• pek sıradan fransız filozof. "üretimin aynası" adlı kitabında büyük tevazu göstererek koskoca marksist külliyatı broşür ebatındaki bir yayınla çürütmek istemiştir. gelin görün ki kendisi kitabında iki çelişik düşünce arasında gidip gelmektedir. bazen marx'ın hep ekonomi saplantısı vardı o yüzden yazdıkları hiç bir dönem için doğru degildi gibilerden bir şeyler derken, bazen de marx'ın söyledikleri 19.yüzyıl için doğruydu ama artık devir değişti filan demektedir. düşünün adam daha bu temel konuda karar vermeden marksizm üzerine kitap yazıyor. ve düşünün bu kalibrede bir adam postmodern guru diye başımıza kakılıyor. neyse ki hava döndü artık. bilmem bodriyar'ı oğuz adanır'dan başka ciddiye alan kaldı mı şu dünyada.
  • bilhassa kotulugun seffafligi adli eseriyle *defalarca okumaniza sebebiyet veren miknatis vari ozellige sahip dur acayim bir daha okuyayim dedirten dili agir , bir o kadar zevkli cumlelerini dusuncelere ve ince fikirlere dagitmis bu cagin yasayan canli filozofu.
  • .kendisinin de dile getirdigi gibi post-modernizm' le falan bir ilgisi yoktur. bu daha çok ona yapilan bir yakistirmadir. kitaplarini okursaniz bu zaten görünen bir seydir. kendine has bir tarzi oldugu söylenebilir. zamanla asinalik olusuyor okudukça. en kötü tarafi bu adami okuduktan sonra baska felsefi kitaplarin çok bayat gelmesi. insanin kitap okuma olayini bitiriyor.

    marksist ekonomi modelinin radikal savunuculari tarafindan (ister liberal ister sol) hiç sevilmeyen biridir. zira bu modeli çok güzel bir sekilde elestirmistir. ona göre artik ekonomiyi baz alan bir model ile dünyayi çözümlemek imkansizdir. ekonomi artik toplumu yönlendiren bir etkenden çok, simüle edilen ve edilmesi gereken bir seydir. çünkü asiri bolluk durumunda ekonominin anlami yoktur zira ekonomi temelini kit kaynaklardan alir. onun da dedigi gibi esas sorun bolluktur. bolluk bir kangren durumdur. iste bu kangren durumundan siyrilmak için ekonomi simüle edilmek zorundadir. zira bu simulasyon olmazsa sistem hem mantiki hem toplumsal olarak çökecektir. bu durumda artik etken güç olarak sermayeyi görmek de manasizdir. iktidar kavrami artik sermaye üzerinden yapilamaz.
    aslinda bu simulasyon evrenine 1929 buhraninda geçildigini savunmaktadir. zira ekonominin gerçek manada serbest olmasi ancak o siralar gerçekten söz konusu idi. fakat ekonomi beklenmedik bir biçimde çökünce, artik temel dinamikler degismis, ekonomi devlet tarafindan simüle edilmek zorunda olan bir seye dönüsmüstü.
    bu sadece isin bir parçasi, mevcut durumu degerlendirmek için daha baska seyler de gerekmektedir. ve kitaplarinda yaptigi sey de budur.
  • bugün bilgi üniversitesi'nde düzenlenen 'islam, latinity, transmodernity' konferansinda 'paralax of evil' adli 1 konusma yapti. dünya gözüyle de görmüs olduk böylece.
  • "kuramsal terörist ve nihilist" olarak nam salmış feylezoftur... postmodern feylezoflar arasında bu kadar popülerleşebilenine az rastlanmıştır... önce marksist olmuş, sonradan marksizm eleştirisi yapmıştır... simulakrlar gibi kolay anlaşılır olmayan fikirleri vardır vsss.

    amerika’sında harika bir amerika-avrupa karşılaştırması yapar. (ki, kimileri bunu kısa zaman içinde nasıl yapıyor deyip, eleştirir. çünkü yamulmuyorsam baudrillard yalnızca birkaç aydan mülhem amerika gözlemlerini aktarır bu kitapta)… mesela, amerikan demokrasisi'nden bahsederken, avrupa’nın nice kıyım ve yıkımın ardından vardığı demokrasiyi, amerika’nın şıp diye benimseyip içselleştirdiğini savunur.

    özellikle de amerika’daki kozmolit yapıya odaklanır… ayrıca los angeles ile new york arasında da karşılaştırmalarda bulunur. los angeles yataylıklar kendi, new york dikeylikler kentidir… (tabii biz gezip görmediğimiz için oraları, baudrillard ne dese, “he” demek durumundayız şimdilik…).

    sözü amerika’sından açtım, velakin okuduğum kadarıyla asıl heyecan verici eseri, kötülüğün şeffaflığıdır… hepimiz transseksueliz aforizmasının olduğu kitaptır işte bu. kimlikler arası geçişin hiç bu kadar yoğun olmadığı bir devri işaret etmek üzre sarfetmiştir hazret bu lafı… kötülügün şeffaflığı daha bir çok konuda oha falan oldurtan tespitle yüklüdür (biraz reklam metni gibi oldu. ama baudrillard’a can kurban…) kusursuz cinayet’e ise iyisi mi hiç değinmeyeyim… (okudum anlamadım çünkü…)…

    türkiye'ye geldiğinde de radikal'e verdiği söyleşide şu lafları etmişti:

