcilikleri zaman zaman üssün etkinlik defterinde belli bir günü işaretleyerek o gün milli bir etkinlik yapacaklarını beyan ederler. atıyorum bu gün estonya'nın bağımsızlığını ilan ettiği milli günüyse o estonya günü falan olur, estonya ordusuna bağlı personel gidip stand açarlar milli yemeklerini pişirirler, görevli personel ve eşleri bu standların arkasında durur insanlara estonya ile ilgili broşür verir vs, kendi ülkelerini öyle de tanıtırlar/temsil ederler. diğer bazı ülkelerin özellikle almanya'nın komşularının milli günleri hep alman işgalinden kurtulma üzerine olduğundan "nasıl kovduk şerrrefsizleri ülkemizden" tandanslı bir etkinlik yapmazlar (çünkü yaparlarsa alman temsilciliğini çağıramazlar ters olur). bizim de 30 ağustos ve yunan temsilciliği ile böyle olaylarımız vardır, bazı yıllar onlar tutup 1821 milli günlerinde osmanlı'dan kurtulduk etkinliği yapar biz de al o zaman diye 30 ağustos yunan işgalinden kurtuluş yaparız, bazen onlar yapmaz biz de etkinliği başka gün yaparız vs.

    herneyse işte bundan tam 10 yıl önce 2011 senesinde yine böyle bir nisan ayında türk günü yapılması için gün alınmış ve tüm ülkelerin daimi temsilciliklerine davetiye yollanmış. ancak sanki söz birliği yapmışlar gibi bütün davetiyelerin rsvp/cevap kısımları "gelemeyeceğiz çünkü .." kısmı dolu olarak temsilciliğimize geri dönüyor. arnavutluk falan hariç nato'daki hiçbir ülke türk gününe katılmaya yanaşmıyor. büyük bir hayal kırıklığı. subayların eşleri vs sarmalar sarmış kekler yapmış dolmalar yapmış, gidip brükselden *türk dönerci kiralayıp tezgah açtırmışlar. ama koskoca etkinlik salonunda tek yabancı arnavut temsilcisi piro ahmetaj ve eşi lindita olacak. hasan paşa bunu duyunca canı çok sıkılmıştı. hem türkiye'yi nato'da ipleyen yok imajı olacak, hem bunun gerçekten de öyle olması ihtimali var. tatsızlık bir çıkmaya görsün bu karşılıklı etkinliklere gitmemeler falan yıllar içinde intikam seviyesine bile gelir. bu niye böyledir işin içinden rezil olmadan nasıl çıkarız diye düşünürken biri saceur'un aylık faaliyet programına bakmayı akıl etti. hakikaten de bu 3 nisan günü james stavridis gelemiyordu çünkü haklı bir mazereti vardı amerikan hava üssü chievres'de başka bir etkinliğe gitmesi gerekiyordu. afganistandan dönen kendi amerikan personeline madalya falan takacaktı.

    askeri protokolde işler çok da basit yürür. en tepedeki insan geliyorsa herkes gelir (gelmek zorundadır), o gelmiyorsa kimse kendini gelmek zorunda hissetmez. o yüzden çok diplomatik bir şekilde jim stavridis ile aynı katta görev yapan kendisinin kurmay başkanı amerikalı albaya durum bir şekilde izah edildi. "komutan gelirse hanımların emekleri boşa gitmemiş olur" gibisinden mesaj en üst makama böyle dedikodu şeklinde ulaştırıldı.

    ve aynı akşam üstü mesai bitimi öncesi james stavridis türk temsilciğinin zor durumda olduğunu öğrenmiş. sonra gidip kendi programını iptal edip türk gününe katılmaya karar verdiğini herkese mail attı. kendi madalya törenini türklere jest yapmak için ertesi haftaya itelemekte öyle beis görmemişti. onu gören bütün departmanlar bir önceki gün sanki "gelemicez çünkü salı sallanır, cuma mübarek gün" falan diye mazeret yazanlar kendileri değilmiş gibi aniden "biz de türk gününe geleceğiz, biz de yaprak sarma ve tarhana yemek istiyoruz" temalı maillerini birbiri ardına hasan paşa'nın sekreterine yağdırmaya başladılar. saceur'un geldiği partiye etkinliğe gelmemek daimi temsilciliklerin çekindiği bir şeydi (yalan yok çok ters bir şey). ve etkinlik günü geldiğinde katılım öyle yoğundu ki saat daha 1 buçukta tezgahta döner kalmamış, tarhana bitmiş, içli köfte tükenmiş, kek pasta künefe falan sağ kalmamış, alelacele getirilen tavuk dönerin ikincisi falan takılmaya uğraşılıyordu.

    öğlen gibi stavridis sivil kıyafetleriyle türk standlarını gezmeye geldiğinde vaziyet buydu. ben baktığımda james stavridis protokolü falan geçmiş tümamiral hasan paşa'nın yanına oturmuş ikisinin önünde de birer tabakta yaprak sarma ve yoğurt, hoşbeş edip yiyorlardı. bana sanki farklı ülkelerin iki amirali gibi değil de yıllar sonra bir araya gelmiş aslında aynı toprağın çocukları izmirli rum ve izmirli türk gibi başka kimsenin bilmediği aynı yemeği seviyorlar gibime gelmişti. hoş bir görüntüydü.

    kendisi hakkında nato'dan sonra daha üst bir göreve atanacakken kendi hanımını askeri uçakla götürebilmek ve uçakta yer açılması için uçaktan muvazzaf askeri personeli indirdiği iddiaları çıktı, amerika için kariyer bitiren bir olaydı. komisyon kurulup olay netleşene, kendisini komisyonda aklayana kadar tayin terfi dönemi geçmiş bitmişti. kendini sonunda akladı ama kadro kalmadığından amirali öyle emekli ettiler. stavridis böyle o dönemin david petraeus - stanley mcchrystal ile beraber kariyeri münferit olaylarla biten üç paşalarından biridir. sonra gidip tufts üniversitesine dekan oldu. şimdilerde bilemiyorum ne yapıyor.

    arda hoca (bkz: orko 8) burada biraz yermiş kendisini, o kitabını ben henüz okumadım bilemem ama ben stavridis'in kendisini ve karakterini falan kendi çapımda müttefiki için kendi ülkesinin programını ertelemesinden dolayı severdim.
hesabın var mı? giriş yap