• 1857–1938 yılları arasında yaşamış amerikalı kadın seri katil. annesinin ölümünün ardından babası kafayı sıyırır, kendi terzi dükkanında göz kapaklarını birbirine dikmeye çalışır. hanım kızımız da nasıl olduysa hemşire olmaya karar verir.*

    bu merhametli görünen hemşiremizin ne mal olduğu, davis ailesi mensuplarının pıtır pıtır ölmesiyle ortaya çıkar. şüpheli ölümlerin ardından yapılan otopsiler sonucunda jane toppan'ın bu kişilere iğneyle morfin ve atropin verdiği anlaşılır. foyası ortaya çıkınca boston'dan topuklar. 1901'de new hampshire 'da yakalanır.

    duruşmasında doktorlar kadının kafayı sıyırmış olduğunu söylerler. jane jüriyi ikna etmekte zorlanmaz; babasının ve kız kardeşinin sonu da akıl hastanesi olmuştur.

    jane toppan, 1938 yılına kadar massachusetts de akıl hastanesinde kalır ve burada şeytanına kavuşur.

    "benim arzum bu; bugüne dek yaşamış her erkekten ve her kadından daha fazla insan,daha fazla çaresiz insan öldürmek."
  • tıptaki ünlü bazı ölüm melekleri*:
    dr. harold shipman
    dr. jack kevorkian
    dr. josef mengele
    hemşir charles cullen
    hmş. jane toppan
  • 1857-1938 yılları arasında yaşamış olan seri katil. nurses who kill serisinde kendisine yer verildi mi bilmiyorum ama sanırım deadly women belgeselinde kendisinden bahsedildi. bir doktor ya da bir hemşire tarafından öldürülme fobisi olanların korkulu rüyası olacak kadar korkunç. tövbeler olsun.

    bu kadın hakkında daha fazla bilgi için: link

    kendisiyle ilgili kısa bir belgesel: link

    kadına deli diyorlar ama belgeseldeki bilir kişi aslında jane toppan'ın gayet aklı başında biri olduğunu söylüyor. sadece hayatın kötü davrandığı, bu yüzden intikam duygularıyla hareket eden bir sosyopat. aslında ilk başta; kurbanlarını öldürme içgüdüsüyle değil, onları o hastalıktan azad etme amacıyla bunu yaptığını düşünüyordum ama belgeseli izlediğimde fikrim değişti. o ünlü ifadesinde: "gelmiş geçmiş tüm erkeklerden ve kadınlardan daha çok çaresiz insan öldürmek" demesi bunu düşündürdü bana. sadece insan ya da herhangi bir insan değil, çaresiz insan öldürmek kadının amacı. her türlü ruh hastalığı ama, orası kesin. ayrıca bir sürü seri katil gibi, kendisinin de sapkınlıkları var. kurbanları ölmeden önce, onları soyup, istismar edermiş. en büyük zevki ise onlar ölmeden önce gözlerinin içine bakmakmış. bir ailenin tümünü öldürüp, şüpheleri üzerine çekip yakalandıktan sonra, onu sorgulayan doktora tüm bu yaptıklarının korkunç ayrıntılarını itiraf etmiş zaten.

    belgeseldeki aşırı güzel kriminolog candice delong seri katillerle ilgili şunu söylüyor: "bence seri katiller yakalanmak istemiyorlar. sadece, birçok cinayetten kolaylıkla sıyrıldıklarında bir süre sonra yenilmez ve görülmez olduklarını düşünüyorlar. bu da; onların yakalanmadan önce biraz daha özensiz ve dikkatsiz cinayetler işlemelerine, haliyle daha sonra da yakalanmalarına neden oluyor." diyor. muhteşem bir tespit.

    tabii kendisinin yaşadığı 19. yüzyıl sonlarında şüpheli davranışları olan birini tespit etmek herkesin harcı değilmiş. millet her gün suç belgeselleri izleyemiyor ki bunları tespit edebilsin. ayrıca, bu kadında irsi olarak akıl hastalığı bulunuyor. babasında ciddi düzeyde şizofreni varmış. herif göz kapaklarını falan dikmeye kalkmış. çüş. jane'i de 6 yaşında bir yetimhaneye bırakmış. daha sonra jane bir aile tarafından evlat ediniliyor ama kendisine sürekli hizmetçi gibi davranılıyor. onunla aynı yaşta ve birçok ayrıcalığa sahip olan üvey kardeşini de daha sonra öldürmesi bu yüzden. yine kendi itiraflarına göre gerçekten nefret ederek öldürdüğü kurbanı bir tek oymuş. 20 senelik bir nefret ve intikam duygusundan bahsediyoruz burada. gerçekten korkunç ve tehlikeli.

    tüm bunların haricinde; jane toppan'de, seri katillerin çoğunda görülen belirli bir kurban profili seçme durumu yok. genç, yaşlı; kadın, erkek; tanıdık ya da yabancı fark etmeksizin toplamda 31 kişiyi -bilindiği kadarıyla- öldürmüş. bu da; tek bir kişiye değil, aslında dünyanın tümüne öfkeli olduğunu ve dünyadaki tüm kişilerden intikam almak istediğini gösteriyor. çok ilginç ama ya... korkunç bir olaylar dizisi ama kadın doğumundan 162 sene sonra bile kendinden bahsettiriyor. acınası ve çileli bir hayatı olmuş ama keşke hayatının bir döneminde ona hayatı sevdirecek bir şey çıksaydı karşısına. acıyorum böyle insanlara. bu tür değişik hayatlar bana hep: "birisi canavar mı doğar yoksa sonradan mı canavar olur?" sorusunu sordurtuyor. ki, bu da henüz tam olarak cevabı bulunabilmiş bir soru değil. ama sanırım jane toppan örneğinde her ikisi de geçerli: açılan tüm kartları ters gelmiş.
hesabın var mı? giriş yap