    "bugün, ideolojik ve ahlâki bir entelektüel bilinçle, olup biten üzerinde bir etkileri olduğunu iddia edenlerin, aslında hiçbir etkisi yok. bu bir felaket ya da talihsizlik de değil. durum bu. aynı şey siyasetçiler için de geçerli. onların da nasıl bir güce sahip oldukları tartışılır. 'karar' denilen şeyin olmadığı üzerine onca yazılıp çizildi. sermayenin, şebekelerin dolaşımda olduğu bir dönemde siyasal iktidar da marjinalleşiyor."

    istanbul'u da şöyle tasvirlemişti:

    "istanbul, jeolojik olarak da pek çok uygarlığın, kültürün dibe çökmesiyle oluşmuş bir tortu kenti. amerikan kentlerinde yukarı, istanbul'da ise derine doğru bir dikeylik söz konusu. aynı şey roma için de söylenebilir. ama rio ya da new york gibi kentler için geçerli değil. istanbul, new york'un aynadaki yansıması gibi. belki psikolojik, bilinçaltı değil ama, bir tür derin zamansallık anlamında, düşler biçiminde de olsa kendini hissettiren tüm o fosil kültürlerden yayılan bir sızıntı söz konusu."

    matrix filmine ve wachowski kardeşler'e ve sinemaya dair de şunu deyivermişti:

    "matrix kıymet-i harbiyesi olmayan bir şey. öte yandan, sinema beni hep çekti. gerçeklik derecesini tartışmaya açan, hiper-gerçeklik, simülasyon konularına ilişen amerikan filmleri hep ilgimi çekti. kitabımın (simülasyon ve simülakralar'ı kastediyor) filmde görünmesi tümüyle ikincil bir olay. bence, 'truman show' ya da ne bileyim, 'john malkovich olmak' gibi, 'gerçeğe çağrı', 'bıçak sırtı' gibi filmlerde simülasyonun iyi anlamda masallaştırılması bulunabilir. yalnızca bir anlatı olarak değil, aynı zamanda kurgu olarak sinemayı kastediyorum. imgenin büyülü gücüne ulaşabilen bir vizyon olan bir sinemayı. benim, fotoğrafta da aradığım bu. ama sinemada da olabiliyorsa, harika bir şey. aslına bakılırsa, pek çok filmde, yazıda ya da söylemde olduğundan çok daha fazla, simülakranın dinamik imgesine uygun şeyler bulmak mümkün." (kaynak: radikal-serhan ada).

    ayrıca şu karamsarlıklara uçuran ve nihilistik duyguları ateşleyen laflarına kimse n'ayır-n'olamaz diyemez:

    “bugün artık sadece şu duyguların çekim gücü kaldı: nefret, tiksinti, alerji, iğrenme, hayal kırıklığı, bulantı, antipati, bıkkınlık. artık insanlar neyi istediklerini bilmiyor. neyi istemediklerinden daha eminler. günümüzün süreçleri red, soğukluk, sevgisizlik, alerji duygusu. nefret de bu tepkisel boşalmaya, içindekini dışa atmaya yönelik paradigmanın bir parçası: reddediyorum, istemiyorum, uzlaşmıyorum”

    işte baudrillard, işte nihilizm...
  • eski bir marksist olan baudrillard, yaptığı batılı toplum çözümlemelerinden hareketle maksist tezleri mahkûm etmiştir ve baudrillard bugün post-modernizmin başat kuramcıları arasında gösterilen düşünürlerden biri durumundadır. baudrillard, marksizm’in, üretim çıkmazı içinde olduğunu ileri sürmekte, toplumsallığı ve iktidarı yücelttiğini belirtmektedir. çatışma ekseninin sınıflar arası bir perspektiften koparak, görüntü evreninin kendi iç çatışmasına (iç patlama) dönüştüğünü ileri süren yazar, günümüz dünyasında, insanların ihtiyaçlarını karşılamak veya sınırsız tüketim olanaklarına kavuşmak adına değil, her bireyin simülasyon evreninde karşılık geldiği görüntüsünü doldurmuş olmak adına üretime katıldığını ve marksist ekonomi politiğin bunu fark etmediğini ileri sürmektedir. marksizm’in sırtını yasladığı üretim olgusu iflas etmiş olduğuna göre, marksizm’in çözümlemelerinin büyük bir kısmı ve devrimci tutumu da iflas etmiştir. baudrillard’ın fikirsel üretiminin genel çerçevesini bu şekilde özetleyebiliriz.
  • imge doygun toplum der bizim için.
  • consumer society*yazari. ferda keskin cevirisi mevcuttur. dili "digerlerine" gore daha akici, anlasilir, toparlayicidir. hikaye anlatir gibi yazar. edebidir. cok sey anlatma cabasindadir. marx'i yandan yemis bu kadar distopik, ezici, gunu mahvedici insan görmedim ben... ulan bi cümlen de olumlayici olsun be! bence tam bi modern, postmodern olduğu iddia edilse de (kime gore neye gore). çok tekrar yapar. çok severim o ayrı ama canımdan bezdirdi bugün beni referanslarını kodlarken. topluca kitaplari icin (bkz: pandora)
  • kendisiyle ilk karşılaşmamda serhan ada'ya dönüp "bu kim?" diye sormuştum.
    baudrillard cevabını almam hayatımdaki en güzel göt oluşların birisini yaşatmıştı.

    gel zaman git zaman dünyalar tatlısı eşiyle yakınlaştık.
    paris'e gelince bende kalacaksın dediydi de, bi fırsat olmadı gidip yatıya kalmaya.

    edit: inanmıyorsanız karısına sorun. mesaj atanlara tel numarasını vericem. ulan ölü adamın arkasından konuşturuyorsunuz beni. edgar morin'in eşi de evine davet etti hem. naber?!
hesabın var mı? giriş yap